Yunanistan'ın Türkiye'de alabileceği ders
-Türk Ekonomisi Tasarruf Politikası ve Yapısal Reformlar Sayesinde 2001 Finans Krizinden Güçlenmiş Olarak Çıktı--
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-06-25 16:49:49
Dolar, yen, avro veya paundun sahip olduğu gibi mart ayı başından beri Türk Lirası da kendi sembolüne sahip. İstanbul'un alışveriş mekânları ve restoranlarında bu sembol şaşırtıcı bir hızla kullanılmaya başlandı.
Seçim, sekiz binden fazla kişinin katıldığı bir yarışmayla yapıldı. Sonunda para birimini oluşturan kelimelerin baş harfleri yani T ile L'nin bir balık oltası ve iki yatay çizgi şeklinde kaynaşmaları önerisi yarışı kazandı.
Ankara'da başka bir tarif tercih ediliyor. Orada çapa sembolü istikrar göstergesi olarak yorumlanıyor.
İlk bakışta iki kere çizgi çekilmiş "t" harfi yine iki çizgi çekili olan avro sembolüne benziyor ancak iki sembol arasında sadece grafiksel nedenlerden kaynaklanmayan bir fark var: Avroda iki çapraz hat yatay olarak giderken (bir grafik teknisyeninin bunu sadece bir durgunluk simgesi olarak değerlendirebileceği şekilde) Türk para biriminin simgesinde bunlar dimdik yukarıyı işaret ediyor. Bu yönelimin bir hırsı yansıttığı hususu para sembolünün tanıtımında gizlenmedi.
Avro bölgesinin şu sıralar bir durgunluktan bile memnuniyet duymak zorunda kalıyor olması ise açık yaraya tuz basmak gibi bir şey. Ankara'da insanların böyle bir vurgulama yapmaya ihtiyaçları yok. Yıkılma işaretleri gösteren avro alanı ile yıllardır hızla gelişen Türkiye arasındaki farklar açık bir şekilde ortada. Oysa bu Boğaziçi'ndeki ülke yeni yüzyılın başlangıç yıllarında umutsuz vaka olarak kabul ediliyordu.
Aşırı borçlanma altındaki devlet yıkılmanın eşiğindeydi, işlevsel olmayan bankacılık sektörü felç olmuştu ve zorlu bir hiper enflasyon, kuru dünyanın en zayıfı olarak nitelenen Türk Lirasının rekor bir hızla değer kaybetmesine neden olmuştu. O dönemde en sıkı Türk yurtseveri bile ülkenin para birimi ile çapa ve istikrar gibi kelimeleri ağzına almaya cesaret edemezdi.
Türkiye'nin 2001 yılında savaştığı ekonomik travmalar bazı yönleriyle Yunanistan'ın bugünkü borç krizini anımsatıyor. Son zamanlarda Atina'ya tekrar tekrar derin düşüşün ardından tutarlı reform politikaları sayesinde hızla tekrar ayakları üzerinde durabilen Doğulu komşusunu örnek alması çağrısında bulunuluyor. Bu çağrılar sadece yurt dışından yapılmakla kalmıyor.
Yıl sonundan önce o dönemin Başbakanı Yorgos Papandreu Parlamentoya böyle bir çağrıda bulunmuştu. Papandreu, İki ülke arasındaki tarihî ve kültürel hassasiyetleri geride bırakarak, "Neden komşumuz Türklerin yaptığını biz de yapamayalım?" sorusunu yöneltmişti. 2001 yılının Türkiye'si geçtiğimiz yılların Yunanistan'ı ile karşılaştırılabilir mi? Türkiye'nin sıkıntısını gideren tedavi yöntemi Yunanlı hastaya da uygulanabilir mi? Bu soruları cevaplayabilmek için Türkiye'nin 2001 yılında içinde bulunduğu finans krizinin dinamiklerini ve kapsamını kısaca bir hatırlayalım.
O dönemde devlet bütçesinin lehimleri tamamen atmıştı. Bütçe açığı GSMH'nin yüzde 17'sini, kamusal borçlanma ise yaklaşık yüzde 80'ini teşkil ediyordu. Bu rakamlar 2009 yılında Yunanistan'daki hükûmet değişikliğinin ardından önceleri gizlenen sonradan kamuoyunda büyük ölçüde ortaya çıkan sefaletle ilgili doneler bağlamında borçlanmanın daha iyice ama bütçe açığının çok daha fazla olduğunu gösteriyor.
Geriye bakıldığında Türk finans krizi çoğunlukla 2001 yılı üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak neredeyse iflas ediyor olmanın baskısı daha öncesine dayanıyor. Siyasi partiler Yunanlılara has tavırlarla halkın desteğini pahalı seçim hediyeleriyle satın almaya çalışıyor, devletin kasalarını yağmalıyorlardı ve giderek artan borç yükünü finanse edebilmek için siyasetle çok iç içe olan bankalar, cömertçe tekliflerle devlet tahvillerine yatırım yapmaya teşvik ediliyordu. Özel şirketler ise ancak siyasi karar mekanizmalarında arkaları var ise kredi alabiliyordu.
--Sorun Yaratan Devlet Bankaları--
Patlamaya yol açacak aşırı basınç o dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında 2001 Şubat ayında meydana gelen tartışmayla ortaya çıktı. Bir MGK toplantısında Sezer, Anayasa'nın bir kopyasını masanın üzerine atarak hükûmeti her yere yerleşmiş yolsuzluklara karşı bir şey yapmamakla suçladı. Bu eleştiriyi tetikleyen şey dört devlet bankasının 2000 yılında milyarlarca liralık zarar içinde olmasıydı.
Cumhurbaşkanı bu bankaların kötü yönetimini kendine bağlı bir komisyonla araştırmak istemişti. Cumhurbaşkanı özellikle büyük zararların sadece hükûmet partilerine yakın kişilere verilen kredilerle açıklanamayacağından emindi. Türkiye'de gerçekten de banka kredilerinde siyasi kriterlerin rol oynadığı hususu açık bir sırdı. Böylece devlet tarafından kontrol edilen bankalar fiilen hükûmet partilerine bağlanmışlardı.
Bunlar da "kendi" bankalarının karşılığı nadiren var olan ucuz kredilerini kendi destekçilerine dağıtıyorlardı. Cumhurbaşkanının o uğursuz toplantıda Başbakanı, kurutmak yerine aynı bataklığın içinde oturup kalmakla suçlamasının bariz nedenleri vardı. Ecevit buna rağmen öfkeli bir şekilde toplantıyı terk ederek medyaya hükûmet merkezli ağır bir krizin patlak verdiğini açıkladı. Ona karşı ülkede duyulan meşakkatli güvenin artık bir faydası kalmamıştı.
Bu olayın etkileri ortaya çıkmakta gecikmedi. Yatırımcılar paralarını çektiler, bankalar dövize yöneldi ve Türk Lirası spekülatif saldırıların hedefi hâline geldi. İstanbul Borsası bir gün içerisinde yüzde 18 değer kaybetti, günlük faizler yüzde 44 seviyelerinden yüzde 7.500'lere fırladı. Merkez Bankası döviz kuru paritelerini Crawling Peg sistemi çerçevesinde savunmaya çalıştı ise de bu eylem umutsuz bir girişim olarak kaldı.
MGK oturumunun birkaç gün sonrasında döviz kuru serbest bırakıldı ve buna binaen Türk Lirası bir gün içerisinde 3'te bir oranında değer kaybetti. İthalata büyük ölçüde bağımlı olan ülkede geçim giderleri yukarı fırlarken bunun karşısında lira olarak ödenen maaşlarda herhangi bir artış olmadı. Bunun sonucu olarak kitlesel protestolar yapıldı.
Politikacıların namı kötüye çıkmıştı. Türkiye bu acil durum karşısında bağımsız bir teknokratlar komisyonunun tavsiyelerine başvurdu. Aynen son zamanlarda İtalya'da Mario Monti'ye, Yunanistan'da Loukas Papadimos'a sarılmak gibi Türkiye'de de tecrübeli ekonomist, eski Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş umut yarattı.
Ekonomi ve para politikalarının kendisine bağlandığı süper Bakan rolündeki Derviş, Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından desteklenen reform programını sundu. Uluslararası alanda tanınmış olan ekonomiste, Washington Bretton Woods kurumlarındaki 24 yıllık hassas mekanik üzerine yaptığı 24 yıllık tecrübenin büyük yararı olmuştu.
--Teknokratların Zamanı--
Başlangıçta Derviş ve ekibi, ödeme güçlüğü opsiyonu dâhil olmak üzere mecburi bir borçların yeniden yapılandırılması fikrine ilgi duydu. Ancak açık veren devlet borçlarının yüzde 60'ı yerel bankalar tarafından tutulduğu için böylesine bir adım iç ekonomide daha büyük acılar çekilmesine neden olacaktı.
Buna alternatif olarak ise sadece IMF ile yakın iş birliği içinde kemerleri daha da çok sıkmak kaldı. Harcamalarda büyük kısıtlamalara gidilmesinin ve özelleştirmelerin yapılması hususunda baskı yapan program bunların yanı sıra devletin girişimleri nedeniyle yıpranmış olan bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması ve sermayelerinin yeniden düzenlenmesini de öngörüyordu. Aynı şekilde Merkez Bankası da politik etkilemelerden bağımsız hâle getiriliyor ve belirli bir enflasyon hedefini takip etmekle görevlendiriliyordu.
--Hızla Uygulamaya Konan Düzenlemeler--
Gerçi Yunanistan'ın bankacılık sektörü vakasında, bankalar krizin başlangıcında değil öncesinde de uygun şekilde yönetiliyorlardı. Ancak mali politikalar açısından Türkiye'nin reform programı şimdiki Troyka'nın (Avrupa Komisyonu-Avrupa Merkez Bankası-IMF) talepleri ve önerilerinden çok az farklılıklar taşıyor.
Yunanistan ile karşılaştırıldığında en belirgin fark ise Türkiye'de bütün düzenlemelerin kısa dönemdeki sosyal maliyetleri çok yüksek olmasına rağmen çok hızlı bir şekilde hayata geçirilmiş olmasıydı.
Gayrisafi yurt içi hasıla 2001 yılında yüzde 6'lık kayıp verdi, bir milyon kişi işsiz kaldı günlük alışveriş giderleri patladı ve düzinelerce bankanın battığı bankacılık sektöründe çalışanların sayısı 2000-2002 yıllarında 170 binden 120 bine düştü. Düşüşün bu kadar derin olması kadar bundan kurtuluşta o denli hızlı geldi. Hâlihazırda 2002 yılında ekonomi yeniden büyümeye başladı ve o zamandan beri bu ülke etkileyici bir oran olan yıllık yüzde 5,3 seviyesinde bir büyüme hızıyla gelişmesini sürdürüyor. Daha 2004 yılında GSYH, temel bütçe bazında faiz ödemeleri göz önüne alınmaksızın yüzde 7 bir fazla vererek dengeli bir bütçe sergiledi.
Bağımsız ve inandırıcı para politikası sayesinde enflasyon yüzde 70'lerden tek haneli rakamlara düştü. Kamu borçlanması 2001'deki en üst değerinden GSYH'nın yüzde 30'una geriledi. Bu program bir başarıydı. IMF için de öyle. 2008 yılında Washington'a olan son dolar kredileri de geri ödendi. "Erste Securities İstanbul"dan Özlem Derici'nin ifadesine göre "mali politika disiplini Türkiye'yi kurtardı".
Devletin finansmanındaki istikrar öncelikle masrafların kısılması ve kapsamlı bir ücret politikası sayesinde sağlandı. Gelirler tarafında ise devlet iştiraklerinin satılması sayesinde devletin kasasına yaklaşık 30 milyar dolar aktı.
--Serbest ve Kıvrak Ekonomi--
Buna ek olarak 19 yasada gerçekleştirilen yapısal reformlar önceleri büyük ölçüde tekel ve devletçilik etkisi altındaki ekonomiyi daha serbest ve çevik bir hâle getirdi. Aynı şekilde sürekli bir problem olan vergi kaçakçılığı da ele alındı. 2002 yılında iktidara gelen AKP'li Başbakan Recep Tayyip Erdoğan IMF'nin koyduğu koşulları memnuniyetle özel ve tüzel kişilerin çeşitli hükûmetler tarafından göz yumulmuş olan uygunsuz vergi işlemlerini kontrol altına almak için kullandı.
Harcamalara yönelik bütçe konsolidasyonu, devletin geri planda tutulması, aşırı düzenlemeler içindeki bazı branşların daha sade hâle getirilmesi ve etkin bir vergi toplama sistemi Yunanistan için de iyi olurdu. İnsan "Anadolu Kaplanı"nın girişimci ruhunu örnek alabilir.
Bunlar Türkiye'nin arka bahçesinde yeşeren ve Türkiye'nin ekonomik mucizesinin motoru olarak varsayılan küçük ve orta ölçekli işletmeler. Bu işletmelerin yıllar boyunca devletten hiçbir büyük destek beklentisi olmamıştı. Zira Ankara kendisini daha çok ağır sanayi kurmakla görevli addediyordu. Kendi başına bırakılmış bu işletmeler dış yardımlar yerine kendi iç dinamiklerini kullandılar ve günümüze kadar devlete oldukça şüpheyle bakan bir görünüm çizmekteydiler. Buna karşın Yunanistan'da Atina ve Brüksel'den daimi şekilde akan sübvansiyonlar devletin inandırıcılığını pekiştirdi ancak aynı zamanda da özel girişimciliği boğdu.
Türkiye örneğinin diğer bir dersi de bağımsız bir para ve faiz politikasının yüksek değeri. Bu sayede Türkiye hızla iyileşmesini sadece genç nüfusuna değil (Yunanistan ile kıyaslandığında) aynı zamanda kusursuz sanayi temeline, "harici bir çapa" formatındaki IMF'ye, Avrupa Birliği'ne katılım sürecine ve AKP'nin tek partili hükûmeti bağlamında sahip olduğu istikrara borçlu.
Rekabet gücünü artırabilmek için paranın değerini düşürmek gibi bir opsiyon da vardı ki bu opsiyon avro alanı içinde yer aldığından dolayı Yunanistan için mümkün değil. Türk reform programının ana mimarı Kemal Derviş'in kısa süre önce bir gazeteyle yaptığı röportajda ifade ettiği gibi "Döviz kurları enstrümanı çok iyi bir araçtır. Şunu kabul etmeli ki bu aracı kullanmak zordur ve yüksek ölçüde disiplini gerektirir. Sadece Yunanistan değil diğer avro alanı ülkeleri de bunun bilincinde değillerdi.".
--İlham Kaynağı--
Kuşkuya yer yok: Avro korsesi Yunanistan'ın Türkiye başarı modelini uygulamasını zorlaştırıyor. Ama bu durum Yunanistan'ı diğer yandan reformlar yolu ile rekabet gücünün kuvvetlendirilmesi görevinden alıkoymuyor. AB konularından sorumlu Türk Bakan Egemen Bağış kısa süre önce İstanbul'da düzenlenen World Economic Forum toplantısında yaptığı açıklamada, Türkiye'nin zorlu süreçlerden geçmenin ne anlama geldiğini çok iyi bildiğini ifade ederek buna rağmen mali ve siyasi istikrarla 2001 ekonomik krizinin ardından Avrupa çapında en yüksek büyüme hızını yakaladıklarını söyledi.
Bağış, "Bunu biz yapabiliyorsak diğer AB ülkeleri de başarabilir. İhtiyaç duyulan tek şey kararlılıktır." dedi. Bağış tarafından tavsiye edilen "ilham kaynağı", AB tarafından yıllardır Birliğin bekleme odasında haylaz çocuk muamelesine tabi tutulan Türkiye, şimdi kendine güveni tam olan bir görünüm sergiliyor. Bu haklı bir gurur. Sadece batısındaki komşusuna bakıldığında değil.
SON VİDEO HABER
Haber Ara