Dolar

34,8896

Euro

36,6457

Altın

3.046,15

Bist

10.058,47

Parlamenter sistem Büyük Britanya örneği

Ulus-devletlerin nispeten yeni, devletlerin tarihinin ise eski olduğu açık. Antik krallıklar yazıyı, vergi salmak ve kontrol etmek için bulmuşlardı.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-05-28 10:24:03

Parlamenter sistem Büyük Britanya örneği
Otuz Yıl Savaşı'nın 1648'de sona ermesiyle birlikte, feodal sistemin yerini modern devlet almıştır. Feodalizm, monark ile soylular arasındaki iktidarı dengeliyordu, gevşekti, güçlü, ulusal bir hükümeti hoş görmüyordu. Değişmeye ve genişlemeye yönelmemişti. Bütün iktidarı kendilerinde toplayan yeni monarklar ise mutlakıyetçi idi, Orta Çağ'a özgü feodal yapıya hor bakıyorlar ve iktidarlarını güçlendirmek için yeni ekonomik, idari ve askerî araçlar kullanıyorlardı. Kral taraftarı felsefeciler, bu güçlü monarkı övdüler ve egemenlik terimini icat ettiler. Monarklar iktidarlarını güçlendirirken artık yüceltilmiş bir ulusa sahiptiler ki bu, milliyetçiliğe sebep olacaktı. Tarihsel süreç içinde monarşiler cumhuriyete ve demokrasiye evrildi. Süreç içerisinde, ulus-devletlerdeki tarihsel geçmiş, oluşturulmuş anahtar siyasi kurumlar ve siyasi kültür yönetim biçiminde değişik sistemlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu sistemler üç başlık altında toplanmakta: Parlamenter sistem (Britanya), başkanlık sistemi (ABD), yarı başkanlık sistemi (Fransa). Bu yazımda, diğer sistemleri bir sonraki yazılarıma bırakarak, parlamenter sistemi Britanya örneği üzerinden değerlendireceğim.

1500 yıl boyunca Kelt, Romalı, Angel ve Sakson, Danimarkalı ve son olarak Norman dalgaları Britanya'yı baştan başa yıkmıştır. Keltlerin bir kabilesi olan Britanyalılar, bütün adaya isimlerini verdiler. Pek çok halk gibi, İngilizler de bir tek değil, birçok ırktan oluşmakta. Coğrafi olarak, Atlantik Avrupa'sı, baştan beri inanılmaz bir avantaja sahip olmuştur. İngiltere'nin Atlantik'e yönelişi, onun imparatorluk olmasına, erken sanayileşmesine ve refahına katkıda bulunmuştur. Askerî açıdan ise İngiltere, nadiren büyük bir orduya sahip olmuştur. Krallar, çok az sayıda askere sahip olmaları sebebiyle özellikle 17. yüzyılda parlamentoyu dize getirememişlerdir (Birleşik Krallık ordusunun şu anda 175 bin mevcudu vardır).

Normanlar, İngiltere'ye ilk önce Kıta'da ortaya çıkan bir siyasi sistemi, feodalizmi getirmişlerdir. Kral, tımar sistemiyle destek karşılığında soylulara toprak bağışlıyordu. Feodal sistem, lordlar ile tebaası (vassallar) arasında, lordların onlara toprak ve himaye sağlayacağı, buna karşılık vassalların da askerî hizmetleriyle onlara destek vereceği sözleşmeye dayalı bir mutabakattı. Lordlar ve şövalyeler toprak sahibi oldular. Güç iki yönlüydü. Kral soylulara muhtaçtı ve tersi de geçerliydi. Orta Çağ'ın karışık monarşisi, kral ve soylular arasındaki bir dengeydi. İspanya'nın kuzeydoğusundaki Aragon soyluları yeni bir krala ettikleri yeminde bunu açıkça ifade etmişlerdir: "Sizin kadar iyi olan biz, bizden iyi olmayan sizi, bizim bütün kurallarımızı ve yasalarımızı gözetmeniz kaydıyla, kralımız ve en yüce lordumuz olarak kabul ettiğimize ant içeriz; aksi takdirde hayır." İngiliz tarihinin yüzyıllarına da bu mücadele damgasını vurmuştur. Bu mücadele, bugünkü sınırlı, temsili yönetimin, demokrasinin, hak ve özgürlüklerin temelini hazırlamıştır.

Demokrasinin büyük belgelerinden biri olan Magna Carta, feodal ve tepkisel bir belgedir. 1215'te baronlar Kral John'u bu belgeyi kabule mecbur bıraktılar. Bu belgenin en önemli yanı, onun kralın yetkilerini sınırlamada ve hukukun sınırları içinde kalmasını temin etmedeki etkisiydi. Kral ile soylular arasındaki bu denge, Britanya'nın Fransa'da olduğu gibi mutlakıyete kaymasını, Almanya'da olduğu gibi küçük prensliklere bölünmesini önlemiş yani Kıta'nın iki hastalığı olan despotizm ve anarşiyi engellemiştir. Ayrıca Amerikan demokrasisi de, feodal hakları için ayağa kalkan, dik başlı İngiliz baronlarına çok şey borçludur.

Tarihsel gelişim gösteriyor ki, İngiliz Parlamentosu önce yavaş yavaş geleneksel monarşiyi ortadan kaldırmış, onun yerine yine monarşinin çevresinde bir demokrasi kurmuş, daha sonra kendi ağırlığına son vererek cumhuriyetçi bir monarşiye kavuşturmuştur. Bu cumhuriyetçi monarşinin yeni monarkı ise başbakandır. İngiltere örneği, aşağı yukarı Batı parlamentolarının gösterdikleri evrimin bir örneğidir. Parlamentarizmi ve çok güçlü meclisleri ortaya çıkaran gelişme, aynı zamanda bu meclislerin elinden ağırlığını alıp, bunları seçilmiş bir hükümdara veren gelişmeyi de doğurmuştur.

BRİTANYA'DAKİ SİSTEM GÜCÜNÜ NEREDEN ALIYOR?

Britanya'nın yazılı bir anayasasının olmadığı söylense de, Anayasa, örf hukukunun, tarihsel fermanların, kanunların ve en önemlisi oturmuş geleneklerin yüzlerce yaşındaki koleksiyonundan oluşur. Eklektik niteliği, bu birikime esneklik kazandırır. Atıfta bulunulacak yazılı bir belge olmadığı için, hiçbir şey "anayasal değil" diye ilan edilemez. ABD Yüksek Mahkemesi, bazı yasaları anayasal olmadığı gerekçesiyle engelleyebildiği halde, bu Britanya'da nadiren bir sorun oluşturur. Bu durum insan hakları açısından sorun oluşturmuş, AİHM pek çok davada Britanya aleyhine karar vermiştir. Britanya, 2000 yılında AİHS'yi iç yasa olarak kabul ederek hak ve özgürlükleri güvenceye almıştır.

Britanya, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika ve İspanya, cumhuriyetçi monarşidir. Bu, onların demokratik olmadığı anlamına gelmez. Britanya'da Krallık gerçek siyasi gücü temsil etmeyen, sembolik bir makamdır. Kral veya Kraliçe "hüküm sürer ama hükmetmez". Etkin görev başbakanınkidir. Kötü yönetimde halkın öfkesi başbakana yönelecek, devletin başına duyulan saygı azalmayacak, böylece sistem meşruluğunu sürdürecektir. "İngilizlerin başbakanlarını sevmeye ihtiyaçları yoktur, çünkü kraliçelerini seviyorlar."

İngiliz kabinesi, partilerinde yüksek konumlarda bulunan ve siyasi kişilik sahibi, tecrübeli parlamento üyelerinden oluşur. Amerika'da ise kabine, siyasi tecrübesi olmayan uzmanlardan oluşur ve çok önemsenmez. Ancak Britanya'da da başbakan küçük bir kadroyla politikaları geliştirmekte olup, siyasi yorumcular, bir kumandan başbakanlık doğmasından endişe etmektedirler. Almanya ve Japonya'da da başbakanlar güç kazanmaktadır. Güçlü bir başbakan ise ABD tarzı bir başkana benzemeye başlar. Türkiye'de de güçlü başbakan modeli işlemektedir.

Birleşik Krallık, ABD'deki güçler ayrılığı ilkesinin aksine, yasama ve yürütme erklerinin bağlantılı olması nedeniyle birleştirici bir güçler kaynaşması ilkesine sahiptir. İngiliz kabinesi, başbakanı destekleme anlamına gelen ortaklaşa bir sorumluluk sergiler ve yürütme ile yasama arasındaki boşluğun iki yakasında bulunur. Parlamenter rejime sahip olan Britanya'da, seçmenler seçimde başbakanın başında olduğu yürütme organını onaylayan ve düşürebilen bir parlamentoyu seçerler. Bu durumda yürütme, yasamanın bir komitesidir. ABD'deki gibi bir başkanlık sisteminde ise seçmenler hem yasama organını hem de yürütmenin başını seçerler ve her ikisinden birbirlerini denetlemeleri ve dengelemeleri beklenir. Parlamenter sistemde ise bu yoktur. Çok seyrek olmasına rağmen Avam Kamarası, bir güvensizlik oyuyla başbakanı düşürebilir. Buna karşılık başbakan da etkili bir silaha sahiptir. İstediği bir zamanda Kraliçe'den parlamentoyu feshetmesini ve yeni seçimleri yapmasını isteyebilir. (Güvenoyu-fesih dengesi)

Britanya'da çift partili sistem egemendir. Bu sistem, hükümeti güçlü kılmaktadır. Parlamento, iki meclislidir. Asıl güç seçimle işbaşına gelen Avam Kamarası'ndadır. Lordlar Kamarası üyeleri seçimle işbaşına gelmezler. Soylular, deneyimli kişiler ve politikacılardan oluşur. Lordlar Kamarası, Avam Kamarası'nda kabul edilen yasa tasarılarını görüşüp katkıda bulunur. Yasaların Kraliçe tarafından onaylanması ise bir formalitedir. Britanya'da tarihsel gelişim içinde özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren parlamentoda parti disiplini gelişmiştir. İki partili yürüyen bu sistem nedeniyle milletvekilleri seçimleri başbakanlık seçimleri durumuna gelmiştir. Bu da başbakanın başkanı bulunduğu disiplinli çoğunluk partisi aracılığı ile parlamento üzerinde geniş bir otoriteye sahip olmasını sağlamıştır. Bu sistem, cumhuriyetçi monarka, Amerikan başkanından daha geniş bir yetki vermektedir. Amerika'da başkan, yapmak istediği reformları Kongre'ye kabul ettirmekte zorlanabilir. İngiltere'de ise başbakanın önerdiği yasalar meclis çoğunluğunca kabul görür. Bu nedenle İngiliz Parlamentosu, yürütmenin bir denge ağırlığı olmaktan çıkmıştır. Parlamento, yürütmenin araçlarından biridir. Ancak parlamento azınlığın serbestçe konuşmasını ve yürütmeyi açıkça ve sürekli eleştirmesini sağlayarak denge oluşturur. Bunun sonucu olarak yasama ve yürütme karşı karşıya gelmez. Başbakan ve ona bağlı çoğunluk ile muhalefet karşı karşıya gelir. Britanya'nın seçilmiş hükümdarı, Amerikan başkanına göre daha güçlü olmakla birlikte, bu güç daha çok demokratiktir. Çünkü bu güç, iyi örgütlenmiş büyük bir siyasi parti aracılığı ile ortaya çıkmakta ve yurttaşlarla sürekli ilişkiler sürdüren yüz binlerce militana dayanmaktadır. Yöresel örgütler, kongreler, komiteler yolu ile parti üyeleri başbakan üzerinde etkili olurlar. İngiliz başbakanı, Amerikan başkanı gibi uzmanların oluşturduğu bir teknik yapı tarafından hazırlanmış projelere göre karar vermez. Aksine uzmanların yanı sıra parti yöneticileri ve partiye bağlı halk örgütlerinin oluşturduğu siyasal bir teknik yapı içinde karar verir. Britanya'da partiler, Amerikan partilerinden daha uyumlu, daha merkezci ve daha ideolojiktir. Sistem iki partili bir sistem olarak tarif edilir ancak bazı üçüncü partiler de önemlidir. ABD ve Kanada gibi Britanya'da seçim tabanı olarak tek üyeli bölgeleri (parlamentoya bir temsilci gönderen bölge) kullanmaktadır. Her seçim bölgesi, yasama organına en çok oyu alan adayı (bitiş çizgisini ilk geçen) gönderir. Bu sistem, iki büyük parti çıkmasına müsaittir.

Parlamenter sistemi, İngiltere'nin yanı sıra Avustralya ve Yeni Zelanda uygulamaktadır. Bu sisteme yakınlaşan diğer ülkeler ise Belçika, Norveç ve Danimarka'dır. Türkiye, 1961 Anayasası ile bu sisteme geçmiş ancak 1982 Anayasası ile cumhurbaşkanının yetkilerini artırarak parlamenter sistem ile yarı-başkanlık sistemi arasında nevi şahsına münhasır bir sistem yaratmıştır.

Britanya örneğinden çıkan sonuç şudur: Sistemin başarısı ve gücü, sistemin başındaki kişinin başkan veya başbakan, diğer bir deyişle cumhuriyetçi monark olmasından ileri gelmemektedir. Sistemin başarısı ve gücü, disiplinli ve güçlü iki partiye sahip olması ve bu siyasi partilerin iç işleyişlerinde demokratik kültür ve kuralların geçerli olması ve yine halkla bütünleşen, halkın nabzını tutan örgütsel mekanizmalara, iletişim kanallarına sahip olarak parti üyelerinin, yönetimin ve başkanının demokratik bir şekilde karşılıklı etkileşimlerinden ileri gelmektedir.

ZAMAN / Dr. Ümit Kardaş (Fatih Üniversitesi Öğretim Üyesi)
SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara