Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Mavi Marmara Davası’nda İsrail’in iki yüzlülüğü

'İsrail, Gazze’ye giden 9 silahsız yardım gönüllüsünün ölümüyle ilgili Türk davasında oltadaki bir solucan gibi kımıl kımıl kıvranıyor. Tel Aviv, İstanbul’daki oturumu hiçbir yasal temeli ya da anlamı olmayan “şov bir dava” olarak adlandırdı zira gaddar hava ve deniz saldırısının merkezindeki 4 komutan gıyaplarında yargılanıyordu.'

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-11-08 12:08:17

Mavi Marmara Davası’nda İsrail’in iki yüzlülüğü
TİMETURK / Haber Merkezi

Yvonne Ridley*


İsrail, Gazze’ye giden 9 silahsız yardım gönüllüsünün ölümüyle ilgili Türk davasında oltadaki bir solucan gibi kımıl kımıl kıvranıyor.

Tel Aviv, İstanbul’daki oturumu hiçbir yasal temeli ya da anlamı olmayan “şov bir dava” olarak adlandırdı zira gaddar hava ve deniz saldırısının merkezindeki 4 komutan gıyaplarında yargılanıyordu.

144-sayfalık iddianamede bu dördü, cinayet işlemek ve adam yaralamakla suçlanıyor. Savcılar, eski İsrail genelkurmay başkanı Gabi Ashkenazi dahil üst düzey komutanlar için birden fazla müebbet istiyor.

Muhasara altındaki Gazze’ye Mayıs 2010’da giden yardım filolarına yapılan askeri saldırıyı anlatan hayatta kalanların dinlendiği ilk günde sessiz mahkeme salonunda oturdum ve dinledim.

Dünyanın her tarafından gelmişlerdi ve içlerinde Mavi Marmara’daki katliama şahit olmuş ABD Ordusu eski albayı, gazeteciler ve barış eylemcileri vardı.

Hayatta kalanların anlatıları ve çarpıcı hatıraları, açık denizlerdeki korsanlara dair hareketli bir korku romanının yapraklarında geliyor gibiydi fakat bu korsanlar İsraillilerdi ve uluslararası sular da Akdeniz’indi.

Kendilerine, dokuzunu öldüren ve sayısızını yaralayan, gerçek mermilerin nasıl sıkıldığını; yüzlerce bin nakit doların, dizüstü bilgisayarların, kredi kartların ve diğer değerli şeylerin nasıl çalındığını anlattılar.

Uluslararası üne sahip ve saygın Türk yardım kuruluşu İHH’nın topladığı ve organize ettiği yardım tamamıyla kayboldu ve çoğu hiçbir zaman geri alınamadı.

Tahta kaplamalı mahkeme odası tıka basa ayaktakilerle doluydu. Daha fazlası odadan çıkacak bilgi parçalarını bekleyen uzun koridorlarda bekliyordu. Orada bir kanıt sunulduğunda, sevdiklerini yitirmiş dul ve annelerin ara ara ve kontrol edilemeyen hıçkırıklarıyla kesilen derin bir sessizlik oluyordu. Yanımda oturan adam, ezici bir kanıt ortaya çıktığında gözlerinden akan damlalara engel olamıyordu. Bu şov bir mahkeme, siyasi bir gösteri ya da sembolik bir oturum değildi. Bu gerçekti.

Buna rağmen Ankara’da İsrail büyükelçiliği yetkilileri, mahkemeyi hor görerek ve dört şüpheli gıyabında yargılandığı için onu “yargı meşruiyeti olmayan tek taraflı siyasi bir hareket” olarak adlandırarak ölülere hakaret etmeyi sürdürdü.

İlk kez olmayan İsrail memuriyetinin iki yüzlülük kokan sinsi sözleriyle Nuremberg mahkemelerine karşı Nazi destekçilerince sarf edilen yapmacık suçlamalar aynı değil miydi?

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan bu askeri mahkemeler, 1945-46 arasında Nazi liderlerinin gıyaplarında yargılanmasına şahit oldu. Martin Bormann sanık mahkemesinde değildi fakat idam kararının ardından tüm zavallı hayatını korkuyla geçirmek zorunda kaldı. Evet, Nazi parti sekreterinin hiçbir zaman adalet önüne çıkarılamaması talihsizlikti fakat en azından o rejimden kurtulanlardan bazıları karar nedeniyle onun hayatını kapının çalmasını bekleyerek geçireceğini bilerek rahatlayabildi.

Herkesin bildiği üzere İsrail’in, uluslararası hukukla uzun-mesafeli bir ilişkisi vardır. Dünyadaki herhangi bir ülkeden daha fazla olarak 70’den fazla BM kararını ihlal etmiş ya da yok saymıştır. Yasal sürece karşı da yabancıdır ve 18 yaşın altındaki çocuklara dahi mahkemesiz gözaltılar uygular.

İsrail, gıyabında yargılamaları da çok iyi bilir. Aslında şüphelinin olmadığı benzeri mahkemeler düzenlemiştir. 1950-1961 arasında Naziler ve Nazi İşbirlikçileri Cezalandırma Yasası (Hok Le’Asiat Din BaNatzim), 29 Yahudi holocoust hayatta kalanı Nazi işbirlikçisi olmakla suçlandı. İnfaz için ilk ve tek olarak kullanılması Adolf Eichman davasıydı. Gayrimeşru olarak Arjantin’den 1960’da kaçırıldı, ilaç verildi ve getirildi. İki yıl sonra da İsrail’de televizyondan yayınlanan bir davayla asıldı.
İstanbul’daki mahkeme çok gerçekti. Orada otururken ve hayatta kalanlar ile ölenlerin ailelerinin yüzlerini izlerken, bu olayın arayışta olanlara nihayet adalet getirecek tarihi bir hukuk davasının köşe taşı olduğunu fark ettim.

Ne kadar protesto ederse etsin, yargısız infazlara hiç de yabancı olmayan İsrail’in, İstanbul mahkemesinin meşruiyetine dair içi boş iddialar yaparken bir temeli yok.

Mahkeme, şüpheliler hakkında bir karar varmazdan önce 500’e yakın kişinin önümüzdeki günlerde ifade vermesi bekleniyor.
İsrail dışişleri bakanlı açıklamasında mahkemenin “adalet ya da kanunla ilgisi olmayan açıkça şov bir dava kategorisine girdiğini” söyledi ve “sadece bir propaganda gösterisi” olduğu ile Türkiye’nin konuya ikili görüşmeler yoluyla halletmesi gerektiğini ilave etti.

Hakikat, İsrail’in Mavi Marmara ölümleri ile ilgili “pişmanlığını” ifade ederken, Birleşmiş Milletler dahil birçok kurum tarafından gelen raporlar ve yorumlara rağmen ısrarla özür dilemeyi reddetmesidir. “Özür dilerim” dememek için bu inatçı reddediş, birçoklarınca halihazırda parya olarak nitelenen Siyonist devlete pahalı mal olacaktır.

İsrail’in mahkemenin meşruluğunu sorgulayan menfur konumu, holocoust’da can verenler ve kendilerine adalet yoluyla bir tür rahatlama sağlaması için Nuremberg’e güvenen hayatta kalanlar dahil her bir kurbana hakaret ediyor.

Katar Emiri’nin üst düzeyinin ardından yakınlarda Hamas-kontrolündeki Gazze’ye resmi bir ziyaret yapmayı planlayan Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, filodaki ölümleri “devlet terörizmi” olarak tanımlıyor.

Mahkemenin Erdoğan’la aynı fikirde olup olmadığını öğrenmek için Gabi Ashkenazi, İsrail donanması eski komutanı Eliezer Marom, hava kuvvetleri eski komutanı Amos Yadlin, eski hava istihbarat başkanı Avishai Levy hakkındaki davanın sonucunu beklemek zorundayız.

Sonuç ne olursa olsun İsrail, sonucu kabul etmek zorundadır. İki oyun oynayamaz. Hukukun üstünlüğü tektir ve herkes içindir. İstisna yoktur.

Belki de Ashkenazi, Marom, Yadlin ve Levy erkek olup İstanbul’a gelerek mahkemeye çıkmalılar. Bu yapılacak doğru ve onurlu şey olurdu. Ancak tarihsel olarak doğru ve onurlu bir şeyi yapmak, Siyonist Devlet’e uzaylı kadar yabancı bir kavramdır.

* Sunday Express muhabiriyken, Afganistan’a gitti. Orada kaçırılmasının ardından Müslüman oldu. Aktivist ve yazar Ridley, PressTV’de çalışıyor.

Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.

Haber Ara