Dolar

34,8663

Euro

36,6684

Altın

3.029,32

Bist

10.070,45

Erdoğan, nüfus endişesinde haklı mı?

Başbakan, “Kürtaj cinayettir. Sezaryene de karşıyım” sözlerini eleştirenlere tartışma yaratacak bir benzetmeyle karşı çıktı: “Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz ‘Uludere’ diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir” Peki Başbakan Erdoğan nüfus endişesinde haklı mı?

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-05-27 08:48:27

Erdoğan, nüfus endişesinde haklı mı?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün Ak Parti Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde, önceki gün söylediği “Kürtaj cinayettir. Sezaryene de karşıyım” sözlerine eleştirenlere tartışma yaratacak bir benzetmeyle yanıt verdi: “Bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere ve medya mensuplarına sesleniyorum. Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz ‘Uludere’ diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir. Anne karnında bir yavruyu öldürmenin doğumdan sonra öldürmeden ne farkı var soruyorum sizlere? Bunun mücadelesini hep birlikte vermeye mecburuz. Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu bilmek durumundayız, asla bu oyunlara prim vermemeliyiz.” İşte Erdoğan’ın sözleri...

DÜNYADAN SİLME PLANI

* Dün (önceki gün) Birleşmiş Milletler’in bir toplantısında bir ifade kullandım, yine kullanıyorum. Ben sezaryenle doğuma karşı olan bir Başbakanım ve bunların planlı yapıldığından, özellikle planlı yapıldığını biliyorum. Bunun, bu ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bunun bir taraftan da kendilerine mali kaynak teşkil etmesi için atılan adımlar olduğunu biliyorum ve bununla bu ülkenin nüfusu bir yerde donduruluyor. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum görüyorum ve bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere, medya mensuplarına da sesleniyorum; yatıyorsunuz, kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir diyorum.

* Anne karnında bir yavruyu öldürmenin doğumdan sonra öldürmeyle ne farkı var? Soruyorum size. Bunun mücadelesini hep birlikte vermeye mecburuz. Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu biliyoruz. Bu milletin çoğalması için asla bu oyunlara prim vermemeliyiz. Biz, siyasi rant peşinde değiliz. Bizim tek hesabımız var; bu millet muhasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkacak, çıkmalıdır. Bunun için de genç, dinamik nüfusa ihtiyacımız var.

Bilesiniz ki insan ekonominin temelidir, insan varsa sermaye, emek var, insan varsa tüketim, üretim var. İnsan yoksa bunların hiçbiri yok. Onun için çok gayret edeceğiz, genç nüfusu artırmanın gayreti içerisinde olacağız. Aksi takdirde 2037’de ihtiyar bir nüfusla gerileme dönemine başlarız.

* Ana muhalefet partisinin lideri, lider demeyelim genel başkanı, ikide bir çıkıyor yolsuzluklardan bahsediyor, sevsinler seni dürüst adam. Yolsuzlukların olduğu bir iktidarda bunlar olabilir mi? Kalkacaksın bu kadar insana iki ayda bir bu maaşı vereceksin, 7 milyon 200 bin yavrumuza süt dağıtacaksın, 15 bin 600 kilometre duble yolu 9 yıla sığdıracaksın, kalkacaksın 170 bin derslik yapacaksın ve kalkacaksın bu ülkeyi havaalanlarıyla donatacaksın, 46 noktaya ulaşım sağlayacaksın. Bu dönemde 81 vilayetin hepsine üniversite kuracaksın, şu anda 166 tane üniversitemiz var. Geldiğimizde bu sayı 76, şimdi 166.

* Ak Parti bugüne kadar dile getirdiği konularda istismara müsaade etmedi, bundan sonra da etmeyecek.
On yıllar boyunca muhalefet hep, ‘kadın hakları’ dedi, ‘hak mücadelesi’ dedi. Ancak bu ülkenin kadınlarını, annelerini hep ağlattılar. ‘Kızlar okusun’ dediler, ne yazık ki üniversite kapısından kızlarımızı çevirdiler.

YASAKLARI İSTİYORLAR

‘Demokrasi, özgürlük’ dediler ama yasakları, kısıtlamaları savundular. ‘Kadın’ dediler ama kadını tahkir ettiler, kadına kameralar önünde şiddeti reva gördüler.
Biz yasakları tek tek kaldırdıkça, Anayasa Mahkemesi önünde, Danıştay önünde sıraya girip, yasakların devamını istediler. Kim? CHP.

ÜNİVERSİTE KAPISINDAN DÖNDÜRENLER ŞİZOFRENDİR


Hiç kimse kusura bakmasın, artık benim hanım kardeşimi, kız kardeşimi hiç kimse, ama hiç kimse üniversite kapısından geri çeviremez. Artık bu gayretlerin içerisine girenler olursa anlayın ki bu şizofrenik bir vakadır. Bu ülkede faşizan baskılar Ak Parti ile Ak Parti’nin gerçekleştirdiği demokratik reformlarla geri gelmemek üzere kaldırılmıştır. Hiç kimse, ama hiç kimse bu ülkenin evlatları arasında ayrımcılık yapamaz, buna hakkı yoktur, haddi de yoktur.

***

ANALİZ

Erdoğan nüfus endişesinde haklı mı?


Başbakan Erdoğan iktidarının ilk yıllarından beri ısrarla yineliyor, şahitlik yaptığı her nikahta üzerine basa basa söylüyor: “En üz üç çocuk istiyorum.” Kazakistan gibi, toprağı bol, nüfusu göreceli olarak düşük ülkelerde ise çıtayı yukarı çekiyor; “Arsanız geniş, size üç yetmez beş çocuk yapın.”

Bu sözler geçen cuma akşamına kadar, ülkeyi yöneten dört çocuk sahibi bir liderin genç kuşaktan bir isteği, temennisi olarak algılanıyordu. Daha dürüst olmak gerekirse, istekten bir adım öteye geçip güçlü bir liderin kendini ölesiye seven önemli bir toplum kesimine “çağrısı” diye niteleniyordu: Korkmayın çocuk doğurun, bu ülkeyi çok daha büyük nüfusa yetecek hızda büyütüyoruz.

Erdoğan’ın bu temennisi (veya çağrısı) geçtiğimiz cuma akşamı yeni bir boyut kazandı. Başbakan nüfusla ilgili bir toplantıda “Kürtajı bir cinayet gibi gördüğünü” açıkladı. Dün de kürtajı, 35 kişinin hayatını kabettiği Uludere’deki vahim olayla eş tuttuğunu belirtti.

Bu açıklamalar elbette ki çok tartışılacak. Ancak bu analizin konusu ne kürtajın insan haklarıyla ilgisi, ne de kendi ülkesinin uçakları tarafından bombalanan 35 masum insanın vahim şekilde hayatını kaybetmesinin kürtajla nasıl yan yana getirilebileceği...

Bu analizin konusu şu: Erdoğan, nüfus artışı konusundaki endişelerinde haklı mı haksız mı?
1.5 milyonu aşan haftalık satışıyla dünyanın en saygın ekonomi-siyaset dergilerinden The Economist’in 29 Ekim 2009 sayısının kapak başlığı şöyleydi: Düşen Doğurganlık (Falling fertility).

ALTIN ORAN NEDİR?

Dünya nüfus artışının durma noktasına doğru yaklaştığı teorisini inceleyen dergi, özellikle gelişmiş ülkelerdeki kritik bir orana dikkat çekiyordu: Altın oran. Neydi bu altın oran? Nüfusun en azından sabit kalması için doğurganlık yaşındaki her kadının doğurması gereken çocuk sayısı.

Nüfus uzmanlarına göre gelişmiş ülkelerde altın oranın 2.1 olması gerekiyor. Yani doğurgan her kadının 2.1 çocuk doğurması gerekiyor. Daha net ifadeyle her 100 kadının 210 çocuk.

Bunu basitçe açarsak teori şu: Dünyada doğan her iki çocuktan biri kız biri erkek oluyor. Bu durumda doğan her kız çocuğun biri kız en az iki çocuk doğurması gerekiyor ki toplam nüfus aynı seviyede sürebilsin.

Altın oranın 2 değil de 2.1 olmasının nedeni de şu: Olağandışı durumlar hariç 100 kadının doğuracağı 210 çocuğun 105’i kız oluyor. 5 kız çocuğu ya doğurganlık yaşına gelmeden hayatını kaybediyor ya da genetik veya çevresel nedenlerle doğurganlık yeteneği kazanamıyor. Yani altın oran olan 2.1’in altına inilir ve doğurganlık trendi o şekilde devam ederse (ve ölüm oranı da aynı kalırsa) nüfus kaçınılmaz olarak azalıyor. (Ölüm oranı da düşerse, nüfus sabit kalıyor veya az da olsa artıyor ama ortalama yaş yükseliyor.)

The Economist, az gelişmiş ülkelerde altın oranın 3’e kadar yükselmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Çünkü bu ülkelerde bebek ve çocuk yaşta ölüm oranları gelişmiş ülkelere göre çok yüksek.

DÜNYA GENELİ İÇİN 2.33

Dergi, dünyanın tamamının gelişmişlik durumu ve nüfus ortalamalarını hesap ederek dünya geneli için altın oranı 2.33 olarak hesaplıyor. Yani dünyadaki her 100 doğurgan kadının 233 çocuk doğurması gerektiğini belirtiyor.

The Economist’in araştırmasında başka ilginç rakamlar da var:

Kadın doğurganlığı kişi başına gelir 2 bin doları aştıktan sonra gerilemeye başlıyor. Kişi başına gelir 10 bin dolar civarına yükseldiği dönemde altın oran seviyesine kadar iniliyor. Yani nüfus ya sabit kalıyor, ya da çok düşük artışla yaşlanmaya başlıyor.

Araştırmaya göre Britanya’da altın orana düşüş tam 130 yıl sürmüş. Ülkede kadın doğurganlığı 1800 yılında 5’ken 1930’da 2’ye düşmüş. Doğurgan kadın başına çocuk sayısının 5’ten 2’ye düşmesi Güney Kore’de sadece 20 yılda (1965’ten 1985’e) gerçekleşmiş. 2009 verilerine göre az gelişmiş ülkelerde doğurgan kadın başına düşen çocuk sayısı 3. O kadınların annelerinin ise 6’şar çocuğu varmış. Bir ilginç rakam da İran’dan: İran’da 1984’te her doğurgan kadının 7 çocuğu varken 2009’da bu rakam 1.9. Tahran’da ise 1.5. Bu rakamlar zenginleşmenin yanı sıra sosyal hayattaki değişimlerin de doğum oranlarında etkili olduğunu gösteriyor.

Gelelim bizdeki duruma ve Erdoğan’ın endişelerine...

TÜRKİYE RAKAMLARI


Bu tartışmalı konudaki en detaylı kaynak TÜİK’in 2008 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi ve Sağlık Araştırması.
Araştırma 1990 yılı verilerinden başlıyor. 1990 yılında kadın başına toplam doğurganlık hızı 2.93 çocuk. Kadın başına katkılı yenilenme hızı 1.43 kız çocuk. Net yenilenme hızı ise 1.32 kız çocuk. (Araştırmada bu sayının potansiyel doğurgan kadın sayısı mı, yoksa hayatta kalan kız çocuk sayısı mı olduğu belirtilmemiş)

1990’da Türkiye’de toplam 1 milyon 329 bin bebek doğmuş. 1 yaşına gelmeden ölen bebeklerin oranı binde 51.5. (1990 verilerine göre 68 bin 443 bebek). Bebek ölümleri dışında (çocuk-genç-yetişkin) 392 bin ölüm olmuş. Aynı yıl nüfus kabaca 870 bin artmış.

Gelelim 2000’e... Kadın başına toplam doğurganlık hızı 10 yıl öncesine göre 2.93’ten 2.38’e gerilemiş. Kadın başına kız çocuğu sayısı 1.43’ten 1.16’ya, net kız çocuğu sayısı ise 1.32’den 1.11’e gerilemiş.

2010’a baktığımızda gerilemenin sürdüğünü görüyoruz. Kadın başına çocuk sayısı bu kez 2.11’e düşüyor. Net kız çocuğu sayısı ise 1.01’e. Yukarıda The Economist’in bir tespitine yer vermiştik: Kişi başına gelir 10 bin dolar seviyesine geldiğinde doğurganlık hızı altın orana doğru geriliyor. 2010 Türkiye’sinde kişi başına gelir 10 bin dolarlar civarında. Kadın başına çocuk sayısı da gelişmiş ülkeler için belirlenen 2.1’lik altın orana dramatik biçimde gerilemiş. (Çocuk ölümlerinde batı seviyesini henüz yakalayamadığımız için, gelinen seviye daha kritik)

TÜİK’in projeksiyonu 2025’e kadar uzanıyor. Örneğin kadın başına çocuk sayısı 2010’daki 2.11’lik seviyesinden 2015’te 2.05’e, 2020’de 2.01’e, 2025’te ise 1.97’ye geriliyor.

Net yenilenme hızı yani kadın başına hayatta kalan veya doğurganlık yeteneğine sahip olabilecek kız çocuğu sayısı ise 2010’daki 1.01’den 2015’te 0.98’e, 2020’de 0.97’ye, 2025’te ise 0.95’e geriliyor.

160 BİN KÜRTAJ VAR AMA...

Bir diğer tartışma konusu ise kürtaj. Bu alanda çok fazla veri yok. 2008’de yine TÜİK’in yaptığı araştırmaya göre her 100 gebelikten 20.5’i canlı doğumla sonuçlanmıyor. Her 100 gebeliğin 10.5’i doğal nedenlerle, 10’u ise ailenin isteğiyle (yani kürtajla) sona erdiriliyor. TÜİK’e göre 2008’de canlı doğan bebek sayısı 1 milyon 273 bin. Kaba bir hesapla 100 gebelikten 80’inin canlı doğumla sonuçlandığını düşünürsek, yaklaşık 320 bin gebeliğin 160 bininin düşükle, diğer 160 bininin de kürtajla sonlandırıldığını söyleyebiliriz. (Kaba bir hesapla diyoruz çünkü 12 aylık bir periyodun hesabını 9 ay 10 günlük canlı doğumlar ve elbette daha kısa süren ve düşük ya da kürtajla sonlanan gebeliklerle yapmaya çalışıyoruz.)

Tüm bu araştırmalar bize şu sonucu verebilir: Erdoğan nüfusun yaşlanmasından kaygılanmakta haklı. Kimimiz bu kaygıyı paylaşabiliriz, kimimiz ise “ne var bunda, zaten yeteri kadar kalabalığız, ülkenin kaynakları yetmiyor” diye itiraz edebiliriz.
Ancak, şu andaki trend Türkiye’yi artış hızı alazan yaşlı nüfusa götürüyor.

Kürtaj meselesine gelince... Rakamlar, o konudaki bir dayatmaya karşı çıkacak olanlara “Önce istenmeyen düşük, ölü doğum gibi vakaları en aza indirin. 160 bin kürtaja karşı en az 160 bin düşük ve ölü doğum vakası var” gibi çok güçlü bir argüman veriyor. Bu argüman da sonuna kadar haklı...

Abdullah Karakuş / Milliyet

SON VİDEO HABER

Beşar Esed'ın kardeşi işkenceci Mahir Esed'ın evi

Haber Ara