Dolar

34,8626

Euro

36,6443

Altın

3.014,31

Bist

10.084,57

Ayasofya'da Hak yerini takvimde buldu

Sahte imzayla müzeye çevrilen Ayasofya, şuan müze olarak gözükmekte.Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün takviminde Ayasofya Müzesi 'cami' olarak tanımlandı. Ayasofya'nın ibretlik müzeye çevrilme hadisesinde her türlü kandırmacayı bulmak mümkün.Gözler Ayasofya'nın ibadete açılıp açılmayacağı yönünde

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-05-02 13:33:27

Ayasofya'da Hak yerini takvimde buldu
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlandığı öne sürülen “2012 Mihraplar Takvimi”nde Ayasofya Müzesi "cami" olarak tanımlandı. Takvimde; mayıs ayının bulunduğu yaprakta Ayasofya'nın mihrab fotoğrafı yer aldı ve fotoğrafının altına "Ayasofya Camii" yazısı yazıldı.

Yeni Akit gazetesi, "Ayasofya aslına dönüyor", "Müze değil cami" başlıklarıyla maşetten yayımladığı haberde Ayasofya'nın ibadete açılacağını iddia etti.

Ayasofya Müzesi'nin cami olarak tanımlandığı Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün takviminde; Bursa Ulu Camii, Sivas Divriği Ulu Camii, Nevşehir Damsaköy Camii, Konya Beyşehir Eşrefoğlu Camii, Kayseri Hunat Camii, İstanbul Rüstem Paşa Camii, Manisa Muradiye Camii, İstanbul Süleymaniye Camii, İzmir Hisar Camii, Edirne Muradiye Camii, İstanbul Yıldız Hamidiye Camii'nin fotoğrafları yer aldı.

Takvimde; “Ayasofya Camii- İstanbul” başlıklı ve Ayasofya'nın mihrab fotoğrafının yer aldığı bölümde şu bilgiler yer aldı:

"Fatih Sultan Mehmed'in 1453'te İstanbul'u fethetmesiyle camiye çevrilen Ayasofya Camii'nin 19. yüzyılda yenilenen mihrabı mermerdendir. İçinde şemse ile yıldız motiflerinin yer aldığı çokgen planlı nişin üzerini yarım kubbeli kavsaranın örttüğü bir örnektir. Kıvrık dallı, akantus yapraklı geniş bordürle sınırlanan mihrapta bolca altın yaldız kullanılmış olup üstte gösterişli bir tepeliği bulunmaktadır. Mihrabın iki yanında Kanuni Sultan Süleyman Devri'nde (1520-1566) yapılan Macaristan seferinde, Budin'in fethi sırasında, Sadrazam İbrahim Paşa tarafından, Macar Kralı 1. Matyas'ın sarayından getirilen şamdanlar bulunmaktadır.”

Ayasofya sahte imzalarla müzeye çevrildi
Ziyad Ebüzziya Ayasofya'nın nasıl bir oldu bittiye getirilip sahte imzalar ile müze haline getirildiğini anlatıyor

Devletten, Hükümetten artık bu tatsız, mantıksız anlayışa son vermesini, Ayasofya Müzesini, müzeliğine zerre kadar helal vermeden, ibadete de açmasını temenni ve istirham ederim.


Ayasofya harap haldeydi

Malum olduğu üzere, Ayasofya Camii'mizin yerinde ilk mabed, ahşap kilise olarak, miladi 360'da yapılmış, 404'de bir ayaklanmada yakılmıştır. 416'da tekrar inşa edilmiş, 532 de yine yakılmıştır. 537'de ufak kubbeli bir halde inşa edilmiş, 561'de ise bugünkü kubbesi büyütülmüş, içerisi de son derece kıymetli altın ve gümüş gibi eserlerle tezyin edilmiştir. 4. Haçlı seferi, İstanbul'u zapt edince, Ayasofya, şehrin bütün zenginlikleri gibi, tamamen yağma edilmiştir, harabeye çevrilmiştir. 1261'de Bizanslılar, şehri Frenklerden geri alınca, kiliseyi tamir etmişlerdir. 1346'da büyük kubbe çökmüştür. 1356'da yeniden yapılmıştır. 1402'de kilise tamamen harapdı ve kubbe kısmen çökmüştü (1). Istanbul'u fethettiğimiz zaman Ayasofya, bu harap halde idi.

Fatih, şehre fetih günü girmedi. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u 27 Mayıs günü fethetti. Ecdadımızın cari âdetine göre, bir şehir fetholunduğunda, fethi yapan Hünkâr veya Kumandan, ancak Cuma günü şehre girer, o zamana kadar mahallin Cami haline çevrilen en büyük kilisesinde, Cuma namazını eda ederdi. Fatih Sultan Mehmed de, 30 Mayıs cuma günü şehre girdi. Ayasofya kilisesi temizlenmiş, kubbenin sağlam kalmış kısmının altı namaz kılınacak hale sokulmuş, muvakkat bir mihrab oturtulmuştu. Akşemseddin Hazretlerinin imametinde, Fatih Sultan Mehmed Cuma namazını eda ettiler. Bu andan itibaren Ayasofya kilisesi, Ayasofya Camii olmuştu.

19. y.y.a kadar, her bir Hünkarın zamanında, gerek Camiin ibadethane kısmına, gerek binanın diğer bölümlerine, avlusuna bahçesine, birbirinden nefis Türk mimari, eserleri eklenmiş, bina tamamen bir Türk sanat abidesi olmuştur.Bu müddet zarfında Bizans'tan kalma mozaik tablolar korunmuş, hatta bazılarının, zelzeleler yüzünden dökülmüş olan kısımları boyalarla tamamlanmıştır. 18. y.y.'da mozaikler deki bazı insan tasvirlerinin yüzleri hafif beyaz badana ile kapatılmıştır (2).

1847-49 yıllarında Sultan Mecid, İtalya'dan getirttiği mimar Fossati'ye esaslı bir tamir yaptırmıştır. Fossati, aynı zamanda, hem Ayasofya'nın hem de o devir İstanbul'unun, adeta fotoğrafla çekilmiş gibi, nefis ve renkli gravürlerini yapmıştır. Bu gravürler Ayasofya'nın ibadethane kısmının, aynen bugünkü gibi olduğunu isbatlar (3).


1935 yılı başlarında "geçici olarak" ibadete kapatıldı

19.y.y. sonlarına doğru başlayan ve 20.y.y. başlarına kadar devam eden felaketli halka, koca koca eyaletlerimizi kaybetmemiz, müzayaka, Ayasofya'yı da, diğer mabedlerimiz gibi, bakımsız ve harab bir hale düşürmüştü. Cumhuriyetin ilanından ve devletin biraz toparlanmağa başlamasından sonra, Ayasofya'nın da restorasyon ve tamirleri düşünüldü, ibadethane kısmı, dışı, avlu ve bina etrafını ihya ve müze haline sokmak faaliyetlerine girişildi. Cami kısmının tamirini yapabilmek için 1935 başlarında ibadet kısmı "GEÇİCİ" olarak ibadete kapatıldı. Bu muvakkat kapatılma tarihine kadar, 481 sene, cami Kur'an-ı Kerim tilaveti ve Ezan sesleri yankıları ile yaşamıştı. Ayasofya bugün aynı sesleri yeniden duymak hasreti içindedir.


Ayasofya'nın müze yapılışı

Yıl 1931 Amerika Birleşik Devletlerinde bulunan Bizans enstitüsü namına, Thomas Wittemore, Camiin mozaiklerini temizlemek ve tamir etmek müsadesini istedi. İzin verildi. 1932 de mozaik uzmanları işe koyuldu. Nefis panolar ortaya çıkmaya başladı.

1934 ortalarında Maarif Vekaletine, Abidin Özmen getirilmişti. (9.7.1934). Vekil İstanbul'a gelmiş, teftişleri sırasında Ayasofya'yı da gezmiş, çalışmalar ve mozaikleri incelemiş, Camiin mabed dışındaki kısımlarının perişanlığını (4) görmüş ve bu yerlerin ihya edilip bir müze halinde halka açılmasının faideli olacağını düşünerek fikrini Atatürk'e açmıştır. Atatürk, konunun bir uzman beyetce incelenmesini emretmiş, Abidin Özmen, İstanbul Müzeleri Müdürü Aziz Ogan başkanlığında sekiz dokuz kişilik bir komisyon kurup konuyu havale etmişti. Heyette Tahsin Öz, Efdalettin Bey, Prof. Osman Ferid, Alman Prof. Erckhard-Ungar gibi uzman isimler vardır.

Komisyon ekim sonunda raporunu takdim etmiştir. Tavsiyeler şudur:

1- Müze olması için Wittemore'un çalışmaları bitmelidir
2- Bu arada diş kısımlar, kapı ve pencereler tamir edilmeli, son cemaat mahalli teşhir edilecek hale getirilmeli.
3- Binayı ihata etmiş kahve, sundurma, köhne ahşap bina, dükkân, kulübeler yıkılmalıdır.
4- Cami'e bitişik "Kimsesizler Yurdu" yıkılmalıdır. (5).
5- Avlu tanzim edilerek açık müze yapılmalıdır.
6- Camiin ibadet kısmı İBADETE KAPATILMALI buraya BİZANS ESERLERİ konularak BİZANS MÜZESİ yapılmalıdır.
7- Ayasofya'nın asırlarca Osmanlı eseri haline getirilmiş olduğu da göz önüne alınarak, Camiin uygun bir yerinde Türk eserleri de teşhir edilmelidir. (6)

İslam âleminin göz bebeği bu Camiin, ibadethane kısmının da ibadete kapatılarak buranın da müze olması, hem de Bizans Âsârı Müzesi olması fikrini ortaya atan işte bu insanlardır! Bu komisyonda bulunan sadece bir tek kişi bu fikre itiraz etmiş ve "ibadet kısmının aynen ibadete açık kalması gerektiğinde" ısrar etmiş ve muhalefet şerhi koymuştur. Bu anlayışı gösteren, ne hazindir ki, Alman Profesör Erckhard Ungar'dır!

Kasım 1934 başlarında, Atatürk'ün mutad bir "akşam sofra sohbeti"nde Abidin Özmen, konuyu açmış ve raporda belirtilen hususlar anlatmıştır Atatürk hemen işe başlanması emrini vermiştir. Ayasofya Camii Evkaf idaresine bağlı bulunduğundan, yapılacak şeyler ona düşüyordu.


Şark âlemini sevindirecek karar

Camiin müze haline getirilmesindeki maksadın, kapalı kısımların, koridorların, dehlizlerin temizlenmesi, tamiri, galerilerin onarılması, buralardaki sanat eserlerinin gezilip görülebilecek hale getirilmesi idi. Aynı zamanda, binayı sarmış olan inşaat da ortadan kaldırılacak, mabet bütün ihtişam ile görünür hale getirilecekti. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan bu Bizans-Osmanlı Türk karışımı eser, ismine ve sıfatına layık bir hal alacaktı.

Bu maksat, Maarif Vekaletinin 14.11.1934 tarih ve 94.041 sayılı tezkeresinde şu cümlelerle ifade edilmektedir:

"... eşsiz bir mimarlık san'at abidesi olan İstanbul'daki AYASOFYA CAMİİ'nin tarihi vaziyeti itibariyle müzeye çevrilmesi, bütün "ŞARK LEMİNİ SEVİNDİRECEĞİ" ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle, bunun müzeye çevrilmesi, çevresindeki Evkafa ait dükkanların yıktırılması ve diğerlerinin de Evkafça istimlak edilmek suretiyle güzelleştirilmesi ve tamiri ve daimi muhafazası, masraflarına karşılık da, Evkafça, bu sene ve gelecek seneler bütçelerinden muayyen bir para ayrılması hakkında bir karar ittihazı istenilmiş ve Evkaf Umum Müdürlüğünden yazılan 7.11.1934 tarih ve 153.197/107 sayılı mütaleanamede..." (7).

Bu resmi tezkerede de açıkça belirtildiğine göre, Camii müze haline getirmekten maksat, içini ve dışını kudsiyetine ve şöhretine layık bir hale getirmektir. Tezkerede: "BÜTÜN ŞARK ALEMİNİ SEVİNDİRECEĞİ" sözleri, Ayasofya'nın ibadet kısmının kapatılmayacağım açıkça göstermektedir. Şark Alemi, yani bugünkü deyimle "Doğu Dünyası' Japonya, Çin, Hindistan değil "İslam Âlemi" dir. İslam âleminin en mukaddes mabedlerinden biri sayılan Ayasofya Camiinin, kudsiyetine lüyık bir hale getirilmesi elbette ki bütün "Şark Alemini" yani Müslüman dünyasını sevindirecektir. Eğer müze yapmaktan maksat Ayasofya'nın ibadete kapatılması olarak ele alınmış bulunsaydı, resmi tezkerede, işaret ettiğimiz bu cümleye elbette yer verilmezdi!


"İbadete kapatmak mı? Böyle münasebetsizlik olur mu hiç? Nitekim ben, o sıralarda bir yandan üniversiteye devam ediyor, diğer taraftan da Zaman Gazetesi'nde Cool gazetecilik yapıyordum. Ayasofya işini inceleyen komisyonun, cami kısmını da müzeye çevirmek teklifinde bulunduğu, Babıâli de duyulmuştu. Komisyonun bu yersiz ve üzücü düşüncesinin, Hükümetçe ne dereceye kadar benimsendiğini öğrenmek üzere, Velid Bey, beni Maarif Vekili ve Dâhiliye Vekiline gönderdi.

Abidin Özmen Beyi ziyaret ederek Ayasofya hakkında, Vekaleti'nin tasavvurlarını sordum. Rahmetli Abidin Bey, yukarıya naklettiğimiz tezkerede belirtilenleri tekrarladı. İbadete kapatılmasının söz konusu olup olmadığını sorunca, irkildi ve: "İbadete kapatmak mı? Komisyon çizmeyi aştı. Böyle münasebetsizlik olur mu hiç? Ayasofya Camidir, aynı zamanda da müze olacaktır. Maksad budur" dedi.


"Kesinlikle söz konusu değil"

Vekilin bu sarih teminatına rağmen endişeli idim. Kendisi Atatürk'ün yakını değildi. Buna mu kabil, o sırada Dahiliye Vekili olan Şükrü Kaya Bey ise, Atatürk'ün yakını idi, hem de, amcam Velid Bey'in, Galatasaray'dan, Paris Hukuk Fakültesinden ve Malta sürgünlüğünden yakın arkadaşı idi. Kendisine gittim. Aynı suali sordum. Rahmetli Şükrü Kaya Bey de "kesinlikle söz konusu değil!" dedi ve ilave etti: "İbadet bölümünü Bizans Müzesi yapmak fikrine Atatürk fena halde kızdı" dedi.

Yukarıya naklettiğimiz Maarif Vekaleti tezkeresine, Evkaf idaresi, verdiği cevapta, kendisinden istenilenleri yapmak imkanına sahip olmadığını bildirmiştir. Bunu da aynen veriyorum:

"Evkaf Umum Müdürlüğü, 7.11.1934 tarih ve 153.197/107 sayı... müzeye çevrilmesi ve korunması için verilecek bir gelir yoktur... ve çevresindeki yapılardan, evkafa ait olanları yıkmak ve kaldırmak elden gelirse de, ötekine berikine ait olanların evkafça satın alınmasına imkan bulunmadığı..." (9).

Elimizde Maarif Vekâletinin Vakıflara müracaat tezkeresi ve Evkafın buna verdiği cevabı ilave eden yazılardan başka, konunun gelişmesini belirten bir belgeye sahip değiliz!


İbadete kapatılacağına dair hiçbir dayanak yoktur

Ayasofya Müzesi idaresinde bulunan "Ayasofya Hatıra Defteri"nde, Maarif Vekili Abidin Özmen, fikrin doğuş ve gelişmesini, aynen bu şekilde hatıra olarak kaydetmiştir. Ancak bunda da Camiin ibadete kapatılacağına dair tek kelime yoktur.

Söylendiğine göre, İcra Vekilleri heyeti, aynı ayın 24'ünde (24.11.1934), konuyu görüşmüştür. Ancak herhangi bir "İcra Vekilleri Kararı", yani "Kararname" çıkarılmış değildir. O zamandan hatırımda kaldığına göre, İcra Vekilleri Heyeti, Vakıflar İdaresinin istimlâk ve saire için maddi imkânsızlık yüzünden isteneni yapamayacağını bildirmesi üzerine, Ayasofya'nın etrafını sarmış olan, sahipli mülklerin istimlâkini ve diğer imar, tanzim masraflarının, nereden tedarik edileceğini görüşmüş ve bu yolda Maarif Vekâletine talimat vermiştir. Maarif Vekâleti harekete geçmiş, Evkaf kendi binalarını ve bu arada Fatih Medresesini yıkmış, Ocak 1934'de bahçe, dehlizler, caminin etrafı açılmış ve 1 Şubat 1935'de Ayasofya Müzesi namıyla bina halka açılmıştır.


Tamiratı bitene kadar geçici olarak

Bu sıralarda Wittemore camiin asıl ibadet kısmında çalışmalara başlamıştır. Ortalığın toz toprak içinde kalması yüzünden, yerleri örten kıymetli halılar, seccadeler kaldırılmış, duvarlardaki ism-i Celal, ism-i Resul, Hülefa-i Raşidin ve Hasan, Hüseyin levhaları da indirilmiştir. (10) Wittemore kubbenin göbeğindeki "Nur" ayet-i kerimesini de kazıyarak, altında bulunması muhtemel mozaikleri araştırmak istemişse de müsaade edilmemiş, Kazasker İzzet Efendi'nin bu nefis istifi yok edilmekten kurtulmuştur. İşte bu tarihte ve bu çalışmaların yapılabilmesi için ve bu sırada da ibadet etmek imkânsızlığı dolayısıyla, "TAMİRAT BİTENE KADAR, GEÇİCİ OLARAK" ibadet durdurulmuştur.

Atatürk'ün vefatında Wittemore'un çalışmaları devam etmekte idi. Wittemore, Ayasofya'nın yıkılmadan günümüze kadar, bütün eşsiz sanat eserlerini de muhafaza ederek gelebilmesinin, sadece ve sadece, Osmanlı idaresi sayesinde olduğunu, çalışmaları hakkındaki raporunda şu cümlelerle belirtir:

"Yedi yıllık çalışmalarımız boyunca mozaiklerde hiçbir kasdi tahribat ve yüzlerin zedelenmesi izlerine rastlamadık. Zelzeleler ve zaman binayı, mozaik resim sanatının birçok şaheserinden mahrum bırakmıştır. Fakat mevcud olanlar, Ayasofya'yı kullandıkları beş asır boyunca, Türkler tarafından muhafaza edilmiştir." (11)


Ve tek parti dönemi

Wittemore vefatında çalışmalar durmuş. Tamirler bitmiş fakat cami ibadete açılmamıştır! 1939 da ikinci Cihan Harbi başlamış, harp gaile ve endişeleri sırasında, Ayasofya ile meşgul olunamamıştır. Esasen tek Parti idaresinin, harp gailesi olmasa da, Ayasofya'yı ibadete açmaya niyeti yoktu. Değil Ayasofya'yı açmak, Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi, İstanbul'da da, camiler depo yapılmış, Sultan Ahmed Camii bile, ibadete kapatılarak, silâh altına alınan askerin barınmasına tahsis edilmiştir.

İkinci Dünya Savaşı, Batı cephesinde 1945 de bitmişti. Şükrü Saracoğlu Mayıs 1945 sonunda başvekil oldu. Tasvir Gazetesini çıkarıyordum. Saracoğlu, biz gazete sahip ve başyazarları davet ederek ilk basın toplantısını yaptı. Konuşma sırasında, harp yüzünden tamir edilmemiş olan abidelerden söz edildi. Arkadaşlardan merhum Yeni Sabah sahibi Celaleddin Saracoğlu, "Ayasofya'nın henüz düzenli bir müze halini alamadığını ve daha ne kadar ibadete kapalı kalacağını" sordu. Saracoğlu: "Biraz nefes alalım, hepsini düzenleyeceğiz ve tabii ibadete de açılacaktır" dedi. Bu sözlerle, en salahiyetli bir ağız da, Ayasofya'nın "ibadete açık" bir müze sayıldığını bildirmiş oluyordu.


Hasan Ali Yücel'in oyunları

Kabine de Maarif Vekili (12) Hasan Ali Yücel di. Müze olarak cami, Maarif Vekâletine bağlı olduğundan, ibadete açtırmak ta onun elinde idi.

Hasan Ali Bey'in hususi Kalem Müdürü merhum İsmail Hakkı Uludağ, Galatasaray'dan hocamdı, aynı zamanda da aramızda sıhriyet bağı vardı. Ziyaretine gittim ve Ayasofya hakkında bir hazırlık olup olmadığını sordum... İsmail Hakkı Bey güldü ve: "Ne hazırlığı? Hasan Ali imkân bulsa caminin ibadet kısmını da, ilk raporda belirtildiği gibi, Bizans Müzesi yapar! Sen hazırlık var mı diye soruyorsun!" dedi.


Düzmece kararname

Hasan Ali Bey mi, yoksa kendisi gibi düşünen başkaları mı bilmem, Ayasofya'nın, ibadete de açık olmasını önlemek için, "ibadete kapalı olması isteğinin Atatürk'ün fikri olduğu" zehabını vermeyi böylelikle, "Atatürk'ün bu isteğine karşı gelinmesin" gibi bir hava yaratmayı düşünmüş olacaklar ki, 1947 de, ufak bir broşür yayınladılar. Milli Eğitim Bakanlığı yayını, yukarıda içinden alıntı yaptığımız eser: "Eski eserler ve müzelerle ilgili kanun, nizamname ve emirler." (13) Bu deneme, daha sonra Türk İslam Eserleri Müzesi Müdürlüğü yapmış Nureddin Can Bey'e yaptırıldı. Bu broşürün 64-65. sahifelerinde Ayasofya'nın müze yapılmasına dair, Maarif Vekaleti ile Vakıflar Umum Müdürlüğü arasında geçen yazışmalar -yukarıda bunlardan parçalar verdik-geçirilmiş, altına da şu satırlar eklenmiştir:

"Bu iş İcra Vekilleri Heyetince 24.11.1934 de görüşülerek, camiin çevresindeki evkafa ait binaların, Evkaf Umum Müdürlüğünce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masraflarının da Maarif Vekilliğince verilmek suretiyle, Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur." 24.11.1934

Tarihin altına "Reis-i Cumhur Atatürk" ismi, daha altına da, kararnamelerde olduğu gibi, Hükümeti teşkil eden vekillerin isim ve soy adlarının ilk harfleri konmuştur. Bu yazının başına da, başlık olarak "KARARNAME" ismi oturtulmuştur.

İşte bu "KARARNAME" başlığı Ayasofya'nın bir "İcra Vekilleri Heyeti kararı ile" müze yapıldığına herkesi inandırmıştır! Hâlbuki bu doğru değildir! Uydurmadır'

Kararnameler "İcra Vekilleri Heyetince" (Bakanlar Kurulunca) görüşülüp karara bağlanınca, bir numara alırlar, Resmi Gazetede de ilan olunurlar. Kavanin külliyatında da (Sicilli Kavanin, Düstur, Kanunlarımız) aynı tarih ve numara ile yer alırlar. Ayrıca, Müddevvenat Müdürlüğünde, T.B.M.M' de, Başbakanlıkta da muntazaman arşivlenirler. Bazı kararnameler gizlidir, halkı ilgilendirmeyen, hükümet icraatına ait hususlardır, Resmi Gazetede yayınlanmazlar. Ancak yine numara almışlardır, ilgili dairesinde de korunurlar, aranınca bulunurlar. Bazı numara almayan kararnameler de vardır: Bir vazifeden diğerine alınan bir yüksek memur, o devirde yapıldığı gibi, Belediye reisliğine getirilen veya seçilen başkanın tasdiki, bazı nakil, "üçlü kararnameler" gibi.

Bahsettiğimiz broşürde "KARARNAME" diye yayınlanan yazının fotokopisini de takdim ediyorum.

Kararname diye geçiştirilmiş bir yazı:

Bu fotokopide de görüleceği gibi, "KARARNAME" diye geçiştirilmiş olan bu yazının:

1- Numarası yoktur!

2- Resmi Gazetede yayınlanmamıştır!

3- Altına İcra Vekilleri Heyeti isimleri yazılmış olduğundan üçlü Karar da değildir!

4- Kararnamelerin bulundurulduğu resmi dairede yoktur!

5- Sicilli Kavanin, Düstur, Kanunlarımız gibi eserlerde yoktur!

Resmi Gazetede, Kasım l934'e ait, ilk "Kararname' numarasız olarak, 2853 sayılı ve 2.11.1934 tarihli Gazete de çıkmıştır, bir tayine aittir. Resmi Gazetede, bu aya ait son "Kararname" de 29.11.1934 tarihini taşır, bu da numarasızdır ve 1626 sayılı, 15.12.1934 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmıştır.


Türkiye'de geçici kararlar bir müddet sonra daimileşirler

Resmi Gazetede, 1934 Kasımına ait, 19 adet numarası bulunan "Kararname" ile 67 adet numara almamış, tayin ve saire ile ilgili "Kararname" yayınlanmıştır. Hepsi bu kadar. Hiçbiri Ayasofya ile ilgili değildir.

Bunlar da, bir daha gösteriyor ki, Ayasofya Cami işi hakkında, herhangi bir tarihi eserimizin onarımı için olduğu gibi, Bakanlıklar arasında cereyan eden yazışmalarla ele alınmış, tamiri için de mecburen cami kısmı, "geçici" olarak ibadete kapatılmıştır. Konunun İcra Vekilleri Heyetinde görüşüldüğü muhakkaktır. Ama bu, yukarıda da misaller ile belirttiğimiz gibi, Camii ibadete kapatmak için değil, tamirat ve etrafının açılması için gerekli istimlak vesair masrafların nereden ve nasıl sağlanacağı hususlarından ibarettir. Ancak Türkiye'de, belki de Devletimizin kuruluşundan beri, adet halini almış müzmin bir illetin mevcudiyetini unutmamak lazımdır:

"Türkiye'de geçici kararlar, az sonra daimileşirler!"


Ecevit hükümeti dönemi

Konu böylece uyudu ve küllendi. Zaman zaman bu küller boşuna eşelenmek istendi. Yıllar geçti. Ecevit-Erbakan koalisyon Hükümeti iktidarda iken, nasıl yıllardır küllenmiş Kıbrıs davamızı bir çırpıda hallediverdi ve milletin minnetini kazandı ise, Ayasofya'yı da, "müzelik haline halel getirmeden, Cami bölümünü ibadete açar" diye bir ümid belirdi.

Bülend Ecevit, istifasından az evvel İstanbul'a gelmiş, büyük bir basın toplantısı yapmıştı. Gazeteci arkadaşlardan biri kendisine şu suali sordu: "Ayasofya'nın cami kısmını ibadete açacak mısınız?"

Bülend Ecevit'in verdiği cevap, Ayasofya hakkında da, İslamiyetin bazı hususları hakkında da, hiçbir bilgiye sahip olmadığını meydana çıkardı. Ecevit aynen şu cevabı verdi: "Ayasofya'da bir takım resimler vardır, Müslümanlar resimlerin bulunduğu yerde namaz kılmazlar."

Ecevit'in Ayasofya hakkındaki bilgisizliğine gelince, Camiinin ibadet edilen kısmında hiçbir mozaik resim panosu yoktur. Ayrıca bugün bu kısımın halinin, fetihten 1846' ya kadar, aynen böyle olduğu, 1846-1849 yıllarında buralarını tamir eden Fossati'nin yaptığı renkli gravürden de görülmektedir. Müminler, fetihten beri camiin bu hali ile içinde namaz kılmışlardır. Ecevit bundan da habersizdi.

Başbakan Ecevit'in yukarıya naklettiğimiz cevabından sonra, Ayasofya hakkında beslenen ümidler söndü.


Demirel Hükümeti dönemi

Yine yıllar geçti. Demirel Hükümeti konuyu ele aldı... Aldı ama hatalı olarak aldı. Camiin ibadet kısmını ibadete açacağı yerde, "Hünkâr Mahfelini" ibadete açtı! Hünkâr mahfelini görmüş olanlar bilirler. Mihrabın üst solunda dar ve uzunca bir dehlizdir. Hünkâr Ayasofya'da namaz eda edecekse, buraya, maiyetile, cami dışından özel kapıdan girer. Burası en fazla yirmi otuz kişi alır. Demirel burayı ve buraya giriş veren zemin kat kısmını ibadete açtı. Bu giriş yeri de ancak kırk-elli kişi alabilir. Giriş kapısının yanına ahşap bir mihrap oturtuldu. Üstelik açılış bir cuma günü yapıldı. Bu Sevinçli haberi alan müminler, açılan yeri doldurdular ve cemaat taştı. Orada "son cemaat yeri" olmadığından, içeri giremeyenler, giriş kapısı dışında, yerlere gazeteler sererek namaza durdular. Sırtları mihraba, yani namazı kıldıran imama dönük olarak, imamın ardında değil önünde sözde namaz kıldılar!

Demirel hükümetinin bu hareketine de akıl erdirmek kabil değildir. Zira Cami ya bizimdir, ya değildir. Namaza açılıyorsa ne için camiin namaz mahalli cemaate açılmıyor da, kenarında köşesinde, sanki işleniyor da gizleniyormuş gibi davranıyor? Bu mantığı anlamak zekasından mahrumum.


12 Eylül darbesi

1980 müdahalesinden sonra da bu acaip davranış tabii hale getirilip, camiin içi namaza açılacağı yerde kısmen namaza açılmış hünkâr mahfeli de, ibadete kapatıldı! Ayasofya kısa bir müddet kavuştuğu ezan sesinden yine mahrum kaldı. (14)

Yukarıda teferruatı ile belirttik. Kubbesi yarım yıkılmış, harap bir halde Cami yaptığımız ve 627 sene Türkün himmeti ile imar edip koruduğumuz Bizans asarını, öz malımız gibi muhafaza edip sanat dünyasına sunduğumuz bu eserleri yapan Bizans, koruyan, bugüne intikal ettiren, ecdadımızdır, bizleriz.


Ziyaret için ille de müze olması gerekmez

Bütün İslam Âleminin göz bebeği olan bu camii ibadete kapalı tutmak büyük hatadır. Bütün camilerimiz muayyen ibadet saatlerinde, ibadet esnasında namaz kılanların arasında, önünde dolaşmamak şartı ile Müslüman, hıristiyan, dinsiz herkesin ziyaretine açıktır. Hepsi birer müzedir. Hem de bugün "Müze Ayasofya" da olduğu gibi, sabah dokuzdan akşam 16 ya kadar ve haftanın muayyen bir günü de kapalı olarak değil, sabah ezanından yatsıya kadar ve her gün açıktır. Üstelik de bugün olduğu gibi paralı değil parasız ziyarete açıktır.


Gelir kaynağı

Ayasofya'yı "Paralı ziyaret ettirmekle devlete gelir sağlıyoruz" diyenler bulunabilir. Ayasofya çok büyüktür. Mozaikler, panolar sanat eserleri, cami kısmı dışındadır, koridorlarda, dehlizlerde, üst kat galerilerindedir. Pekâlâ, basit bir tertiple, Camiin ibadet kısmına parasız, diğer kısımlarına paralı girilip gezilebilecek imkân sağlanabilir.

Diğer taraftan, zamanımızın müzecilik anlayışı, müze yapılan yerin özel bir havası olmasına, yaşanan bir yer gibi görünmesine, soğuk, ürkütücü, ürpertici olmamasına dikkat etmektedir. Ayasofya'nın ibadethane kısmı, bugünkü hali ile halısız, rahlesiz, insansız, ibadetsiz, soğuk, terk edilmiş mahuf bir görünümdedir. Mutaassıp olmayan birçok yabancı sanat adamı, ilim adamı, Ayasofya'nın bugünkü hale sokulmasının büyük hata olduğunu belirten makaleler yazmışlardır.

Ayrıca, yukarıda fotokopisini verdiğimiz, camii müze yapmakla ilgili resmi yazışmanın 4. satırında görüleceği gibi, "bütün Şark Alemini sevindirecektir" ibaresinin, Atatürk'ün tasvibinden geçtiğini de hatırlamak lazımdır.


Müslümanın ibadetine ceza, Papa'nınkine müsaade

Sorarım siz okuyuculara, bugün bir Müslüman turist kafilesi veya yerli bir Türk grubu, Ayasofya Müzesi'nin eski cami kısmında yerlere gazeteler serip namaza dursalar başlarına neler gelir? Ne yobazlıkları, ne mutaassıplıkları, ne mürtecilikleri kalır. Mahkemelerde sürünmeleri de caba olur. Hâlbuki Temmuz 1967'de, Efes'e gelip kendi dinince Hacı olan Papa 6. Pol (Paul), Efes'ten İstanbul'a geçmiş, Ayasofya'ya girmiş, Cami kısmında diz çökmüş yanında devrin Hariciye Nazırı İhsan Sabri Çağlanyangil olduğu halde vekilden nezaketen müsaade istemiş ise de vekilin cevabını beklemeden istavroz çıkarmış, ibadetini tamamlamış sonra da yere kapanıp zemini öpmüştür. Zamanın gazetelerinde bu secdesinin ve yeri öpmesinin resimleri çıkmış, ibadeti anlatılmıştır. Papa İstanbul'da, Ayasofya'dan başka, ziyaret ettiği hiçbir yerde, ne yeri öpmüş ne de ibadette bulunmuştur. Ayasofya'da bunu yapmış olması, burasını bir Cami değil bir KİLİSE olarak kabul etmesindendir. Zira bir Müslüman her yerde, bir kilisede, bir havrada pekâlâ namazını kılabilir. Ancak bir katolik, bir musevi, asla bir camide dini ibadetini yerine getiremez, dini bunu kesinlikle yasaklar.

Ne mantıktır ki, bir Türk, bir Müslüman 481 yıldır öz be öz kendi malı ve camii olarak kullandığı bir mabedinde ibadet edebilmek hakkından mahrum bulunsun, böyle bir harekete girerse suç işlemiş sayılsın, buna karşılık 514 yıl evvel bir hıristiyan mabedi olmuş bir yerde, bir hıristiyan için ibadet etmek serbest olsun! Maalesef bu mantığı anlayabilecek zekâdan da mahrumum.

Devletten, Hükümetten artık bu tatsız, mantıksız anlayışa son vermesini, Ayasofya Müzesini, müzeliğine zerre kadar helal vermeden, ibadete de açmasını temenni ve istirham ederim.

DİPNOTLAR
(1)- Kastil Krallığı Elçisi Cılajivo'nun Seyahatnamesi.
(2)- Bu gerçekler pek çok batı seyahatnamelerinde vs eserlerinde kayıtlıdır. Bunların isimleri, İstanbul Ansiklopedisinin 3. cildin de Ayasofya maddesinde teferruatı ile verilmiştir.
(3)- Fossatinin, gravür albümlü, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesindedir,
(4)- Ayasofya'nın o sıralardaki perişan halini, Osman Ergin, "Muallim Cevdet" (1937) isimli eserinin 105-107. sahifelerinde anlatır,
(5)- Komisyonun ittifakla kaldırılmasına karar verdiği kimsesizler yurdu haline getirilmiş bina, Fatihin İstanbul'da yaptırdığı ilk medresedir. Bu karar uygulanmış ve bu ecdad yadigârı yıktırılmıştır.
(6)- Bu Komisyonun azalarının tam listesi, kararların teferruatı, merhum Dr. Sedad Kumbaracının, Hayat Tarih Mecmuası'nın 1970 yılı Şubat nüshasının 74. sahifesindedir. Dr. Sedad'ın babası merhum İzzet Kumbaracı, bu sırada 'Topkapı Sarayı 2. Müdürüdür, makale onun hatıra defterinden alınarak yazılmıştır. (7)- Nureddin Can: Eski eserler ve müzelerle ilgili, kanun, nizamname ve emirler. Milli Eğitim Matbaası, Ankara 1947 (Sah. 64-65).
(Cool- Zaman gazetesi merhum amcam Velid Ebuzziya tarafından 1l.6.1934'e çıkarılmaya başlanmıştır.
(9)-Nureddin Canın adı geçen eseri, aynı sahife.
(10)- Bu sekiz levha 1848 tamirinde, daha evvel Teknecizade İbrahim Efendi hatlarının (1644) yerine asılmıştır. Kazasker İzzet Efendi'nindir. 7.5m. Çapındaki bu levhalar Sultan Ahmed'e götürülmek istenmiş, müzeler Umum Müdürü, rahmetli Remzi Oğuz Arık önlemiş, ancak levhalar tek parti hükümeti tahsisat vermediğinden 28.l.1949'da halkın ianesile yerlerine asılabilmiştir.
(11)- Semavi Eyice makalesi. Turing ve Otomobil Kurumu, Belleten, sayı 113, sah, 10, (1951) Th. Witteinore, Third Raport (Üçüncü Rapor).
(12)- Bu tarihe kadar, hükümete, 'İcra Vekilleri Heyeti', Bakanlara "Vekil", Başbakana, "Baş Vekil" deniyordu. Milli Eğitim Bakanlığı "Maarif Vekâleti" idi. Vekillere 12.8.l846'da kurulan Recep Peker kabinesi ile "Bakan" denildi. Hükümete 'Bakanlar Kurulu" denilmeğe 1O.9.1947'de Hasan Saka kabinesi ile başlandı.
(13)- Milli Eğitim Matbaası, Ankara 1947. l30-5 sahife
(14)- Ne hazindir ki, Süleyman Demirel Hükümeti, Emaneti Mübareke dairesinde, asırlar boyunca, gece gündüz, aralıksız okunmakta olan ve 1924'de kaldırılmış bulunan Kur'an-ı kerim tilavetini, yeniden başlatıp vazifesini yerine getirmişken, 1980 müdahalesinden sonra, bu da akıl almaz bir düşünce ile durdurulmuştur! (İslam Mecmuası 1987)


Haber Ara