Gıdaya göre sindirim
Canlıların hayatlarının merkezine rızık (beslenme) yerleştirilmiştir. Hayatın devamı bir yandan rızka, diğer yandan da gıdaları canlının kullanabileceği hâle dönüştüren sindirim organlarının sağlıklı çalışmasına bağlıdır. Ot, et ve tohum gibi farklı gıdaların her birinin sindirimi için çok özel enzimler ve mekanizmalar gereklidir.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-06-26 11:04:20
Canlının yediği gıda ile sindirim sisteminin uygunluğu, ancak küllî bir ilim ve iradeyle mümkündür. Gıdaların ağza alınmasıyla başlayan sindirim faaliyeti, en mükemmel fıtrî rafineri sistemlerini harekete geçirir. Sindirim sistemi başlı başına bir tefekkür tablosu ve Allah'ın (cc) güzel isimlerini gösteren bir aynadır. Tohum yiyen kuşlar ile ot yiyen, geviş getirenler bu hususta enteresan bir karşılaştırma mevzuu olabilir.
Tohum yiyen kuşlarda sindirim
Kuşlar âleminin temsilcilerinden olan tavuğun sindirim sistemi; gaga, ağız, yemek borusu, kursak, ön mide (bezli mide), taşlık (kaslı mide), ince bağırsak, çekum (körbağırsak), kalın bağırsak, kloak ve anüs gibi ardışık dizilmiş organlardan teşekkül eder. Ayrıca pankreas, karaciğer ve safra kesesinden salgılatılan enzimler de sindirimde vazifelidir. Sivri bir şekilde sonlanan gaga, bilhassa taneli yemleri alabilecek şekilde yaratılmıştır. Hayvanların çoğunda sindirimin ilk kapısı olan ağızda; dudak, yumuşak damak, yanak, dil ve dişler gibi yardımcı unsurlar bulunurken, tavuklarda böyle yapılar mevcut değildir.
İnek, koyun keçi, deve gibi geviş getiren hayvanlarda (ruminantlar) gıdaların ağza alınmasında, gaga yerine dil kullanılırken, yemin ön parçalanmasında dişler vazifelendirilmiştir. Tavuklarda ise, ön parçalanma, alt ve üst gagalarla gerçekleştirilir. Geviş getiren hayvanların dillerinin ucunda, kenarlarında ve ortasında değişik şekillerdeki tat tomurcukları (gustatorik papillalar), tat alma organı olarak vazife görür. Tavuklarda bunlar bulunmadığından, geviş getirenlerdekine benzer bir tat alma hâdisesi yoktur.
Sindirim borusunun ikinci kısmı olan yemek borusunun yapı ve fonksiyonu tavuklarda ve diğer hayvanlarda benzer hususiyetler gösterir. Ancak, tane veya tohum yiyen bütün kuşlarda olduğu gibi, tavuklarda da, yemek borusunun genişlediği bölgeye karşılık gelen torba şeklinde bir sindirim organı daha bulunur. Kursak denilen bu odacık, yemlerin depolanması, ıslatılması ve yumuşatılmasına aracılık ederek, sindirim işlemlerinin istenen kıvamda olmasında vazife görür, dolayısıyla, midenin yükünü hafifletir (tıpkı bizim kuru fasulye veya nohut gibi zor pişen gıdaları, pişirme işleminden bir gün önce akşamdan suya koymamız gibi).
Tavuklarda mide, ön mide ve taşlık olmak üzere iki farklı kısımdan oluşur. Hayvanın yediği tohumlar yemek borusunun kursaktan sonraki kısmından da geçerek sindirim salgılarının yapıldığı ön mideye geçer. Burada besinler kısa bir süre depolanır ve mide öz suyuyla karıştırılır.
Bu salgıda proteinlerin sindirimini başlatan pepsin enzimi ve bu enzimin tesirli olacağı pH şartının hazırlanması için salgılatılan (ve ayrıca minerallerin çözülmesine de yardım eden) hidroklorik asit bulunmaktadır. Bu iki önemli salgı midedeki farklı salgı bezleri tarafından üretilir. Ön mideden sonraki yapı olan taşlık; kursak gibi, tane veya tohum yiyen bütün kuşlara has mekanik sindirimin yapıldığı yerdir.
Bir çift kalın ve kuvvetli kas tabakasından müteşekkil olduğundan, buraya kaslı mide de denir. Bu kasların güçlü kasılmaları neticesinde yemler mekanik olarak parçalanır ve öğütülür. Tavuk, yem toplarken, sanki sindirim sisteminin nasıl çalışacağını biliyormuşçasına küçük kum, taş ve kireç taşı parçacıklarını da yutar. Birçoğumuz tavukların tohumları taştan ayıramayıp yuttuğunu zannetsek de, bu işlemin onlara sevk-i İlâhî ile yaptırıldığı çok açıktır.
Sindirim kanalının 'değirmen taşları' hükmündeki bu taşların taşlıkta bulunmaması hâlinde tam bir öğütme olmayacak, dolayısıyla yem maddeleri parçalanmadan ince bağırsaklara geçecek ve bunlar bünyeye istenen ölçüde faydalı olamayacaktır.
Alınan yemler, hususiyetlerine göre taşlıkta birkaç dakika veya birkaç saat kalabilmektedir. Mideden sonraki duedonum (onikiparmak bağırsağı), jejunum ve ileum olarak adlandırılan bölümlerden oluşan ince bağırsak, tohumla beslenen kuşlarda da, diğer hayvanlarda olduğu gibidir.
Duedonuma pankreastan salgılanan pankreas suyu ve safra kesesinden salgılanan safra boşaltılır. Yemlerin sindirim ve emilmesi esas olarak bu salgılar eşliğinde ince bağırsakta olur. İnce bağırsağın hemen bittiği noktada bulunan, 10–15 santimetre uzunlukta, 'V' şeklindeki kör bağırsaktaki bakteri faaliyetleri eşliğinde -geviş getirenlerdekine benzer şekilde- karbonhidrat ve protein sindirimiyle bunların emilimleri gerçekleşmektedir.
Sindirim sisteminin ileri bölümlerindeyse kalın bağırsak ve kloak bulunmaktadır. İnce bağırsağın iki katı çapındaki kalın bağırsağın görevi, sindirilmiş besinlerin artıklarının geçici olarak depolanması ve vücuttaki su dengesinin sağlanmasıdır. Kloak, kalın bağırsağın anüse doğru genişlemesinden meydana gelmiş, sindirim, boşaltım ve üreme kanallarının açıldığı farklı yapıda bir odacıktır.
Tohum yiyen kuşları rızıklandırmak için onların sindirim sistemine yukarıdaki mekanizmaları bahşeden Cenab-ı Hakk, geviş getiren canlıları (ruminantlar) ise farklı ağız, diş, mide ve bağırsak yapıları ve sindirim stratejileriyle donatmıştır.
Geviş getiren memelilerde sindirim
Tükürük salgılanması geviş getiren hayvanlar için elzem iken, tavuklarda farklı bir sistem işletildiğinden buna ihtiyaç yoktur. Allah'ın (cc) Hâkim, Rezzak, Musavvir, Rahman isimlerinin aşikâr bir tecellisi olan tükürük salgılanması işlemi neticesinde, geviş getiren hayvanların yemleri yumuşatılmakta ve ağız kuruluğunun önüne geçilmektedir.
Tükürükte bulunan ve sindirimde rol oynaması yanında antibakteri hususiyeti de olan 'pityalin' maddesiyle (veya alfa amilaz), bu hayvanlar enfeksiyonlardan korunmaktadır. Yeni doğan buzağıları analarının sürekli yalamasının hikmeti, hem bir şefkatin ifadesi, hem de yeni doğanı muhtemel enfeksiyonlardan korumaktır. Benzer şekilde, kedi ve köpek gibi hayvanların yara bölgelerini yalamaları ve böylece iyileşmeyi hızlandırmaları da tesadüfî değil, hikmet ve rahmet çizgisinde gerçekleşen davranışlardır.
Bu hikmetler, ayrıca ineklerde günde ortalama 90–180, koyunlarda ise 5–8 litre salgılanan tükürüğün israf olmadığını gösterir.
Geviş getiren hayvanlarda mide dört bölümden müteşekkildir; ilk üç bölümü işkembe (rumen), böğürtenek veya börkenek (retikulum) ve kırkbayır (omasum) oluşturur. Bu üç bölüm ön mide adını alır. Esas mide vazifesini yapan son bölüm ise şirden (abomasum) olarak isimlendirilir. Otun ete göre gıda değeri çok düşük olduğu için, iri cüsseli bir geviş getirenin bol miktarda ota ihtiyaç duyacağı açıktır. Bundan dolayı, işkembenin kapasitesinin 150 litre kadar olması hikmetli ve yerinde bir durumdur. Ayrıca bitki hücrelerindeki selüloz duvarları sindirecek olan selülaz enzimi hiçbir memeli hayvanın dokularında üretilmemektedir.
Selülozun sindirimi için, ilmi ve kudreti sonsuz olan Rabb'imiz geviş getiren memelilerin işkembelerine, selülozu parçalayan selülaz enzimini üretme kâbiliyetiyle yarattığı çok fazla miktarda bakteri, protozooa, maya ve mantar yerleştirmiştir. İşkembe bu mikroorganizmaların varlığında bir mayalanma (fermentasyon) odası olarak iş görmektedir.
Bu mikroorganizmalar, geviş getirenler tarafından tüketilen selülozlu gıdaları parçalayarak hem kendi besin ihtiyaçlarını gidermekte, hem de bu simbiyotik münasebet çerçevesinde ev sahibinin enerji, protein ve vitamin (bilhassa B12 vitamini) ihtiyacının karşılanmasında görev almaktadır. Acaba işkembedeki mikroorganizmalar bu sentez ve yardımlaşma mekanizmalarını nereden öğrenmişlerdir?!
Ne muhteşem bir mühendislik harikasıdır ki, yeni doğan geviş getirenlerde yemek borusunun bitişinden, sindirimin asıl safhasının gerçekleştirildiği en sondaki mideye (abomasum) kadar 'kayık' şeklinde uzanan yarım oluk şeklindeki 'sulkus özofajikus' yapısı bulunur. Bu yapı sayesinde, içilen süt işkembeye uğramadan asıl sindirimin olacağı en son mideye ulaşır. Çünkü sütün muhtevasında selüloz gibi parçalanması gereken maddeler yoktur. Dolayısıyla sütün işkembeye gelmesi gereksiz bir durumdur.
Böyle olmasaydı, doğrudan işkembeye gelen süt, mikroorganizmalar tarafından bozulacak, besleyici hususiyeti kaybolacak ve işkembedeki mikroorganizmalara boşu boşuna verilen bir rüşvet hükmüne geçecekti.
sızıntı
SON VİDEO HABER
Haber Ara