Vazifelerinin şuurunda olan, ilmiyle âmil muvahhid ulemâ, topluma rehber olmuş, insanları yaratılış gayeleri olan yalnızca Allah’a ibadet etmek hedefine sevk etmiş ve her türlü zulmü, sömürüyü, bozulmayı, hakka karşı is¬yanı yok etmek için var gücüyle cihad etmeye çalışmışlar¬dır. Bu günde aynı vasıfları üzerlerinde taşıyan İslâm ulemâsı, ümmetin derdiyle dertlenmekte ve Müslümanların problemlerini çözmek ile meşgul olmakta¬dır...
Muttaki, muvahhid ve mücahid ulemânın, İslâm topraklarını işgal eden müstevli tağutlar tarafından esaret altına alınması, bazıla¬rının zindana atılması, bazıla¬rının sürgün edilmesi, bazıla¬rının hapishanelere tıkanması, bazı¬larının idam edilerek şehid edilmesi sonucu toplumdaki geriye kalan diğer âlimler, belli zamanlarda susturulmuş¬lardır... Âlimlerin, böyle zorba ve ölümcül yollarla sustu¬rulması, ya da onların ölümü ile toplumda büyük yaralar oluşur... “Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür!” Toplumlar, özellikle işgal edilen İslâm topraklarında müstekbir cahiliyyenin zulmü altında bırakılan Müslümanların içinde bulunduğu toplumlar, il¬miyle âmil muttaki ulemâ’dan mahrum bırakılması onla¬rın tamamen helâk olması de-mektir... Muttaki ulemâdan mahrum bırakılan toplumlar, başları koparılmış gövdeler gibidirler...
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu önemli konuya dik¬katleri çekmiş, muttaki âlimlerin kıymetinin bilinmesi ve Müslümanların her çağda âlim yetiştirmelerini tavsiye etmiştir... Âlimlerin ölümleri veya egemen tağutlar tarafından zindana atılıp toplumdan uzaklaştırmalarıyla onların boş kalan yerleri, onların takipçileri tarafından he¬men doldurulmalıdır... Böylece ümmet, peygamberlerin varisleri olan hidayet rehberleri âlimlerden boş kalmaz... Çünkü vücûd, başsız ve kalpsiz olmaz!..
Rasulullah (s.a.s.) bir hadisinde : “Ümmetimden bir tâife, kendilerine Allah’ın emri gelin¬ceye (yani kıyamet kopuncaya) kadar hak üzerinde birbi¬rine yardımcı olmakla devam edecek ve bunlar, (muhalefet edenlere) daima galib olacaklardır.” buyurmuştur. Bu hadisin şerhi sadedinde İmam Nevevî (rh.a.) şöyle der: “ İhtimal ki, bu tâife, muhtelif mü’minler arasına da¬ğılmıştır. Bazıları cengâver yiğitler, bir takımları fukaha ve hadis ulemâsı, kimisi zahid, kimisi emr-i bi’l-ma’rufu ya¬pan zevattır. Hepsinin bir yerde toplu bulunmaları lazım gelmez. Bilâkis muhtelif yerlerde bulunurlar.
İmam Nevevî’nin yukarıda zikrettiği vasıfları üzerinde toplayan bir âlim-i rabbani Saîd Havvâ’yı (Rahmetullahi Aleyhi) bu sayımızda tanıtmaya gayret edeceğiz.
Saîd Havvâ, 27 Eylül 1935 yılında Suriye’nin Hama şehrinde doğdu. Fakir bir ailenin çocuğu ola¬rak dünyaya gelen Saîd Havvâ ilköğrenimini Hama’da gördü ve buradaki cami¬lerde ünlü ulemalardan dersler aldı. İbn-i Rüşd Lisesi’nde okurken öğretmeni Şeyh Muhammed el-Hamid vasıtasıyla İhvan-ı Müslimin üyeleriyle tanıştı ve 1952 yılında henüz 17 yaşında iken Müslüman Kardeşler hareketine katıldı.
1956'da Şam üniversitesinde yeni açılan Kulliyyetuş-şeriatil-İslamiyyeye kaydoldu. Fakültenin kurucu dekanı ve Suriye Müslüman Kardeşler teşkilâtının lideri olan Mustafa es-Sibâî ile tanıştı. Üniversite yıllarında teşkilat içindeki faaliyetlerde görev almakla beraber Hasan Habenneke gibi çok değerli üstatların ilim meclislerinde bulundu. O dönemde Suriye’de sosyalizmden kavmi¬yetçiliğe kadar çeşitli fikri akımlar vardı ama O Allah’ın lütfü ve inayeti saye¬sinde İslami alanda eğitim görme şerefine kavuştu.
1961'de mezun olup Hama'da öğretmenliğe başladı.1964 yılında ise Hama Müslüman Kardeşler Hareketi Başkanlığını üstlen¬di. Aynı yıl Hama’da meydana gelen olaylarda aktif görevler aldı. Mervan Hadid'in liderliğindeki ayaklanma sırasında, silahlı mücadeleye mesafeli yaklaşmakla birlikte grevlerin düzenlenmesinde rol aldı, çatışmaların önüne geçmek için şehrin ileri gelenleriyle yapılan toplantılarda bulundu. Bu olaylar Hamalı Müslümanların devrin zalim yönetimine karşı bir kıyam hareketiydi. Saîd Havvâ bu olaylara katılmasından ötürü tutuklandı ve hapse atıldı. Hakkında idam hükmü verildi. Hama halkının yönetime karşı yoğun baskıları sonucu idam hükmü yerine getirilemedi.
Saîd Havvâ 1966'da baas rejiminin baskısını giderek arttırması sonucu Suudi Arabistan’a gitti. Burada beş yıl öğretmenlik yaptı. İlk eserlerini de burada yayımlamaya başladı. Hafız Esed'in 1970 yılında yönetime el koymasının ardından teşkilatın sürgündeki üyelerine Suriye’ye dönme izni verilmesi üzerine Saîd Havvâ'da 1971'de tekrar ülkesine döndü. 1973 yılında Hama’da meydana gelen ikinci kıyam hareketine yine başkan¬lık etti. Bu kıyam yönetimin İslam yerine sosyalist demokrasiye geçişini öngören anayasa değişikliğine karşı yapılmıştı. Bu olaylardan hemen sonra ye¬niden tutuklandı ve hapse atıldı. Hakkında kesinleşen 5 yıllık mahkûmiyeti ya¬şadı. Beş yıl süren mahpus hayatı süresince ilmi çalışmalara ağırlık vererek hem El Esas Fi’'t-tefsir isimli 11 ciltlik bir tefsir telif etti, hem de mahkûmlara ders verdi.
Saîd Havvâ 1978 yılının Ocak ayında hapisten çıktı ve iki ay sonra Suriye’yi terk ederek Ürdün’e yerleşti. Suriye’yi terk etmesine rağmen teşkilatla arasındaki bağları koparmadı. Çeşitli İslam ülkelerine, Avrupa ve Amerika’ya seyahatlerde bulundu. İran’da Humeyni, Pakistan’da Mevdudi ile tanıştı.
Esed rejimine karşı Sünni İslami muhalefetin en önemli teşkilatlarından Suriye İslam Cephesi’nin kuruluşunda Adnan Saadettin ve Muhammed Ebu’n Nasr El-Beyanuni gibi hareket önderleriyle beraber öncülük yaptı. Zalim baas rejiminin baskılarını iyice arttırmasıyla Saîd Havvâ silahlı mücadeleye onay verdi.
1982 yılında azgın Suriye yönetiminin yerle bir ederek 30.000 Müslüman’ı katlettiği Hama'daki katliamdan derin bir şekilde etkilenen Saîd Havvâ, hayatının son yıllarında sürekli tedavi gördü. Saîd Havvâ 9 Mart 1989da Ürdün'ün başkenti Amman’da henüz 54 yaşında iken Rahmet-i Rahman’a kavuştu.
FİKİRLERİ
Saîd Havvâ 1920’lerde Türkiye ve İran’da, 1950’lerde ise Mısır ve Kuzey Afrika’daki diğer ülkelerde vuku bulan milliyetçi devrimler neticesinde vücut bulan siyasal iktidarların Şeriatın (İslam hukukunun) bireysel ve sosyal alandaki bir kısım uygulamalarına müdahale etmeye başladıkları bir zamanda yetişmiş bir fikir ve aksiyon adamıdır.
O zamanki manzarayı Saîd Havvâ’nın kendi kaleminden nakledelim: “Müslümanların oldukça güçsüz, parçalanmış ve ezilmiş oldukları bir sırada hicri on dördüncü yüzyıla (miladi yirminci yüzyıl) girildi. Öte yandan batı toplumu teknik ve maddi açıdan bir tırmanış içerisindeydi. İslam âlemi bir şeyler yapmak istiyordu ama çoğu iç ve bir kısmı dış sebeplerle genellikle kendini aciz buluyor, başarıya ulaşamıyordu. Birinci dünya savaşı sonrasında daha da kötü bir duruma düşüldü.
Batı emperyalizminin tehdidi altında bulanan bazı Müslüman ülkeler komünizm hareketiyle aldatılmış, kızıl emperyalizmin ağına düşmüşlerdi. İslam dünyasının haritasına şöyle bir kuşbakışı baktığımızda Avrupa’nın ortalarından ta Asya ve Afrika’nın hemen hemen tamamına yakınının çeşitli ideolojilerin sömürgesi küçük devletçikler haline dönüşmüş olduğunu görürüz. Buna “reaksiyon” olarak gerek önceleri gerekse sonraları birçok hareket ortaya çıktı.
Bütün bu hareketler arasında, İslamcı hareketin gerçek doğuşu ve İslam için “kapsamlı” bir “yenilik” hareketi, üstad Hasan el-Benna’nın başında bulunduğu harekettir. İslam’ı, “bütün” yönleriyle ihya etme hedefine sadece o sahiptir. Müslümanların problemleriyle içinde yaşadığımız dünyayı bilen ve çözüm yollarını en güzel şekilde takdim eden odur...”
Saîd Havvâ, Şehid îmam Hasan el Benna'nın ilmi terbiyesiyle büyümüş, O'nun terbiye, ahlak, davet ve gönüllere coşku veren aşkıyla aşklanmış, kendisini çalışmanın içinde bulmuştur. Saîd Havvâ 'nın eserleri bir bakıma Şehid îmam'ın ortaya serdiği prensiplerin birer açıklamasıdır. Küçük yaşlarından itibaren Şehid İmam'ın eserleriyle tanışmış, O'nun Suriye'deki uzan¬tısının içine girmiş, hareket içinde büyümüştür. İlimle hareketi, hareketle ilmi bir araya getirmiş, çilenin ve işkencenin yoldaşı olmuştur.
Bir bakıma Saîd Havvâ, Hasan el-Benna'nın çağdaş yorumcusudur. İmam Hasan el-Benna: "Gayemiz Allah'tır" demiş, Saîd Havvâ bunu 'İslam'da Allah İnancı' adlı eseriyle şerh etmiştir. Hasan el Benna: "Önderimiz Resulullah'tır" demiş, Saîd Havvâ bunu 'Er Resul' adlı eseriyle dile getirmiştir. Hasan el Benna: "Anayasamız Kuran'dır" demiş, Saîd Havvâ bunu 'İslam' adlı eseriyle kalp ve beyinlere kazımıştır. Hasan el Benna: 'Yolumuz cihaddır' demiş, Saîd Havvâ bunu, 'Cihad Yolunda Bir Adım Daha İleri' adlı risalesiyle açıkla¬mıştır. Hasan el Benna: 'En büyük emelimiz Allah yolunda şehid olmaktır' demiş, Saîd Havvâ bunu, sayısız eserleriyle şekillendirmiştir.
Saîd Havvâ, kitaplarında ağırlıkla Müslümanların modern dünya içindeki kötü durumu ve bu durumdan kurtulma yolları üzerinde durmuştur. Saîd Havvâ'ya göre İslam; inanç, ibadet ve müeyyidelerden oluşan bir hayat tarzıdır. el-İslam adlı eserinde bir Müslüman’ın gerçekleştirmesi gereken en önemli görevlerin İslam devletinin kurulması, Sünnetin ihyası, ümmetin birliğinin sağlanması ve Allah yolunda cihad olduğunu ifade etmiştir.
Eserlerinde sık sık Ehl-i Sünnet'e atıfta bulunan ve ehl-i bidat fırkalardan Şia’ya karşı net bir tavır alan Saîd Havvâ, bundan dolayı ülkemizde ve diğer Müslümanların yaşadığı ülkelerde bazı kendini bilmezlerce bölgesel bir komplonun baş aktörlerinden biri,Saddam’ın uşağı, Amerikan emperyalizminin piyonu gibi asılsız yaftalamalarla anılmıştır. Bu hususta mülahazalarımızı kısaca arz etmek istiyoruz:
İran devriminden hemen sonra Saîd Havvâ ve Züheyr Salim Suriyeli mazlumlara yardım istemek üzere Tahran’a gitmişler ve Humeyni ile bir araya gelmişlerdir. Saîd Havvâ nafile bir biçimde bir saat dil dökmüş lakin muhatabını ikna edememiştir. Stratejik ve jeo-politik engeller(!) dolayısıyla Suriyeli Müslümanlara yardım etmeyen Tahran rejimi, 28 Şubat 1982 yılında Hafız Esed’e bağlı askeri birliklerin Hama’da 30 bin insanı öldürmelerine seyirci kalmış bilakis zalim Şam rejiminin yanında yer almıştır.
Saîd Havvâ bu hadiseler üzerine 'El-Humeyniyye:Şuzuz fil-akaid ve Şuzuz fil-mevakıf' adlı kitabını yazmıştır. Bu kitaptan bir bölümü nakledelim: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ehli Beyti’ni sevmek her Müslüman’a farzdır. Kimler O’nun Ehli Beyti’dir ve sevginin doğru gösterileri nelerdir? Hiç şüphesiz Ehli Beyt, O'nun çağrısına katılan yakınlarıdır ve en yüksek sevgi gösterisi, kalpten sevmek ve zahiren onlara uymaktır. İslam Ümmeti, Rasululah sallallahu aleyhi ve sellem'in Ehli Beyti'ne sevgi besleyerek Allah'a yakınlaşmaya devam etmektedir. Fakat Ehli Beyt sevgisi sloganları arasında tarih boyunca bozuk inançlarla, tehlikeli ve hain tavırlarla kendini gösteren aykırı Şiilik de bulunmaktadır…
Bu risale iki bölümden ve sonsözden oluşmaktadır. Birinci bölümde Humeyni'nin benimsediği sapık inançlar anlatılmaktadır. İkinci bölümde ise Humeyniciliğin aykırı (şâz) tavırları anlatılmaktadır. Sonsözde ise bu ümmetin evlatları Ehli Sünnet ve'l-Cemaat inancına sarılmaya davet edilmektedir. Çünkü Ehli Sünnet ve'l-Cemaat inancı hak ve adalettir. Ondan sapmak ise Allah'ın gazabına ve cehenneme götürür. Dualarımızın sonu Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdetmektir. ”
Diğer taraftan tasavvuf Saîd Havvâ'nın düşüncesinde önemli rol oynar. Saîd Havvâ, Tasavvufu şöyle tarif ediyor: “Tasavvuf İslam dininde ihsan hakikatini temsil eden ve Aleyhissalatu vesselam’ın “Allah’ı görüyormuşçasına ona ibadet etmendir. Şayet sen onu görmüyorsan da, O seni görüyor” sözünde ifadesi bulan rükündür. Gerçek tasavvuf, gerçek akidenin zevkine ermektir. Bunu aşarsa tasavvuf zındıklık olur. Tasavvuf olmaktan çıkar. “
İhvanın manevi kanadını tasavvuf tecrübesi ile güçlendirmek isteyen Saîd Havvâ, tasavvufun içine zaman ve zeminlerin etkisiyle karışan tortuları temizlemek amacıyla Ruh Terbiyemiz kitabını kaleme almıştır. O bu konuda şunları dile getirir; “Sahabe neslinde hem ilim, hem amel vardı. Kalbi hal ile birlikte ahlâki vasıflar mevcuttu. Ama zamanla amel zayıfladı. Kalbi hal ve ahlâki vasıf zayıfladı. Oysa bunlar peygamberlerin tebliğ ettiklerinin en büyük görüntüleridir.
Bu sebeple zahiri amel ve Müslüman için gerekli olan kalbi hal meselesinde işleri asıl mecrasına döndürmenin bir çabası olarak İslâmi tasavvuf ortaya çıktı. Sonra bu tasavvuf çeşitli yollara bölündü, eğri büğrü yollara saptı. Öyle ki, İbnu Arabi’nin kendisi şöyle demektedir: “Tasavvufa karşı uyanık ol. Çünkü yoldan çıkanların çoğu ondandır. O, helak olmanın ve yücelmenin yoludur. Her kim ilim, amel ve halini tahkik derecesine ulaştırırsa ebediyeti elde eder. Değilse, helak olanlarla beraber helak olur. Bu tasavvuf ki, o, aslında ilimle birlikte Müslümanın amel ve halde kemale ermesi için istenir. Ama çoğu zaman -Allah korusun- hak yoldan sapıklığa götüren durumuna düşmüştür. ”
Saîd Havvâ diyor ki: “Sofu geçinen bazı cahiller gördükleri herkese, Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, tekerlemesini söyleyip duruyorlar ( ki buna birkaç defa kendimde şahit oldum ). Cahil sofular bunu söyleyerek, cahil olan şeyhlerinin propagandasını yapmaktadırlar. Cahil olan sözde sofi kimse âlim olan şeyhinin propagandasını yapmaktadır. Yine nerede ve ne zaman söyleyeceğini bilmeyen ve hata işleyen sofular da bunu tekrar etmektedirler. Eğer bu ifade doğru ise – ki asla değildir- bu takdirde bu şu manayı ifade eder: Kim kendisine şeriat ve din ilimlerini, akaidini öğreteceği bir din bilgini bulamaz, kısaca ne öğrenen ve ne de öğrenmeyi kabul eden kimse demektir. İşte ancak böylelerinin şeyhi şeytandır. Ancak ilmin ışığında hareket eden kimsenin şeyhi yani yol göstereni ilimdir, şeriattır ve doğru akidedir. “
Hayatını İslam’a vakfetmiş, itikadi, ahlaki, siyasi, hukuki ve ekonomik boyutlarıyla İslam`ın bir bütün olarak anlaşılmasına büyük katkıda bulunmuş ve İslam coğrafyasında diriliş ruhunun yeniden canlanmasına vesile olmuş, ilmiyle amil Saîd Havvâ ( Rahmetullahi Aleyhi) `yı vefatının 23.yıldönümünde rahmetle anıyoruz.
NOT: Genç Birikim Dergisi Mart 2012 sayısında yayımlanmıştır.
[1] Kul Sadi Yüksel, Çağ Ve Ulema, Misyon Yayınları, İstanbul, 2002
[2] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İ’tisam, B.10, Hds.42, Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.53, Hds.170-171.
[4] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Saîd Havvâ maddesi, C.35, Sh: 560, İstanbul, 2008.
[5] Suriye'nin Humus şehrinde doğdu. Tanınmış âlimlerin yetiştiği bir aileye mensuptur. 1933'te Ezher'de tahsil görmek üzere Kahire'ye gitti. Kahire'de Hasan el-Bennâ ile tanışarak İhvân-ı Müslimîn'in faaliyetlerine iştirak etti. Mısır dönüşü Suriye'de iki buçuk yıl hapiste kaldı. Bu sırada mâruz kaldığı işkenceler yüzünden sağlığı önemli ölçüde bozuldu. Hapisten çıktıktan sonra bazı cemiyetleri İhvân-ı Müslimîn çatısı altında topladı; kendisi de bu teşkilâtın Suriye liderliğine seçildi. 8 Mart 1957de bütün Arap ülkelerindeki İhvân-ı Müslimîn teşkilâtlarının katıldığı bir kongre düzenlendi ve Sibâînin başkanı olduğu bir yürütme kurulu seçildi. Aynı yıl Sovyetler Birliği'ne yaptığı bir seyahat sırasında kısmî felç geçiren Sibâî teşkilâtın liderliğini İsâm el-Attâr'a bıraktı. 3 Ekim 1964te Şam'da vefat etti.
[6] 1909 yılı dolaylarında Şam'da doğdu. Tâlib Heykel ve Abdülkâdir el-Eşheb'den gramer ve fıkıh dersleri aldı. Şam'ın önde gelen âlimlerinden Ali ed-Dakr ile tanıştı ve onun kurmuş olduğu el-Cem'iyyetü'l-garrâ adlı özel eğitim kuruluşunda görev aldı. Suriye Âlimler Birliği'nin önce genel sekreterliğini, ardından başkan yardımcılığını yürüttü. Daha sonra Râbıtatü'l-âlemi'l-İslâmî'ye üye seçildi. Habenneke, Baas yönetiminin takip ettiği rejimin İslâmî esaslarla bağdaşmayan bir diktatörlük olduğunu savundu; böylece Suriye yönetimiyle Meydânî ailesi arasında bugüne kadar devam eden bir sürtüşme başladı. Yönetim, 1967Arap-İsrail savaşının patlak vermesi sırasında Hasan Habenneke'yi hapse atarak mallarına el koydu. Hasan Habenneke, 14 Zilkade 1398 (16 Ekim 1978) tarihinde Şam'da vefat etti.
[7] Saîd Havvâ, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/17-18
[8] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Saîd Havvâ maddesi, C.35, Sh: 561
[9] Saîd Havvâ, Tartışmalar, Sh:7, (çev. M. Said Şimşek), Tekin Kitabevi, Konya, 1992.
[10] İran 30 yıldan beri de bu tavrını değiştirmemiştir. Devrim sürecinden gelmesine rağmen Suriye devrimine, karşı çıkmakta ve bu devrimi batı yardakçılığıyla yaftalamaktadır. Daha düne kadar zâlim diktatörlerin küçük düşürücü baskıları karşısında itaatkâr davrananları eleştiren ve bunu Sünniliğin "devlete itaati emreden" öğretisiyle, hem de alaycı bir üslûp eşliğinde, açıklayıp yerenler, şimdi Baas rejiminin zulmüne karşı ayaklanmış Sünnileri; "Siz zulme karşı ayaklanamazsınız, ayaklandıysanız eğer bunda mutlaka ABD ve İsrail'in tezgahı vardır" diye kurdukları komplo teorileriyle mahkûm etme yarışına girmişler. Zâlim Baas rejimine itaate çağırmaktan yüksünmüyorlar. "Mukavemet hattı" yalanına Suriye halkını kurban vermekte bir beis görmüyorlar. Halksız bir mukavemet hattı mı olur! İnsan biraz insaf eder, Suriye halkı ne zamandan beri işbirlikçi oldu? Bâri ilkesel duruşun en kırılgan hâlini kuşanın, mazlumların karşısında durmayın! Açıkça söylemek gerekirse; "mukavemet hattı" iddiası, bugün, kimi devletlerin ulusal çıkarlarını pekiştiren bir manivela hükmündedir. Bir ulus devlet formatındaki İslâm devletine gönülden bağlı veya beyatlı kesimler, ne yazık ki, ilkesel duruşun gereği olan Müslüman halklara karşı eşit mesafede durmayı beceremiyorlar.
[11] http://www.nebeonline.com/haber/humeynicilik-inancta-sapiklik,-tavirda-sapiklik-9331.htm
[12]Saîd Havvâ, Ruh Terbiyemiz, Sh:94, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1995