Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

İsrail'i kınıyoruz, Suriye'de neden sessiziz?

The Guardian yazarı Jonathan Freedland, batı kamuoyu ve insan hakları örgütlerinin Suriye'de neden sessiz kaldığını sorguluyor.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-10-21 14:14:59

İsrail'i kınıyoruz, Suriye'de neden sessiziz?
TİMETURK / Jonathan Freedland*

Hükümetin bir şey yapmamayı istediğini biliyoruz fakat ya biz geri kalanlar? Muammer Kaddafi’nin ölümünden tam tamına 1 yıl sonra, Libya-tarzı batı askeri müdahalesinin olasılığı bu kez Suriye için sıfıra yakın. Şahin Mitt Romney dahi bir şey için söz vermiyor. Bırakın silaha sarılmayı, çok az politikacı, aslında çok sayıda mevcut askeri-olmayan seçeneklerden bahsetmiyor bile.
Bir kelam dahi etmiyorlar zira bir şey söylemeleri için üzerlerinde baskı yok. Burada ve dışarıda esaslı bir sessizlik hakim. Sadece Suriye’den kaçanların feryatları ile Türk dışişleri bakanının insanı yardım çığlığı dışında çıkan ses yok. Hakikatlerin farkındayız. 19 ay önce göstericilerin idaresini protesto etmek için caddelere çıktığında Beşar Esed’in ne yaptığını gayet iyi biliyoruz. O ve güçleri, en ürpertici vahşetleri işleyen bir yol izledi. Uçakları sivil yerleşimleri bombaladı. Save The Children’a göre 6 yaşındaki çocukları yakaladı, aç bıraktı ve işkence etti. Sayıları 30 bine yakın ölüyü üst üste yığdı.

Herkes tüm bunları biliyor ancak herkes dilsiz. Acil bir askeri müdahale istemeleri değil olay. Afganistan, Irak ve Libya’nın ardından Suriye’deki bir harekatın pratikteki imkansızlığı ile insanlar haklı şekilde yorgun ve temkinli. Bunu anlıyorum. Fakat kavrayamadığım şey, Esed rejiminden başlayarak katliamları yapanlara karşı bir kamuoyu baskısının olmamasıdır. Bunun yerine kamuoyu tamamen ilgisiz duruyor ve Halep, Humus ve Şam’da devam eden katliamdan zerre rahatsız olmuyor.

Londra’daki Suriye elçiliğinin önünde büyük gösteriler yok. Konu nadir olarak ana sayfada ya da TV’de haber saatlerinde yer alıyor. Ağustos’ta 4 yüz kişinin Dera’da katledilmesi gibi vahşetler olduğu zaman dahi etkisi saman alevi gibiydi. Acil Felaket Komitesi’ne (Disaster Emergency Committee-DEC) başvuru yok. İşçi Partisi konferansında, gençlerin harcama alışkanlıklarından evdeki hayvanlara kadar her tür uç konuyla ilgili toplantılar yapıldı. Ancak sadece Suriye konusunda tek bir oturum yoktu ki bu parti kendisini uluslararası olmakla tanımlıyor.

Orta Doğu’da masum canların yitişinde tepkisiz olmamız sıradan, her zamanki olayımız da değil. Yaklaşık 4 yıl önce, Hamas’ın Gazze’den roket saldırılarını durdurma amacıyla Dökme Kurşun operasyonu düzenlemişti. Bin 400’den fazla Filistinli ölmüştü. Neredeyse 1 ay boyunca bu haber burada ve dünyada ana sayfadan inmedi ve TV haber programlarının ilk sırasını işgal etti. Büyük ve ses getiren halk gösterileri vardı. DEC bir fon oluşturdu ve bir ilan yayınlamak istedi ancak BBC tarafından reddedilişi dahi olay oldu.

Şimdi o haykırış yok. Savaşı Durdur Koalisyonu, o zamanlar yaptığı gibi binlerce kişiyi Londra’nın merkezinde toplanmaya çağırmıyor. Aksine açıklamaları basitçe batı müdahalesine karşı çıkarken aynı zamanda kibarca Esed’in halkına karşı yürüttüğü savaşı kınamayı da reddediyor. Carly Churchill, 2009’da Yahudi ruhunu soruşturmak için sahneye acelece sürdüğü gibi böylesi vahşetleri işleyebilen Nusayri halkının zihnine erişmeye çalışan Yedi Suriyeli Çocuk adlı yeni bir oyun yazmadı. Suriye’deki katliam aynı şekilde şair Tom Paulin’in kalemini eline alması için onu harekete geçirmedi. Görünen o ki bu Suriyeli ölümler artistik öneme sahip değil. Bu çelişki, hiç de İsrail savunucusu olmayan Robert Fisk’i bile etkiledi. Açıkça şunu söyledi: “Mesaj basit. Eğer batı ve İsrailli müttefikleri tarafından doğranırlarsa Araplar için adalet ve hayat hakkı istiyoruz; Araplar, Arapları katlettiklerinde değil”.

Birçok kişi bu açıklamaya karşı çıkıyor. Bazıları, kamu ve savaş-karşıtı soldaki rehavetin, Suriye’nin iyileri kötülerden ayırmayı zorlaştıran bir iç savaş içinde olmasına bağlıyor. Yine de STK’lar Kosova krizi sırasında nakdi yardımlara boğuluyordu. Kamuoyu da bunun Balkanların iç sorunu olduğunu söyleyip atlamıyordu. Ayrıca her iki tarafın da silahlı olduğu bir iç savaş olsa da aylarca barışçıl göstericiler, soğuk kanlılıkla öldürülüyordu. Buna rağmen çok az kişi Suriye halkı için yürüdü.
Diğerleri 2008-2009 Gazze’nin daha büyük bir infiale neden olmasını haftalar mertebesinde yaşanmasına bağlıyor. Suriye, neredeyse 2 yıldır damla-damla gelişen bir korku hikayesi gibi diyorlar. Fakat bu hiç de böyle değil. Bu terimlerle konuşmak berbat ancak ölüm oranı Suriye’de daha az değil hatta çok daha fazla. Tek bir günde 400 kişi katledildi.

Cevap alma hevesiyle Savaşı Durdur’dan Lindsey German’ı aradım. Bana örgütün Suriye hakkında aktif olmadığını çünkü bunun “Savaşı Durdur’un işi olmadığını” söyledi. Onların odağının “İngiltere ve ABD’nin yaptıkları” olduğunu belirtti. Peki, o zaman neden Gazze’de o kadar sesleri çıkmıştı? Çünkü batı, “İsraillileri çok fazla destekliyormuş, o yüzden o olay çok farklıymış.” (Aslında İngiltere, Dökme Kurşunu desteklemedi, hatta ateşkes çağrısı yaptı.) Filistin sorununun “kendi dinamiği olduğunu ve diğer ülkelere uygun olmadığını” da ekledi.

Sıkıntı, bu tarz düşünmenin çok dar görüşlü bir uluslararasılığa, kendi hükümeti dahil değil diye diğer her yeri görmezden gelmeye neden olmaktadır. Sanki bir kural gibi sürekli uygulanır ki aslında değildir.

Son argüman sivil savaşla ilgili olanın başka çeşididir. Suriye’nin acımasız bir mezhep savaşı içinde olduğunu söyler. Nusayriler ve müttefikleri, Sünniler ve kalanlara karşıdır. Bu nedenle dışarıda olanların taraf seçmesi imkansızdır. Fakat böylesi bir mantık, Fisk’in tespit ettiği ahlaki bir boşluğa düşer: Yani bir Müslümanın ölümü, katili Müslümansa daha az önemlidir.
Elbette bir etnik grubu diğerine karşı hedef alan özel bir öfke türünü korumuş oluyoruz. Yine de burada bir risk var. Basitçe bu, Arap ya da Müslümanın ölümü sadece İsrail sorumluysa kınanmayı gerektirdiğini söyleyen Yahudilere karşı bir önyargı değildir. Bu Arap ve Müslümanların aşağılanmasıdır zira bu grupların üyeleri birbirlerini öldürdüğünde bir şekilde daha az vicdani yük getirir demektir. Böylesi bir görüş savunulamazdır özellikle kendilerini aydınlanmış ve ilerlemeci olarak tanımlayanlar için. Her hayat aynı eşit değere sahiptir. Kimin öldüğü kimin de öldürdüğü fark etmez.

*The Guardian köşe yazarı


Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.

SON VİDEO HABER

Şam'daki saray yakıldı, eşyalar alındı

Haber Ara