İsviçre, Türk zenginlerini açıklayacak
Güneydoğudaki uyuşturucu ticareti paraları da UBS’nin gizli hesaplarındadır. Şimdi sormak zamanı: UBS; “hesaplarınıza sahip çıkın yoksa bunları açıklayacağım” diye kaç Türk (eski-yeni-asker-sivil) üst düzey bürokrata ya da onların yasadışı temsilcilerine mektup yolladı?Türklerin İsviçre bankalarındaki gizli hesaplarında 100 milyar dolar olduğu söyleniyor (du); peki yüzde 2 vergi ve hesap sorulmama gibi bir fırsatı hangi “akıllı” işadamı kaçırır; yoksa bu paralar rasyonel davranan işadamlarının değil de ortaya hiç çıkmak istemeyen “devletlilerin” mi?
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-09-22 09:38:26
ABD’de seçim kampanyası her zamankinden daha sönük geçiyor. Bunda tabii ki Obama’nın karşısına çıkartılan Cumhuriyetçi aday Mitt Romney’in hayli zayıf ve her an gaf yapabilecek kapasitede (ki geçen hafta bir ABD Başkan adayının yapabileceği en büyük gaflardan birini yaptı biliyorsunuz) olmasının payı var. Ancak yine de Romney’den umudunu hiç kesmeyen, ısrarla onu destekleyen seçilmesi için her şeyi yapabilecek gruplar var. Bu grupların en dikkat çekeni ise, şu günlerde, RJC; yani Cumhuriyetçi Yahudi Koalisyonu. RJC, oyların ortada olduğu Amerikan eyaletlerindeki Yahudi seçmenlere yönelik 5 milyon dolarlık bir televizyon reklam kampanyası başlattı.
Kampanya Florida, Nevada, Ohio ve Pennsylvania gibi oldukça büyük Yahudi nüfusa sahip eyaletleri öncelikle hedefliyor ancak seçimin gidişatına göre, kampanya genişletilerek seçim gününe kadar devam edecek. RJC icra direktörü Matt Brooks, hedeflerinin, daha önce Obama'ya oy vermiş ancak şimdi ekonomi politikaları ve İsrail'e karşı olan politikalar nedeniyle "pişman olmuş" Yahudi cemaati olduğunu söyledi. Brooks’un öncelikle Obama’nın ekonomi politikalarına karşı olması ilginç. Çünkü Obama yönetimi, belki de, İsrail tarihinin en şahin hükümetlerinden birisi olan, Netanyahu hükümetinin ABD’nin bundan sonraki güvenlik stratejisi çerçevesinde “yeni” Ortadoğu politikasında sorun olacağını biliyor. Dolasıyla İsrail artık Ortadoğu’da ABD’nin şımarık çocuğu olamayacak. Ve bundan dolayı Amerikan vatandaşı Yahudilerin Obama’nın İsrail’e yönelik politikalarına öncelikle karşı olması lazım. İşte Amerikan vatandaşı ve servet sahibi Yahudilerin -çoğunluğun- Obama’nın ekonomi-politikasına-öncelikle- karşı çıkmaları bize, dünya ekonomisinin bundan sonraki yolculuğu için, çok önemli bir ayrımı anlatıyor.
Büyük yol ayrımı
Nedir bu yol ayrımı? İsterseniz 2009 yılına gidelim. Obama iktidara gelir gelmez, izleyeceği ekonomi-politikaları konusunda hayli bocaladı. Çünkü devasa bir krizin tam ortasına gelmişti. Bunun için, ekonomi yönetiminin oturması çok sancılı oldu. Kadro bir iki kere değişti. Ancak Obama yönetimi tereddütsüz olarak, hemen 2009 yılında, ilk ekonomik adımını attı. ABD vatandaşlarının ve kurumların kaynağı belli olmayan ve vergilendirilmemiş hesaplarının deklare edilmesi şartı getirildi. Tabii ki bu adım atılır atılmaz gözler hemen İsviçre’ye çevrildi. Ancak İsviçre tek başına bir şey ifade etmiyordu. İsviçre bankalarındaki ABD vatandaşlarının ‘gizli’ hesapları nicelik olarak olmasa da, nitelik -yoğunluk- olarak Yahudi kökenli ABD’lilerde odaklanıyordu. Bu karar ilk önceleri hem hedge fonları hem de yüklü ama deklare edilmemiş hesap sahiplerini endişelendirmedi. Sonuçta sırdaş, her şeyden azade- Euro bölgesinin ve AB’nin dışında- ama Avrupa’nın göbeğinde sırdaş İsviçre ve ondan da sırdaş İsviçre bankaları vardı. Ancak ilk endişe, Obama yönetiminin bu işi sıkı bir FBI operasyonuna dönüştürmesiyle başladı. Bu da çabuk atlatıldı. FBI işin içinde de olsa, İsviçre açık etmezdi. Ama hiç de öyle olmadı. İsviçre’nin en büyük ‘sırdaş’ bankası UBS FBI ile anlaştı. Panik başlamıştı. Özellikle Hedge Fonlar için iki seçenek vardı; ya kontratları ve bilgileri FBI’ya teslim edecekler ya da ciddi bir soruşturmaya uğrayacaklardı. Satış dalgası başladı, hızlı bir nakite dönüş yaşanıyordu. Bu aslında 2009 sonunda krizin derinleşmesine yol açan çok hızlı bir çözülmeydi. Öte yandan, UBS başta olmak üzere, İsviçre bankaları ilk önce müşterilerine bir mektup yollayarak hesap dökümlerini yasal olarak FBI’ya vereceğini de söyledi. Hatırlarsanız Türkiye’de, aynı süreçte, varlık barışını devreye soktu. Ama Türkiye’ye gelmeden önce şunu söyleyelim; kriz sonrasının önemli gelişmelerinden birisi, vergilendirilmeyen servetlerin kaynağındaki ülkede vergilendirilmesini sağlayan düzenlemelerin başlaması olacak.
Yeni bir sermaye birikim modeli
Bu düzenlemenin, göründüğü kadar basit olmadığını söylemeliyiz. Çünkü banka ve finans sistemi tam buradan başlayarak düzenlenecek. Bir önceki sermaye birikiminin sonucu olarak sistem dışında atıl olarak duran trilyonlarca dolar sisteme girecek. Bu aynı zamanda banka sisteminin yeniden yapılanması anlamına geliyor. Sermayenin doğuya ancak bununla beraber yasal ve reel alanlara yolculuğunun başladığını söyleyebiliriz. Peki, bu yolculuk neden İsviçre’den başlıyor. Bunun uzun bir tarihi hikayesi var, oraya hiç girmeyeceğim. Ancak daha düne kadar dünyada silah, mücevherat, kağıt, kimya gibi alanlarda yoğunlaşan İsrail kökenli sermaye merkez olarak İsviçre’yi kullanıyordu ki, özellikle Cenevre bu anlamda bu sermayenin kasa şehridir. Ve bundan dolayı da dokunulmazdır. Ancak ABD, doksanlı yıllarda, Clinton döneminde, bastırarak İsviçre bankalarında yalnız kodlu gizli hesap uygulamasına son verilmesi için çalışmış, İsviçre’de, sonunda bunu kabul etmek zorunda kalmıştı. Ancak, Obama yönetiminin bu işe el atmasına kadar bu “dokunulmazlık” sürdü.
Şimdi bu büyük servetler yıllardır rahatça uyudukları yataklarından kalkıyorlar. Yine ABD merkezli büyük fonlarda toplanıyor ve gidecek yer arıyorlar. Ancak bu mekanizma yalnız İsrail kökenli ya da daha geniş bir tanımlamayla Yahudi sermayesiyle sınırlı değil. Zaten bu meseleye yalnız bu pencereden bakmak giderek anti-semitizme varan ırkçı komplo teorilerine de ışık tutar.
Bunun için bu meseleyle ilgili Türkiye’den bir örnek verelim. Başta da söyledik bu, sermayenin görünmeyen bir ‘çevrimi’ idi. Yani İstanbul boğazını düşünün, hep söylenir ya, boğazın metrelerce altında başka bir yeraltı nehri var diye. Bu da öyle bir şey. Sizin gördüğünüz kapitalizmin suyun üstündeki çevrimi. Marx’ın o ünlü formülüyle söylersek Para-Meta- Para çevrimi. Tekeller, devletler, bankalar, borsalar falan… Ancak bir de suyun metrelerce altı var. Bu karanlık nehirde çok farklı bir mekanizma işliyor. ABD’nin karşılıksız dolarları, petrol dolarları, uyuşturucu, silah kaçakçılığı, silah alımlarından, petrol ve doğalgaz alımlarından, ihalelerden alınan rüşvetler ve bütün bunların biriktirdiği muazzam servetler gidecek yer bulamayınca tek bir yerde toplanıyor. Söylediğimiz gibi Avrupa’nın ortasında ama Avrupa’nın parasının da, kurallarının da geçmediği İsviçre’de.
Türkiye için bilinen bir örnek: Lockheed Skandalı
Türkiye’de bu mekanizma, asker ve sivil bürokraside, özellikle darbe dönemlerinde dolar milyarderleri yaratmıştır. Türkiye için en hatırda kalan örnek ise Lockheed skandalıdır. TSK, 1974-1975 yıllarında Aeritalia şirketinden Lockheed-Martin lisansıyla üretilen 40 adet uçak satın aldı. 1976’da, Lockheed-Martin’in yeminli denetçisi, ABD Senatosu’na verdiği ifadede, şirketin uçak satabilmek için Hollanda, Japonya, İtalya ve Türkiye’de askerî yetkililere rüşvet verdiğini belirtti. Açıklama üzerine hem TBMM, hem de Genelkurmay Başkanlığı, iddiaları araştırmak için birer komisyon kurmak zorunda kaldı.
Türkiye dışındaki ülkelerde yürütülen soruşturma sonucunda yolsuzluk skandalına bulaşanlar yargılandı, ağır cezalara çarptırıldı. Türkiye’de ise bir milim bile ilerlenemedi.
Soruşturma sürerken hükümetler ve ordu komuta kademesi değişti. Lockheed skandalıyla ilgili soruşturmalar, 12 Eylül 1980 darbesinden önceki son hükümetin başbakanı Demirel tarafından şu sözlerle kapatıldı: “Bence Lockheed bir muammadır. Üzerinde çok uğraşılmış, bir şey çıkarılamamıştır.” Sonra 12 Eylül geldi. Askerî darbenin koruması altına alınan Lockheed skandalı, Susurluk sürecinde yeniden gündeme geldi. Ama yine sonuç çıkmadı.
Bu yolla dünyanın en zengin generalleri arasına giren darbeci generalin kim olduğunu herkes biliyor.
Ama “kör gözüm parmağına” yapılan ve milyarlarca doların rüşvet olarak dağıtıldığı silah ticaretinde Lockheed skandalı okyanusta damladır. Bu “üst düzey” “kahramanların” karıştıkları yalnız silah rüşvet mekanizması değildir. Güneydoğudaki uyuşturucu ticareti paraları da UBS’nin gizli hesaplarındadır. Şimdi sormak zamanı: UBS; “hesaplarınıza sahip çıkın yoksa bunları açıklayacağım” diye kaç Türk (eski-yeni-asker-sivil) üst düzey bürokrata ya da onların yasadışı temsilcilerine mektup yolladı?
Türklerin İsviçre bankalarındaki gizli hesaplarında 100 milyar dolar olduğu söyleniyor (du); peki yüzde 2 vergi ve hesap sorulmama gibi bir fırsatı hangi “akıllı” işadamı kaçırır; yoksa bu paralar rasyonel davranan işadamlarının değil de ortaya hiç çıkmak istemeyen “devletlilerin” mi?
SON VİDEO HABER
Haber Ara