Joost Lagendijk, Hollanda YeşilSol partisinden Avrupa Parlamentosu üyeliği yaptı. Daha sonra NTV'nin Brüksel muhabiri Nevin Sungur ile evlenerek Türkiye'nin damadı oldu.Türkiye hakkında yaptığı pozitif lobi faaliyetleriyle de bilinen Lagendik, Zaman gazetesinde de gündemi değerlendiren yazılar yazıyor.Joost Lagendijk, son yazısında
yeni kitabının hazırlıkları hakkında bilgi paylaştı. Türkiye'nin son yıllarını ve AK Parti'yi anlatacağı bölümü yazmakta ise çok zorlandığını anlattı. Joost Lagendijk'in kafa karışıklığını anlattığı yazısında ilgi çekici ayrıntılar var:
AKP'yi değerlendirmeden geçirmek
Bu tesadüf olamaz. Eşimle birlikte Türkiye hakkında yazdığımız kitabın geçen hafta kilit bölümlerinden birini bitirmek üzereydim.
Bu sonbahar Hollandaca yayımlanacak kitap, günümüz Türkiye'sinin nasıl işlediğini, Türklerin niye böyle düşündükleri ve davrandıklarını açıklamaya çalışıyor. Birkaç gün önce bitirmek istediğim kısmın ilk bölümü İslam ve laiklikle ilgili, ikinci bölümü de iktidar partisini ele alıyor. O bölümde, Hollanda'da AKP ile ilgili tartışmalarda hep ortaya atılan türden sorulara yanıt vermeye çalışıyoruz: AKP nasıl bir partidir? İslamcılar mı, değiller mi? Performansları nasıl değerlendirilmeli?
Hollanda'da Türkiye'ye dair bilgisi yüzeysel ama ilgisi çok okurları aydınlatacak ikna edici yanıtlar formüle etmeye çalışırken, görmüş geçirmiş ve bilgi hazinesi geniş Türk köşe yazarlarının AKP hakkında kaleme aldıkları çok sayıda makaleyi okumaktan kendimi alamadım. Hepsini, geçmişte AKP'nin pek çok politikasını desteklemiş, hatta bazısı peş peşe seçimlerde AKP'ye oy atmış eleştirel zihinler diye niteleyebilirim. 2012 yılına geldiğimizde ise AKP ile ilgili genel yargıları olağanüstü olumsuz. Erdoğan ile partisinin 2002 ile 2010 yılları arasında attığı olumlu adımların hakkını teslim etseler de, AKP'yi, o dönemde öylesine çekici hale getiren reform yolunu bıraktığı için ağır biçimde eleştiriyorlar. Artık AKP'yi statükoya razı gelen, ordu ve bürokrasi gibi geçmişin egemen çevreleriyle uzlaşan bir parti olarak görüyorlar.
Bu zihniyetin en
yeni ve net örnekleri, geçen yılın sonunda hava bombardımanıyla yanlışlıkla onlarca masum insanın öldürüldüğü Uludere'de olan bitenleri açıklama isteksizliği, şike skandalındaki kirli taviz ve elbette, hepsinden önemlisi, Kürt sorunuyla uğraşırken güvenlik temelli stratejilere geri dönülmesi. AKP, iktidarda 10 yıldan sonra, başbakanın geçmişte koyduğu hedeflerden biri olan Türkiye'yi birinci sınıf demokrasi yapmaya yönelik reformları devam ettirmek için vizyon, fikir ve hevesten yoksun bir parti haline gelmekle eleştiriliyor.
Bu gerilemeye getirilen izahatlar birbirinden farklı. Cengiz Aktar, bir türlü kökü kazınamayan milliyetçilik virüsünün iktidar partisine de ölümcül biçimde bulaşmış olmasından korkuyor. İhsan Yılmaz, hayal kırıklığına uğratan performansı 'AKP'nin ANAP'laşması' diye niteleyerek, Turgut Özal'ın liderliğindeki Anavatan Partisi'nin 1980'leri iktidarda geçirdikten sonra azim ve coşkusunu kaybetmesi örneğini veriyor.
Ama hepsi de, AKP'nin ilk iyi yılları ile sonraki kötü yılları arasında bir ayrım yapıyor. Bu da, bana, solcu entelektüeller arasında Karl Marx hakkındaki eski bir tartışmayı hatırlatıyor. Karl Marx'ın tarihe yaptığı katkıya değer biçerken, kimileri, Genç Marx ile Yaşlı Marx diye bir ayrım yaratmıştı. Marx, ilk kitap ve makalelerinde kendini yabancılaşmaktan kurtulmaya ve özgürleşmeye odaklanmış idealist bir filozof olarak sunar. Dogmacı olmayan sosyalistler onun bu ilk, hümanist evresini sever. Marx, yaşamının ikinci bölümünde ise kapitalizmin ekonomik ve toplumsal kurallarını, bunların kaçınılmaz olarak sosyalist devrime götüreceğini vurgulamıştır. Bu belirlenimcilik, daha liberal görüşlü hayranlarının pek hoşuna gitmese de, tutucu komünistler arasında epey popülerdi.
AKP de, çok parlak başlayan ama bir şekilde kötü yola düşen bir parti olarak mı geçecek tarihe? Ya da bu belirlenimci mantığı reddedip, tutulmayan sözler ve kaçırılan fırsatlarla dolu izbeliğe düşüşü önlemenin çarelerini mi aramalıyız? İyimserliğini koruyan Aktar, çok fazla tabunun yıkıldığına ve artık AKP'nin cini şişeye geri sokmayı başaramayacağına inanıyor. Markar Esayan, AKP'nin, pragmatik ve çok geç olmadan demokratik reformlara geri dönecek kadar akıllı olduğunu düşünüyor.
Tüm bu yorumları okuduktan sonra, memleketlilerime ne yazacağım konusunda kafam iyice karıştı.
AKP'nin ilk yıllarına düzülen övgülerin çoğuna katılıyorum ve son yıllardaki performansıyla ilgili hayal kırıklığını kesinlikle paylaşıyorum. Benim asıl endişem U dönüşü ihtimaliyle ilgili, çünkü bir kez tattıktan sonra iktidarın keyfine direnmek güçtür ve ufukta da gerçek bir alternatif gözükmemektedir. Kitabımız yayımlandığında, şüphelerimizin ve itirazlarımızın üstesinden gelip gelemediğimizi, geldiysek de bunu nasıl yaptığımızı öğreneceksiniz.