Dolar

34,9485

Euro

36,7943

Altın

2.997,37

Bist

10.020,99

M.Mevlud Martino'yla 'Aşka dönüş' hakkında konuştuk

2011’de yayımladığı Rücu adlı romanıyla adından oldukça söz ettiren Mauro Mevlud Martino ile arkadaşımız Zeynep Apaydin son eseri olan Aşka Dönüş romanı üzerinde söyleşi yaptı.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-03-20 10:38:53

M.Mevlud Martino'yla 'Aşka dönüş' hakkında konuştuk
Zeynep Apaydin /TİMETÜRK

Öncelikle bize kendinizden bahseder misiniz? Kanada’lı bir yazar olarak İstanbul’da yaşamayı tercih etmenizin sebebi nedir?


Öncelikle Türkler’in çok iyi insanlar olduklarını belirtmeliyim. Türkiye’de bulunduğum zaman zarfında onlardan büyük bir sevgi ve saygı ve yardımseverlik gördüm. Türk uyruğuna geçmek için başvurdum ve bu günlerde Ankara’dan gelecek cevabı beklemekteyim. Bu ülkenin bir vatandaşı olmaktan ve bu ülkenin bir bireyi olarak kabul edilmekten onur duyarım.

1974’deki ilk ziyaretimden beri bu ülkeye derin bir ilgi duydum. 1974’den sonra yaptığım pek çok ziyaretin ardından, Kanada’da öğretmenlikten erken emekli olmaya karar verdim ve Necati Şaşmaz’ın yakın dostluğu ve desteği ile 2004’de İstanbul’a güçlük çekmeden yerleşebildim.

Güney İtalya’da bir dağ köyünde dünyaya geldim. Babam bir ayakkabı yapımcısı, büyükbabam ise bir berberdi. 11 aylıkken, o ayakkabı yapımcısı ve karısıyla oradan ayrıldım ve Kanada’ya geldik.

Toronto’da bütün kültürleri kucaklayan bir kültürün içinde yetişsem de içten içe, maddi kazancı başarının tek ölçüsü olarak kabul eden, tamamıyla bir pop kültürün içinde kaybolmamış ve ruhani olanla bağlarını henüz koparmamış olan daha eski bir coğrafyayla tekrar bağ kurmak için güçlü bir istek duymaktaydım.

Türkiye’de mutluyum. Kalbim tatminkar. Burada kökler derin ve sarsılmayacak bir gerçeğe bağlı. Bu, sevgi ve saygı içinde birliği savunan bir gerçek. Her zaman açıkça belli olmamakla birlikte, insan Türk toplumunun yapısına, kültürüne ve Türkiye’nin kucakladığı dine baktığında insanlığa duyulan sevgiyi görebilir ve bütün ülkeler için asıl mücadele budur. Türklerin insanlığa duydukları sevgiyi yaşama biçimlerini seviyorum.

Son romanınız, Aşka Dönüş’ün içeriğinden söz eder misiniz?

Aşka Dönüş, bir adamın, ışığa doğru yükselmek için nasıl içe yöneldiğini ve karanlığın içindeki her şeyi terk etmek zorunda kalışının öyküsünü anlatıyor.

İçe yöneldiğinde gördükleri ve kurtulmak zorunda oldukları onu şaşkınlığa düşürür ve aklı karışır. Başlangıç aşamasında, aile ve toplumun kendisine bağlı kalmayı dayattığı her şeyi bırakmasını gerektiren sancılı bir karar almak durumunda kalır. Yerleşik düzenini ve alışkın olduğu hayatı geride bırakıp, yüreğindeki sevginin gerçek manada olgunlaşıp yeşereceği, daha ruhani bir yaşama geçerken ve nihayetinde geçmiş yaşamının kabuğunu kırdıktan sonra önceki varoluşuna nispeten daha büyük bir şeye bağlı olarak bir nevi yeniden doğarken korkuya kapılmadığı söylenemez.

Değerlerini yitirmiş bir ailede parçalanmış bir adam olarak bu kabuğu kırma çabası hor görülür. İçinde yaşadığı toplumun değerlerini temsil eden kontrolcü bir eş ve kayınvalideden uzaklaşmasını takiben dünyevi başarılar elde etse de bunlar ona kafi gelmeyecektir. O kabuğu tamamen kırıp, yeniden doğabilmek ve başlangıçtaki rüyanın sonucuna ulaşmak ve yalnızca gerçek sevgi olarak adlandırılabilecek bir mertebeye ulaşmak için bunu da arkasında bırakması gerektiğinin bilincindedir.



Romanda Batı ve Doğu’ya ait öğelerin harmanlandığı kültürlerarası pekçok unsur var. Doğu kültürünün aksine günümüz Batı kültürünün ahlaki ve manevi değerlerini yitirmiş olduğu ima ediliyor ve Batı toplumunun manevi değerleri özellikle de aile kavramı içinde sorgulanıyor. Bu bağlamda Batı’nın romanda tasvir edilen toplumda yozlaşmasını ve Batı insanının yalnızlığını neye bağlıyorsunuz?

Batı’da demokrasinin, kişinin düşüncelerini karşıt görüş ve tartışma yaratma beklentisi içinde ifade etme süreci olduğunu duymuştum. İfade edilecek görüşün doğru yapıda aktarılması beklenir, bu da geçerli mekanizmaya uygun olarak yapılır. Günümüzde bu mekanizma ‘politik geçerliliği’ desteklemektedir ve bir ortamda sadece politik olarak doğru olan ifade edilebilmektedir. Batı toplumları, herhangi bir değerin bir diğeri kadar iyi olduğu anlayışının hakim olduğu göreciliğe değer vermeyi seçmiştir. Buna göre de, bir yaşam biçimi bir diğeri kadar değerlidir. Bir toplum bu tür göreceli düşünce biçimine değer verdiğinde o toplumda nihilizmin tohumlarının ekildiğini düşünüyorum. Hiçbir şeyin bir başka şeyden daha üstün veya değerli olarak net bir biçimde ortaya çıkması mümkün olamıyor.

Bunun bilgece bir düşünce tarzı olmadığını düşünüyorum. Örneğin, Kur’an böyle tefsir edilemez. O kitabın yazarı, bir yaşam biçiminin diğerine göre üstün olduğunu ve bir yolun diğer bir yola göre üstün olduğunu söyler. Dolayısıyla da görecelik yaratan veya politik olarak doğru olanla ilgilenen bir kitap değildir. Kendi ölçüleri onun için yeterli güvencedir ve doğruluğunun onaylanması için bir başkasının desteğine gereksinim duymaz. O ne Doğu, ne de Batı’dır, hem Doğu’nun, hem Batı’nın içindedir. Ancak, hangi toplumda olursa olsunlar, insanlar gerçeğe ulaşma çabaları içinde, gerçek bilgeliğin, ister iyi, ister kötü olsun, değişik düşüncelerin açıkça kabul gördüğü politik normların içinde olduğunu düşünebiliyorlar.

Ya da, kişisel anlayışımıza göre bazı şeyler kabul görmeyebiliyor. Batı dünyası bir sınıf olarak, yaşamı her yönüyle ve açıkça sorgulamak açısından harika bir zemin olmuş olsa da sınav sonuçları hala mükemmel değildir ve asla da olmayacaktır. Bu dünyada, nerede olursak olalım, birbirimizle daima temas içinde olmamız ve neticede inandığımız şeyi ve neyi kabul edip, neyi etmediğimizi ifade etmemiz kaçınılmazdır. Bazı yerlerde benimsediğimiz düşünceleri daha açıkça ifade etmemiz de mümkün ancak benimsediğimiz düşünceler, her nerede olursak olalım ne Doğu, ne de Batı’ya değil, insanlığın ekseninde her yöne bakan bir gerçek tarafından görülebilmektedir.

Romanda baş karakterin hayatının akışını değiştiren yolculuğun gizemli son durağı olan Aspendos’un simgelediği unsurlardan biraz bahsedebilir misiniz?

Herkes kendi Aspendos’uyla yüzleşmeli. Ancak, oraya ulaşmak uğruna yapılan yolculuk hem ürkütücü hem keyifli olabilir. Ben kendi Aspendos’uma yaptığım yolculukta aslında her biri kendisi birer Aspendos olan pek çok istasyondan geçtim. Fakat her Aspendos beni bir sonraki Aspendos’a çıkarmıştır. Nefes aldığımız sürece bir sonraki Aspendos’un neye benzeyeceğini asla bilemeyiz. Taksim’e gitmenin değişik yolları olabileceği gibi Aspendos’a ulaşmanın da dünyadaki insan sayısı kadar çok yolu vardır. Ancak, bu yolda dikkatimizi dağıtan ve bizi Kadıköy veya Nişantaşı’na ya da başka bir yere sevk eden bir şey veya bir kişi her zaman çıkacaktır. Taksim’e gerçekten varmak isteyip, istemediğimizden emin olmak önemlidir. Size yolu anlatanın doğru anlattığını ya da sizi oraya götüren taksi şoförü ya da bir başkasının Taksim’e giden yolu gerçekten biliyor olması önemlidir. Aksi takdirde insan o şoförü bırakıp, yolculuğa yeni baştan başlamak zorunda kalır. Ne var ki ister kısa ister uzun sürsün, kişi Taksim/Aspendos’u gerçekten seviyorsa attığı her adım bu amaca yönelik bir adım olacaktır.



 Romanda, bir yandan baş karakter bir rastlantı sonucunda New York’da giderek daha da tanınmış bir kişi haline gelirken, filim yıldızları, önemli iş adamları ve politikacılara göndermeler yapılıyor. Baş karakter, medyada giderek daha fazla yer aldıkça, toplumdaki rolü de bu süreçte izleyici rolünden daha aktif bir katılımcı rolüne dönüşüyor. Gerçeğe ve maneviyata ulaşma yolunda yapılan bu yolculukta bu karakterin toplumda medyaya yön verecek kadar aktif bir rol alması hakkında neler söylemek istersiniz?


Medya, kalemleriyle, bilgisayarlarıyla, harf, harf, kelime, kelime, çoğunlukla başkalarının üzerinde baskı oluşturmak amacı ile yazılar yazan kimselerden oluşuyor ve bu kişilerin yazılarıyla elde ettikleri güç başkalarının desteğine gereksinim duymaktadır. Aktörler, politikacılar ve tanınmış kişiler başkalarının desteğine gereksinim duyarlar. Bazen destekledikleri güç kendi içlerinde iyi bir yerde bulunur ve bu güç barış ve birliğin yaratılmasına katkıda bulunur. Bazen de bu gücün desteklediği güç bencil bir konumdadır ve çoğunluğu hiçe sayarak, kendisini destekleyenlerin ve belli bir azınlığın menfaati için huzur ve birliği destekleyenleri hapse gönderme ya da hatta öldürme yetkisi veren kanunların güvencesi altında karmaşa ve bölünmüşlüğün kol gezmesine sebep olur.

Ancak bu her ne kadar derin ve karmaşık da bir konu olsa da bu dünyadaki sınıfta bize verilmiş bir ders konusudur. Bir ulusun cumhurbaşkanı olmak insanın kendisini tanımasından kolay bir şeydir. Fakat başkanlara ihtiyacımız vardır ve umarız ki onlar da kendilerini keşfetmek uğruna çaba göstermektedirler.

Bazıları için gerçek huzur ve birlik, ruhani bir yaşamın feda edilmesi uğruna, materyalist bir yaşam biçimine ulaşmaktan geçer. Diğerleri için ise bu arayış, o materyalist yaşam biçiminin ötesinde ruhani bir yaşam biçimidir. Bu, biri olmadan, diğerine sahip olunamayacağı anlamına gelmez. Sadece birinin düzeninin diğerinden üstün olduğunu ve ona hakim olması gerektiğini bilmek gerekir. O halde, barış ve birliği meydana getiren materyalizm mi yoksa maneviyat mıdır? Ya da birinin diğerine hükmettiği durumda her ikisi midir? Patron hangisi olmalıdır peki?

 Romanda baş karakterin katlanmak zorunda kaldığı en büyük ikilemlerden biri, sevgi ve maneviyat arayışı içinde gerçek ailesini ve ülkesini bırakmak zorunda kalması. Bu çelişki baş karakterin şu sözlerinden açıkça anlaşılabiliyor: ‘Ağlamıştım, çünkü bir yandan çocuklarımı Aspendos’tan daha fazla seviyordum, diğer yandan da herkesten farklı düşündüğüm için yapayalnız hissediyordum: Onları Aspendos’dan daha fazla sevmem mümkün değildi. Onları Aspendos’tan daha fazla sevmek, onları çocukça ve bencilce sevmek olurdu. Bunu da istemediğim için, ailemi bulmak adına beni ailemden uzaklaştıracak bir yolculuğa çıkmak zorunda olduğuma karar verdim o anda.’

Bu bağlamda, romanın sonunda kavuşulan yeni ailesini de göz önünde bulundurarak bu ikilem hakkında ne söylemek istersiniz?


Kan bağlarına inanan aile, çekirdek aile, onun uzantısı olan aile ve bulundukları köyün, şehrin veya ülkenin sakinleri harika bir ailedir. Fakat ister kan bağlarıyla, ister evlilik yoluyla resmi bağlar olsun, ister aynı köyde, veya aynı şehirde yaşayan veya aynı ulusal bağları paylaşanlar olsun, bütün insanların yüreklerinde var olabilen bir sevgiye duyulan inançtan ibaret bir aile daha da harikadır. Bu evrensel bir ailedir. Öte yandan, hepimizin Adem’in çocukları ve İbrahim’in soyundan olduğumuza ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) müritleri olduğumuza inananlarımız için işin aslı, bunun, ırk, din, renk ya da kültürden bağımsız olarak ‘seni seviyorum,’ manasına gelen harika bir kolye gibi, kan bağlarının, resmi bağların, ve ruhani bağların bir arada geldiği bir aile bağı oluşudur.

Romanda ön plana çıkan bir diğer fikir de kader teması. Geleneksel ahlaki ve dini değerler, dostluk, sadakat ve aile birliğine saygı kavramlarını temsil eden Cem karakteri Jimmy, Jimmy Mancuso’nun ruhsal değişim sürecinde önemli bir rol oynamakta. Bu iki karakterin beraber oluşturdukları filim projesinin ortak kaderleri olduğu Cem’in şu sözlerinden de anlaşılmaktadır, ‘Kim bilir, belki de kaderimizde New York’da bu çılgın süreci birlikte yaşamak vardır.’ Aynı şekilde, Cem New York’da JD Rockefeldt’e hitaben konuşmasında tekrar bu temaya değinir: JD, benim ülkemde hiçbir şeye tesadüf gözüyle bakmayız. Bize göre dünyadaki hiç kimse alın yazısını değiştiremez. Senin de kaderin, bu dünyaya gelmeden çok önce bir kitapta yazılmıştı. Biz buna inanırız.’ Bu bağlamda romanda kader olgusunun yeri üzerine ne söylemek istersiniz?

Bu dünyada bir amaca ulaşmak için genellikle çiftler halinde görevlendiriliriz. Sonuç bazen işlenen bir suç, bazen çocuklar ve aile, bazen de ruhani birliğe ulaşmaktır. Pek çok evlilik türü vardır. Huzur ve birlik içinde güzel değerlerin yaşandığı, kadın ve erkeğin geleneksel rolleri içinde yeni nesillerin yetiştirilmesi amacı ile yapılan evlilik, suça ortaklık eden evlilik, cinsiyet rolleri dışında ve tek amacı acı çektirmek olan ve insanlığa faydası olan evlilik ve gene cinsiyet rollerinin ötesinde, bir illüzyondan diğerine kayıp, duran bir dünyada beraberlik amacını pekiştirmek için yapılan nihai evlilik.

Romanda Jimmy, Jimmy Mancuso ve İsa’nın bir araya gelişi ilahi birlikteliğin ya da evliliğin var oluşunu göstermek içindir. Onların yolculuğunun ortak amacı maneviyatı yerine getirmek, ’Seni Allah için seviyorum,’ diyen bir sevgiye ulaşmaktır. Bu sevgi içinde aile içinde neslin devamının amaçlandığı ve değer kriterlerini ilahi değerlerden elde ederek insanlığa faydalı olmayı seçen evliliği de bulurlar. Bu evlilikte dünyadaki tüm varoluş kendisine ışık tutar ve her şey en başta niyet edildiği kadar güzel görünür.

Çekirdek aile olgusuna dayanan geleneksel değerlerin Amerikan kültürel emperyalizminin etkisi nedeniyle yozlaşması romanda sıradışı bir kadın karakter olan File Holy’nin hiçbir zaman sahip olamadığı bir aileye duyduğu özlem ile karşılaştırılıyor:

‘Tabi, tabi. Şansının olmaması ne demektir, iyi bilirim. Şu elbiseyi, çorapları ve topukluları giymek hoşuma gidiyor mu sanıyorsun? Bu saatte dışarıda olmaya bayılıyor muyum sence? Şu hayatta tek istediğim, basit, sıradan bir hayattı. Evlilik. Çocuklar. Yemek pişirmek, arada ‘Değişen Dünya’yı izlemek.’

Bu bağlamda, File Holly’i, Müslüman bir ailenin kızı olan Umay’ı, modern görünüşüne rağmen temsil ettiği ahlaki ve dini değerleri göz önüne alarak karşılaştırdığımızda günümüz toplumunda kadın ve erkeğin rolü hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?


Günümüzde erkek/kadın ilişkisinde zorluklar yaşandığı açıktır. Ortak bir amacın olmadığı bir beraberlikte ayrılık noktasına daha kolay varıldığı görüşündeyim. Hangi ortak amaç bir ömür boyu huzur ve beraberliği destekleyebilir? Değişken şeyler beraberinde tutarsızlıkları rahatlıkla getirebilir. Örneğin, eğer beraberliğin amacı konforlu, materyalist bir yaşam biçimi ise bu amaca ulaşılmadığında veya ulaşılsa bile ekonomik gerilemeler nedeniyle zamanla azaldığında beraberlikteki istikrarsızlık bütünlüğü sarsabilir.

Tıpkı fiziksel güzellik, cinsel çekim veya her an meydana gelen ancak kalıcılığı olmayan şeylerde azalma olduğunda olduğu gibi. Bu amaçlar basit arzuların amaçlarıdır ve bunlar huzur ve birliği destekleyemezler. Yalnızca kendisi huzur ve birlik olan şey huzur ve birliği destekleyebilir, dolayısıyla, bize bu desteği neyin verdiğini bulmak bizim görevimizdir çünkü gerçekten de bir kadın ve erkeğe güç verebilecek, besleyebilecek ve destekleyebilecek şey budur. Başka deyişle, iki taraf da aynı Taksim/Aspendos’a varmayı tutku ve sabırla istemeli, önlerine hangi engeller çıkarsa çıksın sevgilerinin amacına uzun soluklu bir sabırla ulaşmalıdırlar.

 Bu romanınızda kullandığınız uslüp ve roman boyunca tekrar edilen diyalog bölümü hakkında neler söylemek istersiniz?

Sevdiğim şarkılarda çoğunlukla hoş bir melodinin tekrarlandığı, şarkının bütününü dinlemeye değer kılan ve dinledikçe bana bir tür neşe veren bir nakarat veya koro bölümü vardır. Bu romandaki tekrar kısmının bu tarz bir müzikal nakarat gibi olduğunu ve okuyucunun bu romanı bir tür neşe getiren bir şarkı gibi görebileceğini umuyorum.




SON VİDEO HABER

Suriyeliler gitti, atölyeler boş kaldı!

Haber Ara