Darbecilerin kapısını sütçü değil, adalet çalacak!
12 Eylül 1980 Darbesi sonucunda 12 yıl 7 ay cezaevinde kalan Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve 12 Eylül Mağduru Ülkücüleri Komisyonu Başkanı Remzi Çayır, darbe sonrasında cezaevlerinde yaşananları, arkadaşlarını idama nasıl yolcu ettiklerini, Ergenekon’dan PKK’ya kadar pek çok konuda gördüklerini ve bildiklerini “Diktatörü gördüm, işkenceyi yaşadım” adlı kitabında topladı.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-10 14:04:27
DARBE SONRASINDA KARDEŞLERİMİZİ DUALARLA İDAMA GÖNDERDİK
“Diktatörü gördüm, işkenceyi yaşadım” adlı kitabının içeriği hakkında bilgiler veren Remzi Çayır; “Bunları yazması çok zor oldu. Özellikle cezaevinde yaşadığımız işkenceler ile kardeşimiz bildiğimiz dava arkadaşlarımızı dualarla idama gönderdiğimiz gerçeğini kaleme almaktı” dedi.
Çayır, “Diktatörü gördüm, işkenceyi yaşadım” adlı kitabının içeriğine ilişkin şu bilgileri verdi:
“Türkiye,Türk milleti 100 yıllık kanlı darbe tarihinde 4 Nisan’da bir ilk yaşadı. Artık millet iradesine karşı çıkanlar, demokrasiyi askıya alanlar, tatile gönderenler, tankla topla milletin kararını tanımayanlar yakalarından tutulup yargının huzuruna çıktı. Nasıl ki 27 Mayıs 1960 darbesi uzun yıllar bayram olarak kutlanmışsa 4 Nisan da darbecilere karşı milli iradenin bayramı olarak kutlanmalıdır. 4 Nisan Demokrasi bayramı olmalıdır.
Burada yargılanan sadece cunta şefi Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi Üyesi Tahsin Şahinkaya olsa da aslında Bab-ı Ali Baskı’nıyla başlayan ve sonrasında en acı şekilde 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül ile sürüp, 28 Şubat’ta post-moderne dönüşen darbeler ile darbeciler yargılanmaktadır.”
SANDIĞIN ÜSTÜNDEN TANKLA GEÇENLERİN YAKASINA YAPIŞMA
“Gün hesap sorma, sandığın üstünden tankla geçenlerin yakasına yapışma ve cuntacılara hesap sorma günüdür” diyen Çayır sözlerini şöyle devam ettirdi:
“12 Eylül’de idam sehpalarında polis sorgularında, işkencehanelerde Mamak’ta, Malatya’da, Elazığ’da, Gaziantep’te kısacası yurdun dört bir tarafındaki cezaevlerin işkence gören, eziyet çeken ülkücüler olarak, ülküdaşlarını, candaşlarını, karındaşlarını idama dualarla uğurlayan ülkücüler olarak toplandık.
Toplanmakla da kalmadık, demokrasi bayramını taçlandırmak için, darbecilerin yüzüne tokat vurmak, yakalarına yapışmak için darbecilerin Adli sicillerini çıkaran bir çalışmaya da imza attık.
“Diktatörü Gördüm, İşkenceyi Yaşadım-Darbeler Demokrasinin Kurdudur” adıyla hem Osmanlı’dan bu yana demokrasiye kastedenleri, gençlerin kanları, canları, kolları bacakları başları gözleri uğruna millet iradesine ipotek koyanların, darbeler öncesinde hangi oyunları oynadıkları, Gençleri nasıl birbirine düşürdüklerini olaylarla ve olgularla anlattık.
12 Eylül Darbesinin yargılandığı mahkemelerde sadece darbeciler değil, aynı zamanda onlara destek veren, teşvik eden ABD-Rusya ve İngiltere başta olmak üzere emperyalist devletler de yargılanıyor.
Türkiye’de, Ergenekon örgütü adıyla süren bir dava var. Bu davanın failleri oldukları iddia edilenler halen Silivri cezaevinde. Ama Türkiye’yi bir ur gibi saran, iliklerine kemiklerine kadar işleyen Ergenekon canavarını da tarihsel süreciyle birlikte ele aldık. Hangi olaylarda nasıl rol oynadıklarını teşhir ettik.
Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve yine eski Başbakan Bülent Ecevit’in 28 Şubat sürecinde oynadıkları roller artık gün gibi ortada. Zaten o konuda da tutuklamalar var.
12 Eylül öncesinde Türkiye’yi bölen, gençleri birbirine düşüren bu ikilinin de rollerini açıkça anlattık kitabımızda.
Başta 12 Mart 1971 olmak üzere yine Ergenekon davasında bir süre de olsa gözaltına alınan Cumhuriyet gazetesinin vefat eden Kardinal’i İlhan Selçuk ve onun zihniyetinin nerelere bağlı olduğunu da açıkça sergiledik.
Bu güne kadar Ülkücüleri Ergenekonculukla, kontrgerilla olmakla suçlayan Türk solunun da günahlarını yüzüne vurmaktan çekinmedik.
Onların da gerçek yüzlerini anlattık. Hele kardeş kavgasını tetikleyen İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve aydınlık grubunun “Karanlık” yüzünü de çalışmada teşhir ettik.
Terör örgütü PKK’yı da unutmadık çalışmamızda, terörist başı Abdullah Öcalan’a ve eli kanlı terör örgütü Dev-Yol ve Dev-Sol’a ayrı ayrı yer verdik.
Kimse alınmasın kendimizi de yazdık. Nerelerden nasıl geçtiğimizi ve 12 Eylül öncesinde neler yaptıklarımızı da anlattık.
Merhum Genel Başkanımız Muhsin Yazıcıoğlu’nun Mamak’ta C-5’de yaşadıklarını yazarken, yine ağladık, yine özledik ve Ebedi Liderimizi yad ettik.
Ve dualarla ipe giden Ülkücü kardeşimiz Mustafa Pehlivanoğlu ile birlikte asılan solcu Necdet Adalı’nın ruhlarına da Fatiha okuduk.
Amacımız, mahkemede solla, solcularla hesaplaşmak değil. Aynı koğuşlarda, aynı hücrelerle kaldık geçmişte. Yaralarımızı sardık, birlikte gözyaşı döktük, idama giden arkadaşlarımızın ardından.
Bu arada 12 Eylül kalemlerini de ve insafsızlıklarını da unutmadık. Yazar Emin Çölaşan’ın sicilini de örnek olsun diye gözler önüne serdik. 6 Aralık 1980 tarihinde çalıştığı gazete adına Mamak Cezaevi’ni gezip, generallerin emri ile kaleme aldığı ve ülkücüsü-solcusu, copların altında inim inim inlerken, kafeslerde köpeklerle birlikte tutulurken, burayı bir cennet olarak göstermesinin utancını hem ona hem de tarihe havale etmeyi bir borç bildik.
Çalışmamızdaki tek amaç, cuntacıların kara sicillerini tarihin kaydına geçirmekti. Bir daha darbe hevesine kapılanların, üzerinden bin yıl bile geçse yakalarına yapışılacaklarını bilmelerini ve akıllarını başlarına almalarını sağlamaktı.
Artık cuntacılar, darbeciler, hevesliler iyi bilsinler ki sabah kapılarını çalan sütçü olmayacak, Türk milleti olacak, Yüce Türk yargısı olacak.”
SON VİDEO HABER
Haber Ara