Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Cameron Avrupa savaşına hazırlanıyor

Bugün Avrupa'da, yaşananların ışığında, üç Avrupa'nın oluştuğunu söylemek mümkün. Birinci Avrupa, Avro Bölgesi'nden oluşuyor ve son iki yıldır finans krizine çözüm arıyor. İkinci Avrupa, Avro Bölgesi dışında kalan ülkelerden oluşurken, üçüncü Avrupa, İngiltere'den oluşuyor.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-11-12 11:57:35

Cameron Avrupa savaşına hazırlanıyor
Londra, 22 - 23 Kasım'da devlet ve hükümet başkanları zirvesinde görüşülecek "2014-2020 AB bütçesini" , beklentilerini karşılamaması durumunda, veto etmeya hazırlanıyor. David Cameron, AB büçesinin enflasyon oranında artırılması ve gerekirse Avro bölgesine dahil olanlar ve olmayanlardan oluşacak iki farklı bütçenin görüşülebileceğini söylüyor. Kabul görmesi, merkez-çevre olmak üzere, finans kriziyle beliren bölünmüşlüğü, iki vitesli Avrupa'yı, gerçekçi bir zemine oturtacaktır. Ama en önemlisi bütçe artırımında ve dağılımında beklentilerinin karşılanmaması durumunda, bütçeyi veto ederek, Avrupa Birliği'ni, finans krizinin dışında, 1979-1984 döneminde yaşanan kurumsal krize benzer bir krizle karşı karşıya bırakacaktır.

David Cameron'un son on ayda Berlin'e yönelttiği üçüncü veto tehdidi bu. Berlin özellikle Londra, Varşova ve Paris'ten gelen mesajları dikkatle takip ediyor. Geçen hafta Angela Merkel, Londra'da Cameron'la, bu haftada (14 Kasım) Polonya Başbakanı Tusk ile bir araya gelecek. Zirve öncesi sorunların çözüleceğine inananlar varsa da, konunun son dakikaya kadar pazarlığa açık kalacağı bir gerçek. Ancak Almanya inanmak istiyor. Merkel, Paris-Berlin hattında esen soğuk rüzgarı, Londra'nın desteğiyle aşmak istiyor. Ne var ki, İngiltere'de giderek artan Avrupa karşıtlığı bunu kolaylaştırmıyor.

Bugün Avrupa'da, yaşananların ışığında, üç Avrupa'nın oluştuğunu söylemek mümkün. Birinci Avrupa, Avro Bölgesi'nden oluşuyor ve son iki yıldır finans krizine çözüm arıyor. İkinci Avrupa, Avro Bölgesi dışında kalan ülkelerden oluşurken, üçüncü Avrupa, İngiltere'den oluşuyor. İngiltere, Avrupa Birliği'ne üye olduğu 1973 tarihinden bu yana ayrıcalıklı konumuyla kendinden söz ettiriyor. Konulara pragmatik yaklaşıyor. Referandum yoluyla üye olduğu gibi, yine referandum yoluyla ayrılmayı tartışıyor.
Cameron'un son haftlarda yaptığı açıklamalar, 1979'da başlayan bütçe gerilimi öncesi ve sonrasıda, Demir Lady'nin yaptığı açıklamaları anımsatıyor. Margaret Thatcher, seçildiği ilk aylarda katıldığı ilk Avrupa Topluluğu (AT) zirvesinde, beklenmedik çıkış, tutum ve açıklamalarıyla kendinden söz ettirmişti. Dublin Zirvesi sonrasında (1979), Guardian adına zirveyi takip eden Palmer'ün zirveye ilişkin sorusuna, "istediğim fazla birşey yok, paramın iadesini istiyorum", cevabı dünyayı dolaştı ve 1984 tarihine kadar leitmotivi oldu. Öyleki "paramı geri istiyorum" ifadesi ismiyle özdeşleşti.

Muhafazakar parti içinde zorlu yollardan geçerek, erkeklerin egemen olduğu siyasi arenada varlık göstermesi ancak onlar kadar sert bir duruş sergilemesiyle mümkün oldu. Katıldığı ilk AT zirvesinde, Almanya Şansölyesi Helmut Schmidt ve Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaign , "manav kızını" bir kaç saatte ikna edip göndereceklerini düşünürken, beş yıl sürecek bir restleşmenin yalnızca ilk rauduna tanık olduklarını çok sonraları anlayacaklardı. Paris ve Berlin'de liderler değişirken, Maggie zaferlerine zaferler katıyordu. Sonuna kadar restleşmeyi sürdüremiyeceğini anlayınca, Fontainebleau Zirvesi'nde (1984), Birlik tarihinin en önemli kurumsal krizlerinden birini, alınan kararlarlı imzalayarak noktaladı.

Bu noktada, David Cameron'un açıklamalarında, Maggie'yi duymak mümkün. Avro kriziyle zor bir dönemeçten geçen Avrupa Birliği'nin yeni bir krizin eşiğinde olduğu izlenimini uyandırıyor. Ancak Cameron, Thatcher kadar şanslı değil. Bu gün Muhafazakar Parti içinde çok farklı sesler yükseliyor. Muhaliflerin, 31 Ekim günü parlamnetoda, İsçi Partisi'nin de desteğiyle kabul ettirdikleri karar, Cameron'un manevra şansını daraltmakla kalmadı, aynı zamanda geleceğini de ipotek altına aldı. Avrupa karşıtları yalnızca bütçe konusunda beklentilerinin karşılanmasını istemiyor aynı zamanda İngiltere'nin Avrupa Birliği içinde ki yerinin de yeniden görüşülmesinin bekliyorlar.

Cameron'un partisi içinde yükselen sesler, koalisyon ortağı LibDems'in Avrupa Birliği'ne bakışıyla çelişiyor. Avrupa karşıtları referandumun Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yapılacağı 2014 tarihinde gerçekleşmesini isterken, Cameron 2015 seçimlerine taşımayı düşünüyor. Muhaliflerin başlattıkları isyanı kazanmaları durumunda, giderek kan kaybeden LibDems'in koalisyonda ki yerini gözden geçirmesi gerekecek. Aslında muhafazakarlarda görülen sert tutumun Birleşik Krallık Bağımsız Partisi'nin (UKİP) giderek artan gücüyle de ilintili. Son kamuoyu yoklamaları UKİP'in yüzde onlarda seyrettiğini gösteriyor. Muhafazakar Parti'ye oy veren Avrupa karşıtlarının UKİP'in AB'den çıkma noktasında dillendirdiği sert söylemlerden etkilendikleri düşünülüyor.

Kraliçe II. Elizabeth'in "Pırlanta Yıldönümü" her ne kadar İngilizlere bir fincan çay kadar İngiliz oldukları hissini uyandırsa da, son yıllarda, medya, polis ve klisenin yanı sıra siyasette (özellikle parlamento) yaşananlar, Birleşik Krallığın üzerinde yükseldiği kurumların reforme edilmesi gerektiğini düşündürüyor. David Cameron, Muhafazakar Parti'yi uzun yıllar sonra iktidara taşıyan isim oldu. Ancak parti içinde kaynayan cadı kazanı ve isminin News of the World ve Sun gazetelerini bir dönem başında bulunan Rebeka Brooks'la birlikte anılması (telekulak skandalı çerçevesinde), siyasi geleceğini, ülkede yaşanan sosyal ve ekonomik krizden çok daha fazla, tehdit ediyor.

Hiç şüphesiz, İngiltere'nin Birlik içinde ki yeri yeni bir tartışma konusu değil. Dönem dönem gündeme gelen konuların başında yer alıyor. Ancak bu defa, muhaliflerin başlattıkları isyanla, okun yaydan çıktığı anlaşılıyor. Parti içinde Avrupa tartaftarları da yok değil, Cameron'un onları da kaybetmemek için doğru dengeyi kurması gerekecek. Birlik açısından, olası bir İngiliz vetosu, bütçenin dondurulması ve bir uzlaşma bulunana kadar bir önceki bütçe değerinin korunması anlamına geliyor (piyasalar açısından zayıflık anlamına gelecektir ve krizi biraz daha belirsizliğe sürükleyecektir). Bu tablo karşısında, Cameron'un 22-23 Kasım zirvesinde, Thatcher vari bir tutum sergilemesi beklenebilir. Doğru yönetmesi, parti içinde ki isyanı bir süreliğine kontrol altına almasına yardımcı olacaktır. Tabii, Cameron gelecek haftalarda veya aylarda, telekulak skandalından "yakalanmazsa"...(Dünya Bülteni)


Haber Ara