Dolar

34,9522

Euro

36,6033

Altın

3.019,59

Bist

10.058,63

İslam kapitalist bir dindir

Prof. Çizakça, Serbest piyasa, sermaye ve girişim hakkı Kur’an’da var. İlk yorumlayan da Hz. Peygamber’dir dedi ve tartışmanın fitilini bakın nasıl ateşledi

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-08-28 08:14:25

İslam kapitalist bir dindir
Tartışması süren İslamcılık bahsinin bir cüzünü de “eski mücahitlerin bugün müteahhit” olmaları oluşturuyor. Eskiden bireyselleşmeye, “sermaye” biriktirmeye, kapitalizme, burjuva sınıfına karşıydılar, bugünse mal-mülk-para “muhafaza” ediyor ve ticari hesaplara dalıyorlar, piyasa adamı oldular, deniyor.
 
Dindar Müslümanlara, Anadolu’dan yükselen yeni sermayedarlara ve buna paralel olarak beliren yeni burjuva sınıfa yönelik en ağır eleştiriler yine “Müslüman”lardan geliyor. Eleştirilerin, tepkilerin sahipleri kendilerine “Anti-kapitalist Müslümanlar” yahut “Sosyalist Müslümanlar” olarak tanımlıyorlar.
 
Peki, gerçekten böyle mi? İslam, kapitalizmin sacayakları olan sermaye, piyasa ve girişimcilik konusuna nasıl bakıyor, sınırları nasıl çiziyor? İslam’ın modern bir ideoloji olan kapitalizmle ilişkisi nedir? Kapitalizm Müslüman’ın yitik malı mıdır yoksa bir an evvel terk edip tövbe etmesi gereken büyük yanılgısı mı? İslam’ın öngördüğü ekonomi politik nedir? Pratik nasıl gerçekleşmiştir? Kapitalizmin tarihsel serüveninde neyi atlıyoruz? Şeriat neyi emreder, siyaset nasıl pratize eder? AK Parti hükümetinin ekonomi politikası nasıl?
 
Bu ve benzeri soruları değerli bir iktisat tarihçisine, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümünden emekli olduktan sonra ve halen Kuala Lumpur'da INCEIF Üniversitesinde görev yapan Prof. Dr. Murat Çizakça’ya sordum. Prof Çizakça’nın İslam ekonomisi ve Osmanlı vakıf sistemi üzerine yayınlanmış kitaplarıyla çok sayıda makalesi bulunuyor.
Dindar Müslümanların zenginleşmesi bir süredir tartışma konusu yapılıyor malum. “Bir lokma bir hırka” ile yetinmedikleri, sermaye biriktirdikleri için eleştiriliyorlar. Kendine anti-kapitalist Müslümanlar, sosyalist Müslüman diyenler var. Siz İslam toplumlarında ekonomi çalışan bir akademisyen olarak ne diyorsunuz bu tartışmalara?
Bence, tüm bu tartışmalar bilgisizlikten ve İslamiyet’i kendi kafalarındaki modelin içersine hapsetme gayretlerinden kaynaklanıyor.
İslam ekonomisi nasıl bir ekonomidir peki kapitalizmi öngörür mü?
İslam ekonomisi kapitalizmin ta kendisidir, orijinal, etik, çirkinleşmemiş halidir.
 
KAPİTALİZMİ MÜSLÜMANLAR YÜKSELTTİ

Kapitalizm Müslüman’ın yitik malıdır, diyorsunuz yani?

Kesinlikle öyle. Müslümanlar kapitalizmi ilk keşfedenler olmasalar da 7. yüzyılla 12. yüzyıllar arasında dünyada bilinen en yüksek seviyesine çıkartmışlar, sonra da tam olarak henüz anlayamamış olduğumuz nedenlerle yavaş yavaş terketmişlerdir.
 
Bu terkin nedenine ilişkin en güçlü argüman nedir?

Bu terk etme olayının 12.-13. yüzyıllarda hem Batı’dan haçlı seferleri hem de Doğu’dan Moğol istilası dolayısıyla, Müslümanların hayatta kalabilmek için, devletlerini merkezileştirmek, güçlü ordular yaratmak ve bunları finanse etmek gereğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Ama bu büyük sistem değişikliği konusunda elimizde sadece ipuçları var, kesin bilgiler henüz yok.
KAPİTALİZMİN UNSURLARI KURAN’DA VE SÜNNETTE VAR

Kapitalizm serbest piyasa, özel mülkiyet ve girişim özgürlüğü demek; bu kavramlar ve kavramların sınırları İslam tecrübesinde nasıl yaşandı peki?

Bu ilkeleri önce Kur’an’da görmek mümkün. Hazreti Peygamber de Kur’an’daki ilkeleri insanların günlük hayatlarında kullanabilmeleri için yorumlayan ilk insandır. Peygamber’in bu yorumlarından kurumlar doğmuştur. Daha sonra büyük hukukçular da yorumlar yapmış ve sonuç olarak ahlaki değerlere bağlı ancak esasında kapitalist olan bir ekonomik sistem ortaya çıkmıştır. Bu sistemde serbest piyasa vardır, fiyatlara müdahale edilmez. Nitekim bu konuda sahih hadis vardır.
Örnekler misiniz?

Hazreti Peygamber’e sormuşlar, “bu fiyatlar çok arttı emret indirsinler” demişler. Hazreti Peygamber de “fiyatları Allah yapar” demiş ve müdahale etmemiş. Özel mülkiyet de kesinlikle vardır ve devletin koruması altındadır. Hatta “Hıfs al-mal” yani “özel mülkün korunması” Şeriat’ın amaçlarındandır. Girişimciliğin önü sonuna kadar açılmıştır. Hiçbir ortaklık türü İslami mudaraba kadar girişimciyi korumaz. Helal yollardan kazanmış olmak şartıyla yüzde bin kâr yapsanız buna izin vardır. Kâra konulmuş bir üst sınır yoktur. Ancak her Müslüman’a ahrette parasını nasıl kazandığı ve bu parayı nasıl harcadığı sorulacaktır. İnsanları sömürerek kazanılan, sonra da lüks ve gösterişe harcanan paralar cehennemin yolunu açar.
 
HZ. PEYGAMBER DE TÜCCARDI

Siz sömürüyü yasaklayan bir kapitalizmden bahsediyorsunuz…

Elbette. Müslüman kapitalist kendi kendini kontrol eden, üzerinde kul hakkı olmayan kapitalisttir. Bunu rahmetli Prof. Sabahattin Zaim “İslam iş adamını önce ahlâkla donatır sonra da ‘şimdi git rekabet et’ der ve piyasa denen o ormana salar” diyerek ifade etmişti. İşte böyle ahlâk sahibi, üstünde kul hakkı olmayan dürüst tüccarlar Kur’an’da şehitlerle aynı mertebeye konmuşlardır. “Rızkın onda dokuzu ticarettir” diyen bizzat Peygamber Efendimiz’dir. Dahası kendisi de tüccardı ve Hz. Hatice ile mudaraba ortaklığına girerdi. Bütün bunların sosyalizmle yakından veya uzaktan ilişkisi olmadığı aşikârdır.
 
BATI, KAPİTALİZMİ DOĞUDAN ALDI

Burada bir duralım ve İslam ekonomisi tarihine bir bakalım isterim. Köşe başlarıyla özetleyin desem… “Pratik” nasıl olmuştur?
Şöyle olmuştur: Klasik İslami kapitalizm tarihte ilk defa olmak üzere Akdeniz ve ardındaki Avrupa ile Hind Okyanusu ve ardındaki Çin’i birleştirmiş, dünyada ilk defa olmak üzere kıtalararası ticareti oluşturmakla kalmamış, bu ticarete 7. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar, yani bin yıl boyunca, hakim olmuştur. Kur’an’da var olduğunu belirtmiş olduğum ilkeler ve bu ilkelerden Peygamber tarafından yorumlanıp oluşturulan kurumlar olmasaydı bu başarı sağlanamazdı. Nitekim, bu sistemin en önemli ilke ve kurumları Batılılar tarafından 10. yüzyıldan itibaren alınmış ve Batı kapitalizmi de İslami kapitalizmin dümen suyunda gelişmiştir. Batı’nın bizden aldığı kurumlara örnek olarak iş ortaklıkları, vakıflar, deniz ticaret hukuku gibi olmazsa olmaz kurumları sayabiliriz. Nitekim meşhur Oxford Üniversitesi (Merton College) aslında bir medrese olarak vakıf formatında kurulmuştur! İngilizce ”College”kelimesi de zaten ArapçaKulliyah(Külliye) den gelir.
 
AYDINLANMA KAPİTALİZMİ KİRLETTİ

Şahidi olduğumuz, karşı olduğumuz Kapitalizmle sizin anlattığınız kapitalizm neredeyse birbirinin zıddı. Bu çağın insanları kapitalizmi, kârı yüceltirken insanı tüketim değerine indirgeyen, sömüren, perişan eden fena bir sistem olarak bilir. Siz ise İslami kapitalizmden bahsediyorsunuz… Makas nasıl bu kadar açılabildi peki?

Klasik İslami kapitalizm İslamiyet’in koymuş olduğu ahlak ilkelerine dayanıyordu. Batı tarafından alındıktan sonra orada Batı’nın çok özel şartları dolayısıyla bir evrime tabi tutuldu. Örneğin faiz yasağı Batı’da da vardı, hem de çok güçlü bir yasak olarak vardı. Ancak daha sonra gevşedi. Ama esas olarak, merkezi kilise sistemine tâbi olan Batı, özellikle engizisyon kurumuna tepki olarak, Kilise’nin yolsuzluk ve zulmüne karşı ayaklandı. Bunu önce Almanya’da Martin Luther’in liderliğinde Protestanlığın ortaya çıkmasında gördük, daha sonra da Fransa’da 18. yüzyılda “Aydınlanma” hareketinde gördük. Fransız Devrimi sırasında papazlar giyotinin ilk müşterilerindendi! Tüm bu olaylar sonucunda Kilise’nin koymuş olduğu ahlaki kurallar bir köşeye atıldı ve kapitalizm sizin bahsetmiş olduğunuz o kötü, sömüren kapitalizm haline dönüştü. Bu Batı kapitalizmi ile İslami kapitalizm arasında büyük farklar oluşmuştur zira, İslam Dünyası’nda dinî öğretiler hiçbir zaman terk edilmediler.
OSMANLI EKONOMİSİ BİR SAPMADIR
Batı’da bunlar olurken burada durum nasıldı; Selçuklu Devleti’nin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik modeli için ne söylenebilir?
Az önce de belirttiğim gibi, hem Haçlı seferleri hem de Moğol istilası arasında sıkışan Selçuklu ekonomik sisteminde giderek güçlü bir merkezin oluştuğunu ve liberal İslami kapitalizminden daha merkeziyetçi bir sisteme geçişin başlamış olduğunu düşünüyorum. Ama emin değilim. Osmanlı da ise eminim. Özellikle Mehmet Genç’in çalışmalarından bu konuda kesin bilgiler edinmiş bulunuyoruz. Osmanlı’da klasik İslami kapitalizmin ilkelerine aykırı olmak üzere, fiyatlara müdahale edilmiş, kârlar genelde yüzde 5 ile yüzde 10 arasında sınırlandırılmış ancak olağanüstü şartlarda nadiren yüzde 20’ye kadar izin verilmiş, sık sık müsadereler yapılmış ve kısacası benim “proto-quasi socialist” dediğim Osmanlı ekonomik sistemi ortaya çıkmıştır.
 
GİRİŞİMCİ SINIF OSMANLI’DA BOĞULDU

“Proto-quasi socialist”ten kastınız nedir?

Burada “proto” ön, “quasi-socialist” ise sosyalizmsi manasına gelir. “Ön”den kasıt, bu sistemin Marx’dan yüzyıllar öncesi ortaya çıkması, “sosyalizmsi”den kasıt ise, Marxgil sınıf kavgasına dayanması değil, tam tersi, sınıflar arası armoniyi temin etmeyi amaçlamasıdır. Ama sonuçta, amaç ne olursa olsun, Mısır hariç olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğu’nda genel olarak girişimci sınıf boğulmuş ve Batı’da görüldüğü türden büyük şirketler bizde ortaya çıkmamıştır. Sanırım Müslüman Sosyalistler kavramı Osmanlıların bu anlattığım özelliklerinden kaynaklanıyor.
 
MÜSLÜMAN SOSYALİSTLER YANLIŞ BİLİYOR
 “Sosyalist Müslümanlar”dan, “Anti-Kapitalistler”den mi bahsediyorsunuz?

Bu arkadaşlar Osmanlı’ya bakıyor orada belirtmiş olduğum proto quasi-socialist özellikleri görüyorlar, oradan da Osmanlı en güçlü İslami devlet olduğu için İslamiyet’in de bir tür sosyalizm olduğuna karar veriyorlar. Ancak tarihe sadece Osmanlı açısından baktıkları ve daha öncesine gidemedikleri için Osmanlı’nın aslında klasik İslami kapitalizminden çok önemli bir sapma olduğunu anlamıyorlar.
Hepsi böyle değil, bazıları da Kur’an-ı Kerîm’deki al-Haşr suresinden hareket ediyorlar. Orada servetin belirli bir gurubun elinde dönüp durmaması gerektiği belirtilmiş. Ama buradan illaki sosyalizm veya anti-kapitalizm çıkmaz. Zira servet ahrete inanan Müslüman’ın eline geçerse, o mutlaka vakıf kurar ve servetini gönüllü olarak dağıtır. Yani al-Haşr suresindeki emri önce servet edinip sonra da gönüllü olarak dağıtarak da pekâla yerine getirebilirsiniz. Bu dediklerimin teoride kalmadığını geniş şekilde uygulanmış olduğunun yüzlerce örneğini de biz ülkemizde çoğu halâ faaliyette bulunan Selçuklu ve Osmanlı vakıflarında görüyoruz.
Bazıları daha da ileri gidiyorlar ve mademki Osmanlı böylesine başarılı bir devletti, modern İslam Devleti de sosyalist olmalı diyorlar. Burada gene dostum Mehmet Genç’e atıfta bulunmak isterim.
 
BATI KAPİTALİZMİ SÜNNET EDİLMELİ!
Buyurun.

Hoca’ya, Osmanlı ekonomisinin bugüne uygulanıp uygulanamayacağını sormuşlar. Hoca da o her zamanki esprili haliyle cevap vermiş; “Hayır, yapılması gereken, Batı Kapitalizmi’nin sünnet edilerek günümüze uygulanmasıdır!!!” demiş. Ben de diyorum ki, Batı Kapitalizmi’ni sünnet edemezsin, o, İslami Kapitalizm’den türediği için zaten sünnetli doğmuş! İki defa da sünnet olunmaz ki! O yüzden yapılacak şey, klasik İslami kapitalizmi modernize ederek günümüze uygulamaktır. Bu gereklidir zira, sosyalizmin kapitalizm karşısında nasıl çöktüğünü hep birlikte gördük. Hal böyleyken günümüzdeki Müslüman ülkelere hâlâ Osmanlı’nın sosyalizimsi modelini önermek hiç de akıllıca gelmiyor bana. Ne de olsa sosyalizmsi Osmanlı modeli, Batı kapitalizmi karşısında çöken ilk “quasi-socialist” modeldir.
 
OSMANLININ TC’YE MİRASI: DEVLETCİLİK
Peki. Osmanlı ekonomik sisteminden biz neler devşirdik, Türkiye olarak?

Birçok şeyi aldık ama bunların her halde en önemlisi devletçiliktir. 1923’ten Turgut Özal’a kadar 60 yıl bu sistemle kalkınmaya çalıştık ve çok zaman kaybettik. Murat Metinsoy’un “İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye” kitabına bakarsanız, büyük savaşta Türkiye Cumhuriyeti’nin uyguladığı iktisadi politikaların tamamen Osmanlı mirası olduğunu görürsünüz.
 
BAŞBAKAN ŞERİATI UYGULASIN! 
Konuştuğumuz başlıklar üzerinden bakarsak Türkiye’deki mevcut genel durum hakkında ne düşünüyorsunuz? 
 
Malûm, Türkiye dindar bir Başbakan tarafından yönetilen laik bir ülke. Bu durum genel kanının aksine şu ana kadar pek sorun olmadı ama bundan sonra, özellikle de Başbakan güçlü bir başkanlık sistemini getirirse, sorun olabilir mi diye bir soru düşerse akıllara, cevabım şu olur: Başbakan veya güçlü Cumhurbaşkanı Şeriat’ın amaçlarını doğru anlar ve bu amaçlardan esinlenerek politikasını belirlerse hiçbir sorun olmaz.
 
LAİKLER KORKMASIN SEVİNSİN
Aman Hocam, hep korkulan, çok tartışılan iki kavramı birden söylediniz! Hem başkanlık hem şeriat hem de sorun olmaz dediniz. Bunu biraz açar mısınız? 
 
Önce dindarlara bir sözüm var: Laikliğin kıymetini bilmek gerek. Zira laiklik olmasa ve bu ülke bir İslam Devleti’ne dönüşse, ilk sorulacak soru “hangi İslam” olur. Yani, devlet Sünnî mi olacak yoksa Şiî/Alevi’mi? Sonra da kan gövdeyi götürür. Türkiye bir anda Irak ve Suriye’ye benzer. Bu nedenle, Müslümanların da en az Batılılar kadar laikliğe ihtiyacı vardır. Bu durum zaten Irak ve Suriye’de tüm açıklığıyla ortada. 
Şimdi de laiklere bir sözüm var: Şeriat’tan bir öcü gibi korkmaktan vazgeçin. Zira Şeriat’a yüzeysel değil derinden bakarsanız onda, sizin çok değer verdiğiniz ilkeleri bulabilirsiniz. 
Şeriat’ın ve laikliğin özüne dair hatırlatmalar bunlar? 
Örnekler üzerinden konuşalım. Önce Sayın Başbakan’dan başlayalım. Başbakan, mâlum, dindar bir insan. O halde, esas referans noktası Şeriat’tır.
ŞERİAT LAİKLİĞİN TEMİNATIDIR
O böyle ifade etmiyor sanırım… 
Bazılarının aksine, ben bunda hiçbir sakınca görmüyorum. Zira Şeriat öyle kolay kolay basite indirgenecek bir şey değildir. Sonuçta mademki dindar bir başbakanımız var, o zaman, kendisi Şeriat’tan esinlenerek görevini yapmak durumundadır. Yalnız burada esinlenerek kelimesinin altını çizeyim. Zira, motomot, yüzeysel, insanlara dayatarak uygulamak başka, esinlenerek, bir filosof gibi doğru anlayarak, içine sindirerek, danışarak, ikna ederek uygulamak başka. Birincisi ülkede büyük karışıklıklara neden olur ikincisi ise ülkeyi refaha götürür. Peki… Şeriat’tan nasıl esinlenilir derseniz, laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde dahi bu mümkündür. Zira, gene çoğunlukla sanıldığı gibi, Şeriat ile laiklik hiç de birbirine düşman kavramlar değildir.
 ŞERİATIN DÖRT AMACI
Bunu açmalısınız… 
Bunu açıklayabilmem için, İmam al-Gazali ile İmam al-Shatibi’nin geliştirmiş oldukları makasid al-Şeriat kavramına gitmem gerek. Bu iki büyük düşünür “hudud” cezalarından hareketle, Şeriat’ın amaçlarını araştırmışlar ve şunları saptamışlar: 1) Aklın korunması 2) Dinin korunması 3) Malın korunması 4) Nefsin korunması 5) Neslin korunması. Bu koruma işini kimin yapacağına gelince, İbni Haldun’dan Nejatullah Sıddıqi’ye kadar birçok büyük düşünür bunun esasında devletin görevi olduğunda hem fikirdirler.
ŞEİRAT FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KORUR
Biraz somutlaştırırsak, aklın korunmasını devlet nasıl yapar? 
Aklın en önemli ürünü fikir olduğuna göre, fikir özgürlüğünü sağlayarak yapar. O halde, daha da somutlaştırırsak, fikirlerinden ötürü hapishanelerde çürüyen yazarların özgürlüklerine kavuşturulması aslında Şeriat’ın Hıfs al-akl amacı gereğidir. Hangi laik buna itiraz edebilir ki? 
Dinin korunmasına gelince, dikkatinizi çekerim. Burada Sünniliğe, Hanefiliğe vesaire spesifik bir şekilde atıf yoktur. İfade çok geniştir ve tüm dinleri kapsar. O halde, Alevilikten Ortodokslara kadar tüm dinlerin korunması gerekir. Somuta indirgersek, Cemevleri, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması gibi özgürlüklerin sağlanması, Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı’nda temsil edilmeleri Şeriat’ın gereğidir. Tüm dinlerin korunması, vicdan ve ibadet özgürlüğü demektir ve bu kavram laikliğin temelidir. İşte bu nedenle az önce laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde dahi bir başbakan’ın Şeriat’tan esinlenebileceğini söylemiştim. Zira laikliğin en önemli unsurlarını İslamiyet’te bulmak pekala mümkündür. Tarihteki uygulama da böyledir.
 ATEİSTLERE SAYGI GÖSTERMEK ŞARTTIR 
Osmanlı tecrübesini kastediyorsunuz? 
Evet. Osmanlı’nın gayri müslimlere din ve ibadet özgürlüklerini vermiş olduğunu ve bu konuda tüm dünyaya örnek olduğunu, dahası Balkanlarda Hıristiyan reayanın sadakatini yüzyıllar boyunca bu şekilde sağlamış olduğunu biliyoruz. Bu sadakat sayesindedir ki 14-16.  yüzyıllar arasında yapılan onca Haçlı seferi Balkanlarda hüsranla sonuçlanmış, Hıristiyan reaya bir türlü ayaklanıp Haçlı ordularına katılmamıştır. Ancak, Osmanlı aynı hoş görüyü Alevilere göstermeyince sonuçları çok kötü olmuş ve Osmanlı-İran savaşları kaçınılmaz olmuştur. Üstelik bu savaşlar yüzyıldan fazla bir zamana yayılmıştır. Osmanlı ile İran böyle boğazlaşırken Portekizliler Ümit Burnu’nu dolaşmış ve neredeyse ellerini kollarını sallayarak Hind Okyanusu’na hakim olmuşlardır. Kısacası, Başbakan’ın Hıfs al-din kavramını, yani dinin korunmasını, doğru anlayarak tüm vatandaşlara ibadet özgürlüğünü sağlaması gerekir. Hatta, dinsizliğin de bir tür din olduğu düşünülerek ateistlere dahi tolerans gösterilmelidir. Adam, “ben dinsizim” diyorsa, bu onun sorunudur, devletin değil.
 ZEKAT DAHİ YÜZDE 2 BUÇUKTUR
Hıfs al-mal ne demekti? 
Hıfs al-mal, malın ve mülkiyet haklarının korunması anlamındadır. Bundan da tüm devlet kurumlarının ve belediyelerin vatandaşların mülkiyet hakları karşısında son derece dikkatli olmaları gereği anlaşılır. Günümüzde belediyeler imar planları yaparken çok pervasız bir şekilde vatandaşın malına el koymakta “dominium eminens” kavramını abartmaktadırlar. Bu gibi konularda ve yüksek vergi hadlerinde çok dikkatli olmak gerekir. Zira vergi, sonuçta, vatandaşın mülküne el koymaktır. İbni Haldun, yükselen devletlerin az, çöken devletlerin ise çok vergi aldıklarını belirtir. Nitekim Kur’an’da spesifik olarak belirtilen vergiler çok azdır. Zekât dahi yüzde 2 buçuk gibi çok düşük bir orandır. O halde bu durumda eğitim ve sağlık gibi çok önemli hizmetler nasıl yerine getirilir? Cevap: Vakıflar yoluyla. Burada hükümetin görevi vatandaşların vakıf kurmalarını mümkün olduğunca kolaylaştırmak ve vakıfları korumak olmalıdır. Bence İslamî ekonominin püf noktası buradadır: Vatandaş düşük vergi ve serbest piyasa yoluyla servet edinecek, sonra da bunu vakıflar yoluyla gönüllü olarak dağıtacaktır.
 HIFS-Al NEFS: İNSAN HAKLARINI KORUMAK
Bir de “nefsin ve neslin korunması” amacı var Şeriat’ın. Onları da açalım. 
Hıfs al-nefs, insan haklarıdır. Somuta indirgersek, tüm ezilenlere haklarını vermektir. İşkence karşısında sıfır toleransdır. Burada Hazreti Ömer’i yad etmek gerekir. Halifelik makamına getirildiğinde o muazzam sorumluluğun altında ezildiğini, ve “Dicle kıyısında bir deve (yoksa kuzu muydu şimdi tam olarak hatırlayamıyorum) açlıktan ölse bunun sorumlusu benim” diyerek dehşete düştüğünü bilmemiz gerekir. Başbakanlık veya güçlü başkanlık da böylesine büyük bir sorumluluktur. Bu durumda Başbakan’ın neden tüm yetkileri elinde toplamak istediğini, çok güçlü bir başkanlık sistemini kurmak istemesini anlayamıyorum. Zira sorumluluk yetkiyle orantılı olarak artar. Tüm yetkileri elinde toplarsa bu koskoca ülkede vuku bulabilecek her türlü haksızlıktan ahrette kendisinin sorumlu tutulacağı düşüncesi karşısında Hazreti Ömer gibi dehşete düşmüyor mu?
Ya hıfs al-nesl?
Hıfs al-nesl gelecek nesillerin korunmasıdır. Burada eğitim ve sağlık son derece önemli bir konumdadır. Bu da bir kez daha bizi hem devletin hem de vakıfların bu konularda yapacakları yatırımın önemine getirir.
DEMOKRASİYİ YÜKSELTMEK ŞERİATIN GÖREVİDİR
Devletle vakıflar, devletle sivil toplum yani nasıl paylaşacaklar o alanı?
Sıddıqi’ye göre, devletin bu konulardan hangisine ne kadar yatırım yapması kararı tek başına Başbakan’a bırakılamaz. Bu, vatandaşa danışarak yapılması gereken bir konudur zira söz konusu olan vatandaşın vergilerle toplanan parasıdır. Günümüzde vatandaşa danışmanın en etkin yöntemi ise parlamenter demokrasidir. Kısacası, demokrasi, makasid al-Şeriat’ın en sağlam bir şekilde uygulanmasını sağlayan bir tekniktir. Buna dayanarak, Mohammad Hashim Kamali ve Jasser Auda gibi modern düşünürler demokrasinin Şeriat’ın altıncı unsuru olarak kabul edilmesini talep ederler. Eğer bu doğruysa, o zaman Şeriat’dan esinlenen lider ve onun hükümeti demokrasinin önündeki engelleri de yok etmek ve demokrasiyi en yüksek seviyelere getirmekle yükümlüdürler. 
AK PARTİ EKONOMİDE ÇOK BAŞARILI  
AK Parti hükümetinin on yıldır uyguladığı ekonomi politiği nasıl buluyorsunuz peki? 
AKP bu konuda tartışmasız çok başarılı. Bu çok aşikâr konuda ayrıntılara girmek istemiyorum. Ancak benim büyük bir endişem var. Dünyadaki en zengin ülkeler hangileridir diye Google’a sorsanız. İlk ondan yedisinin demokratik ve özgür ülkeler olduğunu görürsünüz. Diğer üçüyse küçük petrol ihraç eden emirliklerdir ki önemsizdirler. Bu nedenle ekonomideki çok iyi giden performansın ülkedeki demokrasi ve özgürlüklerle yakından ilgili olduğunu biliyorum. Ancak, demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin sınırlanması eninde sonunda ekonomiyi de vurur ve orta derecede gelir sahibi olan ülkeler sınıfından zengin ülkeler sınıfına atlamamızı engeller. Bu konuda Freedman, Sen, North gibi Nobel kazanmış iktisatçılar da ayni fikirdedirler. 
Sonuç olarak ben, demokrasi, özgürlükler ve insan haklarının Şeriat’ın esas amaçları olduklarını ve bunların sağlam bir şekilde yerleştirilmelerinin, önlerinin açılmalarının, aslında dinimiz tarafından da emredildiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Bu nedenle yüzeysel ve fıkhî değil daha derinden ve felsefî bir açıdan okunan ve yorumlanan Şeriat’ın laiklikle çatışmayacağını, tam tersine, bunların aslında birbirlerini desteklemeleri gerektiğini düşünüyorum.

Fadime ÖZKAN / stargazete

SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara