Dolar

32,5004

Euro

34,6901

Altın

2.496,45

Bist

9.693,46

Tantik, İslamcılık tartışmalarını nasıl yorumladı?

''İslamcılık yeniden sahaya çıkmanın olumlu vasatını buluyor. İslamcılık bu anlamı ile değişim değil ama gelişim seyri içinde olgunlaşarak kendi yanlış ve hatalarını düzelterek varlığını sürdürecektir. Bu kadar çaba ve gayret zaten bunun içindir. Ayrıca İslamcılığı salt bir siyasi konuma indirgemekte yanlıştır. Bu yüzden İslamcılık şimdi taze bir şekilde hayata devam kabiliyetini ortaya koyacaktır.''

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-08-04 05:25:04

Tantik, İslamcılık tartışmalarını nasıl yorumladı?
TİMETURK / Tuğçe Çirağ

İslamcılık bugünlerde tartışılan en önemli konulardan birisi haline geldi. Tartışmayı yürüten iki isim Zaman gazetesi yazarlarından Ali Bulaç ve Mümtaz Türköne.

Türköne, Bulaç'ın başlatmış olduğu İslamcılık tartışmasını köşesine taşıdı ve konuyla ilgili yazılar kaleme aldı. Türköne, İslamcılığın bittiğini savunduğu yazısında, “İslâmcıların bakmaya cesaret edemedikleri aynayı yüzlerine tutmak bize düştü. Baksınlar ve yüzleşsinler: Hayâl âleminde avunmak onlara da, cürümleri nispetinde ülkeye de zarar verir” ifadelerini kullandı.

İslamcılık tartışmasının fitilini ateşleyen Bulaç, üçe ayırdığı İslamcılık üzerine seri yazılar kaleme aldı ve Mümtazer Türköne'ye cevap verdi.

Devam eden tartışmaya yazar Abdülaziz Tantik de katıldı. Timeturk'e değerlendirmelerde bulunan Tantik, İslamcılık tartışmasının gerekli olduğunu, çünkü 28 Şubat sonrası İslamcılık algısında önemli bir kırılma yaşandığını belirtti.

İŞTE ABDÜLAZİZ TANTİK'İN İSLAMCILIK TARTIŞMASINA YER VERDİĞİ O KÖŞE YAZISI

İŞTE İSLAMCILIK ÜZERİNE ABDÜLAZİZ TANTİK İLE YAPTIĞIMIZ O SÖYLEŞİ

Ali Bulaç’ın Zaman Gazetesinde başlatmış olduğu İslamcılık tartışması üzerine Mümtazer Türköne, Etyen Mahçupyan ve Ömer Lekesiz gibi yazarlar konu ile ilgili yazı kaleme aldılar. Sizde bir yazı ile bu tartışmalara değindiniz ve böyle bir tartışmanın gerekli olduğunu söylediniz. Sizce İslamcılık tartışması neden gerekli?

İslamcılık tartışması şu açıdan gerekli: Bir kere İslamcılık tarihsel seyir olarak çok güçlü bir dinamiğe sahiptir. Son elli yıla damgasını vurduğu gibi kendi içinde sürekli bir değişim, gelişim ve oluşum sürecine tabi oldu. Son otuz yılda ise İslamcılık büyük bir gelişme trendi yakaladı. Önemli değişimlere imza attı. Altmışlı yıllarda İslamcılık adına telif eser ayısı parmakla sayılırken bugün her sahada binlerle ifade edilebilir hale geldi. Dün tercüme eserlere mahkum bir nesildi İslamcılar, bugün ise ana dilden okumalar yapacak kişi sayısı o kadar çoğaldı ki sayılamaz bile… Siyasal gelişmeler bağlamında da bunu söylemek mümkün! Yetmişli yıllarda iktidar ortağı olan İslamcılar bugün iktidarın en büyük vasisi oldular ve muhalefet edecek kimse de görünmüyor. Bu çerçeveyi hesaba kattığımız zaman yeniden serinkanlı bir şekilde İslamcılığı masaya yatırmalı ve onu tartışmaya açmalıyız. Çünkü 28 Şubat sonrası İslamcılık algısında önemli bir kırılma yaşandı. Sadece o darbede bir kırılma olmadı, somut olduğu için örneklendirildi. Ancak zaten İslamcılık bu topraklarda tam olarak bir süreç yaşadı. Bir taraftan kültürel, diğer taraftan da siyasal olarak bir süreç yaşanırken aynı zamanda düşünce ve teori bağlamında da hem farklılıklar yaşandı ve derinleşmeler sağlandı.

Ayrıca dünya yeni bir tarihsel döneme giriyor. Siyasal ve toplumsal gelişmelerin dinamiği bunu büyük bir gürültüyle duyurmaktadır. Arap Baharı ve sonuçları üzerine düşünmek bile İslamcılığı çok acil bir şekilde tartışmaya açmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. En önemlisi de İslamcılık neredeyse süreçle muhalefet etme imtiyazını elden kaçırıyor. Bunda Ak Parti iktidarının da katkısı olduğu söylenebilir tabii. Ama İslamcılar kendilerinden önceki sol siyasi akımları gibi para, kadın ve iktidarla buluştukları gibi bir erime algısal bir dönüşüm yaşandığı ortada…

Daha da önemlisi İslamcılık İslam gibi temel bir dinin bugüne ne söylediği ve aynı zamanda varlık, varoluş ve varlık ile yaşam arasındaki ilişkiyi de ilgilendiren temel bir söyleme sahiptir. Yani yaşayan yegâne batı dışında kalan yaşam tarzını içermektedir. Yaşadıklarımız ise bu yaşam tarzını tehlikeye atıyor. Bu yüzden de gerçek ve hakikat ile yeniden buluşma; sadece Müslümanları değil insanlığı da kurtaracak yegâne zemine sahip olduğu için yeniden İslamcılığı gündeme getirmeli ve bunu sağlayacak vasatı inşa adına da acilen tartışmaya başlamalıyız…

Mümtazer Türköne, İslamcılığın bittiğini yazdı. Bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyoruz, bizimle paylaşır mısınız?

İslamcılığın bittiğini söyleyen ilk kişi o değil tabii. Örneğin 90lı yıllardan itibaren batılı aydınlar ve özellikle de stratejisyenler ‘Siyasal İslam’ bitti tezine sarılıyorlar. Bu bir psikolojik savaş taktiğidir. Tam tersi bir hakikat olarak bugün ve o günde İslamcılık en büyük muhalif guruptu ve bugünde en büyük iktidar adayıdır. Ama o Siyasal İslam bitti tezini ortaya atmaktan kaçınmamıştı. Mümtazer hoca bunu söylerken kendi adına doğru bir bakış ve umutla bunu dile getiriyor. Çünkü muhafazakârlık ancak İslamcılığı içinde eriterek bu ülkede yaşam alanı bulabilir. Örneği de var zaten… O yüzden ‘İslamcılık bitti’ bir tez değil belki daha çok bir umuttur. Çünkü klasik anlamda İslamcılık bu teze daha uygun bir konum arz edebilir. Ama klasik İslamcılık bitse bile İslamcılığı bir yaşam tarzı olarak kabul edenler ve bu söylemin içeriğini sürekli yenileyerek varlık sahasını süsleyenlere ne diyeceğiz o zaman? Tam tersi tarih, siyaset ve kültür ile toplumsal yapının gelişim dinamikleri gözetildiğinde İslamcılık yeniden sahaya çıkmanın olumlu vasatını buluyor. İslamcılık bu anlamı ile değişim değil ama gelişim seyri içinde olgunlaşarak kendi yanlış ve hatalarını düzelterek varlığını sürdürecektir. Bu kadar çaba ve gayret zaten bunun içindir. Ayrıca İslamcılığı salt bir siyasi konuma indirgemekte yanlıştır. Bu yüzden İslamcılık şimdi taze bir şekilde hayata devam kabiliyetini ortaya koyacaktır.

İslamcıların hâlihazırda siyasal iktidarla ilişkilerini nasıl buluyorsunuz? İslamcılık iktidar verilerek gerçekten raydan çıkarıldı mı?

İslamcıyı yeniden tanımlamalıyız: kendini muhafazakâr demokrat olarak tanımladıktan sonra o kişileri, aydınları veya entelektüelleri İslamcı olarak tanımlarsak başka bir şey söylerim. Yok eğer onlar İslamcılık vasfını kaybetmişler de gerçek anlamda İslamcıları kastediyorsanız o zaman da başka bir şey söylemek zaruri olur. Benim kanaatim muhafazakar demokrat kimlik İslamcılığı terk etmiştir ve onları İslamcı addetmek bizzat İslamcılığa hakaret olur. O zaman soru şöyle cevaplandırılır: İslamcıların iktidar ile ilişkileri muhalefet üzere olmalıdır. Bireysel bağlamda bu böyledir. Ama sivil toplum kurumlarını ve vakıf ile cemaatleri kastediyorsanız bu konuda biraz kötümserim: çünkü bu kurum ve kişiler yeterli düzeyde iktidar ile aralarına mesafe koymadıkları için zaten sırıtacak düzeyde bir yanlışın içindedirler. Şu önemli bir ayrım ve bu ayrımı yapanları bu töhmetten kurtarma adına şöyle söyleyebiliriz: bu kurum ve kişilerden bazıları muhalefet etme ile doğruları sahiplenme yada taktik ve stratejik unsurlar yüzünden; örneğin, vesayet rejiminin ortadan kaldırılması noktasında geçici destekler verilmiştir. Ama muhalefetlerini de sürdürmektedirler. Fakat İslamcılarda insan ve iktidar ile güç, para, mevki ve kadın konusu büyük imtihandır. Bazıları bu imtihanı kaybetmiş olabilir. Ama İslamcı olarak tanınan kişiler bu ayrımı muhafaza ettikleri gibi iktidarın nimetlerinden de uzak durmuşlardır. İşte bu uzaklık bu İslamcıları İslamcılığı yeniden değerlendirmeye ve yorumlamaya mecbur kılmıştır.

Sorunun ikinci kısmı ise evettir. İslamcıların büyük bir çoğunluğu iktidar nimetine sahip olarak raydan çıkmıştır. Zaten iktidara yanaşmanın bedeli yoldan çıkmak olacaktır. Buna direnenleri tenzih ederiz. Ama büyük çoğunluk maalesef raydan çıkmayı önemsememiştir. Herhalde şöyle düşünmüşlerdir: “ Tövbe ederiz ve Allah gafur ve rahim olduğu için bizi affeder” algısına sığınarak dünya malını toplamaya çalışıyorlar…

“İslamcılık, yürüyüşünü sürdürmeli ve varlık sahasına yeniden bir huruç eylemi gerçekleştirmelidir. İslamcılık bitmemiştir.” Diyorsunuz bunları biraz daha açmanızı istesek?


İslamcılık Müslüman kişinin yaşadığı dünyaya anlam vermesi ve kendi anlamını bulması olarak tanımlarsak bu aynı zamanda İslamcılığın niçin yegane muhalefet edebilecek yaşam tarzına sahip olduğunun da göstergesi olacaktır. Mümin, dünyayı, varlığı, siyasal olanı, toplumsal olanı ve kültürel olanı, geleneği ve modernliği dinden hareketle betimlerken bunu yaşadığı dönemin algısı içinde kavramsallaştırmaya çalışmasına İslamcılık diyorum… İslamcılık İslam ile kopmayan bir bağa sahip iken aynı zamanda Müslüman’ca düşünmenin en önemli imkânı olarak önümüzde durmaktadır. Bu yüzden asla İslamcılık bitmez ve bitmeyecektir. Tam tersine İslamcılık kendisinden uzaklaşanlarla arasına mesafe koyacak; bir şartla tevbe kapısı kıyamete kadar açıktır. O yüzden kim geri döner ve tevbe ederek arınırsa bir sorun kalmaz! O kendini İslamcı hissediyorsa İslamcıdır diyemeyiz. Çünkü bu hisle belirlenebilecek bir şey değil bilakis bir duruş, tavır, ahlak ve bakış biçimidir. Hem İslamcı bakışı terk et ve liberal ya da demokrat ol sonra da ben kendimi İslamcı hissediyorum de! Olmaz, olamaz da…

Yukarıda da dile getirmiştik: İslamcılık, siyasallığın geldiği bu yeni nokta itibarı ile bitmeyecek yegane akımdır. Toplumsallığın geldiği yeni durum vesilesi ile yine bitmeyecek yegane akım İslamcılık olacaktır. Yaşam tarzı ve muhalefet etme biçimi ile birlikte insanlığa söz söyleyebilecek potansiyeli taşıma anlamında da İslamcılık bitmeyecektir. Bunu gözlemlemek için İslam dünyasındaki büyük değişim, gelişim ve oluşum dinamiklerine bakmak yeterlidir…

O yüzden İslamcılık asli hüviyeti şimdi yeniden başlayabilecek güce değil kudrete sahip yegâne varlıktır…

Yazınızda “Gönül isterdi ki bu tartışmayı bizzat İslamcılar sürdürsün” diyorsunuz. İslamcılık tartışmasını çok fazla sürdüren olmadı. Bunun sebepleri üzerine neler söylemek istersiniz?

Tabii ki İslamcıların kahır ekseriyeti medya ve kurum ile kuruluşların sahipleri değil, alttan alta ciddi bir tartışmanın olduğunu biliyorum. Çünkü benim de içinde olduğum bir gurup entelektüelle beş seneden beri bu konuları tartışıyoruz. Hatta Yeni İslamcılık kavramsallaştırmasını yaptığımız makaleler de yayınlandı değişik yayın kuruluşlarında. Ama adı İslamcı olan aydın ve entelektüeller de meseleye katılsalar nerede durduklarını gözlemleme adına önemli olacaktı. Bir de tabii ki esas kendini İslamcı kabul eden ve düşünmeyi bir zaruret olarak gören arkadaşların da yüksek sesle bu meseleyi tartışması elzemdir. Çünkü dışarıdan yapılan müdahaleler ve tartışmalar yönlendirici özelliğe sahip olacağı için aynı zamanda sakıncalı bir pozisyon taşıyorlar. Ama şunu söylemek gerek aynı zamanda da düşünceyi tahrik ediyorlar. Bu yüzden İslamcı olmayanlar da gözlemlerini dile getirebilirler. Ancak bunu bir siyasi mühendislik amaçlı yapmasınlar. Çünkü bu konudaki ideolojik yaklaşım gerçeğin ortaya çıkmasına engel oluyor.

Bir sebepte sanırım İslamcıların önemli bir yekûnu kapalı devre tartışmayı önemsiyor. Bu yüzden kamuya açık yerlerde tartışmayı zararlı görüyorlar. Bu seferde kendileri gündemden dışarıda kalınca eleştiri ve önerileri de tam olarak bilinemeyebiliyor. Bu yüzdende İslamcılar bu tartışmayı sürdürmeli diyorum. Çünkü yeni konum; İslamcılık toplumsal bir tabana sahip ve bu toplumsal taban ise ülkenin en büyük düşünsel dinamiğine sahiptir. İslamcılık sadece İslamcıları değil topyekun ümmeti de ilgilendirdiği için ümmetin bağrında ve nezdinde bu meseleyi tartışmaya açabiliriz. Böylece her İslamcı dinamiği de devreye koymuş oluruz. Umarım kendi dar alanlarında yaptıkları bu tartışmaları daha yüksek sesle ve geniş alanlarda da dillendirirler ve böylece sunacakları katkının önemine varırlar. Yoksa biz medyada yoğuz, bizi temsil edenler yanlış kişiler yargısı bir işe yarayamayacaktır. İslamcılar kendileri kendilerini temsil etmeli ve düşündüklerini açık bir şekilde dile getirmeliler de…

İslamcılık tartışması dışında müsaadenizle iki soru daha sormak istiyorum. Çünkü bu iki konu da günlerdin kamuoyunu meşgul ediyor.

Tabii ki buyurun sorun…

Kamuoyunda günlerdir “Gül – Gülen Cemaati destekli bir parti kurar mı? Sorusu yanıt bekliyor. Sizce Cumhurbaşkanı Gül ve Fethullah Gülen Hoca arasında böyle bir ittifak gerçekleşir mi?

Bir umut üzerinden meseleyi tartışmanın kendisi abesle iştigaldir. Uzun zamandır böyle bir siyasi proje olduğu konuşuluyor kulislerde… Hatta Numan Kurtulmuş içinde böyle şeyler söyleniyordu. Cemaat kendi başına parti kurdu kuruyor diye ayyuka çıkan söylemler oluyordu kulislerde. Ama bunlar açık bir dille hep yalanlandı.

Sorudaki imaya yönelik olarak benim özel bir bilgim yok. Ama imkân meselesi açısından yaklaşımımı soruyorsanız o zaman şunu diyebilirim. Ak Parti kurulurken bir tüzük hazırlandı ve bu tüzük şu an Ak Partiyi ciddi bir şekilde etkileyecek potansiyeli taşıyor. Meselenin çözümü ise bugüne kadar bu Erdoğan ve Gül ikilisinin birbirlerine yönelik sıcak diyalogu çözer. Ama komplo teorisi bağlamında ise şunlar dillendiriliyor bana da makul görünüyor. İngiltere politik olarak bugün kendi varlığının izharı için uğraşı veriyor. Kıyıda kalmanın pişmanlık psikolojisi ile öncelikle İsrail konusunu masaya yatırarak bütün bir Ortadoğu’da yeni bir yapının oluşumunu tasarlıyor. Bir çok siyasi gelişmeyi de bu bağlamda yorumlamak mümkün! Ama benim kanaatim, tek güç kalmadı, çoğulcu bir güç dengesinde ise artık eskisi gibi istenilen her şeyi anında gerçekleştirecek unsurlar kalmıyor. Bu isteğin; yani Gül- Gülen Cemaati birlikteliği tabanda tutar mı sorusu da önemli… Türk siyasi hayatında bu tarz çıkışlar oldu ama hiçbiri tutmadı. Çünkü güçler dengesine bir ittifak oluşumu sağlamadan başarı şansı da kalmıyor. O zaman bu projede başka kimler ortak diye bakmakta yarar var. Ama Türk siyasi hayatında ve genel siyasal arenada halkın tercihi her zaman karizmatik liderlikten yana olmuştur. Bunu da hesaba katacak kadar zekidir Cumhurbaşkanı Gül…

O yüzden böyle bir siyasal oluşumun olması halinde bile tutmasının zorluğunu hesaba kattığımız zaman iki riski sevmeyen politik liderin böyle bir işe kalkışacağını sanmıyorum. Belki Numan Kurtulmuş hamlesi bu meseleye başka bir veche kazandırabilir. Zamanla bekleyip görmekte yarar var. Cemaat, siyasi hayata bu kadar müdahil olursa kendisi kaybeder. Gül, cumhurbaşkanı olduktan sonra siyasi bir ihtiras gösterirse kendisine yönelik ilgiyi kaybedebilecek bir zemini inşa etmiş olur. Bütün dengelerden sonra cemaat hizmete yönelmeli ve Gül, Ümmetin genel maslahatı ile ilgili yeni konumlar üstlenmelidir. Çünkü her zaman böyle liderlik tipleri gelmiyor. Bu çatıyı bozduğu andan itibaren Ak Partiye yönelik ciddi bir siyasal mühendislik yapıldığı da açığa çıkmış olur. Her zaman olduğu gibi takdir yine halkın olacaktır…

Çünkü yeni siyasal hayatta belirleyici olan artık halkın kendisi olacaktır. Ve bu halk yaşadığı bunca siyasal mühendislikten sonra ciddi anlamda bir bilinç kazanmıştır. Tarih gösteriyor ki siyasal mühendisliğe asla pirim vermeyen bir halka sahibiz…

Yani sorunun cevabı, böyle bir ittifakın gerçekleşeceği siyasi zemin bulunmamaktadır…

Numan Kurtulmuş’un Ak Partiye geçişi kesinleşti gibi. Has Parti Liderinin Ak Parti’ye geçişini nasıl buluyorsunuz, ayrıca Numan Bey’in Ak Parti’ye ne gibi katkıları olur? Has Parti’nin kuruluşunda yer alan biri olarak, bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?

Bu soruya bir İslamcı olarak cevap vereceğim, siyasal konjonktürü hesaba katarak cevap versem başka şeyler söylenebilir. Numan kurtulmuş, benim yeni İslamcılık diye tanımladığım akımın en önemli siyasal diline sahipti. Ama bunu Has Parti de dâhil olmak üzere kullanıma sürmedi. Bir dönem sadece entelektüel muhabbetlerde bunu dillendiriyordu. Birde ayrılmadan önce Saadet Partisi lideri olduğunda da bu dili iyi kullandığını düşünüyorum. O yüzden Numan beyin Ak Partiye geçişi bir açıdan kendisi içinde iyi olmadı diye düşünüyorum. Çünkü o zaman kendisi bizzat çabalayarak kendisine yönelmiş ilgiyi daha ileriye taşıyabilirdi. Ama bu bir tercih meselesi; kendisi kolaya kaçtı. Hazır bir konumu uygun gördü. Bundan sonrası için görüş oluşturabilmek için kendisinin açıklama ve demeçleri ile siyaset etme biçimini gözlemek gerek! Şunu söylemek gerek Numan Beyin Has Parti liderliğinden Ak Parti’ye geçişi kendisi açısından bir eksi puan olarak hanesine yazılacaktır. Hangi sebep ileri sürülürse sürülsün bu eksi puan silinmeyecektir. O yüzden bu tutumun kendisi bizzat Numan Bey için yeni siyaset etme biçiminden sonra daha netlik kazanacaktır.

Numan Bey, Ak Partiye nasıl bir katkı sunabilir. Son dönemde Ak Parti’nin iktidar dilini keskinleştirerek gündeme taşıdığını gözlemlemiştik. Hâlbuki Ak Partiyi Ak Parti yapan şey iktidar olduğu halde muhalif bir dili sürdürmesiydi. İşte Numan Bey bu muhalif dile bir derinlik ve naiflik katabilir. Böylece kaybolan prestiji yeniden üretebilir. Ayrıca bir politik profil olarak olumlu bir desteğe sahip olan Numan Bey, Ak Partiyi yeniden hareketlendirebilir. En önemlisi de beraberinde taşıyacağı Milli Görüş teşkilatçılığını Ak Partiye taşıyarak böylece Milli Görüşü dönüştürecek zemine katkı sunabilir. Artık muhalif bir siyasi yapı olmayınca bütün muhafazakârların oyunu almasında bir sakınca olmayacaktır. Zaten yeni yaptığı ve yapacağı siyasi profilleri; muhafazakâr farklı tonların liderlerini partiye alarak bunu stratejik bir unsur haline getirdiğini söyleyebiliriz. İşte Numan Bey buna en büyük katkıyı sunabilir.

Şunu son olarak söylemeliyim; Ak Parti’nin Numan Bey’e katacakları yanında Numan Bey’in Ak Parti’ye katacakları sanırım eş değer olacaktır. İslamcılık açısından bu meseleye bakışımız olumsuz ama şahsi politik kimliği açısından yaptığı ise kendi tercihidir…




Haber Ara