Dindar olmak artık daha fazla gayret gerektiriyor
Gelenek içinde dindar olmak için efor sarf etmeye gerek olmadığını ifade eden Prof. Necip Taylan, 'Globalleşen dünyada hurafelerden arınmış bir din anlayışı olacak ama bedeli daha ağır olacak. Dindar olmak için maddi, manevi, zihni emek sarf edeceksiniz. Yapmadığınızda çağ sizi sekülerleştirecek' diyor.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-06-24 09:05:12
Bir felsefe profesörü olarak toplumsal gözlemleriniz var. Türkiye'ye baktığınızda ne görüyorsunuz?
Türkiye'de entelektüelin yapısı toplumdan ayrıştı. Entelektüeller bu topluma hep yukarıdan baktı. Toplumu tanımadı, tanıyamadı, tanımak istemedi, kendine benzetmek istedi. Olmayınca da aşağıladı. Zaman zaman da ağzından kaçırdı. 'Göbeğini kaşıyan adam' dedi, 'Bidon kafalı' dedi, 'Gerizekalı' dedi, 'Bir türlü bana benzeyemedi' dedi. 3- 5 makale yazsın, bir iki kitap yazsın, herkes onları okuyup onun gibi oluversin istedi. Toplumun gelenekleri varmış, yemede içmede, giyinmede, eğlencede farklı bir yapısı varmış umursamadı. Kısa sürede de benzetemeyince 'Lanet olsun, bunlardan bir şey olmaz. Kahrolsun' dedi. Türkiye'nin ciddi çıkmazı elit çıkmazıdır.
BASKI HİÇ BİTMEDİ
İslami burjuva kavramına nasıl yaklaşıyorsunuz?
Türkiye'de aydının yaptığı bir takım analojiler var. Batı'da burjuva toplumun değişmesinde özellikle sanayi toplumundan sonra önemli bir rol oynamıştır. Kentleşme ve sanayileşmeyle birlikte Batı'yı dönüştüren asıl etki burjuvadır. Ancak Batı'dan elde ettiğimiz sosyolojik verileri getirip buraya uygulayamayız. Türkiye Cumhuriyet'le birlikte ikiye ayrıldı. Bir kısım hem zihnen, hem ekonomik olarak, hatta her bakımdan elitti. Bunu kaybetmemek için çok teyakkuzda durdular. İkide bir askeri müdahale yapıldı. Bunlar görünenler bir de görülmeyen ama hissedilen devamlı surette bir baskı vardı. Toplumun büyük kesimi köylü, kasabalıydı. Okuyamıyor, yurt dışına çıkamıyor, dünyayı tanıyamıyor, dil öğrenemiyor, ticaret yapamıyordu. Parası yoktu. İmkan fırsat olunca Anadolu insanı üretmeye ve tüketmeye başladı. Bu son 25 senede değişti. Ancak burjuva zoraki gelişmez.
Türkiye'de İslami burjuva var mı?
Batı'daki burjuva tipini, fonksiyonunu getirip aynen buraya uygulayamayız. Örtüşmüyor. Bu şekilde ifade etmek bile sıkıntılı. İçini dolduramazsınız. Türkiye'de taşranın ekonomik bakımdan etkisi yoktu. Böyle olunca siyasi olarak da sadece 4 yılda bir verdiği bir oyu vardı. Onun dışında gücü yoktu. Şimdi değişti. Ekonomik güçlenme aynı zamanda siyasi gücü getirir, sadece bir oy olmaktan çıkar. Örgütlü hale gelir. Batı'dakiyle karşılaştırdığımızda buna ne diyelim? Batı'daki burjuvanın bir benzeri diyelim. Bizdeki bu kesim de ülkeyi değiştirecek ama illa Batı tarzında olmayacak.
Bu bağlamda kent dindarlığını konuşabilir miyiz?
Geleneksel dindarlığı Türkiye hem yaşantı hem zihni anlamda terk ediyor. Dinin pratiklerini uygulama bakımından da bir evrim, bir tekamül gelişiyor. Kent hayatıyla, kırsal hayat farklı hayat tarzları. Kente geldiğinizde ister istemez dindarlık tarzınız da değişiyor ama dinin ana unsurları yerinden oynamıyor.
SEKÜLERLEŞİYORUZ
Köyden kente gelip aynı yaşam tarzını devam ettiren çok insan da yok mu?
Ama değişiyor. Bir iki nesil sonra değişiyor. Bu doğal birşeydir. Çok da abartmamak lazım. Kent dindarlığı dini aşındırmaz. Kent dindarlığının tarzı farklıdır. İster istemez öyle olacak. Kente gelenle de doğrudan ilgili değil. Kırsal kesimin de ciddi anlamda değiştiğini görüyoruz. İnternet, televizyon, eğitim. Türkiye'de bugün yaklaşık 20 milyon örgün eğitim alan genç var.
Bahsettiğimiz imkanlarla modernleşme ve küreselleşme de gelmiyor mu?
Benim kanaatim samimi şekilde söylemek gerekirse Türkiye sekülerleşiyor. Çağa uygun bir dini yapı oluşuyor zihinde, ruhta, pratikte. Bu değişimin zorladığı bir dini hayat şekli oluşuyor. Geleneksel dindarlıktan çok daha farklı. Genele baktığımızda bu küreselleşme sekülerleşmeyi tetikliyor. Bu sadece Türkiye'de değil, bütün İslam dünyasında böyle. İster istemez farklı bir dini hayatı getiriyor, bana göre de dünyevileşiyor.
ÇAĞA DİRENMEK ZORUNDAYIZ
Bu değişimi olumlu mu olumsuz mu algılamak gerekir?
Sosyal yasalar doğa yasaları gibi işler. Dindarlık şekil değiştiriyor. Klasik anlamdaki geleneğin içindeki dinin aslına uymayan hurafeler büyük çapta ayıklanacak. Din billurlaşacak, durulacak. Çünkü eğitim, iletişim imkanlarından dolayı bilgiye ulaşmak artık çok kolay. Ancak bu sekülerleşmeyi de beraberinde getirecek. Bundan sonra dindar olmak bir gayret gerektirecek. Esas problem bu.
Nasıl bir gayret?
Taşrada gelenek içinde dindar olmak için bir efor sarf etmenize gerek yoktu. Doğal olarak dindarlığınız devam ediyordu. İçi boş da olsa dindardınız ama bundan sonra globalleşen dünyada dindar olmanın bir faturası olacak. Bundan sonraki nesillerin işi daha zor. Dindar olmak için maddi, manevi, zihni emek sarf edeceksiniz. Bunu sarf etmediğiniz zaman çağ sizi sekülerleştirip götürecek. Çağın gelişine direnmeniz gerekecek. Daha saf, daha temiz bir din anlayışı olacak ama bedeli daha ağır olacak. Bu bedeli ödemeyen insan ne kendisine, ne çoluk çocuğuna, ne geleceğine doğru dürüst bir dindarlık bırakamaz.
Tarikatların sanıldığı gibi siyasi gücü yok
Türkiye'de din eğitiminin İmam Hatipler, tarikatlar ve cemaatler üzerinden olduğunu söylüyorsunuz. Bu günümüz toplumu için yaptığınız bir tespit mi?
Tarihi sürece bakarsak din eğitimi Selçuklular'da medreselerde başladı. Osmanlı da eğitim kurumlarını kurdu ama sadece İstanbul, Bursa gibi büyük yerlerde. Yaygın eğitim nasıl oluyordu bilmiyorum açıkçası. Ancak her köyde bir köy odası vardı. Buralarda toplanılır Kara Davut, İslam Tarihi, Siyer gibi birkaç küçük kitap okunurdu. Çoğu da şifahi, sözlü anlatılan hikayelerdi. Toplum eğitimi bunlarla sağlıyordu. 1960'lara kadar devam etti köy odaları. Daha sonra Türkiye süratle değişti ve bunların hepsi kapandı. Tasavvuf ise, çok dikkatli bakmak gerekiyor, örgün değil yaygın bir eğitimdi. Bizi ilgilendiren Cumhuriyet'le başlayan sıkıntılı dönem.
Evet medreseler kapatıldı...
Medreselerin kapatılması iyi mi oldu kötü mü oldu o ayrı ve uzun bir tartışma. Ama Cumhuriyet kurulduktan sonra dine bakış, dini algılayış tarzı olumlu olmadı. Din sosyal bir olaydır. Zihinlerinde pozitivist bir dünya kurdular. Üstelik bu Fransız pozitivizmiydi. 'Toplum böyle olmalıdır' dediler. Zoraki şekillendirmeye kalktılar. Tarikatlar ve cemaatler din eğitiminde çok büyük yer tutmuyordu. Bunların eğitimi bilgi üzerine değildir. Dar bir çevreleri vardır. İmam Hatipler gibi eğitim, insan yetiştirme aşaması yoktur. Tarikatlar ve cemaatler Türkiye'de çok güçlü değil. Hele hele tarikatların siyasi bir gücü yok. Türkiye'yi tarikatlar yönetiyor derler ama ciddi bir etkisi yok. Cemaatlere gelince, çoğul söylenecek kadar cemaat de kalmadı. İmam Hatipler ise tamamen farklı. Türkiye'ye elbise biçen elit kesim İmam Hatipler'i tanımadı. Bunların yanına Diyanet'i de katmak lazım.
Bu yapılar birbiriyle rekabet içinde değil miydi? Bir çatışma yok mu? Sorunlu bir toplumsal yapı çıkmıyor muydu ortaya?
Tabii bir kaos çıkıyordu ama çatışma dönemini atlattı Türkiye. Bu dönem 60'lı yılların ortalarında başladı, 70'li yıllarda en üst seviyede yaşandı. Dar-ül Harp gibi tartışmalar yaşandı. Ama marjinal hareketler olarak kaldı, toplumu etkilemedi. Bugün bir çatışma yok. Herkes kendi istikametinde çalışıyor. Türkiye bu anlamda büyük oranda rahatladı. Ben geleceğe iyimser bakıyorum. Ülke problemli dönemleri atlattı, daha rahat konuşuyor. Sistemle, sistemin kavga ettiği meseleler eskisi gibi şiddetli değil. Belki bir nesil sonra Türkiye'nin bugünden çok daha iyi noktada olacağına, dinin yerli yerine oturmuş, diğer kurumların kendi alanlarına çekilmiş, kendi görevini yaptığı bir ülke olacağına inanıyorum.
İmam Hatip Okulu'nu takvimden öğrendim
Nasıl bir çevrede büyüdünüz?
Tekirdağ Malkara Yörücek Köyü'nde doğdum. Bizim bütün köy Bulgaristan Deliorman'dan gelmiş. Balkanlar'da bozgun başlayınca mal mülk hiçbir şey almadan göçmüşler. Dokuz kardeşin sonuncusuyum. Ailede annem, babam ve kardeşlerim dahil ilkokul mezunu yok.
İslami eğitiminizin temellerini nasıl aldınız?
Muhafazakar dindar bir aileydi bizimki. Babamın sabah namazını, yatsı namazını evde kıldığını bilmem. Devamlı camideydi. Çok dindar bir insandı. Annem de öyleydi. Aslında bizim bütün köy dindardı. Bulgaristan'dan gelip o yapıyı korumuşlar. Hâlâ da öyledir.
Ya tahsil hayatınız?
Köyümüzde 3 yıllık eğitmenli köy ilkokulu vardı. Eğitmenimiz de Latin harflerini askerde öğrenmiş, öyle okul, pedagoji falan görmüş değil. 3 sene sonra tahsil hayatım bitti. Fakiriz. Ortaokul Malkara'da 15 kilometre uzakta. Vasıta yok, yol yok. Orada ev tutmak mümkün değil. Ablam Ankara'ya yakın bir köyde evliydi. O köyde 2,5 ay Kur'an Kursu'na gittim. Müftü bizi okuturken duvarındaki takvimde İstanbul İmam Hatip Okulu yazısını gördüm. Ne olduğunu sordum. Böyle bir okul var diye anlattılar. Bu şekilde sınava girdim.
Ya eğitim masrafları?
O zaman İlim Yayma Cemiyeti öğrencilerin bir kısmını yatılı okutuyordu. 500 kişi girdiğimiz sınavda 90 kişiyi aldılar. Ben de yatılı olarak kazandım. İstanbul İmam Hatip'e başladım. İlim Yayma Cemiyeti bize bir çorba, bir de tahta ranza verdi. Bu sayede 4 sene orta kısmı okudum. Ondan sonra biraz para istediler. O sene devlet ilk defa parasız yatılıya İmam Hatip Okulları'nı da dahil etmişti. Parasız yatılı sınavına girdim. Kazandım, beni Adana'ya gönderdiler. Adana'da İmam Hatip Okulu'nu bitirip İstanbul'a geri geldim. Yüksek İslam Enstitüsü'nde 4 yıl yatılı okudum yine. Bitirince 4 sene öğretmenlik yaptım. Sonra yeniden Yüksek İslam Enstitüsü'ne geldim.
Felsefe alanını seçmenizin özel bir sebebi var mıydı?
Felsefeye özel bir merakım vardı. Daha 11-12 yaşlarımda Felsefe Tarihi diye bir kitap okuyordum. Bir zihin yapısı herhalde. Çünkü ailemde kitap defter bile yoktu. Yüksek İslam Enstitüsü'nde sistematik felsefe, mantık ve din psikolojisi kadrosu açıldı. Enstitüye hoca yetiştirmek için böyle bir bölüm açmışlardı. Buraya asistan oldum. Yüksek İslam Enstitüsü fakülteye dönünce yaptığımız çalışmalarımız değerlendirildi.
Din Felsefesi'ne nasıl geçtiniz?
İslam Felsefesi anabilim dalında yardımcı doçent olmuştum ama gözüm daha ziyade din felsefesindeydi. Bu bölüm sadece ilahiyatlarda vardır. Benim çalışmalarım da bu istikametteydi. Profesörlüğümü Din Felsefesi'nden aldım. Din ve İslam Felsefesi'ne dair eğitim öğretime yönelik 5 kitap yazdım ama literatüre de girdi. Ciddi bir boşluk var bu alanda. Bu çalışmalarım master doktora yapan öğrencilerin çok işine yaradı.
28 Şubat döneminde peşimde 2 sivil polis vardı
Siyasete girişiniz nasıl oldu? Kader enteresan birşey. Hiç aklımda yokken 1999'da siyasete takıldım. Fazilet Partisi'nden Tekirdağ Milletvekili Adayı oldum. Orada öğrencilerim vardı. 'Sizi Tekirdağ'dan aday görmek istiyoruz' dediler. Siyaset bu işe girmeyenler için karanlıktır. Zor bir dünyadır. Girdikten sonra daha iyi farkedersiniz. Aday olduk, çıktık piyasaya. Dört ay derviş gibi lojistik destek yok, para yok gezdik. 28 Şubat dönemi. Camiye gidiyorum, imam namazı kıldırmadan camiden kaçıyor. Kahveye gidiyorum, öğretmen kahveden kaçıyor.
Neden?
Fazilet Partisi adayı olduğum için aynı karede görünmek istemiyorlar. 28 Şubat'ın etkilerini oturduğumuz yerde fazla hissetmemiş olabiliriz. Evde oturup camdan bakıyorsanız hissetmemişsinizdir. Ben aday olmasaydım ben de görmeyecektim ama aday olunca derinlemesine gördüm. İmam kaçıyor, öğretmen kaçıyor. Bana tepkisinden dolayı değil, topluma böyle dehşet bir korku enjekte edilmiş. 2 ay arkamda 2 sivil polis dolaştı. Yaklaşık 40 milletvekili adayı var. Herkes dolaşıyor ama benim arkamda 2 sivil polis. Dağ başında bir köyde gece saat onda kahvede konuşma yapacağım. 2 kişi kahveye benden sonra girip oturuyor. Derin bir psikolojik baskı vardı. Trakya zaten bu tür partiler için zor bir yerdir, kazanamadık.
Sonra yeniden aday oldunuz?
Ben ondan sonra unuttum siyaseti. 2002'de gelip 'Hocam yeni parti kuruldu. Gel gir' dediler. Kabul etmedim. 'Ben artık siyasetle ilgilenmiyorum' dedim. 2007 geldi. Gene 'Hadi hocam' dediler. Yine kader harekete geçti aday oldum. Tekirdağ 2. sıradan milletvekili seçildim.(YeniŞafak)
SON VİDEO HABER
Haber Ara