Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Beyinsel işlevler

1450 gram ağırlığındaki bir insan beyni, on beş milyar sinir hücresine sahip iken, bu sayının bin katı, yaklaşık on beş trilyon snaps’ı (beyin hücresi bağlantısı) içerir. Daha neler mi var?

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-05-03 15:57:08

Beyinsel işlevler
“Şaşılacak kadar çok aklım olmalı, bazen haftada bir kez aklımı başıma toplamam gerekiyor"diyen Mark Twain gerçekten çok haklı. Çünkü akıl fonksiyonunu iyi değerlendirebilmek için, beyni iyi tanımak gerekiyor. Korteksi oluşmuş 1450 gram ağırlığındaki bir insan beyni, on beş milyar sinir hücresine sahip iken, bu sayının bin katı, yaklaşık on beş trilyon snaps’ı (beyin hücresi bağlantısı) içerir.

Bu milyonlarca hücre birbiri ile ilişkilidir ve elektrik alışverişi yapmaktadır. Araştırmacılar tarafından, beynin elektriksel faaliyetleri özel bir yöntemle görüntülenerek, ilk defa görülen bir simgenin oluşturduğu beyin dalgaları ve gözlerin görebildiği basit resimler belirlenebilmiştir.

Beyinde aktif çalışan kapasite yüzde 6-7 civarında iken yüzde 90'lık bir kısım atıl vaziyette kalır. Önemli olan, bu pasif kısımları devreye sokabilmektir. Bilim adamları, kadın beyninin, erkeğe göre oldukça geniş kapsamlı kullanıldığını işitme duyguları tanımlama, yabancı bir dili öğrenme yeteneği ile hafızasının gelişmiş olduğunu ve daha yavaş küçüldüğünü öne sürüyor. Beyin, bedenden elde ettiği bio elektrik enerji ile çalışırken, bu tür enerjiyi, mikrodalga cinsine çevirmekte ve ruha kaydetmektedir. Ölüm sonrasında insan, çeşitli evrelerde dönüşüme uğrayacak “ilk ve son" kitabında yani ruhunda, dünyada ürettikleriyle yaşamına sonsuza kadar devam edecektir.

Dünya hayatı uykuya benzer. Sabah uyanınca, gece rüyanızda gördüğünüz her güzel şey nasıl son buluyorsa, ölümle birlikte, dünya yaşamınızdaki tüm gerçekler de nihayete erecek, yerini ışınsal bedenlerle aynı şuurda devam eden, ancak değişik boyut ve frekanstaki yapılarla baş başa yaşanacak bir ortama bırakacaktır. İyi veya kötü... Incernation (tekrar dönüşü) tutku haline getirenler, Deja Vu anlayışını ruhun dünyaya dönmesine kanıt olarak gösteriyorlar. Nostaljik bir görüntü, bir ses, kişiyi anında geriye döndürünce, kafalardaki karmaşa da akla şunu getiriyor: Ben bunu daha önce yaşamıştım! Araştırmacılar bu duygunun sırlarını çözmeye çalışıyor. Psikanalizin babası sayılan Freud, çaresizlikten, Deja Vu'yu mucize kategorisine sokmuş. Hologram modelini esas alan görüşe göre ise en ufak bir oluşun, tüm ayrıntılarıyla hafızaya kaydedilmesi, bu hissin uyanışına bir neden!.. Ne var ki, beynin radar dalgalarını rüya âleminde belirli mekâna teksif edip görmesi ve bu dekorda yaşadığı olayların, otomasyonla Ruh'a kaydı, hafızada bir model girişimini oluşturuyor. Bu tespitin geçmişle ilgisi yok. Hatırlama Ruh'tan beyne yansımadır ve geçmişte yaşanmış gibi algılanmaktadır. Hafıza ile tekrar gündeme gelen Deja Vu'nun deşifre edilebilmesi Ruh-Beyin ilişkisinin çözümüyle mümkündür...

Shakspeare, bir eserinde"Bana söyle, güçlü hayal gücü nerede, Kalbin içinde mi yoksa beyinde mi?" diyor... Bendeniz de size soruyorum. "Vücudunuzda, beyninizden daha başka karar verecek ikinci bir organ var mı?" Vereceğiniz yanıt "tüm kararlarımı aklımla, beynimle alıyorum böyle bir şey tabi ki olamaz" şeklinde olacaktır. Yerden göğe kadar da haklısınız. Biyolojik yapıda istemsiz görev yapan kalbin dışında, bütün azaları yöneten bir tek beyin vardır. Beyinde, tad alma, görme, koklama, renk ayrımı vs. özellikler yoktur.

Dıştan gelen etkiler deşifre edilip lokal bölgelerde mana olarak algılanır. Artı ve eksiye dayanan bir çalışma sistemiyle de ruha kayıt yapılır. Her beyin kendi frekansına uygun yapılarla sürekli iletişim içindedir. Bu frekans uyumunu enerji alışverişi olarak kabul etmeliyiz. Diyelim ki, bir kimse hakkında onun istemeyeceği şekilde konuştunuz. Bu eylemin mistik alanda adı dedikodudur. Ağızdan çıkan ve dedikodu hüviyetini alan sözle, beyinde belli işlevler başlar ruhtaki artılar, başka bir deyişle sevaplar, dedikodusu yapılan kişiye aktarılır. Eğer dedikodu edende (+) (sevap) yoksa otomatikman, hakkında konuştuğu kişinin eksilerini alır. Yani günahlarını!.. Eğer pişmanlık olursa, beyinmatik işlemin çalışma şartlarına göre: Ruhtaki artılar gönderilir, buna mani olmak mümkün değildir. Ancak, karşı tarafın ulaştıracağı eksiler devreye girmez. Allah Rasulü'nün (s.a.v) "Dedikodu edenin bağışlanması, dedikodusu yapılan kişinin affı olmadan mümkün değildir" sözünü bu şekilde algılamak gerekir. Görünüşte olmasa da, dedikodusu edilen kişinin affetmesi (beyinsel işlevlerde eksilerin durdurulması) sizde "pişman olma" idraki ile yerini bulacaktır.

Pişmanlık, kişinin yanlış düşündüğünü algılayıp, bundan vazgeçmesi halinin adıdır. Ancak, yanlışta devam ederken, farkına varabilmek çok güçtür...

Düşüncedeki iyilik beş duyu boyutuna çıkmasa bile, (+) oluşturur. Kötülük ise, sadece fiil boyutunda algılanır hale geldiğinde (-) olarak kabul edilir. Bu "artı sisteminin düşünceye, eksinin ise beyindeki fiile dönük" çalışmasıyla ilgilidir. Şayet, hücre grupları belli yoğunluğun üstüne çıkarsa, düşünce, fiile dönüşür.

İnsan düşüncelerinden mesul değildir. Yalnız, bu düşünceler devamlı olursa sistemde yerini bulur ve karşılıksız kalmaz!.. Bunun yanı sıra Bir davranış biçimi ile ilgili olarak birimsellikle dillendirilen "Ben" sözcüğü, beyindeki hücre gruplarında lokalize bir çalışma oluşturacak ve üretim faaliyetleriniz sıfıra yaklaşacaktır. Aksi davranış ise, geniş bir bakış açısı temin edecektir. "Ben" kelimesini alışkanlık haline getirmeyin. Ve önce "Sen" deyin!.. Şayet"Sen" derseniz, sistemde, “sizden ona doğru bir akış”, geniş bir değerlendirme, "Ben" derseniz aksine, ondan size bir geliş olur. "Ben" demek, beyindeki hücrelerin aktivitesinde bir kısıtlılık doğuracaktır. Bu halde, herhangi bir fikrin size ulaşımı mümkün olmaz. "Sen" dediğinizde, alıcılarınız devreye girmiştir...

Bu başlıkta incelenebilecek bir konu da genetik. Yaşam tarzının kazandırdığı alışkanlık, gen denilen DNA bilgi yüklerinin, kromozomlar vasıtasıyla nesillere taşınması ve uygun astrolojik etkiler istikametinde oluşan açılımlarla, çocuğun kısmen anne ya da babaya benzemesi gerekir.

Şöhretli anne babanın çocuğu olduğu için, kendini şöhretin içinde bulan Kerem Alışık, Yeşilçam'ın tanınmış artistlerinden Eşref Kolçak'ın Pop müziğinde ünlü olan oğlu Harun Kolçak, Öztürk Serengil'in küçük yaşta sanat dünyasına giren, çeşitli gruplarca paylaşılamayan kızı Seren Serengil, yılların deneyimli kalemi Çetin Altan'ın kendi gibi gazeteci-yazar olan çocukları. Yurt dışında da bu listeye girecek pek çok ünlü var: Kirk Dougles-Michael Dougles, Tony Curtis-Jame Lee Curtis, Alain Delon-Antony Delon ve bilmediğimiz diğerleri.

İşin ilginç yönü, yapılan araştırmalar ve tespitler, ilk çocuğun (kız-erkek ayırt edilmeksizin) babaya benzediğini ortaya koyuyor. Ve bütün bu oluşlar beyin genetiği ile alakalıdır... Bir önemli ayrıntı ise şöyle "İnsanlar ister iman sahibi olup Allah'a inansınlar, ister ateist bir görüş içinde olsunlar. Evrenin yasalarına uymak zorundadırlar.." Su içmeden, (beden susuzluğa ancak kırk gün dayanabilir.) yemek yemeden (kırk günden uzun bir süre yemeyebilir) ve uyumadan yaşayamazlar. Uyku dahi genetik bir özelliktir. Korunmadan seviştikleri zaman çocukları olur, bir süre sonra ölürler.

Yüzebilirler ama uçamazlar, on metre yükseklikten atlayamazlar, (yerçekimi kanununa tabidirler, azami Dünyada 60 cm, Ay'da 6 m, güneşte ise 6 cm sıçrayabilirler...) Bunları aşmak için inançlı olmak yeterli değildir. Kişinin biyolojik yapıyı ilgilendiren kısmı, mutlaka fizik kuralları ile karşı karşıya kalmaktadır.
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara