Avrupa Birliği standartlarında uygulanan gıda güvenliği sisteminin her gün bir kademe daha ileriye gittiğini belirten Eker, ürünlerle ilgili bir tek geri bildirim, şikayet almadıklarını söyledi ve açıklamalarına şöyle devam etti :
" O bütünüyle gerçekdışı itham ve iddialar oluşturuyor. Mesela bir örnek vereceğim size üzüm ilgili. 24 tane kimyasal madde diyor. Bağcılıkta kullanılabilen toplam kimyasal madde sayısı en fazla dörrtür. Yani onların bile hepsi kulllanılmıyor. Bugüne kadar biz Avrupa Birliği ile aramızda bir gıda güvenliği ile ilgili hızlı alarm sistemi var. Üzümle ilgili bir tek geri bildirim, şikayet almış değiliz. Kimsenin Türkiye Cumhuriyeti'nde üretilen, çiftçilerimizin ürettiği alınterinin karşılığı olan ürünlerle ilgili bu tür spekülatif haberler yapmak suretiyle bunları genelleştirmek suretiyle insanların yedikleri içtikleriyle sorunlu hale getirmeye hakkı yok"
Greenpeace'den yalanlamalara cevap
Bu yazı, Greenpeace Almanya’nın 26 Mart 2012 tarihinde yayınladığı “Pestisitsiz Gıda: Meyve ve Sebze İçin Alışveriş Rehberi” raporuna yönelik gelen tepkilere Greenpeace Akdeniz’in cevabıdır.
26 Mart 2012, Pazartesi günü Greenpeace Almanya tarafından yayınlanan "Pestisitsiz Gıda: Meyve ve Sebze İçin Alışveriş Rehberi" adlı rapor Türkiye basını tarafından ilgiyle karşılanırken, Almanya'ya ihraç edilen üzüm, armut ve dolmalık biberin yüksek oranda pestisit içerdiği abartılı bir şekilde manşete çekildi.
Bu haberler üzerine, gerek Bakanlık yetkilileri, gerekse meyve sebze ihracatçıları Greenpeace'i hem yanlış bilgi vermekle hem de Türkiye'ye zarar vermekle suçluyor.
Rapordaki tüm analiz, Almanya devlet otoritelerinin 2009 ve 2010 yıllarında 22.000 ürün üzerindeki denetimlerinin verileri üzerine yapılmıştır. Greenpeace raporu, Türkiye'den ihraç edilen yaş meyve ve sebze üzerine değil, Alman tüketicisinin sofrasına gelen bütün ürünlere yönelik yapılan bir araştırmanın sonucudur. Burada Türkiye'ye yönelik bir alınganlık geliştirmek sorunun kökenini görmemizi engeller. Çünkü raporda Yunanistan'dan gelen kayısı, İspanya'dan gelen mandalina veya Tayland'dan ihraç edilen mangonun ciddi sağlık riskleri oluşturabileceği belirtilmektedir.
Rapordan çıkan en önemli sonuç:
Kimyasal girdilere dayalı endüstriyel tarımın sağlığımızı tehdit ettiği ve kimyasallardan arınmış sebze ve meyveleri en az Almanlar kadar ülkemiz vatandaşlarının da hakettiğidir. Önemli olan çiftçileri tohum ve kimya şirketlerinin insafına terketmemektir.
Bu rapor asıl olarak endüstriyel tarımın çıkmaza girdiğini ve bize sağlıklı besinler sunamadığını göstermekte. Zaten hem yoğun kimyasal kullanımı, hem de GDO'lar aynı sorunlu tarım politikalarının bir sonucu. Bu raporun amacı üreticiyi suçlamak değil, tüketiciyi bilgilendirmek, ve tarımsal politikaların sonuçlarına dikkat çekmektir.
Gelen tepkilerde amacın Greenpeace'e mi yönelik olduğu yoksa Almanya'nın devlet verilerine mi yanlış denildiği anlaşılmamaktadır. Kısacası, amaçlarının üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi olduğunu anlaşılmamakta.
Burada önemli olan tartışma konusu şudur:
Greenpeace tüketicinin pestisit içermeyen, ekolojik ve yerel tarım ilkeleriyle üretilen, organik gıdaya ulaşma hakkının sonuna kadar arkasında. Bu hem Almanya hem de Türkiye için geçerlidir. Umarız veriler Almanya'da olduğu gibi Türkiye'de de açık olur, biz de tüketiciyi Türkiye'de de bağımsız analizlerle bilgilendirebiliriz.
Çiftçinin kimya şirketleri tarafından nasıl yanlış ve gereksiz kimyasal kullanımına yönlendirildiği ortadadır. Çiftçi, kimya şirketlerinin insafına bırakılmamalı, onları doğru biçimde ekolojik tarıma yönlendirecek destekler geliştirilmelidir.
Bakanlık yetkilileri ve ihracatçılar, sonuca tepki vermek yerine sorunun sebeplerine odaklanmalı ve ekolojik tarımı destekleyen bir sistemi kurmak için çabalamalıdır. Şu anda Türkiye'nin ihtiyacı olan, tarımsal politikalara odaklanmak. Bu raporda dikkate almamız gereken, geç olmadan ülkemizin tarımsal çeşitliliğini ve zenginliğini koruyacak ekolojik tarım politikalarına geçmemiz gerektiği.