Dr. Mustafa Yılmaz ile Ali Şeriati üzerine
'...Ve o bütün bunları sadece kalemle değil, Ayn el-Kuzat Hamedani'nin dediği gibi elemle yaptı. Yani dert sahibi yiğit ve fedakâr bir aydındı O.'
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-07-03 10:45:17
Öte yandan söyleşide Şeriati üzerinden bugünkü İran'a, onun Suriye İntifadasına karşı tutumuna; eserlerinin ve misyonunun bütünselliğinden kopartılarak "Huruç", "Ebuzer", "Kevir", "Yalnızlık Sözleri" vb. eserler üzerinden yapılan bir Şeriati okumasının sahibini/sahiplerini nereye götüreceğine; son zamanlarda Kürtçe basın-yayın dünyasında oluşan Ali Şeriati ilgisine değin birçok güncel konu da "Şehadetinin 35. Yılından Ali Şeriati ve Son Dönem Türkiye'sinde Algılanış Biçimleri" söyleşisinde yer almıştır.
Her biri başlı başına müstakil bir söyleşi konusu olabilecek kapsamdaki bu konulara dair oluşturduğumuz soru çerçevesine Dr. Mustafa Yılmaz verdiği cevaplarla önemli açılımlarda bulundu.
Söyleşiyi aşağıda ilgi ve müzakerenize sunuyoruz.
Neden Dr. Mustafa Yılmaz?
Bu arada söyleşide neden Dr. Mustafa Yılmaz'ı tercih ettiğimizle ilgili olarak da birkaç kelam etmekte fayda buluyoruz. Saygıdeğer Mustafa Beyi tercih ediş sebeplerimizin en önemlisi onun Ali Şeriati ve eserleri konusundaki birikimidir. Aynı zamanda Bingöl merkezli Bilgi ve Düşünce Derneği'nin de başkanlığını yapmakta olan Dr. Mustafa Yılmaz, 2006 yılından bu yana faaliyette olan www.aliseriati.com web sitesinin de sahibidir. Söz konusu sitede Şehit Şeriati ile ilgili kapsamlı tanıtım, inceleme-araştırma ve değerlendirme yazıları bulunmaktadır. Bu sitede ortaya konulan birikimin bir ürünü olarak "Sizi Rahatsız Etmeye Geldim!" isimli Ali Şeriati konulu bir edisyon kitabı da yayınlanmıştır. Dr. Mustafa Yılmaz, Ali Şeriati konulu çalışmaları bu siteden tanıtmaya ve değerlendirmeye devam etmektedir.
Haşim Ay *
Şeriati'nin şehadetinin üzerinden 35 yıl geçti. Bugünden kalkarak baktığımızda Türkiye'deki İslami kıpırdanışta Ali Şeriati'nin etkisini nasıl okuyorsunuz? Şeriati sizce doğru anlaşıldı mı? Düşünce mirasından yeterince istifade edildi mi? Basın-yayın alanını da dâhil ettiğimizde Türkiye'de oluşan Ali Şeriati ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
ŞERİATİ'Yİ KONUŞTUĞUMUZDA ASLINDA KENDİMİZİ KONUŞMUŞ OLUYORUZ
Onun tabiriyle, son özgürlük, bilgi ve kudret peygamberi Muhammed Aleyhisselam'ın Rabbi'nin adıyla, ezilmişlerin, tarih ve zamandaki çaresizlerin Rabbi'nin adıyla; Ebuzer'in Rabbi'nin adıyla; insanlığın kurtuluşu için daima çabalamış ve halen çabalamakta olan kimselerin Rabbi'nin adıyla; bütün zaman ve mekânlardaki doğru ve hak yol şehitlerinin Rabbi'nin adıyla; bugüne kadar türlü işkencelere, zalimlerin zulmüne, istibdatlara direnmiş ve halen bu işkencelere, zulümlere ve istibdatlara direnen ve gelecekte de aynı İbrahimî yolu sürdürecek olan yiğitlerin, kahramanların Rabbi'nin adıyla ve ben de eklemeliyim ki zamanın ve zeminin, tarihin ve toplumun Rabbi'nin adıyla başlayalım.
Bu soru içerisinde dört soru olduğunu görüyorum. Dolayısıyla sorularınıza cevap verirken uzatmış olursam şimdiden bunun mazur görülmesini rica ediyorum. Öncelikle şunun altını çizmeliyiz -ki ben bunu her vesile ile tekrarlıyorum- biz bugün Ali Şeriati'yi konuşmalı mıyız, konuşmalıysak neden konuşmalıyız? Bunun benim açımdan şöyle bir cevabı var: Evet, konuşmalıyız. Çünkü biz onu konuştuğumuz zaman aslında kendimizi konuşuyoruz. Biz kimiz, biz kim değiliz, biz neredeyiz, nerede olmalıyız, nerede olmamalıyız? Ne yapmalıyız, nereden başlamalıyız? Bunlar, onun hayatının tümünde cevabını aradığı sorulardı. İnsanların sordukları sorulardan onların ruh hallerini de anlamak için bazı ipuçları elde edebiliriz. Dikkat ederseniz sorular acelesi olan bir adamın, bir zihnin, bir ruh halinin yansıması gibidir. Dolayısıyla; evet, biz bugün Doktor'u konuşmalıyız ama bu konuşma gerçekten onu anlamaya vesile olabilecek ve onun bize öğrettiği şekilde doğru düşünce, doğru bilgi ve doğru inancın gereği olan, davayı bir adım öteye taşıma bilinciyle onu da aşmayı ve geleceğe aktarmaya matuf, onu nesneleştirmekten ve onu anlamamıza engel olacak putlaştırmadan, önyargılarımızı tasdik ettireceğimiz bir notere dönüştürmeyen bir konuşma olmalıdır.
DERT SAHİBİ YİĞİT VE FEDAKÂR BİR AYDINDI O
Bu girişten sonra; evet, dediğiniz gibi Doktor aramızdan ayrılalı 35 yıl oldu. Bu süre zarfında eserleri çeşitli diller yanında en çok olmak üzere Türkçeye tercüme edildi. Bu tercüme faaliyetlerinin gerçekleştiği zaman zarfı Türkiyeli Müslümanların da yine onun bir eserinin ismi olan 'Öze Dönüş' çabalarının yoğunluk kazandığı, onunla beraber başka insanların eserlerinin çevirisiyle Kur'an merkezli ıslah düşüncesinin ve çabalarının yoğunlaştığı bir zaman dilimine denk düşer. Dolayısıyla bu çevirilerin zamanlaması ile bizdeki uyanış ve öze dönüş çabaları -Türkiye ölçeğinde daha gerilere götürmek elbette ki mümkünse de- önemli bir birliktelik arzeder.
Bizdeki, sizin tabirinizle kıpırdanış hareketine etkileri elbette ki sadece Doktor'la sınırlayamayız. Ancak bence onu diğerlerinden ayrıcalıklı kılan bazı özelikleri var ve bunları biz gerçekten son yüzyıldaki çok az mütefekkirde ve aydında görebiliyoruz. Doğu ve Batı düşüncesine aşinalığını belki ilk elde söylemeliyiz. Bunun yanında onun önermeleri tevhidî bir alt yapı üzerine kurulacak bir İslam Sosyolojisi ile anlaşılabilir. Bu sosyoloji pratik bir sosyolojidir ve yürüyüşünü tarih felsefesinden ürettiği veya keşfettiği, açıkladığı diyelim kanunlarla, kurallarla izah edilir. O tarih felsefesinden, dinler tarihine, benliğe, varoluşa, sanata ve daha birçok konuya dair güncel, dinamik ve analitik değerlendirmeler içeren konuşmalar yaptı, kitaplar yazdı. Ve o bütün bunları sadece kalemle değil, Ayn el-Kuzat Hamedani'nin dediği gibi elemle yaptı. Yani dert sahibi yiğit ve fedakâr bir aydındı o.
O, HALK VE HAK DİYEN BİRİSİYDİ
İran İslam devriminin coşkun ve duygusal etkisiyle çevirileri diğer devrim öncüleriyle beraber yapılan Şeriati anlaşılma ve sağlıklı değerlendirilememe bahtsızlığı yaşadı mı diye kendimize sorsak; evet, yaşadı dememiz gerekir. Baskın geleneksel Sünni anlayış onu 'Şii' olmakla suçlayarak sakıncalı ilan etti. Ona yönelenler, tevhidî ümmetçi Müslümanlar da onu anlamaktan ve anlatmaktan ziyade -istisnalar olmakla beraber- Doktor'u okumakla kendilerini ayrıcalıklı sayan elitist ve sloganik bir tutum sergilediler. Bazıları Şii olmaya kalkıştı filan. O dönem bunlar iyi anlaşılmadı. Şii veya Sünni olmak gibi zorunluluğumuz var zannediyorduk. Allah bizden takva sahibi önderler ve muvahhid Müslümanlar olmamızı istiyordu. O, halk ve Hak diyen birisiydi. Hurmayı ve Hüda'yı birbirinden ayırmazdı. Bu yönüyle bizim için asıl önemli olan onun İslam bilim, tarih felsefesi, insan, dinler tarihi, medeniyet tarihi, ne yapmalı gibi konularda söyledikleri ve ıslah ekolüyle olan düşünsel bağları es geçildi veya yeterince konuşulup değerlendirilemedi. Hakeza onun Marksizm anlatıları ve eleştirileri de yeterince ve derinlemesine değerlendirilemedi.
ALİ ŞERİATİ, DEVRİMİN İDEOLOGUYDU
Bununla beraber onu okuyan genç nesil, benim kuşağım ve benden önceki kuşak ağırlıklı olmak üzere, düşünceyi, bilgiyi, direnişi, özgürlüğü, özgünlüğü, Doğu'yu, Batı'yı, tarih felsefesini, Varoluşçuluğu, Marksizm'i en başta daha fazla bir merak duygusuyla öğrenmeye koştular. Bu, sınırlı bir çevrede gerçekleşmiş olabilir ama oldu. Diğer yandan, o, bizim tarafımızdan İran İslam devriminin ideologu olarak hep algılandı ki bu gerçekten doğrudur. Devrim öncesi gösterilerin fotoğraflarına bakarsanız İmam Humeyni ile birlikte en çok onun fotoğraflarının döviz olarak taşındığını görürsünüz. Böylece o, özellikle ve yoğunluklu olarak 80 sonrası İslami bilinçlenmede Türkiyeli Müslümanlar açısından çok önemli ve olumlu bir işlev gördü. Dediğimiz gibi tüm eksik ve kusurlu anlama çabalarıyla beraber.
ŞERİATİ'DEN HENÜZ YETERİNCE İSTİFADE EDİLEMEDİ
'Düşünce mirasından yeterince istifade edildi mi?' sorunuza gelince; buna çok rahatlıkla 'Evet.' demeyi gerçekten çok isterdim ama maalesef... Bunu şunun için rahatlıkla söyleyebiliyorum; tam ve orijinal çevirileri bunca zaman sonra daha yeni yapılıyor bu memlekette. Bir de buna az önce söylediğimiz eksikliklerimizi eklersek yeterince faydalandığımızı ve anladığımızı -yine her ne kadar istisna şahıslar olabilse de- söyleyemeyiz. Bugünlerde popülerleşen yaklaşımları, yeni dönemde ciddi bir anlayış değişikliğini ve bunun sıhhatinin de su götürür olduğunu ekleyebiliriz.
Genel anlamda onun etkisini olumlu olarak değerlendiriyorum. Bize devrimci düşünceyi ve tavrı, fedakârlığı, yiğitliği, özgürlüğü ve aşkı öğretti. Bu, onunla ilgili kısmı… Bizimle ilgili kısmı ise bugün itibariyle epey sorunlar taşıyor. Şöyle ki; bunu 34. sene-i devriyesinde yazdığım bir yazıda şöyle ifade etmiştim:
'Ey Kevir'in Çocuğu! Ey Ali! Sen söylenmesi gerekenleri söyledin, görülmesi gerekenleri gösterdin, yazılması gerekenleri yazdın. Ama işitmediler, işitmek istemediler, görmediler, görmek istemediler, okumadılar, okumak istemediler. Hala kulaklar sağır, gözler kör, idrakler kapalı. Hala dine karşı din savaşıyor. Al İslam'a karşı Kara İslam, nebevi önderliğe karşı saltanat, Ebuzer'e karşı Kab'ul Ahbar, Ali'ye karşı Muaviye, Hüseyin'e karşı Yezid iktidardadır. Hala Kur'an mehcur, hala peygamberî sünnet kayıp, hala Bâtıni, tasavvufi risale ve efsane İslam'ı el üstünde. Hala kabirlerden medet umuluyor, mesaj kabirlere kurban ediliyor. Ali'nin Şiası olduğunu söyleyenler Ümeyyeoğulları'nın bayrağını taşıyor artık. Zeyneb'in mezarında ağlayanlar oligarşiye özeniyorlar. Din saltanata dönüşmüştür. Senin uğruna can verdiğin idealler yasaklı ve baskı altındadır.' Bizim açımızdan da bence manzara budur. Bu cümleler anlayan vicdanlar için yeterince açıktır. İnşallah sorunuza yeterli cevap olmuştur.
Kabul ederiz ki, her düşünce adamının geçirdiği bir kısım düşünsel aşamalar bulunmaktadır. Beraber düşündüğümüzde Ali Şeriati'nin düşünce dünyasının gelişimi ne tür aşamalardan geçti? Bu süreçlerde Şeriati'nin düşünce dünyasında ne tür değişimler yaşandı? Şeriati'nin sabiteleri var mıydı? Varsa nelerdi? Karar kıldığı son aşamayı nasıl belirleyebiliriz?
ŞERİATİ'NİN DÜŞÜNSEL TEKÂMÜLÜNÜ ESERLERİNİN KRONOLOJİSİNDEN HAREKETLE BELİRLEYEBİLİRİZ
Elbette ki düşünce bir evrim meselesidir. Tekâmül meselesidir. Düşünce bilgiye dairdir ve bilgi, hayat, zemin değiştikçe düşünce de değişir. Hiç birimiz gençlik günlerimizdeki gibi düşünmüyoruz. Ama bazı sabitelerimizden de asla vazgeçmiyoruz. Sabitelerimizi günceli dönüştürmeye matuf olarak yeni bir fıkıh içerisinde değerlendiriyoruz. Bu, pratik olarak böyle... Bir de düşünce serüvenimiz, bilgi birikimimiz, tecrübelerimiz ve bu çerçevede karşılaştığımız sorunlara dönük tavrımız her yaşta farklılaşıyor. Doktor Şeriati de bizim gibi bir insandı. O da bunlardan beri değildi.
Bu düşünce evrimini en sağlıklı şekilde onun yazdıklarını kronolojik olarak takip ederek görebiliriz. Bu konuda bizim internet sitesinde tüm eserlerinin kronolojik ve kısa açıklamalı bir serüvenini paylaştık. Bu çok önemli bir çalışmaydı. Melih Ahıskalı kardeşim bunun ortaya çıkarılmasını sağladı.
Evvel emirde şunu söyleyebilirim ki; o, şarkısını tamamlayamadan aramızdan ayrıldı. Belkilerle tarihi anlayabilmek, ihtimaller üzerinden konuşmak ne kadar doğru olur bilemeyiz ama yaşasaydı ben inanıyorum ki onun devrimci ve içtihadi kafası daha yeni pencereleri bize açacaktı. Ama meşiet onun hakkındaki hükmünü öyle verdi.
O, zaman zaman deruni bir yöneliş içerisinde oldu, zaman zaman da istibdada karşı alegorik ve sembolik bir dille saldırdı. Tutsaklık güncelerinde, Paris Sorbonne günlerinde yazdıklarına bakarsak daha manevi, insana, varlığa, yaratılışa dair şeyler buluyoruz. İnzivanın yarattığı meraret duygusu bazen içe çekilme bazen de büyük kederler şeklinde tezahür etmiştir. İlginçtir, bu durumlarda dahi büyük umutlar taşımayı ve büyük zaferlere inanmayı elden bırakmamıştır. Bu zamanlarda 'tasavvufi' veya 'irfani' diyebileceğimiz yönelimleri ve yazmaları olmuştur ki bence bu her insanda olabilecek duygusal yoğunlaşmalardan öte bir şey değildir. Ama o, asla sorgulayıcı aklını devreden çıkarmamıştır. Kendisi zaman zaman geleneksel Şia'nın reflekslerini gösterdiği gibi zaman zaman da gizli bir Sünni olmakla suçlanacak şeyler söylüyordu. Marksizm'den işine yarayacak malzemeyi almakta ve bunun İslami karşılıklarını Kur'an merkezli olarak üretmekte son derece başarılıydı. Bu, onun Marks'ın tilmizi olarak suçlanmasına da sebep oluyordu. Ama o bunların hiçbirisine aldırmadı.
ŞERİATİ'NİN SABİTELERİ: TEVHİD, AŞK, ÖZGÜRLÜK
Bütün süreçler boyunca sabiteleri bence üç kelimeyle özetlenebilir: Tevhid, aşk, özgürlük. O, hayatı, toplumu ve tarihi tevhidî bir planda düşündü. Tevhid onun için varlığın temeli ve esası idi. Her şey onun için, onun tarafından ve ona göre idi. Yani tevhide göre. O olmadan hiçbir şey açıklanamazdı. Aşk onun için imandı. İnancına bu kadar bağlı ve hırslı az insan bulunur. O, imana âşık bir adamdı. Çünkü o, insanın özgürlüğüne inanıyordu. Özgür bir insan olarak inancına bağlı olmak ve özgürlüğünü inancının kavgasında bayraklaştırmak istiyordu.
Karar kıldığı bir nokta var mıydı bilemiyorum ama ölümünden önce yayınlanan eserlere baktığımızda mesela: Kıssey-i Hasan ve Mahbube (Ez Şuma Du Ten; Şehid, Şahid) 'Hasan ve Mahbube Kıssası (Siz İkiniz; Şehid ve Şahid)' yazısında Dr. Ali Şeriati insanlığa karşı cephe almış olan Zer, Zor, Tezvir olarak sembolleştirdiği -Mele, Mütref, Belam- istismar, isti'mar ve istihmar'ın bugün yeni bir çehre ile insanların önüne set kurmaya ve onları uyuşturmaya çalıştıklarını anlatmaktadır. Dr. Ali Şeriati bu üç uğursuz şeytanın elinden kurtulmanın yolunun; öze dönüş hareketine ve Muhammedi İslam'ın tekrar diriltilmesine bağlamaktadır. Ben yazı ve düşünce serüveninin tamamına baktığımda ve son yazdıklarını dikkate aldığımda onu artık tarih, toplum, devrim ve ideolojisi üzerinde düşüncesini çok ileri noktalara taşımış ve fikriyatının temel taşlarını oturtmuş ve bu temelde artık analizler yapan sorumlu bir aydın olarak görüyorum. Bu elbette onun düşüncesinin son aşamasıydı demek değildir. Ancak düşünce sistemini oturtmuştu. Temel kavramlarını, kavramsal düşünmeyi, Kur'ani kavramları güncel sorunlarla yüzleştirmeyi, ıslahat çabasında öncü prototipler oluşturarak bunlarla ideolojisini taşımayı çok iyi başarıyordu. Ebuzer'den Hürr'e kadar olan yazın bunu gösteriyor. O, bu aşamada ne yaptığını çok iyi bilen birisi olarak vardı.
Ali Şeriati'nin düşünsel olgunluk dönemini ele veren eserleri sizce hangileridir? Bu eserlerden ve içerdiği mesajlardan biraz söz edebilir misiniz?
İnsan, Kevir, İslam-Bilim Dersleri, Öze Dönüş, Dine Karşı Din, İnsanın Dört Zindanı, Kendini Devrimci Yetiştirmek, Hacc bence onun öne çıkan eserleridir. Ben bütün eserlerini önemsediğim için doğrusunu isterseniz ayrım yapamıyorum. Ancak özellikle İslam-Bilim Dersleri onun kurucu bir ideoloji vazeden eserleri olması açısından bence önemsenmelidir.
ŞERİATİ'NİN ESERLERİNİN SINIFLANDIRILMASI: İSLAMİYAT, İÇTİMAİYAT, KEVİRİYAT
Başka vesilelerle ben şunu ifade etmiştim; hem İslam sosyolojisi anlamında, hem İslami sosyoloji anlamında hem de İslamcı bir sosyolog olması anlamında Ali Şeriati'nin ortaya koyduğu külliyat modern dönem İslam Toplum-Bilim çalışmalarının bana göre ana gövdesini oluşturmaktadır. Onun çalışmaları üç önemli başlıkta toplanır: İslamiyat [İslam-Bilim], İçtimaiyat [Toplum-Bilim] ve Keviriyat[Benlik-Bilim]. Bunlar içerisinde Toplum-Bilim çalışmaları onun bir İslam Sosyolojisi kurma yolundaki yoğun çabasının ürünüdür. İslam-Bilim çalışmaları ise İslam'ın modern dönemde kavramsal düzeyde epistemolojik ve ontolojik olarak ifadelendirilmenin sonucu olarak ortaya çıkan tevhidî alt yapı üzerinde somutlaşan bir ideoloji olarak görülmelidir. Klasik Marksizm'den ödünç alarak söylemek gerekirse ideolojinin üç temel ayağı olan bilim, felsefe ve politika alanına dair belirlemeler bence İslam-Bilim çalışmalarında büyük bir yetkinlikle ve cesurca işlenmiştir. Bu aynı zamanda modern dönem İslam felsefesi ya da düşüncesi çalışmalarına da yapılmış büyük bir katkıdır.
ŞERİATİ'NİN ÇABASININ ÖZÜ: ÖZE DÖNÜŞ
Burada öne çıkan mesajlar ise, İslam bir dünya dinidir; İslam insana ve hayata dairdir; tevhid varlığın özüdür, ideolojilerin iflası ve İslam'ın kurtarıcı öğretisidir. Bütün bu alanlarda söyledikleri tamamen comperativ yani karşılaştırmalı bir sosyoloji düşüncesiyle şekillenmiştir. Ki bu, bir aydın için en ileri aşama sayılmalıdır. Kıyas yoluyla, yani karşıdakini kendisiyle boy ölçüştürecek bir tanıma ve tanıtma çabasıydı. Bu iş kendine olan güvenle karşılaştırmalı olarak büyük bir tarafsızlık içerisinde yapılmıştır.
Bütün bu çabaların özeti şudur; Öze Dönüş. Ama hangi öze? Kur'ani öze. Bu dönüş çabası zamanımıza bigâne kalmayı gerektirmez. Aksine zamanın ruhuna nüfuz etmiş olarak, zamanın ve zeminin problemlerini çözebilecek bir öze dönüş projesidir bu. Ne olmalı, nasıl kalmalı, ne yapmalı? Sorular bunlardır ve cevaplar bu çerçevede verilmelidir.
Dünyada Ali Şeriati derken ona dair tanımlama ve ideolojik konumlandırmaların farklılaştığını görüyoruz. Artık neredeyse herkesin, her kesimin kendinden menkul bir Şeriati'si mevcut bulunmakta. Popüler tabiriyle Batı'da "Müslüman Sosyalist", Katı Sünnilerce "Şii", Katı Şiilerce "Sünni" olarak tanımlanan Şeriati kimdir? Daha doğrusu Şeriati kim değildir?
Burası önemli ve sürekli tartışılan bir mevzu. Manzara da biraz dediğiniz gibi böyle. İran özelinde de benzer yaklaşımlar var. Ailesinin Ali'si başka, öğrencilerinin başka, devlet erkinin başka, muhalif aydınların başka, Halkın Mücahidleri'nin Ali'si başkadır. Bu onun engin birikiminin ve hiçbir önyargılı tanımlamaya sığmayan kişiliğinin ve düşüncesinin çeşitli çevrelerce olumsuz olarak kullanılması anlamına gelir bence.
ŞERİATİ ŞERİATİ'DİR!
İlgilileri bilirler; o, Hz. Fatıma ile alakalı olarak 'Fatıma Fatıma'dır!' der. Aynı isimle Türkçe olarak basılmış bir de kitap vardır. Bu cümle bence onun kendisi için de geçerlidir. Fatıma Hatice'nin kızı olabilir, Fatıma Peygamber Muhammed'in kızı olabilir, Fatıma Ali'nin eşi olabilir, Fatıma Hasan ve Hüseyin'in annesi olabilir, bunların hepsi doğrudur. Ama bunların hepsi de Fatıma için eksik kalır. O, Fatıma'dır ve Fatıma Fatıma'dır. Ben bu cümleleri aynen Doktor için de rahatça kullanabilirim. Şeriati Şeriati'dir!
SOL'U ŞERİATİ'YE YAMAMAK ÖYKÜNMECİLİKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR!
Mevlana'nın fil hikâyesini anlatmaya lüzum yok. Şunu söyleyeyim size: Külliyat, biliyorsunuz aslına uygun olarak Türkçeye çevrildi ve bitti bitecek. Külliyatın 27 numaralı kitabı 'İran ve İslam' adını taşıyor; bu kitaptan size bir bölüm arzedeyim. Kitabın 3. bölümü 'İslam'ın Tekrar Doğuşu'dur. Bu bölümün hemen ikinci sayfasında Doktor'un yaptığı ayrıma bakın. Bakın kitap elimde ve yaşadığı dönemin İran toplumu hakkında nasıl bir ayrım yapıyor, size buradan okuyorum:
"Ya Batı burjuvazisinin tavrını ve ürününü tüketen Avrupacı modernist ya da yine Batı'dan ithal sosyalist düşüncenin tavrını ve ürününü tüketen Marksist aydından müteşekkil yenilikçi azınlığa bölünmüş bir toplum. Şimdi bu kalıplardan hiçbirine sığmayan ve bu kriterlerden hiçbirisiyle yorumlanamayacak veya tarif edilemeyecek bir hareket başlamıştır. Gerçi gözleri bu yeni ışığa alışmamış olanlar ve yeni çehreyi geç tanıyanlar onun özgünlüğünü itiraf edemez ve esasen mahiyetini de ayırt edemez. Alışıldık biçimde, her biri onu zihninde taşıdığı önceden üretilmiş kriterlere göre izah ve tarif eder. Doğaldır ki mütercimler onu 'modernizm' veya 'İslami Marksizm' olarak isimlendireceklerdir. Marksistler ve modernistler ise bir tür 'modern irtica' veya 'modernize edilmiş din' olarak."
Siz bunlardan ne anlıyorsunuz? Buradan Marksist ya da sosyalist bir Ali Şeriati çıkarmak nasıl mümkün olabilir? Bu açıkça öykünmecilikten başka bir şey değildir.
Bizim ne kapitalizmi reddetmek için kendimize başka bir isim bulmaya ne de Marksizm'i ya da sosyalizmi reddederken başka bir isim kullanmaya ihtiyacımız yoktur. Rabbimiz bize Müslüman ismini vermiştir Kitabında. Bu isim bizim için aziz bir isimdir. Sömürüyü, zulmü, istibdadı görmek için Müslüman feraseti yeter, bunun için sosyalist gözlükler takmaya gerek yoktur. Adımız Müslüman ve çabamız Doktor'un çabası olan ıslah çabasıdır. Ali Şeriati'den Sosyalist bir Şeriati, Ebuzer'den bir iştirakçi, İslam'dan sosyalizm üretme çabası en başta kavramsal bir tahrifat ve müdahale demektir. Allah'ı kendisine vekil kılan mü'minlerin batıl ideolojilerin kapısında kavram dilenmeleri beyhude bir çabadır.
ŞERİATİ-'HODAPERESTANE SOSYALİST' ÖRGÜTÜ İLİŞKİSİ
Şunu da belirtelim ki sıkça Şeriati'nin kurduğu örgütün isminin 'Allahperest Sosyalistler' olduğu vurgulanır. Bunu da açıklamakta fayda var. Şeriati, Farsça ismi 'Hodaperestane Sosyalist' olan bu öğrenci hareketine katılmıştır. Hareket demek ne kadar doğru bilemiyorum ama Şeriati daha 18 yaşlarında bir delikanlı olarak öğretmen okulundayken Muhammed Nahşeb öncülüğündeki lise ve üniversite öğrencilerinin katıldığı bir fikir kulübüne katılmıştır. Bunların amacı İslam'ı temel kaynaklarına, yani onlara göre Kur'an, peygamber sözleri ve Ali'nin kavillerine dayanarak ilerici, akılcı bir mektep olarak okumak ve ülkeye giren Batıcı fikirlerle mücadele etmektir. Şunu da söyleyeyim ki bu Batıcı fikirlere Marksizm de dâhildir. Ve bu kişiler kendilerini Allahperest Sosyalistler olarak isimlendirmişlerdir. Bu örgütü Doktor kurmamıştır. Gençlik döneminde bu fikir kulübüne katılmıştır. Hayatı ne bu kulüp çalışmaları içerisinde yaşanmıştır ne de bu hareket bir etki bırakmıştır. Bunlar o günle ilgili hadiselerdir. Hangi Müslüman bugün bir süre arayıştan sonra bilinçli bir tercih yapmıyor ki! Birçok arkadaşımız var. Sağ'dan gelmiş, Sol'dan gelmiş, yok bilmem daha önce tasavvufçuymuş filan. Bunlar olabilecek şeyler. Tersinden de bugün birçok Müslüman sapmalara uğramış. Demokrat olmuş, sufi olmuş, tarihselci olmuş, liberal olmuş, sosyalist olmuş, anarşist olmuş vs. vs. Buradan kalkıp sosyalist bir Doktor üretmek bana şöyle geliyor: Bir takım insanlar Müslümanların yaşadığı olumsuz pratikleri açıklamak için Doktor'u manivela olarak kullanıyorlar. Başka bir şey değil bence. O, bütün eksikliklerine ve hatalarına rağmen benim için bir şahit, yiğit ve dert ehli sanatkâr bir Müslüman, inanmış bir mü'min ve öncü bir muvahhid idi. Ben onu ithal kavramlarla tanımlayamam. Evet, o, Şii kültür havzasında yetişmişti ve o kültürün izlerini taşıyordu. Ama onun çabası Şiilik için değildi. Onun için Şiiler ona saldırdı. Şii idi ve bu yüzden Sünniler de ona saldırdı. Demek ki o, doğru yerde duruyordu.
"İSLAMCI SOL"UN ŞERİATİ İLE İRTİBATI
Bizim için Solculuk ne ise Sağcılık da odur. Akidevi, ahlaki, amelî bir pratik tanımlama bizi bağlar. Bu tanımlamalar Kur'ani olmalı ve öyle kalmalıdır. Biz ne muhafazakâr olabiliriz, ne liberal olabiliriz, ne tarihselci olabiliriz, ne sağcı olabiliriz, ne solcu olabiliriz. Biz Müslümanız kardeşim ve bize yakîn gelene kadar Rabbimize ibadet ve itaat ederiz.
Bahsetmeye çalıştığınız yaklaşımları bugün görebiliyoruz evet. O, konformist bir eylemsiz değildi. Bilinçsiz bir anarşist değildi. İbadetsiz bir dindar değildi. Ahlaksız bir eylemci değildi. Tevhidî bir alt yapı onun için olmazsa olmazdı. Böyle ucu materyalizme filan çıkacak ideolojileri ona yakıştırmak bir Müslümana yakışmaz. O, lüks mekânlarda ideoloji üretmedi, analizler yapmadı. Kafelerde oğlan-kız oturup ideoloji üretmek onun sünnetinde yoktu. Halkların özgürlük mücadelesi onun vazgeçilmezi idi. Bu yüzden Frantz Fanon'u, Aimme Cesaire'i tanıdı ve tanıttı. Ama bu mücadelesinin kavramsal ve düşünsel zemini İslam'a dayalıydı ve çevresi de İslam'la sınırlıydı. O, "Üç cephede savaş var." diye feryat etti. Bu üç cephenin temsilcilerini de "açık düşman", "gafil dost" ve "içimizdeki hainler" olarak belirtti. Her zaman savaş bunlarladır ve bunlara karşıdır. Bugün Şeriati'den sosyalizm çıkarmaya çalışanlara ve sosyalistlere soralım; devam eden Ortadoğu intifadaları için ne söylüyorlar?
Islah Haber: Türkiye'de de özellikle de 28 Şubat sürecine müteakip Şeriati okumalarının çeşitlendiği görülmekte. Bu durum yayın dünyasına da aksetti ki Şeriati'nin "bunalım dönemi" eserleri olarak kabul edilen "Kevir", "Hubut", "Yalnızlık Sözleri" vb. eserleri art arda baskılar yaptı. Şeriati'yi Şeriati yapan kaygıların anlaşılması bağlamında sizce bu tip eserlerin katkı değeri nedir?
ŞERİATİ'DEN "BUNALIM EDEBİYATI" ÜRETMEK SAPMADIR
Dr. Mustafa Yılmaz:Vallahi ben bahsettiğiniz bu okumalara yönelik ne düzeyde bir canlanma var, çok iyi bilemiyorum. Bir canlanma olduğu da gerçek. Bunun da keyfiyetini bilemiyoruz. Genel olarak ben burada çok olumlu bir düzey artışı var mı bundan emin değilim. Bir de Şeriati zer, zor ve tezvire karşı konuşmuş bir adamdır. Nasıl 28 Şubat döneminden sonra böyle bir ilgi ve alaka gelişti bilemiyorum. Öyle hiç de bizi rahatlatan şeyler söylemiyor Şeriati.
Bahsettiğiniz eserlerin ben Türkçede yayın tarihlerini söyleyeyim. Kevir 1992, Hubut 1999, Yalnızlık Sözleri 2001. Bu eserleri "bunalım eserleri" diye nitelendirmiyorum. "Yalnızlık Sözleri" zindan notlarıdır. Muhtevası da onun ruh dünyasını yansıtır. "Hubut" ve "Kevir" daha farklı. Yaratılış ve benlik felsefesi üzerine değerlendirmeler içerirler. Bunlar da bence tabiatları gereği soyut ve felsefi düşünsel konulardır. Varlık, benlik, yaratılış meseleleri insanlığın binlerce yıldır konuştukları şeyler.
Hem yine insanın içe yöneldiği belli zamanları da olabildiği gibi, dışa yöneldiği belli zamanları da olabilir. Bütünlüğe bakmak gerekir. Hayatını bir davaya adamış ve adeta her şeyini bu uğurda harcamış birisinden "bunalım edebiyatı" üretmek sapmadır.
Eğer demek istediğiniz şey şu ise; Doktor'un sadece bu eserleri üzerinden bunalım ve sorumsuz bir teori üzerinde duran birisi olarak anlaşılması sorunu ise; evet, buna ben de itiraz ediyorum. O, hayatının bütününde bir misyon adamı idi. Bu eserlerin okunması onun düşünsel gelgitlerinin anlaşılmasında, nasıl bir ortamda mücadele verdiğinin anlaşılmasında ve daha nitelikli bir değerlendirme imkanı vermesi açısından önemlidir. Tarihsel kişilikleri, hayat hikâyelerinden, anılarından okuyarak daha iyi anlayabiliriz. Ama bu eserleri baz alınarak onları maniple edemeyiz, kendi bezginliğimize, sorumsuzluğumuza, ilkesizliğimize ve sapmalarımıza malzeme olarak kullanamayız.
Sorularınızın her biri bir röportaj konusu kardeşim. Biz de uzatıyoruz, ne yapalım:)
Yine son zamanlarda Türkiye'de marjinal çapta seyretse de "İslamcı Sol" olarak tabir edilen bir eğilimin oluştuğu görülmekte. Bu eğilimin özellikle de "Ebuzer" eseri üzerinden kendisini Şeriati'ye refere etmeye çalıştığını gözlemlemekteyiz. Şeriati-Sol ya da Sol-Şeriati ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
'İSLAMCI SOL' TABİRİNİ KULLANANLAR KENDİLERİNİ İZAH ETMELİDİRLER
Aslında bundan bahsettik. Bir kere Ebuzer Marks'tan bin sene önce yaşamış kardeşim. Önceki sonrakine nasıl nispet edilir? Bu, biliyorsunuz Türkçe çevirisi de 70'lerde yapılan Mustafa Sıbai'nin 'İslam Sosyalizmi' kitabıyla başlayan bir tartışma. İslamcılık ve İslami Hareket söylemini kendisine yediremeyenler, bu yükü taşımaya azmedemeyenler bir takım yeni arayışlara giriyorlar. Tanımlar bizim için başka anlamları yanında akidevi bir anlam da taşır ve taşıdığı en büyük anlam budur. 'İslamcı Sol' tabirini kullananlar kendilerini izah etmelidirler. Bu tabirden şunu anlıyorum ben: Sol ama İslamcı. Bizim için İslamcı Sağ ne ise İslamcı Sol da odur. Sol'un İslam'la ortaklaşan söylemi varmış; bu bizi enterese etmez. Vahiy sadece Solcuların veya Marksistlerin ilgi alanına giren konulardan bahsetmiyor. Sorun bakalım bir Solcuya zina suç olmalı mı; Tanrı, Rab olmalı mı; hükmün kaynağı nedir? diye. Sorun bunları bakalım ne cevap verecekler! Biz Kur'ani ilkeleri parçalayamayız. İtikad ne ise bizim için iktisat da odur. İbadet ne ise muamelat da odur.
EBUZER'İN KAVGASINI ANLAMLANDIRMAK İÇİN BİZİM NE SOSYALİZME NE DE BAŞKA İDEOLOJİLERE İHTİYACIMIZ VARDIR
Ali Şeriati üzerine de aynı parçacı yaklaşımı görüyoruz. O, zaafları ve kazanımlarıyla İslam'ın yiğit bir evladıdır. Ebuzer de İslam ailesinin bir ferdidir. Emevi Sünniliğine karşı hangi sosyalizmi savunuyor bunu söyleyenler. Marksizmi mi, Leninizmi mi, Maoculuğu mu, Kastroculuğu mu, Saint Simonculuğu mu? Nedir bu? Biz bu iki anlayışı da reddediyoruz. Çünkü Doktor'un ürettiği dil ve söylem bu ikisine karşı idi. Şeyh Bedrettin ile Ebuzer'i kol kola görmek istiyorlar herhalde. O halde Bâtıni, hurufi, sufi sapmaları nereye koyacağız? Bunların iler tutar bir yanı yoktur. Ebuzer'in kavgasını anlamlandırmak için bizim ne sosyalizme ne de başka ideolojilere ihtiyacımız vardır. Adalet, infak, yoksula yardım, ihtiyaçtan fazlasını verme, malın tekellerde temerküzünün önüne geçilmesi Kur'ani ilkelerdir ve biz bunlara sonuna kadar bağlıyız. Batılı ideolojilerden devşireceğimiz bir şey yoktur. Biz batının kapı kulları değiliz!
Şeriati bugün bizim yaşadığımız topraklarda anlaşıldığı gibi Sağcı olmadığı gibi Solcu da değildi. Ne Şeriati Solcudur ne de Solcular Şeriati yoldaşları olabilirler. Bu ayrım politik olduğu kadar, akidevi, ahlaki ve felsefi bir ayrımdır da.
Ha keza 2000'li yıllardan itibaren Türkiye'de yazınsal alanda oluşmaya başlayan muhafazakâr Kürtçe basın-yayın dünyasının da Şeriati'ye ilgi duyduğunu, bazı eserlerini Kürtçeye çevirdiğini görmekteyiz. Söz konusu kesimlerde de Ali Şeriati'nin İran toplumu ve tarihine ilişkin bazı yaklaşımları öne sürülerek "Türkiye İslamcılığı"nın ve "onun kuyrukçusu Kürt Müslümanlar"ın "kendi toplumlarının sorunlarından kopukluğu" yerilmekte, Şeriati bu tartışmaların mezesi kılınmaktadır. Hatta bu kesim "Türkiye İslamcılığı"nı Kürt ulusçuluğu bağlamında Şeriati'ye dövdürtmektedir! Sizin bu yönelimlere dair gözlem ve değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Evet, bahsettiğiniz bu kitaplar benim kütüphanemde de var. Doğrusu çok kısır kalmış bir çabanın ürünleri olarak ortaya çıktı. Aynı Türkçe tercüme eserlerinin yaşadığı serüveni yaşayacaktı ki ne oldu bilmiyorum arkası gelmedi. Aslına uygun olmayan parça çevirilerdi bunlar. Ben Şeriati'nin bütün eserlerinin aslına uygun olarak Kürtçeye de çevrilmesini canı gönülden arzuluyorum. Türkiye İslamcılığının önemli bir ayağını elbette Kürt aydınları oluşturuyor. Bu "Türkiye" tanımlaması elbette ki coğrafi bir tanımlama. "Kürdistan İslamcılığı" diye bir tanımlama da kullanabiliriz. Bahse konu bu İslamcılık elbette ki zaafları olan bir deneyimdir ve hâlihazırda devam eden bir süreçtir. İslamcılık akımını biz Makalatu'l İslammiyyin'e kadar götürebiliriz. Bu eser Ebu'l Hasen el-Eş'ari'ye aittir ve tam adı 'Makalatu'l İslammiyyin ve İhtilafu'l Musallin'dir. Buradaki İslamiyyin bugün İslamcılar olarak tercüme edilebilir. Bu bir gelenektir. İslamcı geleneğin bugün arzettiği manzara ne olursa olsun bu bir damardır ve ilelebet devam edecektir. Bu, Doktor'un 'Öze Dönüş' dediği şeydir. İslamcı dediğimiz kişiler bahsettiğiniz 'Kürt Sorunu'nun aktüel olduğu dönemde zaten İslam'ı ve Kur'an'ı anlama çabası içindeydiler. Tarih ve toplum okuması yapmaya çalışıyorlar ve sorumluluk alanları üzerinde tartışıyorlardı. Hala da bu konularda kafaları karışık olanlar olabilir.
Bu manzara ortadayken İslamcıları suçlamak kötü bir niyetten kaynaklanmıyorsa aldatılmışlıkla izah edilebilir. İslamcılar ve özellikle kendilerini İslamcı olarak tabir eden, takdim etmekten çekinmeyen insanlar için böyle bir sorun yoktur. Müddeiler kimlere İslamcı demektedirler onu bilemiyoruz. Kürt sorunu da, Kur'an'a dönüş çabaları da, başörtüsü sorunu da, işçi hakları da bizim için önemlidir ve önceliklidir. Bakın Dünya ve İslam Dergisi'nin Bahar 1992 tarihli 10. sayısında bu mesele tartışmaya açılmıştır, ondan önce de yazılmıştır. Hakeza aynı derginin Güz 1991 tarihli 8. sayısında Hamza Türkmen'in kaleme aldığı 'İslami Hareketin İşçi Sınıfına Zorunlu İlgisi' başlıklı makale eşine az rastlanır nitelikte çalışmalardır. Yine Yeryüzü Dergisi'nde çıkan benzer konulara ilişkin onlarca haber ve makale bu iddiaların tersini söyler. Bugün bu iddiaları dillendirenler veya onların öncülleri o zaman hangi mecralardaydılar? Eğer bu kesimler Türk ulusçuluğundan devşirdikleri bir Kürt ulusçuluğu inşa etmek gibi bir sapma içerisinde değillerse ve kendilerini de İslamcı olarak tanımlıyorlarsa bahsettikleri zaaflar bütün İslamcıların zaaflarıdır. Çünkü İslamcılık kavmi aidiyeti işaret etmez. Coğrafya ile kayıtlı değildir. İslamcı Türk, Kürt, Mağripli, Arap, Hintli fark etmez.
Kendi toplumumuzun sorunlarına duyarlıyız elbette ama bu, başka coğrafyaların sorunlarına ilgisiz kalacağımız anlamına gelmez. Doktor Şeriati Sorbonne'da doktorasını yaparken ülkesi olan İran, Şah zulmü altındaydı ancak Cezayir'de de Fransız emperyalizmine karşı direniş vardı. Doktor bunları birbirinden ayrı olaylar olarak görmedi. Cezayirli öğrencilerin gazetelerinde yazılar yazdı, onların direnişine destek verdi, gösterilere katıldı.
Çok sınırlı bir çevrede de olsa 90'lı yıllarda Müslüman olarak Kürt sorununu konuşmak bedel ödemeyi gerektiren bir şeydi. Hem toplumsal olarak hem de sistem açısından. Bunların şahitliği yapılmıştır. Şimdilerde AKP iktidarının sağladığı görece özgürlük ortamında İslamcıları karalamak kolay bir iş olabilir. Bir diğer handikap da bu kişilerin İslamcılara saldırılarının dozajlarını sürekli yükseltirken Kemalist ulusçuluğa dair sessizliklerini, kapitalist sermayedarlığa, sömürü ekonomisine seslerinin çıkarmamasıdır. Aynı çevreler Müslümanlara saldırırken Kürt ulusalcılarıyla iş tutmaktan çekinmemektedirler ki bu da zihnî bir karmaşanın sonucudur. Biz eksikliklerimizi ve yanlışlıklarımızı İslami kimliğimiz çerçevesinde birbirimize hatırlatmakla yükümlüyüz.
Bildiğiniz gibi İslam dünyasında bugün hâkim medyaca "Arap baharı" olarak tabir edilen kitlesel bir uyanış ve intifada hali yaşanmaktadır. İran'ın özellikle de Suriye İntifadası karşısındaki tutumu yürek yaralamakta. Şeriati'yi bize bıraktığı mirasla bugüne tanık kıldığımızda sizce Üstad'ın İran'ın bugünkü durumu karşısındaki tutumu nasıl olurdu?
Sadece bu meselede değil başka meselelerde de İran söz konusu olunca acaba Ali Şeriati nasıl bakardı gibi bir soru gündeme geliyor. Bununla ilgili bir yazıyı da Cihan Aktaş kaleme almıştı gazete köşesinde. Sitede biz de paylaştık. Şeriati girdiği ortama rahatsızlık veren birisiydi. "Sizi rahatsız etmeye geldim!" diyordu. Bu anlamda Şeriati sadece Suriye mevzusunda değil, kadın konusunda, özgürlükler konusunda, dini otoritenin yetkileri konusunda, mezhepsel tutum konusunda vs. vs. farklı düşünceler vazederdi.
Bizim elimizde kıstas olmalıdır. Bu, İran-Turan meselesi değildir. Hali hazırdaki ulus-devlet yapılarının hesaplarını devam ettirdikleri ulusal çıkarları var. Suriye hadisesi bu ulusal çıkarlar ve denklemlerle izah edilmeye başlanınca büyük bir karmaşa yaşanıyor. On binlerce insanın katledildiği bir hadisede Şeriati ne düşünürdü sorusu gerçekten cılız kalıyor. Bu konuda sağlıklı bir düşünce ile hareket etmek için ne Şeriatici ne de Şeriati karşıtı olmaya gerek var. İran İslam Cumhuriyeti'nin Şeriati ile olan ilişkisi bağlamında Suriye'deki çatışmaları okumak bence anlamsız. İran rejimi Şeriati'yi çok sevseydi biz ne diyecektik?
KENDİMİZİN VE YAKINLARIMIZIN ÇIKARLARINA AYKIRI DA OLSA ADALETLE DAVRANAN ŞAHİTLER OLMALIYIZ
Tevhid ve adalete inanan insanlar olarak etnik, mezhepsel, ulusal çıkarlardan arınmış bir zihinle baktığımızda zulüm ve katliamın açık olduğunu görmemize mani bir şey yok ortalıkta. Bu, bizim İran düşmanı olduğumuzdan filan kaynaklanmıyor. Biz İran'ın İslami Devrimi'ni desteklerken nasıl Şii olmadıysak bugün İran rejiminin Şia içerisinde değerlendirdiği bizce sapık Nusayrilere karşı oluşumuz da bizi Sünni yapmıyor. Bizi Kur'ani ilkeler bağlar. Türkiye devletinin hükümetinin temsilcilerinin yaklaşımları biz Müslümanların yaklaşımlarıyla benzerlik arzediyor diye biz devletçi de olmuyoruz. Türkiye de bir ulus-devlettir.
Ali Şeriati bence uyanık bir bilinç idi. Zulme ve zalimlere karşı idi. Bu, ulusal ve mezhepsel çıkarlara feda edilebilecek basit bir ilke değildir. Çünkü biz Kur'ani bir ilke olarak biliyoruz ki çıkarlarımıza ve yakınlarımızın çıkarlarına aykırı da olsa adaletle davranan şahitler olmalıyız. İlginç ve zor bir dönemden geçiyoruz. Adaletten bahsedenler Suriye'den bahsetmiyor. Kürt sorununu konuşanlar Suriye'deki katliama sessiz ve hatta karşısında. İran yanlıları Müslümanları NATO'culukla suçluyor. Hiçbir mazeret insanların, zalimlerin zulmü altında ölüm parantezinde tutulmasının gerekçesi olamaz. İran ve Hizbullah yanlış yapmaktadır ve bu, ümmet perspektifinden uzak ulus ve mezhep çıkarlarının korunması telaşı olarak okunmalıdır. Emperyalizmin öteki ucu olan ve de içlerindeki ve nüfuz alanlarındaki Müslüman halklara karşı düşman tutumlar sergileyen Rusya ve Çin'le ilişkilerini derinleştiren İran tavrının başka açıklaması olamaz. Kendimizi yerel, bölgesel ve küresel despotların iktidarlarından uzak tutmalıyız.
2006 Martından bu yana www.aliseriati.com adında bir internet yayını yapmaktasınız. Bizi sitenin yayın politikası, hedef ve faaliyetleri hakkında bilgilendirir misiniz? Neden www.aliseriati.com ?
Bu internet sitesi ferdi bir çaba olarak var oldu. Halen de öyle sayılır. Birçok makale ve değerlendirme yayınlandı. Şeriati ve onun bizce önemli mirası paylaşıldı tartışıldı. Bu bağlamda bir eser de vücuda geldi. 'Sizi Rahatsız Etmeye Geldim' adıyla Gezgin Yayınları tarafından yayınlandı. Şeriaticilik yapmadan anlamayı, karşıtı olmadan öğrenmeyi, zaaflarından arındırarak geleceğe taşımayı ilke edinen bir sitedir. Dikkat edilirse günlük tartışmaların dışında kalmayı, bilgi ve düşünceyi önemsemeyi içeriğine de yansıtmıştır. Dünyada da Doktor'u işleyen böyle bir internet sitesi yoktur.
Ben bu çabayı genel İslami mücadelemizin, Şeriati'nin kendisini ait hissettiği Islahat çizgisinin bir parçası olarak görüyorum. Onun eserlerinde sıkça rastladığımız ve sitayişle kendisinden bahsettiği Seyyid Cemaleddin (Afgani)'nin yirminci yüzyılın başında tespitini yaptığı ve hâlihazırda bizim çözüm anlamında çok da ileriye taşıyamadığımız sorunlarla karşı karşıyayız. Şehid Mutahhari'nin 'Son Yüzyıldaki İslami Hareketler' kitabında beş madde altında topladığı bu sorunlar ise: Devlet adamlarının istibdadı; Müslüman halkın cehaleti; hurafelerin Müslümanların inançlarına egemen olması ve onları ilk İslam'dan uzaklaştırması; mezhebî taassup ve tefrika; Batı sömürüsünün nüfuzudur. Bugün de aşağı yukarı sorunlarımız bunlardır. Bu site, ıslah çabalarına Ali Şeriati'nin değerli katkısını gündemleştirmek, tartışmak, ilerletmek gayesi ile kurulmuştur. Mütevazı çabası budur. Benim Doktor Şeriati'den anladıklarım bu çerçevededir. Elbette o da bir kul idi ben de bir kulum.
Röportaj için çok teşekkür ederiz. Site ve özelde yaptığınız çalışmaların hem Şeriati'nin anlaşılmasına hem de onun Öze Dönüş dediği çabalara katkıda bulunmasını temenni ediyoruz.
Dr. Mustafa Yılmaz:Bu uzunca röportajınız için ben de size teşekkür ediyorum. Bu vesile ile Doktor'u bir kez daha minnet ve şükranla yâd ediyorum. Rahim olanın ona merhametle muamele etmesi için dua ediyorum. Onun öğrencileri ve takipçilerinin modernist etkilerden uzak Kur'ani bir perspektifle onun mirasını derinleştirmelerini temenni ediyorum. Onun dediği gibi gidenler sadece bir tercihte bulunmuşlardır, biz kalanlarınsa yükü ağır ve işleri zordur. Ve zorlukla beraber bir kolaylık mutlaka bulunur.
* ISLAHHABER
SON VİDEO HABER
Haber Ara