Kuzey Irak notları
Kuzey Irak’a bir grup akademisyen ile birlikte gitme imkânım oldu. İtiraf etmek gerekirse başlangıçta ben bu coğrafyada gezilip görülmeye değer şeyler olduğu inancında değildim. Karayoluyla on dört saat süren zor ve zahmetli bir yolculuktan sonra Erbil’e vardık.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-04-29 14:16:06
İkinci gün Erbil’den ayrılırken Kerkük’e gidip gitmeme konusunda kısa süren bir tereddüt yaşadık. Kerkük ile ilgili olarak konuştuğumuz herkesin güvenlikle ilgili bir takım endişeleri vardı. Buna rağmen Kerkük’e uğramaya karar verdik. Kerkük’ü görünce bu kararımızda ne kadar isabet ettiğimizi anladık.
Kerkük’te yaptığımız kısa gezinti savaşın çirkin yüzünü görmemize yetti. İnsanların yüzüne hüzün ve korku hâkimdi. Şehir adeta harabe gibiydi. Kültür ve medeniyet şehri olan bir kent ancak bu kadar acımasız bir şekilde tahrip edilebilirdi
Her tarafta askerler, beton bariyerler ve güvenlik noktaları vardı. İnsanlar her gün patlayan bombaları kanıksar hale gelmişti. Bombaların patlayacağı saatler bile halk tarafından biliniyordu. Mesainin başladığı saat önemli devlet ricaline karşı bombaların da aynı zamanda patlama saatiydi.
Kerkük’ten sonra nisbeten iyi bir konumda olan güvenlik probleminin yaşanmadığı Süleymaniye’ye gitmek üzere yola koyulduk. Süleymaniye’de görüştüğümüz arkadaşlar buraya kadar gelip Halepçe’yi görmeden olmaz dediler. Halepçe’li bir zatı rehber olarak yanımıza aldık. Halepçe’de Saddam’ın kimyasal silahlarla öldürdüğü insanların anısına yapılan müzeyi gezdik. Doğrusu ne müzede bulunan fotoğraflara ne de katliamı anlatan kısa metrajlı filme bakma cesaretini kendimde buldum. 20. Yüzyılda İslam coğrafyasında bu tür zulümlerin nasıl olup da yapılabildiğini doğrusu anlayamıyorum. Bunun makul bir gerekçesi olduğuna da inanmıyorum.
Yanılıyor olabilirim, ama fark edip üzüldüğüm bir başka şey de halkın bu coğrafyada oynanan oyunların yeterince farkında olmamasıdır. Örneğin akşam saatlerinde kalacağımız otele giderken bindiğimiz taksinin şoförü, Arapça bildiği halde benimle bu dilde konuşmadı. Onun bu tavrı bana çok manidar geldi. Sonra adını sorduğumda Ahmet olduğunu söyledi. Adının Ahmet olduğunu söyleyen birinin iman dili olan Arapça’yı konuşmama gerekçesi, bende bu hissi uyandırdı.
Özetle gezip gördüğüm şeyler; Erbil’de Türk iş adamlarının kurduğu Işık üniversitesi ile Işık kolejinin rektörü, öğretim elemanları ile öğretmenlerin anlattıkları hikâyeler sonunda Ortadoğu’ya ait zihnimizdeki önyargıların, paradigmaların ve de başkalarının zihinlerimize dikte ettiği okumaların ne kadar temelsiz olduğunu fark ettim.
Yine Anadolu insanının; hariçten gazel okuyan Ankara’daki siyasetçilerden çok daha ileri görüşlü olduğunu fark ettim
Kuzey Irak’ta tüketilen neredeyse bütün ürünler; mobilyadan gıdaya, tekstilden inşaat malzemelerine kadar her şey Türkiye’den ithal edilmektedir. Gittiğim ülkelerin hiçbirinde bu kadar çok Türk markasını bir arada görmedim.
Türkiye’ye döviz kazandırmak için canla başla çalışan iş adamlarını, yollarda her türlü eza ve cefaya maruz kalan şoförleri kapıda günlerce, haftalarca bekletenleri, onlara bu muameleyi reva görenleri milletin vicdanına havale ediyorum. 1990’ larda Irak üzerinden umreye gitmiştim. O günden bugüne gümrük kapılarında insanımıza yapılan muamelede bir değişiklik olmadığını görmek gerçekten çok hazin. Irak ile Türkiye arasında, tampon bölgede güneşin altında tam iki saat bekledik. Bizimle birlikte bekleyen yaşlıların, kadınların, çocukların yüzlerine hüzün ve yorgunluk hâkimdi. İş yapma yerine görevliler adeta iş yapmama eğilimindeydi. Süreç o kadar yavaş ilerliyordu ki sanki bana, oradan hiç ayrılmayacakmışım gibi geldi.
Bütün bu zahmetlere rağmen Kuzey Irak gidilmeye görülmeye değer bir coğrafyadır.
Kuzey ırak, orta doğuda insanları ayrıştırma, kin ve nefret tohumları ekme konusunda dış güçler tarafından laboratuar olarak kullanılmıştır. Bu laboratuardan Ortadoğu politikalarında belirleyici bir rol oynamayı hedefleyen Türkiye’nin çıkarması gereken bir çok ders, öğrenmesi gereken bir çok şey olduğu inancındayım.
Irak halkını; Kürtler, Araplar ve Türkmenler diye ayrıştırmakla, kategorize etmekle ülke meselelerinin çözülmediğine tanık oldum. Zira Kürtlerin Arapların ve Türkmenlerin bir kısmı Sünni bir kısmı Şii’dir. Bu farklılıklar nasıl çözülebilir?
Kanaatimce bölünmeler bu coğrafyaya kan gözyaşı ve felaketten başka bir şey getirmemiştir. Bunun en iyi örneği Irak’tır.
Yüzyıldır insanları ayrıştırmak için her türlü hile ve desiseye başvurulduğunu biliyoruz. Buna rağmen insanların genelde birbirlerinin mezheplerini, dini inançlarını ve etnik kökenlerini önemsemediği izlenimi edindim.
Yapılan bütün tahribatlara rağmen insanları bir arada tutan, ruhlarının derinliğinde itinayla muhafaza edilen manevi değerlerin, tevhid inancının hala korunduğunu o ateşin sönmediğini bir gün bu ateşin fitneye, ayrışmaya, kin ve nefrete sebebiyet verenleri yakacağına inanıyorum.
Bu coğrafyada yaşayan insanları, hiç kimsenin ayrıştıramayacağına inanıyorum. Tarih buna izin vermez. Kendi haline bırakıldığı zaman, insanların bir süre sonra bunu fark edeceğine inanıyorum.
Bu nedenle de bu coğrafyanın Türkünü, Kürdünü, Arabını seviyorum; bu coğrafyanın kültürüne, mazisine, manevi değerlerine saygı duyan, bu coğrafyaya aidiyet duygusu taşıyan herkesi seviyorum.
Türk kolejindeki Sivaslı kardeşimin Erbil’e karşı duyduğu, hissettiği duyguları, sahiplenme azmini, gözlerindeki parıltıyı, geleceğe umutla bakışını seviyorum. Bize Halepçe’de kırık dökük Türkçesiyle rehberlik yapan Codkar’ı seviyorum. Bizi selamla karşılayan dualarla uğurlayan Codkar’ın annesini seviyorum.
Halepçe’de yalnızlığa, hüzne, sahipsizliğe terk edilen ve on beş asırdır fethettiği coğrafyada nöbet tutan o eşsiz peygamberin sahabesi Ebu Ubeydetu’l-Ensari’yi seviyorum. Kerkük’ün tozunu toprağın seviyorum. O hüzünlü yıkık dökük kalesini seviyorum. Yalnızlığa terk edilen Türkmenleri seviyorum. Halepçe’nin kimyasal silahlarla katledilen dindar halkını seviyorum.
Doç.Dr. Cevher Şulul
SON VİDEO HABER
Haber Ara