1 kilometrekarelik cezaevi: Burc el-Barac
2011 tahminlerine göre Lübnan’ın nüfusu 4.140.289. Bu rakamın bir milyonunu ise Filistinli mülteciler oluşturuyor.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-09-16 14:08:11
Mart ayında gerçekleşen İHH Yetim Günleri kapsamında Lübnan’daydık. Beş gün boyunca mülteci kamplarında Sponsor Aile Sistemi ile desteklediğimiz çocuklarımızı ziyaret ettik; onlarla balon, seksek, badminton oynadık ve hediyeler dağıttık.
Sara’nın hikâyesi
Yetim bir mülteciye konuk oluyoruz. Adı Sara. 9 yaşında pırıl pırıl bir çocuk. Onu 2009’daki Çocuk Buluşması’ndan tanıyorum. Lübnan’dan gelmiş dört Filistinli mülteci çocuktan biriydi Sara. Filistin’i anlatan bir sunum gerçekleştirmişti Sütlüce Kongre Merkezi’nde.
Beyrut’taki Burc el-Barac Kampı’nın çıkışındaki evlerinin önünde dedesi Hasan Bey karşılıyor bizi. Sara okulda olduğundan önce Sara’nın ailesiyle tanışıyor, kaynaşıyoruz. Kamptaki hayatı, çocukların durumunu, kadınların karşılaştıkları zorlukları, eğitim ve sağlık problemlerini anlatıyorlar. Güneş girmeyen, musluklarından deniz suyu akan, 12 saat süren elektrik kesintilerinin yaşandığı kamplarda Filistinlilerin verdiği yaşam mücadelesinin tam ortasındayız.
Yedi çocuk babası Hasan Bey 1941 doğumlu. Yedi yaşındayken gelmiş Lübnan’a. Filistin’deyken Lübnan’a yakın bir köyde oturduklarını, bir gün askerlerin köylerine gelip buradaki herkesi iki hafta için Lübnan’a getirdiklerini ancak evlerine bir daha dönemediklerini anlatıyor. Bugün ise boş durmamak ve hayatta kalabilmek için basit işler yaptığından bahsediyor.
Dört katlı bir ev burası. Damatlarından ikisi birkaç yıl önce vefat etmiş. Torunlarından bahsediyor sonra ve bir an yüzünü bir keder kaplıyor; “Ahmet çok hasta” diyor, “epilepsi hastası. 5.000 dolara ihtiyacı var, hemen bir şeyler yapılmazsa durumu daha da kötüye gidecek…”
Sara’nın babası da kas hastalığından vefat etmiş. Boyacılık vb. basit işlerde çalışıyormuş. Kendisini günden güne eriten bu hastalığa yakalandığında doktora gitmişler fakat ilaçları almaları mümkün olamamış. Sara’nın annesi eşinin üç yıl boyunca eşinin yataktan kalkamadığını ve günden güne eridiğini anlatıyor.
45 yaşında dört kız annesi bu kadının tek dileği kızlarını en iyi şekilde yetiştirebilmek. En büyük kızı Arap Üniversitesi’nde hemşirelik okuyor. Sara ise ilkokul 4. sınıfta. İHH sadece Sara’yı değil Sara’nın ablası Melek’i de sponsorluk sistemi kapsamında destekliyor.
Sara, babasının rahatsızlığı döneminde zamanının tümünü babasıyla geçirmiş. Baba-kız birbirlerine çok düşkünmüş. Sara babasını kaybettiğinde onun eşyalarını katlayarak kendi dolabına koymuş ve uzun süre kimseyle konuşmamış. Annesi Sara’nın bu durumdan etkilenmemesi için ellerinden geleni yaptıklarını, okul yönetimiyle ortaklaşa Sara’nın rehabilitasyonu için çalıştıklarını anlatıyor.
Sara 2009 yılında İstanbul’daki Çocuk Buluşması için seçildiğinde annesi onu Türkiye’ye gönderip göndermeme konusunda kararsız kalmış. Ancak bu yolculuğun kızına çok iyi geldiğini söylüyor ve “İstanbul’dan sonra Sara çok değişti.” diyor. Özellikle babasının ölümüyle sessizleşip içine kapanan Sara şimdi konuşkan ve çok hareketli bir çocuk. Okulda aktif bir grup kurmuşlar, grubun başkanlığını da Sara üstlenmiş. “Arkadaşlarını çok seviyor.” diye heyecanla anlatıyor annesi. Derslerindeki en düşük notu 100 üzerinden 85. Ablasını kendisine örnek almış, onun gibi olmak istiyor. Evin en küçüğü olduğu için de ilgi her daim üzerinde.
Konuşmamız ara ara mutfağa taşıyor, çünkü birazdan Sara okuldan gelecek. Onun için patates kızartılıyor, salata hazırlanıyor… El çabukluğuyla bardaklara bizim için meyve suyu dolduruyorlar. Kampta kimin kapısını çaldıysak bir ikramla karşılandık. Meyve suyunu içerken Sara’nın odasına giriyorum. Üç ablasıyla paylaştığı ranzanın üzeri üstünkörü örtülmüş. En büyük abla üniversitede olduğu için evde yok.
Diğer ablaları geliyor yanımıza. Melek 16, Mirna 21 yaşında. Çekingen bir tavırla başladıkları sohbetimizde biraz sonra açılmaya başlıyorlar. Annelerine yardım için mutfağa gittiklerinde biz de Sara’yı getirecek okul servisini karşılamak üzere kamp girişine gitmek için kalkıyoruz. Kampın hemen önündeki yolda küçük bir yenileme çalışması var. Kampın her bir köşesi ya yanlış döşenmiş ince su borularından dolayı hasar görmüş ya da çökmeye hazır ev duvarları onarılmayı bekliyor. Kamptaki evlere çekilen her bir hat ise bir haneden diğer bir haneye geçmekte. Daracık koridor görünümündeki yolların her yerinde açıkta duran elektrik kabloları dikkatimizi çekiyor. Birbirine geçmiş yumak görünümündeki bu kablolar, özellikle yağmurlu günlerde büyük tehlike arzediyormuş. Çok sayıda insan açıktaki bu kablolar nedeniyle çıkan yangınlarda hayatını kaybetmiş. Çocukların kendilerini korumaları ise çok zor, daha geçen hafta bir çocuk bu tellerin yol açtığı elektrik kaçağından can vermiş.
Sara araçtan indiğinde şaşkınlıktan bir süre donakalıyor, sonra sevinçle yanıma koşuyor. İki yıl sonra ama bu sefer kendi mekânında görüşüyoruz Sara’yla. Elimi sıkıca kavrıyor minik eli. Önümüzdeki inşaattan atlayarak ince dar koridor sokaktan evine koşuyor Sara, annesine sarılıyor. Sara, onun için orada olduğumuza hâlâ inanamıyor.
Eve girdiğinde çabucak okul çantasını açarak yıldızlı tebrik kartlarını çıkarıyor bize göstermek için. Yıldızların her biri farklı dillerde hazırlanmış ve hepsinde İngilizce, Fransızca ve Arapça olarak “Bu dilde ilerliyorsun, tebrik ederiz, başarılar”.yazıyor. Sara’yla diyalog sıkıntısı çekmiyoruz. Üç dili de konuşabilen, sevimli, akıllı, hareketli bir kız var yanımızda. Ara ara beni kucaklıyor Sara, heyecanına engel olamıyor. Annesi yemek için küçük masayı hazırlamak için kalktığında o da mutfağa koşuyor, birazdan elinde patates tabağıyla içeri giriyor. Masada annesine çabucak okulda geçirdiği günün özetini geçiyor Sara. Sanki ailelerinden bir parçaymışız gibi kendi aralarında günlük konuşmalarına dönüyorlar. Yemekten sonra sofra yüksekliğinde çalışma masasını sürüklüyor arkasından yanımıza doğru, kitaplarını çıkartarark masanın üzerine koyuyor. Çalışma kitabındaki bir paragrafı defterine hızlı hızlı yazmaya çalışıyor. “Ödevin bittikten sonra dışarı çıkabilir miyiz Sara?” diyorum eğilerek. Yüzüme bir gülücük fırlatıyor, “Ne yapacağız?” diyor. “Oyun oynayacağız, istediğin oyunu.” diyorum. Kısa süre sonra kitabı defteri kapatıyor Sara. Ablaları ve Sara’yla dışarı çıkıyoruz, kamptan uzaklaşmamıza imkân yok… Bir kilometrekarelik bir alandayız. Hemen oracıkta bildiği oyunları sıralıyor Sara. Bir arkadaşı elinde badminton raketleri ve topla çıkageliyor yanımıza. Bir kişinin bile zor geçtiği bu birbirinin içine girmiş daracık sokaklarda badminton oynamaya çalışıyoruz gülerek. Topumuz bir o duvara çarpıp yere düşüyor, bir tele takılıp oracıkta kalıyor. Topu kurtarmaya çalışırken de eğleniyor Sara, kıkır kıkır gülüyor…
Onun neşesi hepimizi sarıyor. Yere bir seksek çiziyoruz, çocukluğumuzda oynadığımız cinsten bir seksek. Sara ve yanındaki arkadaşı “biz bu oyunu biliyoruz” diye atlıyorlar hemen ve zıp zıp zıplıyorlar seksek geçişleri üzerinde.
Oyundan sonra o dar sokakları birbirine bağlayan daracık bir merdivene oturup sohbet etmeye başlıyoruz. Merdivenlerde bize kendisinden bahsediyor Sara, ablalarından, okulundan, sevdiklerinden, yaptıklarından… Büyük bir heyecanla her şeyi anlatmak istiyor. Vakit hızla geçiyor. Saatlerdir birlikteyiz, ama doymuyor kimse. Gitme zamanı geldiğinde Sara değişiyor, bir anlık sessizlik çöküyor. Birlikte çektirdiğimiz son fotoğraf karelerinde tüm aileyle sıkıca sarılıyoruz birbirimize…
Burc el-Barac Kampı’nın hemen dışında dokuz katlı yepyeni bir yapı yükseliyor. Burası Yetimlere Hizmet Merkezi. Binanın beş katı İHH İnsani Yardım Vakfı’nın desteğiyle inşa ediliyor. Bu merkezde klinik, yetim anneleri için meslek edindirme kursları, kütüphane ve spor merkezi yer alacak.
20.000 kişinin yaşadığı Burc el-Barac Kampı’nda evlerde deniz suyu kullanılıyor. Ziyaretine gittiğimiz bir mülteci ailenin yetim kızı elinde kahve tepsisiyle geliyor yanımıza. Fincan dudaklarıma değdiğinde önce tuz tadı alıyorum. İnsanların kullandığı her şey deniz suyu ile yıkanıyor çünkü. Temiz suyun verildiği ince boruları evlerine çekebilenler ise kamp dışında basit işlerde çalışabilen, maddi durumları diğerlerinden bir nebze daha iyi olanlar. Üst üste legolar gibi dizilmiş, güneş ışıklarının bile sızamadığı bu derme çatma evlerde insanlar yaşadıkları tüm zorluklara rağmen umutlarını yitirmiyorlar. Tüm yoksunluklarına rağmen bu evlerin içinde güzel insanlar, güzel fincanlarda kahve ikram ediyorlar misafirlerine…
Çöpler binaların aralarına gelişigüzel bırakılmış durumda. Çöpleri toplamak içinse kamptan bir görevli belirlenmiş. 12 saat süreyle kesilen elektrikler 3 saat için veriliyor ama ardından tekrar bir 12 saatlik kesinti başlıyor.
Mülteci kamplarında hasta olduğunuzda gerçekten tedavi olmak istiyorsanız özel bir hastaneye gitmek zorundasınız. Mihmandarımız “Kliniğe giden her bir hastanın eline hastalığın sebebine bakılmaksızın Panadol tutuşturuluyor.” diyor, Ancak maddi imkânları zaten çok sınırlı olan kamp sakinleri için özel hastanelerin 1.000-2.000 dolarlık faturalarını karşılamak çok büyük sıkıntı.
Kampta okul yok, çocuklar kamp dışında yine mülteci çocukların gittiği okullarda eğitim görüyor. Okula gitmeyen tek bir çocuğa ya da gence rastlamıyoruz. Kamp içinde çocukların oynayabilecekleri yerler bir insanın bile zor sığabildiği dar geçitler. Bu geçitler patikanın beton dökülmüş hâli gibi. Çocukların kamp dışına çıkmaları ise imkânsız çünkü Lübnanlı askerler kimlik sorduğunda başları derde girebiliyor. 1 kilometrekareye sıkıştırılmış konsantre bir yaşam Burc-al Barac’daki mültecilerin hayatı.
İHH/Zeliha Sağlam
SON VİDEO HABER
Haber Ara