’50 yılın ardından devrim beklemeyin’
Fidel’le geçen yarım asırdan sonra Kübalılar temkinli ama umutlu. Ancak bu kez bir devrim beklemeyin.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-11-03 11:47:36
“Kötü bir fikir,” dedim. Birileri yabancı olduğumu fark edip planı bozabilir.
“Yok, çözdüm ben olayı,” dedi Eduardo. “Sen arabadan inmeyeceksin. Arabayla yavaşça yanından geçeceğim, ama dikkat çekecek kadar yavaş değil. Ne zaman bakacağını söylerim. Sakın çaktırma.”
Eduardo bir arkadaşının maquinasını ödünç almıştı; “makine” anlamına gelen sözcük, Havana kartpostallarının olmazsa olmazı eski Amerikan arabalarına Kübalıların verdiği addı. Cırtlak renkli bir 1956 Plymouth kullanıyordu. Rengiyle dalga geçmiştim hatta. Ama arabanın kapısını, maquinaların ileri yaşına saygı duyan Kübalıların size hep hatırlattığı gibi, usulca çektim. Havana’nın biraz dışına çıkmış, sahil yolundan Eduardo’nun yanı sıra dokuz kişinin daha Küba’dan çıkmalarını sağlayacak kadar sağlam, motorlu bir tekne yapması için bir diğer adama gizlice para ödediği sahil kasabasına gidiyorduk.
“İşte,” dedi Eduardo, Plymouth’un hızını keserek. Sokağın kara tarafında, boyaları dökülmüş iki binanın arasında, daracık bir sokağın sonunda tek arabalık bir garaj büyüklüğünde camsız bir yapı vardı. “Dışarı taşıyıp tekerleklerle sokaktan geçirmemiz gerekecek,” dedi. “Sonra da bu anacadde üzerinden, suya inen o çakıllara doğru bir blok gitmemiz lazım. Gece yarısından sonrayı bekleyeceğiz. Açıklarda donanma helikopterleri devriye geziyor.”
Havana’nın merkezindeki bu kasap gibi içinde fazla mal bulunmayan dükkânlardan mutfak alışverişi yapmak, gündelik bir sıkıntı. Kübalılara pirinç, fasulye ve yağ gibi temel besinleri, düşük fiyata alabilecekleri karneler veriliyor. Ama bunlar yaşamı idame ettirmek için yeterli değil.
Konsantre olmuş bir halde dikiz aynasından arkasındaki boş caddeye baktı, ben de çenemi tuttum. Açık tenli, kısa kahverengi saçlı ve bir güreşçi yapısına sahip olan 35 yaşındaki Eduardo’yla geçtiğimiz kış tanıştığımızdan bu yana –eskiden inşaat işçisiymiş ama o gün ödünç aldığı Kore malı bir sedan kullanıyor, korsan taksici olarak para kazanmaya çalışıyordu– La Habana eyaletinde arabayla gezerken bağrış çağrış, birbirimizin sözünü keserek, ama dostça, değişen yeni Küba hakkında tartışır hale gelmiştik. Ona göre böyle bir şey yoktu. Bense başkalarına göre olduğunu söyledim ona. Okumakta olduğum, “Fidel Sonrası Küba’da Değişim” ve “Küba’da Yeni Kararlar” gibi başlıkları olan pek çok makaleden örnekler verdim.
Eduardo sinirlenip gözlerini devirdi. Büyük övgü toplayan, sosyalist Küba’nın denetim altındaki ekonomisini açmaya yönelik yeni kurallardan –insanların açıkça ev ve araba alıp satmasına, bankadan kredi almasına ve devlet için çalışmaya zorunlu olmaktansa küçük işletmelerde yasal olarak kendi adlarına çalışmalarına izin veren yasalardan– örnek verdim.
Ama hayır. Gözler yine devrildi. Eduardo bir defasında eliyle kendi omzuna dokunarak, “Bütün bunlar bu adamların yararına,” dedi. Bu yaptığı, Küba’da askeri donanıma sahip ve siyasi anlamda arkası sağlam olan insanları simgeleyen tedbirli işaretti.
Peki, Fidel Castro’nun dört yıl önce devlet başkanlığından daimi olarak ayrılmasına ve başkomutanlık görevini resmi olarak daha esnek ve pragmatik erkek kardeşi Raul’a bırakmasına ne demeliydi? ...
Sokaklarda sıradışı bazı durumlar gelişiyordu. Bazı mahallelerde binaların yarısının kapı önlerini yeni serbest meslek sahibi olmuş sokak satıcıları ele geçirmiş, kadın ve erkekler saç tokaları, ev yapımı hamur işleri, film ve televizyon dizisi DVD’leri sergiledikleri eğreti tezgâhlarının başında umutla oturmuş, bekliyorlardı. Konut satışının yasadışı ama takasının yasal olduğu yıllar boyunca yasaklanan “Satılık” ilanları bugün evlerin pencerelerine asılıyordu. Birkaç hafta sonra Papa 16. Benedict gelecekti. Bir papa 14 yıldır ilk kez Küba’yı ziyaret edecekti. Devlet işçileri büyük bir özenle Papa’nın kortejinin izleyeceği rota üzerinde temizlik yapıyor, evlerin cephelerini boyuyorlardı. Öyle ki, insanların kendi aralarında keşke Papa daha sık gelse de kent temizlense, diye şakalaştığını duydum.
Ara ara inşaatı bitmemiş yapılar yükseliyordu. Ben onlara anti–derrumbeler diyordum; ülkenin düşük yatırım kaynakları bu yapılara yönlendiriliyordu. Uzun vinçler ve iskeleler restore edilen tarihi binaların, süslenip püslenen turistik mekânların, limanda yeni tesislerin inşaatının yerine işaret ediyordu. Sahil boyunca bazı noktalardan, milyarlarca varil değerinde petrol barındırdığına inanılan Küba deniz yatağını araştıran dev derin su sondaj kulesinin hatları görünüyordu. Büyük ölçekte petrol üretimi gerçekleşirse, ekonomik geleceğe dair olasılıklar muazzam olabilirdi.
Konuştuğum çoğu Kübalı, bu olasılıklar fikriyle adeta yanıp tutuşuyor gibiydi. “Daimi bir dönüşüm değil, henüz değil,” diyordu çoğu. Küba hükümeti geçmişinde vatandaşlarına verdiği sinyalleri çok değiştirmiş, örneğin özel girişimciliği teşvik ederken bir anda bunun devrimciliğe aykırı olduğu gerekçesiyle yeniden yasaklamıştı.
Ama Raúl Castro, ağabeyi değildi ve havada gerçek değişim olasılığına –Fidel’in yönetimi altında geçen yarım asırdan sonra Kübalıların günlük yaşamlarını gerçekten değiştirecek büyük bir şeyler olabileceğine– eşlik eden, Küba’ya özgü bir heyecan, temkinlilik, çıkar hesapları, kara mizah ve endişe karışımı asılıydı. Kiliseye bağlı bir avukat ve editör olan Roberto Veiga büyük bir ciddiyetle, İspanyolca sözcükleri vaiz kürsüsündeki bir papazın zarafetiyle telaffuz ederek, “Küba evinin yeniden inşası,” dedi: La reconstrucción de la casa Cuba.
Manşetlere uygun bir özetle, Küba evinin yeniden inşası şöyle görünüyor: Kapitalizm kıyıdan köşeden, ufak ufak burnunu sokuyor. 2010 yılından beri 150 binden fazla Kübalı işçi, devlet memuriyetinden ya ayrıldı, ya da çıkarıldı. Bütün işleri ve bütün toplumsal faydaları sağlaması gereken bir sistemde, daha önce hayal edilemeyecek bir şeydi bu. Başkan Castro bizzat devlet mekanizmasının şişmiş olduğunu, insanı bağımlılığa ve yolsuzluğa sevk edebileceğini ve devletin 500 bin işçiyi çıkarması gerektiğini söylemişti. Devlete ait tarım alanları şimdilerde özel çiftçilerle kooperatiflere parçalar halinde kiralanırken, diğer bazı yasal serbest meslekler dikkatle de olsa teşvik ediliyordu. Son iki yılda hükümet 181 adet cuentapropismo –kendi hesabını kendin tut– yasal iş kategorisi belirlemişti.
Raul Castro, libreta denilen, Küba’da her haneye dağıtılan ve her vatandaşın her ay alması gereken devlet sübvansiyonlu temel gıdaların yanında işaret konacak sütunları olan karne defterinin bile sonunun yaklaşmış olabileceğini söyledi.
Libreta! Bu büyük olaydı. İnsanı sersem eden Küba ekonomisini ve Kübalıların bunun karşısında gösterdiği karmaşık tepkiyi, ince karton ve beyaz kâğıttan, her biri birbirine zımbalanmış ve içinde kişinin düşük fiyata alabileceği maddelerin –pirinç, şeker ve ailede sekiz yaşından küçük çocuklar varsa süt– listelendiği oyun kâğıdı boyundaki libretadan daha iyi çağrıştıran bir şey yoktu. Elle işaretlenmesi gereken kutucukları vardı. Sayfaları, bir Dickens romanından fırlamış kâtiplerin muhasebe defterlerini andırıyordu.
YA SOSYALİZM YA ÖLÜM!
En sade haliyle, CUC bir şekilde yabancılıkla ilintili mal ve hizmetler için kullanılıyor: Örneğin otel faturaları, uluslararası işlemler, hediyelik dükkânlarındaki Fidel tişörtleri gibi.
Bir CUC yaklaşık bir ABD doları değerinde ve edinmesi çok kolay; ister yuma olun ister Kübalı, döviz bürolarındaki devlet memurları onlara hangi dövizi verirseniz verin, alıp karşılığı değerinde CUC veriyor, işleri bitince de size iyi günler diliyorlar.
Devlet adına çalışan bütün Kübalılar gibi –şu sıralarda ülke işgücünün yaklaşık yüzde 80’i bu grupta yer alıyor– bu memurlar da maaşlarını CUC olarak almıyor. Onlara ödeme diğer para birimi olan Küba ulusal pezosu olarak yapılıyor. Bir ulusal pezo bir CUC’un 1/24’ü değerinde, yani dört sentten biraz fazla. (Sosyalist Küba’da da devlet memuru maaşları sabit; 2012 ortasında maaş ortalaması ayda 250 ila 900 pezo arasındaydı.) Bazı çalışanlara artık pezo olarak aldıkları maaşa ek, CUC cinsinden teşvik ödeniyor; son dönemdeki değişikliklerle üst sınırdaki maaşlar daha da yükseliyor ve maaşlar önceden saptanmış belirli artışlardansa verimlilikle bağdaştırılıyor...
Tezgâhtarlar ürünleri fiyatlandırırken genelde “CUC” yazmakla uğraşmıyor bile. Bir ürün ses çıkarıyorsa, parlıyorsa veya ambalajı iyiyse, Kübalılar hangi para biriminden satıldığını biliyor ve Che’nin hayaleti kulaklarına ne fısıldıyor olursa olsun, onu istiyorlar...
Haber Ara