Kapadokya'nın Tarihi
Kapadokya bölgesi tarih içerisinde çeşitli devlet, toplum ve önemli kişilerin adlarıyla anılan dönemler yaşamıştır. Kapadokya Bölgesi'nin tarihi M.Ö. 3000'lerde yaşamış Asur ticaret kolonileri ve Hititlere kadar gitmektedir. Kapadokya Bölgesi'ni üç ana dönemde incelemek mümkündür. Birinci dönem paleolitik, neolitik ve antik dönemlerdir. İkinci dönem Roma ve Bizans dönemleri ve son dönem Türk dönemidir.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-04-24 14:53:12
Bu dönem Neolitik döneme kadar devam eder. Bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda neolitik dönemden başlayan bir çok yerleşme tesbit edilmiştir. Örneğin Ürgüp yakınlarında (Avla Tepesi) neolitik döneme ait taş aletler bulunmuştur.
Acemhöyük kazılarında M.Ö. 6.- 7. yüzyıla ait izlere, Hitit ve Bronz çağa ait eserlere rastlanmıştır. Kapadokya'da ilk yerleşim izleri oldukça eski tarihlere uzanır. İnsanlığın avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği döneme ait izlere rastlanmamasında volkanik patlamaların yanısıra, Kapadokya'nın yaşayan doğasının sonucu, mekanların bir sonra gelenler tarafından genişletilip tekrar yerleşime sahne olmasıyla izlerin silinmesinden kaynaklanmaktadır. Sulucakaracahöyük, Topaklı Höyük gibi alanlarda yapılan arkeolojik çalışmalar Hititler'den Bizans dönemine kadar geçen süre içinde bölgede çeşitli kültürlerin (Hitit, Frig, Roma, Geç Roma) yaşadığını göstermektedir. Bu döneme ait izler ancak topluluklar tarafından kullanılan eşyalarda görülebilir.
Neolitik şehri Çatalhöyük'te Kapadokya'nın tarihi başlar. M.Ö. 5000-4000 arasında Kapadokya'da küçük krallıklar yaşamıştır. Kapadokya'nın bilinen ilk halkları, Luviler ve Hititler'dir. Bölgede M.Ö. 2500 sonlarında Asurlular ticaret kolonileri kurmuşlardır. Anadolu'nun gerçek yazılı tarihini anlatan en eski belgeler Asur ticaret kolonilerinden kalmış olan Kapadokya tabletleridir. Kapadokya'nın "güzel at yetiştirilen ülke- güzel atlar ülkesi" anlamına gelen adı da Asurlular'ın mirasıdır. Asurlular'ın Katpatuta adını verdiği bölge Persler döneminde Kapadokya adını almıştır.
Erken Bronz Çağı sonlarında (M.Ö. 3200-1650) bölgenin -özellikle Avanos ve Kültepe'nin- önemli bir ticaret merkezi olduğunu Asur'lu tüccarlardan kalan pişmiş topraktan yapılmış ticaret mektuplarından öğrenmekteyiz. Asurlu tüccarların mektuplarında Kızılırmak yayı içinde kalan bu bölgeden Hitit ülkesi olarak söz edilmektedir. Asur ticaret kolonilerinin dönemi, M.Ö. 1850-1800 yılları arasında sona ermiştir.
Hititler'in Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya geldikleri tezi genel kabul gören bir tezdir. Kapadokya, Hitit İmparatorluğu'nun yükselme çağında (1750'lerde) Kral Şubbiluliyuma tarafından fethedilerek, Hititler'in "Aşağı Memleket" sınırlarına dahil olmuş, yaklaşık 500 yıl Hititler'in elinde kalmıştır.
Yerleşik hayata geçişle birlikte, yerleşim birimleri arasında temel ihtiyaçların karşılanması için ticaret ve benzeri ilişkiler doğmuş, temel ihtiyaç maddelerini üreten birimler önemli merkezler haline gelmişlerdir. Asurlular, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde Karum adı verilen ticaret merkezleri kurmuşlardır. Bunların en önemlisi Kapadokya sınırlarında yer alan Kültepe Karumudur. Kültepe civarındaki Mazaka şehri (Kayseri) ticaret bakımından Kaneş'in yerine geçmiştir.
Mezopotamyalı Asurlarla Hititler arasında ticari ilişkiler gelişmiş olmakla birlikte, Asurlular'ın dil üzerinde bir etkisi yoktur. Bu bize, Asurlularla Hititler'in birbirine karışmadığını gösterir.
M.Ö. - VII. yüzyıllar arası dönem: Kapadokya 'nın Karanlık Dönemi
M.Ö. 1200 yıllarında Hititler'in bir kolu olan Tabal Krallığı'nın tekrar canlandığı ve bölgeyi ele geçirdiği görülmektedir. Tabal Krallığı yaklaşık 24 beylikten oluşan bir konfederasyondur. Hacıbektaş-Karaburna, Topada (Acıgöl), Gülşehir-Sıvasa (Gökçetoprak) da çıkan hiyeroglif kaya yazıtları bunu göstermektedir. Tabal Krallığı at yetiştiriciliği ile ünlü olmuştur. Hititler'in çöküşünden sonra Tabal Ülkesi adını alan Kapadokya bölgesinin siyasal yapısı Ege'den (Frigyalılar ve Lidyalılar), Kafkaslar'dan (Kimmerler, İskitler ve Gasgarlar) ve Doğu'dan gelen (Persler, Medler) akınların etkisiyle sarsılmıştır. Bu akınlarla, Tabal Krallığı'nın hakimiyeti bölgede son bulmuştur.
Tabal Krallığından sonra Kapadokya, Frigyalılar'ın öncüsü sayılan Muşkiler tarafından işgal edilmiştir. Hititler'den sonra Orta Anadolu'da ilk defa büyük bir alanda devlet kurmayı başaranlar Muşki- Frigler'dir.
Zamanla Doğu'da Asurlar'ın ön Asya'yı egemenlikleri altına alması ve Batı'da Frigya hegemonyasını tanımış olan Lidyalılar'ın bağımsızlıklarını ilan edip rakip hale gelmesi, Frigler'i zor durumda bırakmıştır. Ancak Frigya devletini yıkanlar, Kimmer ve İskit akınları olmuştur. M.Ö. 676'da Kimmerler'e karşı koymak isteyen Frigya Kralı Midas'ın yenilmesiyle Frigler Orta Anadolu'dan Batı'ya sürülmüştür.
Kimmerler'in estirdiği fırtına sırasında ayakta kalmayı başaran Lidya devleti, fırtınadan sonra (M.Ö.VI. yüzyıl.) Frigya'nın önemli bir kısmını zaptederek Kapadokya'ya kadar genişlemiştir. Kapadokya bölgesinde Lidyalılar'in hakimiyeti bu tarihten sonra başlamıştır. M.Ö. 575-546 arasında bölgede Lidya- Pers çatışmaları ön plana çıkar. Lidya kralı Cresus, Pers ataklarını durdurmak için Kızılırmak'ı geçer. Ünlü matematikçi Milet'li Thales'in ilk hesaplarını da bu dönemde yaptığıgörülmektedir. Hatta hesaplamaların, Cresus'un Kızılırmak'ı geçmesi için nehrin iki kola bölünmesini sağladığı konusuna Heredot tarihinde yer verilmektedir. Bu savaşta Creus'un Pers Kralı 2. Kıras'a yenilmesiyle Persler hem Lidya devletini hem Frigya prensliklerini ortadan kaldırarak, Kapadokya'yı ele geçirmişlerdir. Ancak, Orta Anadolu'ya yönelen İran (Pers) ve Yunan yayılmaları burada mukavemetle karşılaşmıştır.
Persler'in ilk işi Anadolu'yu İran'daki gibi satraplıklara ayırmak olmuştur. Kapadokya Satraplığı da bunlardan biridir. Genel bilgiler ışığında Persler'in halkı göçe zorlamadıkları, yerel kültür ile Pers kültürünün kaynaştığı söylense de yerli kültür ile kaynaşan unsur Fars değildir. Persler'in daha önce İran'dan sürdüğü, ama aynı zamanda Pers ordusunun kumanda heyetini oluşturan ve Anadolu'ya Pers akınlarının hemen öncesinde gelmiş ve yerleşmiş olan Medya'lı subay ve memurlardır.
Anadolu halkı kendine yabancı gördüğü Pers hakimiyetine ısınamamış, fırsat buldukça isyan etmiştir. Perslere karşı en büyük direnç Kapadokya'dan gelmiştir. Kapadokya Satraplığı, ordu merkezi ve ticaret yolunun güzergahı üzerinde olmasına rağmen, bölgedeki yerel beyler uzun süre Pers hakimiyetine karşı varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yerel Beyler'in Persler'e karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesi, Pers İmparatorluğu'nun Makedonyalı İskender tarafından ortadan kaldırılmasının yolunu açmıştır.
Ancak, Kapadokya'da Pers hakimiyeti çok kolay sona ermemiştir. Yerel beylerin isyanlarını bastırmakta başarısız kalan Pers hükümdarı, Karyalı Datam'dan yardım almış, bu yardım karşılığında davet edildiği sarayda iftiraya uğradıktan sonra Kapadokya'ya kaçarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Persler'in Kapadokya'daki nüfusu Datam'ın ölümünden sonra artmıştır. İskender'in seferleri sırasında satraplıkların önemli bir kısmı Perslidir.
Heradot tarihinde Persler'in Tanrı heykeli, tapmak, sunak gibi şeyleri yapmayı bilmedikleri; kurbanları dağ başlarında kestikleri ve Zeus'a tanrısal gök kubbe olarak taptıkları, güneşe, aya, toprağa, ateşe, suya ve rüzgara kurban adadıkları anlatılmaktadır. Persler zamanında, Kapadokya'da İran ayinlerinin yaygınlaştığını gösteren deliller M.S. IV. yüzyıla kadar Ateş Tanrısı'na adanmış mabetlerin varlığıdır.
Ayrıca, bir yandan kıyılardaki ticaret ve para ekonomisine karşın, iç kesimlerde kapalı bir kara ticaretinin egemen olmasından kaynaklanan ekonomik sınırlılıklar, diğer taraftan toprakların ordunun ileri gelenlerine verilmesi neticesinde bu kesimlerin debdebeli sefahatlerinin tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylüleri köle durumuna düşürmesi ve bu köylülerin Roma'lı, Yunan'lı esircilere satılır hale gelmesi ile Pers Devleti gücünü kaybetmiştir.
Makedonya Kralı Büyük İskender, M.Ö 334 ve 331'de Pers ordularını artarda bozguna uğratarak bu büyük imparatorluğu çökertmiştir. Doğu Seferleri sırasında İskender'in Kapadokya'dan geçerken Cabictas adlı komutanını bölge idarecisi olarak bırakmasıyla Kapadokya da Makedonya egemenliğine girmiştir. Ancak Makedonyalılar, Kapadokya'da Batı Anadolu'daki Yunan kolonilerinde olduğu gibi coşkuyla karşılanmamıştır. İskender, komutanlarından Sabiktas'ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıkmış ve eski Pers soylularından Ariarates, halkın desteğini alarak 332'de merkezi Mazaka (Kayseri) olan Kapodakya Krallığı'nı kurmuştur.
Çalışkan bir yönetici olan I. Ariarates Kapadokya Krallığı'nın sınırlarını Yeşilırmak havzasına kadar genişletmiştir. Genç Kapadokya Krallığı İskender'in ölümüne kadar barış içinde yaşamıştır. İskender'in ölümünden sonra onun otoritesini üstlenen Perdikkas, Makedonya İmparatorluğu'nun ortasında filizlenen bağımsız bir krallığın varlığına göz yummamıştır. Ariarates'in bozguna uğratılmasından sonra yönetim Makedonyalı komutanlardan Eumenes'e devredilmiştir.
Çok geçmeden I. Ariaraets'in yeğeni II. Ariarates, Kapadokya'ya geri dönerek Makedonyalılar'ı bölgeden atmıştır. Ancak ikinci kez kurulan krallık, topraklarının önemli bir kısmını yitirmiş durumdadır. Kuzeyde yine bir Pers soylusu olan Ktistes Pontus Devleti'ni, güneyde ise İskender'in komutanlarından Selevkos bağımsız bir krallık kurmuştur. Aynı zamanda M.Ö. 280 yıllarında Kapadokya Batı'dan gelen Galat topluluklarının istilasına sahne olmaktadır. Kızılırmak yayı içine yerleşen Galatlar, Kapadokya ile sınır komşusu olmuşlardır. Kapadokya Krallığı Galatlarla sık sık savaşmak zorunda kalmış, aynı zamanda Roma Devleti'nin Anadolu'nun içlerine kadar ilerlemesine engel olmaya çalışmıştır. Bunun için Bergama Krallığı'nın yanında yer alan V. Ariarates'in ölümüyle Yunan kültürü Kapadokya'ya girmeye başlamıştır. Pontus Krallığı'nın entrikalanyla Kapadokya tahtı iyice sarsılmıştır, sonunda kral soyu tümüyle yok edilmiştir. Ardından Kapadokya Krallığı'nın topraklarının paylaşımı için Pontus Krallığı ile Roma Devleti arasında bir mücadele başlamıştır. Bu dönemde Kapadokya tahtı birkaç kez el değiştirmiştir.
Roma ve Bizans Dönemleri
Sürekli iktidar değişikliklerinin yanı sıra, bölgeyi istila edenlerin her seferinde, ürünleri yağmalamaları ve baskı yapmaları ile bunalan Kapadokya halkı, Roma imparatorluk merkezinde Cumhuriyet yönetiminin devrilmesinden sonra, giderek Roma'nın ağır baskısı altına girmiş, bölgedeki krallar Roma yönetiminin birer uydusu haline gelmişlerdir. Kapadokya, M.S. 17'de Roma Kralı Tiberius tarafından Roma'ya bağlanmış, bir yıl sonra da vilayet ilan edilerek bir vali (legat) atanmıştır. Kapadokya Eyaletinin sınırları kuzeyde Samsun'a, güneyde Klikya'ya, batıda Tuz Gölü'ne, doğuda Fırat kıyılarına kadar uzanmıştır.
M.S. 18'de çok zengin ve gelişmiş bir şehir olarak karşımıza çıkan Avanos, yörenin en önemli politik ve dini merkezlerinden biridir. Krallık hiyerarşisinin üçüncü adamı olan Avanos rahibine hizmet eden Euphrates'in yazıları bize Avanos'ta çok sağlam ve güçlü bir aristokrasinin varlığını göstermektedir. İlk çağlardan beri Kapadokya'nın en önemli kenti olan Kayseri, Romalılar döneminde de Kapadokya'nın merkezidir. İmparator Tiberus tarafından Sezare (Kayseri) adı verilen şehrin etrafı, daha sonraki yıllarda İran'dan gelen Sasani saldırılarına karşı Gordianus tarafından surlarla çevrilmiştir. Roma döneminde de Doğu'dan gelen saldırılar devam etmiştir. Gerek bu saldırılar yoluyla toprakları ele geçirerek gerekse göç yoluyla gelip bu topraklara yerleşenlere karşı Romalılar lejyon denen askeri birlikleriyle mücadele etmişlerdir.
Diğer taraftan Anadolu'da yayılmaya başlayan Hıristiyanlar için Roma dönemi hareketli bir dönemdir. Bilindiği gibi, Hıristiyanlığın ilk yılları puta tapan Roma Devleti'nin ağır baskıları altında geçmiş, bu da Hıristiyanları büyük şehirlerden kayalık gizli alanlara kaçmaya yöneltmiştir. Bölgede ilk Hıristiyan yerleşmeler, Aziz Paulus'un bir misyonerlik gezisi sırasında burayı keşfetmesiyle başlar. Hıristiyanların bölgede yaygın olarak görülmeye başladığı dönem, III. yüzyıldır. Roma Kralı Diokletien'in Hıristiyanlara uyguladığı baskı ve takibat, ardılı I. Konstantin'in Hıristiyanlığı kabul etmesiyle başlayan rahatlama ile yaşanan bu dini heyecan devri, aslında aynı zamanda pek çok doğal külte inanmanın da doğal sayıldığı dini bir senkretizm devridir. Bu tarihten sonra Romalılar, Bizanslılar ve ardıllarının Kapadokya halkını kendi kültürlerine asimile etme gayreti içinde olmadıkları anlaşılmaktadır.
Romalılar'ın Orta ve Doğu Anadolu'yu ele geçirdikten sonra yaptıkları ilk iş bölgeyi Ege'ye bağlayan bir yol yaparak iki önemli merkez arasında ulaşımı sağlamak olmuştur. Askeri ve ticari açıdan yapımı büyük önem taşıyan bu yol, Kapadokya'dan geçmektedir. Böylece, Anadolu'nun iç kesimlerinin denizle bağlantısı sağlanmıştır. Ancak, deniz ticaretinin toprak ürünleriyle desteklenmemesi sonucu bir ekonomik bunalım başlamıştır. Kral Antonin zamanında patlak veren ekonomik bunalım 284 yılında İmparator Diokletien'in tahta çıkışına kadar devam etmiştir. Bu dönemde İmparatorluk, yani merkeziyetçi unsur kavramı, yerini merkezden kopma eğiliminde bulunan kuvvetlere bırakmaya başlamıştır. Dolayısıyla para hacminin aşırı derecede daralması, büyük toprak sahiplerinin malikanelerine kapanmaları sonucunu doğururken, aynı zaman içinde köle-işgücünün azalması da (yayılma savaşlarında toparlanıp getirilen köle neslinin tükenmesi, yenilerinin sağlanmasındaki mali imkansızlık) bunları topraklarına yeni bir düzen vermeye itmiş, topraklar ikiye bölünmüştür. Birinci toprak tipi, efendinin hası olup (indominicatum) konutla (villa) birlikte işlenebilir toprakların büyük bir kısmından meydana gelen toprak tipidir. Diğer toprak tipi özgür denen köylüler (koloni) arasında "çift" (manses) olan iki bölüme ayrılmıştır. Koloni (köylüler) ürünlerinin onda biri kadarını toprak sahibine vermekle ve zamanlarının büyük bir kısmını da senyörün toprağında harcamakla yükümlü kılınmıştır.15 Tarımsal üretim ilişkilerinin şartlarındaki değişiklik, yaşamı daha da zorlaştırmıştır. Kolon sürekli, soydan gelme, ama gönüllü olmayan bir çiftçidir. Toprağa bağlılık onun için hem bir hak hem de zorunluluktur. Öyle ki toprağı terk edemez, kaçmaya teşebbüs ederse ağır bir şekilde cezalandırılır.
İmparator Julianus Apostata zamanında (361-262) saygın bir bilgin ve din adamı olan Kayseri Başpiskoposu, yoksul halkın yaşam düzeyini yükseltmek için çok çaba harcamıştır. Ancak merkezdeki Roma yönetimi bu uygar din adamının toplum üzerindeki etkisinden çekinerek Kapadokya'yı kuzey ve güney olmak üzere iki yönetsel bölgeye ayırmıştır.
Roma İmparatorluğu'nun 395'te ikiye ayrılmasıyla Kapadokya Doğu Roma Devleti'nin (Bizans) hakimiyeti altında kalmıştır. Bizans döneminde Kapadokya Anadolu'nun iki piskoposluk merkezinden biri olmuştur. Aynı zamanda üç büyük azizin memleketi olarak da bilinir. Bunlar, Kayseri Başpiskoposu Büyük Basil, Kardeşi Nissalı Gregory ve Naziruslu Gregory'dir. Aziz Basil kaya kiliselerin ve manastırların kurucusudur.
Bizans'ın ilk yıllarında bölge sakin bir dönem yaşamıştır. İmparatorluğun sınırlarının Kafkasya'ya kadar uzandığı düşünülürse, Kapadokya ve çevresi coğrafi bakımdan merkez durumundadır. Bölge halkı bu dönemde Helen-Roma fikirlerinden ziyade İran'ın etkisi altında kalmıştır. Doğu'dan güçlü Arap ve Sasani akınları başlamış, İmparator Heraclius Anadolu'nun önemli kısmını askeri eyaletlere ayırmıştır. Kapadokya da bu eyaletlerden biridir. İmparatorluğun Doğu bölgelerinin işgal altında kaldığı, Hakiki Haç'ın Kudüs'ten kaçırılıp tekrar geri alınarak Kudüs'e götürüldüğü, savaşların aralıksız devam ettiği bu kargaşa döneminde Derinkuyu ve Kaymaklı gibi düz ovalarda yaşayan halk yeraltı şehirlerine, dağlık kesimlerde yaşayanlar ise kaya kilise ve hücrelere sığınmıştır.
Bizans Devleti bir yandan Arap ve Sasani akınlarıyla baş etmeye çalışırken, diğer yandan Focas zamanından başlayıp II. Basil döneminde doruğuna ulaşan yayılma siyaseti, ilk bakışta zaferlerle dolu ama uzun vadede yıkım getiren bir savaşlar dizisine yol açmakla kalmamış, feodalizmi azdırmıştır. Orduda hizmet edenlere toprak tahsis edildiğinden, bir süre sonra toprak sahibi askeri aristokrat grup ortaya çıkmış, kiliselerin ve feodallerin gücü artmıştır. İmparator Basileos'un ölümünden sonraki çağda, büyük malikaneler hızla artarken asker ve köylü kökenli küçük mülkiyet çökmeye başlamıştır. Vergiler, resimler, angaryalar kadar, toprağa bağlılığın içerdiği bütün külfetlerin ağırlığı altında ezilen bağımlı köylünün gösterdiği tek tepki, çok kere nereye olduğunu bile bilmeden kaçmaktan ibarettir.
Ayrıca Bizans döneminde uzun süredir devam eden mezhep çatışmaları iyice artmış, İmparator III. Leon'un ikonları yasaklamasıyla ikonoklasm dönemi başlamıştır (726-843). Önce, Hıristiyanlara baskı yapan Sasanilerin ve din büyüklerinin tasvirine karşı olan Arapların saldırıları nedeniyle ikona yanlısı keşişler, Göreme, Ürgüp ve Avanos çevresindeki kayalık, kuytu bölgelere sığınmışlardır. İkon kırıcı akımın Bizans'ta güç bulmasıyla taşlardan oyulmuş manastır ve kiliselere sığınanların sayısı da artmıştır. Bu dönem, İmparatoriçe Thedore'un ikonları tekrar serbest bırakmasıyla son bulmuştur.
IX-XI. yüzyıllar arasında Göreme ve Zelve önemli bir manastır yerleşimine sahne olmuştur. Bu dönemde kuzeyde Pontus Krallığı'nın elinde olan Hıristiyanlık merkezleri Kapadokya'ya kaymıştır.
Toprak mülkiyetinin değişimi ve savaşların yarattığı sosyal bunalım, sefaleti, açlığı ve salgın hastalıkları da beraberinde getirmiştir. Bu dönem aynı zamanda, rahipler ile Bizans imparatorları arasında mülkiyet ve iktidar mücadelelerinin kızıştığı bir dönemdir. Bu mücadelenin nedeni, manastır rahiplerinin bağış toplaması sonucu imparatorun hazinesinin küçülmesi, ordunun askersiz ve ikmalsiz kalması ve manastır mülkiyetini sınırlama yoluna gitmesidir. Bu mücadeleye rağmen, kilise önemli bir ekonomik güce ulaşarak Bizans halkındaki feodal-yoksul köylü ikilemini keskinleştirerek ileride patlayacak iç kavgalara zemin hazırlayacaktır. Bu zor hayat dini sığınma arayışlarını güçlendirdiğinden Kapadokya kiliselerine insan yığılmaları başlamış ve Bizans Selçuklu fetihlerine kapılarını ardına kadar açmıştır. Bütün bu gelişmeler Bizans'ın Orta ve Doğu Anadolu'yu kolayca kaybetmesine zemin hazırlamıştır. Sonraki yıllarda Bizans Devleti'ndeki taht kavgaları Türk güçlerinin hakimiyetini artırmıştır.
Ancak Oğuz Türklerinin, nizami Bizans ordularıyla başa çıkması çok da kolay olmamıştır. İlk olarak 1064 yılında Kayseri ve Nevşehir yönüne doğru ilerledilerse de yenilgiye uğrayıp, geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu tarihten sonra Alparslan'ın komutanlarından Afşin Bey Bizanslıları yenilgiye uğratıp bölgeyi ele geçirmiş, ama bu durum uzun sürmemiştir. Anadolu'nun kapıları Türklere 1071 Malazgirt Savaşı ile açılmıştır.
Kapadokya'da Türk Dönemi
Kapadokya'da Türk dönemi, Bizans'tan sonra Selçukluların bölgeye hakimiyeti ile başlar. Anadolu beylikleri ve Osmanlı Devleti'nin etkileri, Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi ile devam eder.
Selçuklular, Anadolu Beylikleri
1071 'de Türklerin Anadolu'ya girmelerinin ardından 1072'de bölgeye birçok Oğuz Boyu yerleşmiş, yerli Rum köyleriyle birlikte Türk yerleşimleri de oluşmaya başlamıştır. 330 yıl süren Selçuklu hakimiyetinden önce Kapadokya bir süre (1086-1175) Danişmendliler'in yönetiminde kalmıştır. Danişmendliler'in Selçuklular'la birlikte hareket ettiği Haçlı Seferleri sırasında Kapadokya büyük zarara uğramıştır.
Sultan Melikşah'ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti'nde taht kavgaları baş göstermiştir. Sultan Sencer'in 1157'de ölümüyle Büyük Selçuklu Devleti dağılmış, şehzadeler bulundukları bölgelerde bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Ancak Büyük Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra en uzun süre ayakta kalan kolu, XIV. yüzyıla kadar devam eden Anadolu Selçuklu Devleti 'dir.
1143'te Melik Gazi'nin ölümüyle Danişmendliler'de taht kavgaları başlamış ve II. Kılıçarslan tarafından 1175'de fethinden sonra Kapadokya ve çevresi de Selçuklu egemenliği altına girmiştir. Selçukluların 1243 Kösedağ savaşında Moğollar'a yenilmesiyle birlikte, bölgede Moğol hakimiyeti başlamış ve bölge Moğollar tarafından bir üs olarak kullanılmıştır.
Kapadokya'nın özellikle Nevşehir'e yakın kesimleri, Anadolu Selçukluları döneminde Doğu ile Batı arasında ticari ve kültürel bir köprü vazifesi görmüştür. Bu bölge, Çay Hanı, Horozlu Han, Zazadın Han, Sultan Hanı, Ağzıkara Han, Tepesidelik Han, Alay Hanı ve Sarıhan gibi birer menzillik mesafedeki kervansarayların sıralandığı ticaret yolu üzerindedir. Bu ticaret yolu, Ege'yi Orta Asya, Çin ve Mezopotamya'ya bağlayan bir yol olmuştur.
I. Alaeddin Keykubat ile en parlak dönemini yaşayan Anadolu Selçukluları bu dönemden sonra taht kavgaları ve toprak kayıpları nedeniyle dağılmıştır. Kapadokya içindeki mağaralar, anlaşmazlıklarda sultanların sığınma yerleri olarak kullanılmıştır.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin ortadan kalkmasının ardından, Kapadokya'ya hakim olan devlet ve beylikler sırasıyla; İlhanlılar, Eratna Beyliği, Karamanoğulları ve Osmanlı Devleti'dir. 1318 yılında Orta ve Doğu Anadolu'nun İlhanlı Devleti'nin vilayeti sayılmasıyla birlikte Kapadokya İlhanlı Valisi Timurtaş'ın yönetimine verilmiştir. Timurtaş 1322'de İlhanlılar'a karşı bağımsızlığını ilan edince 1327'de öldürülmüştür. Bundan sonra bölgede İlhanlıların komutanlarından Eratna Bey'in yönetimi başlamıştır. 1340'tan 1365'e kadar Bağımsız Eratna Beyliği (İlhanlılar'dan bağımsız) bölgenin hakimi olmuştur.
Eratna Bey'in ölümüyle, beyliğin başına çocuk yaştaki yöneticilerin geçmesi, Karamanoğuliarı'nın işine yaramış, Kapadokya bölgesinin de içinde bulunduğu topraklar 1365'te Karamanoğlu Alaeddin Bey tarafından ele geçirilmiştir.
1381'de Eratna soyundan II. Mehmed Bey'i safdışı bırakan Vezir Kadı Burhaneddin Ahmed beylik yönetimini ele geçirince , bölge onun egemenliği altına girmiştir. Kadı Burhaneddin'in yöreyi kesin olarak ne zaman aldığı bilinmemektedir. Kadı Burhaneddin'in 1398'de Akkoyunlu Kara Yülük Osman Bey tarafından öldürülmesi üzerine, yöreyi Karamanoğulları ele geçirmiştir. Osmanlı Hükümdarı I. Beyazıt, aynı yıl Karamanoğulları beyliğine son vermiş ve Kapadokya yöresini Osmanlı topraklarına katmıştır. Ancak I. Beyazıt 1402 Ankara Savaşında Moğol hükümdarı Timur'a yenilmiş; Timur'un Osmanlılar'dan aldığı toprakları beyliklere dağıtmasıyla Anadolu beylikleri dönemi yeniden canlanmıştır. Kapadokya yöresi bu dönemde tekrar Karamanoğulları Beyliği'nin yönetimine geçmiştir. Karamanoğulları ile Osmanlılar arasında uzun süren savaşlar, önceleri Osmanlılar'in daha sonraları, 1466 yılında Karamanoğuliarı'nın yenilgisiyle Kapadokya yöresi tekrar Osmanlı Devleti'ne katılmıştır.
Osmanlı Devleti Dönemi
Kapadokya, Osmanlı yönetiminin ilk yıllarını barış içinde ve sessiz bir biçimde yaşamıştır. Bu durum, Kanuni Sultan Süleyman'ın tahta çıktığı zaman, hazine gelirlerini artırmak için yaptırdığı yeni bir arazi tahririne kadar sürmüştür. İl yazıcılarının bir kısmı arazi ölçümlerini ve ürün miktarını fazla göstererek vergi miktarını artırınca bazı dirlik sahiplerinin toprağı elinden alınmış ve bu durum halk ile asker arasında huzursuzluğa neden olmuştur. Ayrıca 1582'den itibaren başlayan İran seferleri tımar düzenini bozmuş, dirlik sahiplerinin isyanına neden olmuştur. Celali isyanları olarak bilinen ve dirlik sahiplerinin ailelerini ve topraklarını bırakıp savaşa gitmeyi reddetmeleriyle alevlenen bu isyanlar Kapadokya'da da etkili olmuştur.
Osmanlı döneminin ilk yıllarından XVII. yüzyıla kadar Kapadokya bölgesinin en önemli merkezi Ürgüp olmuştur. Kaynaklar 1530'da Ürgüp'ün 6 mahalleden oluşan ve 213'ü Müslüman, 35'i diğer dini ve etnik tebadan toplam 248 haneye sahip bir kasaba olduğunu söylemektedir. XVII. yüzyıla kadar Nevşehir, eski adı Nissa olan Muşkara Köyü olarak bilinir. Burası Niğde'ye bağlı Ürgüp kasabasının 18 hanelik bir köyüdür.
Muşkara'nın (Nevşehir) iskan durumunun XVI. yüzyıldan XVIII. yüzyıla pek fazla bir değişiklik göstermediği gözlemlenmektedir. Ancak, Damat İbrahim Paşa'nın Osmanlı Sadrazamı olmasıyla bölgede önemli bir canlanma ve yenilenme yaşanmıştır. Lale Devri'nin önemli sadrazamlarından Damat İbrahim Paşa, Muşkara'da bu döneme yakışır yenilikler uygulamıştır. Örneğin, Muşkara'yı mimari yapılarla donatmış, imar ve iskanını tamamlamış ve Niğde Sancağı'na bağlı bir kaza haline getirdikten sonra adını Nevşehir olarak değiştirmiştir.
Bugünkü Gülşehir'in kurucusu ise Karavezir lakabıyla bilinen Silahtar Mehmet Paşa'dır. Eski adı Arapsun olan Gülşehir, 1584'te Uçhisar nahiyesine bağlı 30 hanelik bir köydür. Halkının tümü Müslüman'dır. Silahtar Mehmet Paşa, burada bir cami ve bir medrese yaptırmış, kasaba nüfusunun artmasını sağlamış ve ardından Arapsun adını Gülşehir olarak değiştirmiştir.
Osmanlı Devleti'nin 1840 yılındaki resmi kayıtları Nevşehir ve Ürgüp'ün Niğde Muhassıllığı'na bağlı olduğunu göstermektedir. 1847'deki idari yapılanmada Nevşehir Konya eyaletine bağlı livalardan biri haline getirilmiştir. 1849 kayıtlarından sancak merkezinin Niğde'ye taşınmasından söz edilmektedir.
1867 Vilayet Nizamnamesi'ne göre Nevşehir Livası kazaya dönüştürülerek Konya Vilayeti'nin Niğde Sancağı'na bağlanmıştır. Bu dönemde Niğde Sancağı'nın Nevşehir, Ürgüp, Aksaray, Kırşehir ve Yahyalı olmak üzere beş kazası bulunmaktadır. Kısaca idari hiyerarşi şu şekildedir: Konya Eyaleti, Niğde Sancağı, Nevşehir ve Ürgüp kazaları ve bunların köyleri. Nevşehir'in idari statüsü, 1867'den 1918'e kadar değişmemiştir. Buna karşın, 1896 yılında Arapsun (Gülşehir) Niğde Sancağı'na bağlı bir kaza haline getirilmiştir. Avanos, bu yüzyılda Ankara Vilayeti'nin Kırşehir Sancağı'na bağlı bir kaza, Hacıbektaş ise yine aynı vilayete ve sancağa bağlı olan bir nahiye durumundadır.
Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi
Kapadokya yöresi Milli Mücadele yıllarında Mütareke'nin belirlediği paylaşım alanlarının dışında kaldığı için önemli bir olaya sahne olmamıştır. Bununla birlikte Dellaczade Hacı Osman Efendi Sivas Kongresi'ne Nevşehir delegesi olarak katılmış, memleketinde Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nin şubesini kurmuş ve milli mücadeleye katılımı sağlamıştır.
Başka bir olay da Mustafa Kemal'in 1919'da Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi'ne gelerek tekke şeyhi ve çelebisi ile görüşmesidir. Bu görüşmenin ardından Anadolu'daki tüm Bektaşi tekkeleri milli mücadeleye destek kararı almış ve bu tekkeler karargah gibi çalışmıştır. Cumhuriyet sonrasında gelişip büyüyen, Niğde'ye bağlı bir ilçe olan Nevşehir'e 1954 yılında il statüsü verilmiştir.
Mezopotamyalı Asurlarla Hititler arasında ticari ilişkiler gelişmiş olmakla birlikte, Asurlular'ın dil üzerinde bir etkisi yoktur. Bu bize, Asurlularla Hititler'in birbirine karışmadığını gösterir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara