Dolar

34,8648

Euro

36,6754

Altın

3.047,70

Bist

10.058,47

'Suriye'de mezhep çatışması yok, despotizm var'

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da başlayan hareketlenmelerde sürekli ismi zikredilen bir örgüt.İİT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'na göre Suriye'de yaşananların mezhep çatışmasıyla alakası yok, ayaklanmalar halkın '30 sene 40 sene bir hanedan despotizmine son vermek' maksadıyla başlattığı bir mücadele.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-04-13 02:17:39

'Suriye'de mezhep çatışması yok, despotizm var'
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da başlayan hareketlenmelerde sürekli ismi zikredilen bir örgüt.
Tavrı, yapabilecekleri, sorumlulukları hep tartışıldı. Bölgenin kaynayan gündemi arasında çok tehlikeli başlıklar da göze çarpıyor. Mezhep çatışması ihtimali bunların başında geliyor. İstanbul'da konuştuğumuz İİT Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'na göre Suriye'de yaşananların mezhep çatışmasıyla alakası yok, ayaklanmalar halkın "30 sene 40 sene bir hanedan despotizmine son vermek" maksadıyla başlattığı bir mücadele. Buradan bir "mezhep çatışması" çıkarmak isteyenlere, İİT'nin "tüm ihtilafların çözülebileceği bir platform" olduğunu hatırlatıyor Prof. İhsanoğlu. Sadece Müslümanların kendi aralarındaki ihtilaflar değil elbette. Suudi Başmüftüsü'nün "Arap Yarımadası'ndaki tüm kiliselerin yıkılması" önerisine de şiddetle karşı çıkıyor. İhsanoğlu, İslam şehirlerinde 3 dinin de mabetlerinin bir arada yaşadığına dikkat çekiyor.

Suriye'deki durumun mezhep çatışmasına doğru gittiğine dair kaygılar var. Siz, böyle bir endişe görüyor musunuz?

Aslında Suriye'de olup bitenlerin mezhep çatışmasıyla alakası yoktur. Suriye'deki hadise çoğunluğu teşkil eden halkın demokratikleşme talepleridir. Yani anayasal rejimin demokratik temeller üzerine kurulması ve bir azınlık iktidarının, oligarşinin ilelebet hükümran olmamasıdır. Yani insan hak ve hürriyetlerinin tesis edilmesi, çok partili bir siyasi sistemin kurulması ve iktidarın seçimle el değiştirmesi; 30 sene 40 sene bir hanedan despotizmine son vermektir. Bunu mezhep çatışmasına dönüştürmek, yapılabilecek en büyük suçtur. Ve Suriye halkına, devletine ve milletine ve tüm bölgeye yapılabilecek en büyük darbedir. Maalesef bazı faktörlerden dolayı bu gibi konular işlenmektedir. Ama biz İİT olarak 8 mezhebi eşit saydık. 2005'te Mekke'de yapılan olağan zirvede ilk defa İslam tarihinde dört Sünni mezhep olan Hanefi, Şafii, Maliki ve Hambeli ile Caferi, Zeydi (ki bu ikisi Şii mezheptir), Zahiri ve İbadi mezhebini eşit sayarak çağdaş İslam tarihinde ilk defa icmali ümmet halini sağladık. Ayrıca 2006'da Irak'ta çatışan Sünniler ile Şiilerin liderlerini bir araya getirerek, 10 maddelik bir anlaşma çevresinde fikir birliğine varmalarını sağladık. Ve o günden bugüne aralarındaki çekişme bitmiştir. İİT'nin Mekke belgesi olarak kabul edilen bu anlaşma bugün Irak'taki Sünni-Şii barışının temelinde sağlam olarak duruyor. Bir hadise olduğu zaman herkes buna atıf yaparak tekrar doğru yola yöneliyor.

Şu anda Şii ağırlıklı yönetimleri olan üç ülkenin (İran, Irak, Lübnan) bu konudaki tavırları mezhep çatışması kanaatini güçlendiriyor. Bu konuda bu ülkelere de verilebilecek bir mesaj var mıdır?

Hemen şunu belirteyim, 2005'teki zirve kararının altında İran'ın da imzası vardır. O zirveye İran Cumhurbaşkanı da katılmıştı. Biz diyoruz ki; İİT çerçeve olarak tüm bu ihtilafların çözülebileceği bir platformdur.

57 Müslüman ülkeyi temsil eden İslam İşbirliği Teşkilatı, İslam dünyasının orta yerinde kanayan bir yara olan Suriye krizinde ne tür girişimlerde bulundu? Neden daha aktif rol üstlenmiyor? Çünkü İslam ülkeleri kendi içindeki problemi çözemeyince kimsenin istemediği dış müdahale gündeme geliyor...

Şunu bilmek lazım ki; uluslararası bütün teşkilatlar içinde sadece Güvenlik Konseyi'nin müeyyide uygulama yetkisi vardır. O da Güvenlik Konseyi'nin o beş daimi üyesinin anlaşması neticesinde olabiliyor. Onun dışında hiçbir uluslararası teşkilatın veya gücün güç göndermek, baskı uygulamak, ambargo koymak, asker göndermek gibi bir yetkisi bulunmuyor. Tüm bunlar ancak Güvenlik Konseyi'nin kararıyla olabiliyor. Bunun dışında örgüt olarak yapılması gereken her şeyi yapıyoruz. İlk günden beri biz, bu akan kanın karşısında durduk. Tabii biz bunu yaparken, daha çok sessiz diplomasi üslubunu tercih ediyoruz. Mesela Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'e özel bir temsilciyle mesaj gönderdim. Dediler, her zaman işte reform yapacağız, muhalefetle diyaloğa gireceğiz. Daha sonra Arap Ligi inisiyatifi geldi. Bakanlar kurulumuzu topladık. Ve birtakım kararlar aldık. Suriye hükümeti bu toplantıya katıldı ve imzasını attı. Ama uygulamadı. Şimdi gele gele Kofi Annan'ın altı maddeden oluşan teklifine geldi. Biz de buna destek verdik. Ayrıca Rusya'dan, Şam üzerinde etkili olan gücünü kullanmasını istedik. Gerçekten Şam üzerinde etkisi olabilecek yegâne güç kanaatimizce Rusya'dır. Bugün yapabildiğimiz girişimlerin en önemlilerinden ilk defa Suriye'ye 12 ay içerisinde bir insani yardım heyetinin girmesidir. Bu da teşkilatımızla Birleşmiş Milletler'in (BM) işbirliği sayesinde oldu. BM, ancak bizim vasıtamızla oraya girebildi. Tabii çok mufassal bir rapor hazırlandı. Bir milyon kişinin mağdur olup yardıma ihtiyaç duyduğu tespit edildi. Şimdi oraya yardım göndermek için bir kampanya başlattık. İlk kafileler harekete geçti. İşin gerçeği çok şey yapılıyor. Maalesef Şam iktidarı vakit harcıyor ve bir taraftan da vakit kazanmaya çalışıyor. Bugün her kesimin hemfikir olduğu altı maddeden oluşan Kofi Annan planı yavaş yavaş erimeye başladı. O da bundan sonraki safhanın daha da kanlı olacağını gösteriyor.

Gelinen noktada süreç, dış müdahaleye kadar gider mi?

Açıkçası biz dış müdahalenin karşısındayız. Çünkü dış müdahale göstermiştir ki, hiçbir zaman problemlerin çözümüne bir çare değildir. Bilakis sorunun daha vahim bir hal almasına yol açıyor. Eğer Suriye'ye dış müdahale olursa bu sefer tüm bölge ateşe bürünür. Çözümün muhakkak siyasi olması lazım. Yönetime baskı icra etmek suretiyle olacaktır.

'Arap Baharı' denilen süreç bir yılı doldurdu. Bütün bu süreci artı ve eksileriyle nasıl değerlendiriyorsunuz? Ortadoğu daha da özgürleşiyor mu, yoksa daha kaotik bir hal mi alıyor?

Öncelikle şunu belirteyim; her zaman şu 'bahar' kelimesine karşı oldum. Bu 'Arap Baharı' değildi; bu Arap despotlarının sonbaharıydı. Ve bu sonbaharda despotlar bir bir gidiyor. Bahar daha sonra gelecektir. Çünkü demokrasiye ulaşmak bir günde olmayacaktır. Eğer biz bugün demokrasinin nimetlerinden istifade ediyorsak, bunun arkasında çok acı bir tarihimiz var. Çok ağır sancılardan sonra doğum olmuştur. Yani demokrasiye giden yollar böyle rahat, engebesiz yollar değildir. İhtilaller, isyanlar, iş savaşlar, Avrupa, Amerika bunları yaşadı. Biz buna benzer Tanzimat'tan ve I. Meşrutiyet'ten II. Meşrutiyet'e kadar yaşadıklarımız bilinen hadiselerdir. Onun için Arap ülkelerinin bir günde o demokratik olgunluğa varacaklarını sanmak biraz yanlış olur. Tabii bunlar ihtilal değil. Bunlar halk hareketleridir. Bu tabii olaylar gibi, bir deprem gibi tektonik tabakalarda enerji birikiyor ve patlama noktasına geliyor. Ve bu patlamalar yıkıcı patlamalar, yıpratıcı patlamalar. Bir fikir etrafında halk hareketi birleştirilmiş bir lider kadrosunun öngörüsüyle, vizyonuyla hareket etmiş olan ayaklanmalar ihtilaldir.

'3 dinin mabetleri İslam şehirlerinde bir arada yaşamıştır'

Ekmeleddin İhsanoğlu, Suudi Başmüftüsü'nün büyük tepki çeken "Arap Yarımadası'ndaki tüm kiliselerin yıkılması" gerektiği sözleriyle ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: "Kanaatime göre bu şahsi bir görüştür, bir devletin veya sorumlu heyetin görüşü değildir. İslamiyet'in, özellikle ehli kitap dinlerine ve mabetlerine olan saygılı tavrı dinen ve tarihen çok iyi bilinen bir gerçektir. Hz. Ömer'in Kudüs ziyaretinden sonra Hıristiyanlara verdiği kiliselerle ilgili 'ahitname' İslam tarihi boyunca bu konuda temel teşkil etmiş, Osmanlı'da da bu ilke uygulanmıştır. Bu belge, İslam hukukunun bu konudaki temel çerçevesini de çizmiştir. Bu hukuki çerçevenin yanı sıra fiili olarak da tarih boyunca İslam şehirleri ve hilafet başkentleri olan; Şam, Bağdat, Kahire ve İstanbul'da 3 dine ait mabetler aynı şehir içinde yaşamıştır ve bu dinlere sadık olan insanlar, huzur ve barış içinde yaşamıştır. 21. yüzyılda yaşarken bu çok parlak ve güzel örnekleri göz önünde bulundurmak gerekir."

ABDÜLHAMİT BİLİCİ -ZAMAN

SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara