Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

1967 yenilgisi İslami hareketleri güçlendirdi

Asım Öz, 'Çatışmalar ve Görüşmeler Sarmalında Filistin' kitabının yazarı Ali Öner'le Filistin sorununu farklı boyutlarıyla konuştu.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-07-10 17:58:57

1967 yenilgisi İslami hareketleri güçlendirdi
Asım Öz *

Filistin sorunu, yirminci yüzyılın başından bu yana Ortadoğu'da süreklilik kazanan sorunların en önemlisidir. İsrail, 1920'lerde başlattığı Filistinliklere dönük şiddetini artırarak sürdürmektedir. Diğer yandan İsrail, saldırganlığı ile sınırlarını genişletmekte ve Filistin davasına destek veren birçok insanı katletmekten geri durmamaktadır. Mavi Marmara gemisinde yaşanan vahşet bunlardan sadece biridir. Tarihi süreci kavramak, Filistin meselesinin köşe taşlarını bilmekten geçer. Ali Öner'in kaleme aldığı kitap çatışmalar, görüşmeler ve antlaşmalar sürecinde Filistin'de gelinen noktanın tarihine ve işgale ışık tutan; kazanımların değerini ve geçirdiği evreleri anlatan bir çerçeveye sahip. Asım Öz, Ali Öner'le Filistin sorununu farklı boyutlarıyla konuştu.


Filistin sorununun başlangıç yıllarını anlamak bakımından İngiliz Dışişleri bakanı Arthur James Balfour'un Lord Rotschild'e yazdığı bildirinin önemi nedir?

Bu bildiri o güne kadar hiçbir devlet tarafından Yahudilere bir toprak parçası göstermezken, hatta Basel toplanan birinci Siyonist kongresi bile Uganda'yı düşünürken, İngilizler tarafından kendilerine- yüreklerinin bir tarafında sürekli saklı tutukları- Filistin toprağının bir yurt olabileceği- dikkatinizi çekerim bir devlet değil, sadece barınacakları bir toprak- vaad edilmişti. Zaten bir yıl sonra Filistin toprakları İngilizler tarafından işgal edilmiştir.

1920 ve 1930'lu yıllarda Filistinlilerle Siyonistler arasındaki çatışmalarda Filistinlilerin Araplıktan ziyade Müslümanlık ve Osmanlılık kimliğine vurgu yaptıklarını belirtiyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?


Fransız devrimi sonrası Osmanlı toprakları içinde yaşayan farklı etnik ve dini azınlıklar uluslaşmaya ve Osmanlı topraklarından ayrılmaya başlamışlar. Fakat aynı şey Müslümanlar için söz konusu olmamıştır. Evet belli bir azınlık milliyetçi düşünceden etkilenmiş ve yoğun çaba içine girmiştir. Bu topluma yayılmamıştır. Bunu 1920 yılında Nebi Musa şöleninde Filistinlilerin Osmanlı bayrağı altında yürüyüş yapmaları, Ümmet ve halifeye bağlılığın bir yansıması olarak okumak gerekir. Yapay devlet sınırları bu bölge halklarını hiçbir zaman birbirinden ayırmamıştır. O gün için olan vahdet ve ümmet bilinci bugünde halk bazında aynı duyarlılığını sürdürmektedir.

İkinci Dünya Savaşı öncesinde Filistinlilerin Nazi Almanya'sını destekler hale gelmeleri hangi gelişmelerin sonucudur?

İngiliz, Fransız ve ABD'nin desteğini alan Siyonistlere karşı kendi seslerini duyurabilecek ve Siyonist ve İngilizlere karşı savaşım içinde olan eylemcilerin silahlanması için o dönem Yahudi karşıtı gibi görünen ve Ortadoğu'da herhangi sömürgesi olmayan Almanya'ya yaklaşma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Çünkü Filistinlilerin eli kolu bu emperyalist güçler tarafından bağlanmıştır. Nefes alacakları bir alan arayışına girmişlerdir. Almanya'nın o dönemdeki politikalarıyla Filistinlilerin bağımsızlık politikası çakıştığı için o tarafa yönelmişlerdir. Fakat çok büyük destek gördükleri söylenemez, hatta daha sonra bu konuda yapılan bazı çalışmalarda Nazilerle Siyonistler arasında Filistin'e Yahudi göçü gerçekleştirmek için bu organizasyonları gerçekleştirildiği belgelerle ortaya çıkarıldı. çünkü Nazilerin iktidara gelmesiyle Filistin'e göçler hızlanmıştır.

İsrail'in kuruluşu sırasında harekete geçen Arap ordularının yenilgiye uğraması Arap ülkelerinde siyasi yapıları nasıl etkiledi?


Doğrusunu söylemek gerekirse bu savaşa girmiş olsalar da bir tam bağımsız bir Arap devletinden bahsedilemez. Suriye ve Lübnan bağımsızlıklarını elde edeli daha iki yıl olmuştur. (Suriye'nin ordusunun tamamı 4000 kişiyi zor bulmaktadır.) Bunun yanında Ürdün resmen olmasa da gerçekte İngiliz yönetimi altındadır. Ordusunun başında ise bir İngiliz General John Glubb vardır. Mısır topraklarında 80 bin İngiliz askeri halen görev yapmaktadır. Mısır, Suriye, Lübnan ve Irak'ın gönderdiği kuvvetlerin toplamı 50.000 kadardır. Fakat bunlar iyi eğitilmiş değillerdir. İsrail için en ürkütücü kuvvet İngiliz General John Glubb'un başında bulunduğu Ürdün'ün 75.000 kişilik Arap lejyonudur. Fakat bunların başında bir İngiliz vardır. Bu etkinin en güzel ifadesi Cemal Abdunnasır'ın şu sözlerinde yatmaktadır; "Filistin'deki Arap haklarını korumak için Filistin'e giren Arap orduları, emperyalizmin düşük bir fiyat karşılığında satın aldığı uşaklardan birinin yüksek komutası altında bulunuyorlardı. Hatta bu yüksek komutanlık altındaki askeri hareketler bir İngiliz subayının elinde bulunuyordu; o da Filistin'de Yahudi Devleti'nin kurulmasına esas olan "Balfour Deklarasyonu"nu Siyonist harekete peşkeş çeken aynı politikacılardan emir alıyordu"

Baas yönetimlerinin işbaşına gelmesini sağlayan ortam doğrudan Filistin'de yaşanan işgalle ilgilidir denilebilir mi?

İsrail'in doğuşu bir anlamda Arap milliyetçiliğinin ve Arap yurtseverliğinin ortaya çıkışının en büyük teşvikçisi olmuş denebilir. 1950'lerde başlayan Arap uyanışı Arap Devletleri'nde ardı arkası kesilmeyen siyasal değişikliklere neden olmuştur. 1952 Cemal Abdülnasır'ın yaptığı darbe ve sonrası Arap milliyetçiliği zirve yaptı. Arap Baas Partisi (Arapların yeniden dirilişi) batı emperyalizm karşıtı ve Filistin davasını merkeze almıştır. 1960'larda, Nasır'ın da Arap ülkelerinin kamu hayatına, önder ve sembol olduğu bir dönemde, sosyalist ve tarafsız Arap milliyetçiliği fikrinin devam ettiği görülmüştür.

Bu tarihlerde, Arap ülkelerindeki her hükümet, her yeni düşünce bir şekilde, Filistin'e dair politikalar üretmekte ve bu konu üzerinde konuşmaktadır. 1969 Devrimi'nden sonra Libya Lideri Muammer el-Kaddafi, yaptığı ilk konuşmaya Filistin'i merkeze almıştır. Filistin davası 1967 savaşına kadar Arap milliyetçiliğinin ana kaynağıydı. 67 savaşı yenilgisi Arapların tekrar İslam'a yönelmelerine neden olmuştur.

Arap yönetimleri Filistin meselesini sürekli bir biçimde niçin araçsallaştırdı?

Filistin Arap ve Müslüman halklar için kanayan bir yürek olarak görülmüştür. Vaka bu olunca her yönetici halklarının gözünde meşru olmak için bu davaya sarılmak zorunda kalmıştır. Bu sarılma her zaman Filistin davasına yarar sağlamamıştır. Çoğu zaman Filistin'e büyük zarar vermiş ya da Filistin direnişçilerini kontrol altına alma amaçlı olmuştur.

Bu araçsallaştırma konusunda bugün gözle görülür bir değişim var mı?


Arap baharı diye nitelendirilen son değişimlerle birlikte yenilenmelerin olacağı muhakkak. Bir kere despot diktatörler ortadan kalkıyor bu önemli, diğer taraftan ise sosyal medya ve iletişimdeki değişimler halkın kandırılmasını engelliyor. Böyle olunca araçsallaşan Filistin davası merkezi bir yön alacaktır. Hamas yönetiminin Suriye'yi terk edip Mısır'a yerleşmesi bu araçsallaşmaya vurulan önemli bir darbe olarak okumak gerekir.

Peki İsrail'in kuruluş yıllarında Müslüman Kardeşler neler yaptı? Burada alınan yenilgiler İhvan içerisinde de kırılmalara ve dönüşümlere sebep oldu mu?

Bu cemaat Filistin meselesiyle yakından ilgilenmiş bu yüzden adları sık sık duyulmaya başlanmıştır. 1948 savaşında İhvan-ı Müslimin, Siyonistlere karşı bilfiil silahlı mücadele yürütmüş, bunun yanında Şeyh Hafız Sel'ame komutasında diğer birçok akım da, Süveyş Kanalı harbinde savaşmışlardır. Filistin meselesini sadece Arapların değil, bütün Müslümanların meselesi olarak değerlendirmişlerdir.

1947 Taksim kararından iki ay sonra İhvan-ı Müslimin Filistin Kurtuluşu için cihad ilan etmiştir. Bunun için Mısır ve Suriye Müslüman Kardeşler teşkilatı başka hiçbir konuda olmadığı kadar bu konuda sıkı bir iş birliği içinde çalışmışlardır.

Suriye Müslüman Kardeşler teşkilatı 12 Eylül 1947'de Filistin'le ilgili teklifleri Milli Misak adı altında dile getirmişlerdir. Burada alınan kararlar daha sonra FKÖ'nün kuruluşunun ana maddelerini oluşturmuştur.

İhvan-ı Müslimin Arap-İsrail Savaşına aktif olarak katılmıştır. Bunun bazı cephelerde gerilla savaşı şeklinde gerçekleştirmiş ve başarı sağlamıştır. Bu da onları halkın gözünde kahramanlaştırmıştır. Arap milliyetçiliği karşısında bir ümmet olma bilinciyle hareket eden İhvan (ki bazen Arap milliyetçiliğini onlarda kullanıyordu. Nasır ve Baas partileri kadar olmasa da) Hz. Muhammed'e ait olduğu şu hadisi kullanıyorlardı. "Allah büyüktür. Hayber yıkıldı. Kavmin (Yahudilik) topraklarına gelmiş bulunuyoruz. Uyarıldıkları halde uyarıları dikkate almayanların sabahı ne kadar kötü oldu" Bu hadis daha sonra 1987 İntifadasında İslâmi güçlerin şu şekilde sloganı haline gelmiştir. "Hayber Hayber ya Yehud, Cundu Muhammed Seyecud (unutma Hayberi, Unutma Hayberi Ey Yahudi, Muhammed ordusu bir gün geri dönecek).

Savaş yenilgisinden sonra Suriye İhvan Lideri Mustafa Sıbai "İsrail ile ateşkes reddedilmeli, savaş kararlılıkla sürdürülmeli ve BM GK kararlarına karşı çıkılmalı. Batı'nın bütün mallarına karşı ekonomik boykot uygulamalı ve petrol ambargosu sürdürülmeli" şeklinde Filistin'in dış politikası için Arap Devletlerine tavsiyelerde bulunmuştur.

İhvanı, Hasan el-Benna'nın öldürülmesinden sonra içe kapanma söz konusu olmuş olsa da bu anlayışın seksenli yıllarla birlikte tekrar ivme kazandığı görülecektir.

İran İslam devrimi Filistin sorunu bakımından nasıl bir kırılma meydana getirdi?

67 Haziran yenilgisi Arap ülkelerinde insanları, biz Allah'ın dininden uzaklaştığımız için bütün bunlar oluyor düşüncesine sevk etmiştir. Bundan sonra İslam'ın yükselen bir değer olduğuna şahit oluyoruz. Devrim öncesinde de İslam Filistin'de ana damar olarak vardı. İran devrimi bölge insanlarına İslam'ın tekrar yükselen bir değer olabileceğini göstermiş ve diğer örgütler içinde mücadele eden İslam kimlikli kişilerin değerlerine dönerek mücadele etmelerini sağlamıştır. Hamas ve İslami Cihad böyle bir olayın sonucu olarak okumak gerekiyor.

Hamas ve İhvan ilişkisi organik bir ilişki mi?

Evet, Hamas, İhvan'dan neşet etmiştir. Kendini ondan farklı olarak görmüyor. Sadece Filistin Davası için silahlı mücadeleyi görev olarak görmüştür.

İslami Cihad'ın İhvan'a dönük olarak geliştirdiği eleştirilerde öne çıkan noktalar nelerdir? Bugün için bu eleştiriler ne ifade ediyor?
İslami Cihad'ın kurucularından Abdulaziz Avde 67 yenilgisini açıklarken "bu savaşın sadece laik ve milliyetçi fikirlerin başarısızlığını ispat edip onların başarısızlığına yol açmadığını aynı şekilde İhvan-ı Müslimin'in önderliğini yaptığı geleneksel İslami yönelimi de aynı konuma ittiğini" söyleyerek eleştiride bulunmaktadır. Çünkü Filistin davası için İhvan silahlı bir örgütlenmeye gitmemişti. Cihad hareketi ise 1980 yılında çoğu üniversite öğrencisi ve mezunu elitist bir grup olarak silahlı mücadeleyi başlatmış ve İsrail ile hiçbir şekilde görüşülmeden mücadele etmesi gerektiğini vurgulamıştır. Hamas ise 87 intifadasıyla beraber silahlı mücadeleye başlamıştır.

1987'de başlayan intifada süreci Filistin meselesini nasıl etkiledi?

87 intifadası Filistinlilerin İsrail terör devletinden nasıl zulüm gördüklerinin ekranlara taşınmasıyla dünya gündemine oturmuş oldu. Bu topraklarda Filistinlilerin olduğu ve İsrail güvenlik güçleri tarafından baskı ve öldürülmeyle karşı karşıya olduğu dünya kamuoyu görmüş oldu. böylece Filistin meselesi tekrar dünya gündemine haklı bir gerekçeyle oturmuş oldu." Filistinli teröristler" gitti, Siyonist İsrail tarafında zulme uğrayan Filistinliler geldi.

Bu direnişi önceki direnişlerden farklı kılan hususlar nelerdir?

Bir kere intifada bir örgütün fedayileri değil, tüm Filistinlilerin aktif bir şekilde kendini bulduğu bir başkaldırıydı. Bulundukları yerden olaya dâhil oldular. Kadın, çocuk, yaşlı herkes bu zulmü protesto ederek sokaklara çıktı. Tek silahları sloganları ve sapanlarıydı. Tanklara karşı, dünyanın en donanımlı ordusuna karşı sadece sapanlarıyla var oldular. Böylece daha önceki Filistin eylemcilerin dışarıdan gelip baskın vererek gitmeler değil, silaha karşı bulunduğu yerde eyleme katılmak ve orada kalmak yeni bir anlayışı ortaya koydu. İsrail bu direnişle köşeye sıkıştı ne yapacağını bilemedi ve uluslararası arenada köşeye sıkıştı.

Peki, İsrail'deki siyasi yaklaşımlar hangi yönde etkilendi bu intifadadan?

İntifada ile birlikte İsrail'de resmi ideoloji biraz olsa da darbe aldı. İnsanlar ilk kez resmi tarihlerini sorgulamaya başladılar ve İsrail'de yeni tarihçiler ortaya çıktı. Buraların "boş topraklar olduğu" yalanı ortaya çıkmış oldu. Siyonistlerin yanında vicdan sahibi Yahudiler ortaya çıktı ve Filistin topraklarında askeri operasyonlara katılmayıp vicdani reddini açıklayan insanlar seslerini yükseltmeye başladı. Diğer taraftan Siyonist rejim yok ederek sonuca varamayacağını anladı. Barış yapmanın yollarını aramak zorunda hissetti.

Filistin sorununun uluslararası ilişkiler noktasında dünya egemenlerinin çıkarlarının en fazla çatıştığı alan olduğunu ifade ediyorsunuz. Filistin meselesini bu kadar önemli kılan hususlar nelerdir?

Filistin topraklarının en önemli özelliği üç semavi dinin ortak kutsalı olan Kudüs'ün burada olmasıdır. Bu şehirde Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam bu toprakları kendi bulundukları zaviyeden önemserler. Bunun için tarih boyunca da mücadele içinde olmuşlardır. Diğer tarafta bölge İslam coğrafyasının kalbinde yer alan stratejik bir öneme de sahiptir. Üç dinin müntesiplerinin yoğun yaşadığı bir coğrafyadır ayrıca. Böyle olunca da doğal olarak herkes kendi müntesipleri üzerinde bölgeye hâkim olmaya çalışmıştır. Bu durum sömürgecilik anlayışıyla birlikte zirve yapmıştır. Filistin'e hakim olan bölgeye hakim olur anlayışı gelişmiştir. Çünkü bu dinlerin müntesiplerinin oraya verdiği değerle de bu durum örtüşmektedir. İktidarlar halklarının gözüne girmek için bölge üzerinde sürekli söz sahibi olmaya çalışmışlardır. Haçlı seferleri de böyle bir anlayışın ürünü değil midir?

Filistin dış politikası üzerine yapılan çalışmalarda belli bir döneme kadar sol örgütler ve FKÖ'nün üzerinde daha çok durulduğu görülüyor. Bunun sebebi nedir?

Bu durum çok doğaldır. 1949 yılında İhvan'ın kurucusu Hasan El- Benna'nın şahadetiyle birlikte ve Mısır'da ihvana yapılan baskılar sonrası Filistin'de Müslümanların örgütlü bir şekilde mücadele içinde görmüyoruz. Olanlar ise el Fetih içinde var olmuşlardır. Konjonktür bu dönmede daha çok sol örgütlerin yükselmesini sağladı. Onun içinde sol örgütler üzerinde çalışılması doğaldır. 67 yenilgisi ve 70 sonrası ise İslami sesin yavaş yavaş çıkması ve 1979 İran İslam devrimiyle birlikte bu anlayışın değiştiğini görüyoruz.

Filistin'deki İslami hareketlerin 1980 öncesindeki genel düşüncesi ve hareket anlayışları nasıldı?

Aslına bakılırsa Filistin meselesinin başlangıcında mücadele eden İslami kimliğini ön plana alanlar olmuştur. Emin el Hüseyni ve İzzettin el Kassam gibi İslami şahsiyetler mücadele etmişlerdir. Sonrasında İhvan düşüncesi bölgeye hakimiyet sağlamış ve Siyonistlerle aktif mücadele içinde olmuşlardır. Fakat Mısır'da El Benna'nın şehid edilmesi ve müntesiplerinin tutuklanıp hapse atılması ve baskı Müslümanları doğal olarak geri plana itmiştir. Onun için daha çok Müslümanları bilinçlendirme ve tevhidi anlamda yetiştirme çabalarının yoğun olduğuna şahit oluyoruz.

İsrail İslami hareketlerin yükselişi karşısında nasıl bir tavır geliştirdi?


Doğrusunu söylemek gerekirse seksen öncesi Müslümanlar silahlı mücadele içinde olmadıkları için onları görmezden geldi. Ve klasik olarak onların kendi halinde Müslümanlar olarak gördü. Onların mücadele yöntemini ve ileride kendi karşılarında baş edemeyecekleri bir rakip olabileceklerini dahi tahmin edemediler. Onun için sol akımlar İsrail'in Müslümanların çalışmalarına göz yumduğunu ve hatta onları desteklediği şeklinde suçlamalarda dahi bulundular. İran devrimi İsrail'in gözlerini açtı ve Müslümanların dernek ve çalışmalarına yönelik baskı da bu aşamadan sonra geldi, eskiden de baskıların olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir bence.

Filistin'deki İslami hareketlerin eylemlerini feda eylemleri olarak anıyorsunuz. Bazıları buna terörist eylemler olarak bakıyor. Filistinliler ise şehadet eylemleri olarak görüyor. Feda eylemleri kavramını diğer kavramlardan farklı kılan nedir?

Feda eylemi olarak anmamın sebebi, bu eyleme çıkanların kendilerini Filistin ve Kudüs için feda ettiklerini belirtmelerinden kaynaklanmaktadır. Feda eylemi İsrail zorbalığı karşısında bir savaş stratejisi olarak kullanıldı ve bundan ciddi anlamda başarı sağlandı. İstişhadi eylem olarak daha çok nitelendiriliyor. Batı bunu intihar eylemi olarak ifade ediyor. Ama ben daha çok feda eylemi kavramını tercih ettim. Aslında kavramlar yapıların düşünceleri çerçevesinde anlam buluyor ve genel olarak şahadet eylemi kavramı tercih ediliyor. Bu kavramı ulus devletler ve solcularda kullanıyor. Onun için feda eyleminin daha çok oturduğunu düşünüyorum.

Son zamanlarda İsrail görece "sakin" gibi. 11 Eylül 2001 sonrasındaki İsrail politikalarında bir değişiklik var mı?

Oslo süreci en fazla İsrail'i köşeye sıkıştırdı. Çünkü işgal altında tuttuğu Filistin toprakları vardı. Ayrıca 1975 yılında ayrımcılık politikalarından dolayı BM tarafından ırkçılık yaptığı için mahkûm edilmişti. Onun için barış sürecinin içine girmek zorundaydı. Fakat barış İsrail'in bitimi demekti. Kaos her zaman İsrail'in daha çok işine yarıyor. İstediğini yapıyor ve uluslararası hukuku çok rahat bir şekilde yok sayıyor. Amerika'nın desteğini arkasına aldığı için de rahat. 11 Eylül güvenlikçi politikanın öne çıktığı süreci başlattı. "terör" karşısında güvenlik bu İsrail'in çok sevdiği bir ortamdı. Ama bu ortam son Gazze olayıyla ortadan kalktı.

Ortadoğu'da yaşanan son gelişmelerin diktatörlüklerin işledikleri zulümler üzerinden değil, mezhepler üzerinden konuşulmaya çalışılmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Bunun yanlış bu okuma olduğunu düşünüyorum. Batının istediği bir okuma biçimidir. Müslümanlar için bu iş daha vahim bir olaydır. Önemli olan bir yerde bir zulüm varsa Müslüman'ın onun karşısında mazlumdan yana tavır koymasıdır. Devletlerin politikaları bu anlamda onların düşüncelerini değiştirmemelidir. Müslümanlar oyuna gelmemelidir.

Diktatörlüklerden sonra en önemli krizin mezhep çatışması olduğunu belirtiyorsunuz. Bu nasıl aşılabilir?

Evet, sınırlarımız cetvelle çizildi. Aramızda sınır sorunları bırakıldı. Başımıza birer sömürge valisi gibi diktatörler bırakıldı. Biz bu diktatörlerden kurtulalım derken, mezhep diye bir felaketle karşı karşıya bırakılmaya çalışılıyoruz. Oyuna da geliyoruz. Bir tarafta Şii fanatikler diğer tarafta selefi fanatikler bu çatışma durumunu besliyor. Camiler bombalanıyor namaz kılan insanlar camilerde öldürülüyor. Onun için bizi bekleyen en tehlikeli durum mezhep çatışmasıdır. Müslümanların bu konuda uyanık olması gerekir ve mutlaka politikalar geliştirmelidirler. Ama işlerinin çok zor olduğunu da bilmemiz gerekiyor.

Ortadoğu'daki son gelişmelerin Filistin ve İsrail ilişkilerine etkileri neler olabilir?

Ortadoğu'daki gelişmeler Filistinlilerin yararına olmaktadır. İsrail'in zaten yıllardır uyguladığı tecrit ve hukuksuz uygulamaları dünya devletlerin çifte standartlarını ortaya koymuş ve onlara söyleyecek laf bırakmamıştır. Bu nedenle İsrail bu değişimlerden dolayı içe kapanmış durumdadır. Ortamı gözlemliyor, çıkış yolu arıyor. Ama onun için durumun iç açıcı olmadığının da farkındadır. Bunun için yine Amerika'ya güveniyor bu ne kadar gider beli değil. Filistin için ise ilk kez kendini destekleyen halkların iktidarı söz konusu ama bu öyle birkaç günde çözülecek bir mesele değil. Yine on yıl içinde Filistin lehine şartlara gebe olduğu söylenebilir.

Ali Öner, Çatışmalar ve Görüşmeler Sarmalında Filistin – İsrail, Mana Yayınları, 2012, 376 sayfa.

* Dünya Bülteni

Haber Ara