UHİM 2011 Dünya hak ihlallerini açıkladı!
Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi (UHİM) tarafından, “hak ihlali algılamasını değiştirmek ve canlı yaşamını ilgilendiren bütün alanlarda bir ‘hesap sorma bilinci’ oluş-masına katkı sağlamak” amacıyla geçen yıl ilki hazırlanan ‘Dünya Hak İhlalleri Raporu’nun ikincisi 2 Şubat günü kamuoyuyla paylaşıldı.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-02-04 10:23:56
Eresin Crown Hotel’deki basın toplantısında, raporun tanıtımını UHİM Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Küçük, Genel Sekreter Ercan Öztürk, Hukuk Komitesi Başkanı Av. Mustafa Demiral, Koordinatör Bayram Songur ve Hak İhlalleri İzleme Komitesi Başkanı Semiha Kaya gerçekleştirdi.
Siyasetten hukuka, ekolojiden savaşa, medyadan ekonomiye, kültür-sanattan eğitime, tarih-toplumdan sağlığa kadar pek çok alanda oldukça çarpıcı görüşlerin yer aldığı ‘2011 Dünya Hak İhlalleri Raporu’nda öne çıkan başlıklar:
‘Halk devrimi’ mi, ‘küresel güçlerin yeni sömürü politikası’ mı?
2010’un son günlerinde Tunus’ta başlayan ve şaşırtıcı bir hızla tüm Ortadoğu coğrafyasına yayılan ‘Arap Baharı’, dünya kamuoyunda birer ‘halk devrimi’ olarak görüldü ve gösterildi. Ancak sürecin, küresel güçlerin bölgedeki yeni sömürü politi-kası olduğunu söylemek için elimizde haklı nedenler var.
Uluslararası kurumlar, küresel güçlerin işgal kuvveti haline geldi!
Başta BM ve NATO olmak üzere, dünyada barışın, huzurun ve adaletin teminatı olduğu iddiasındaki uluslararası kurumlar, ne yazık ki birkaç devletin çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Bunun son örneği geçtiğimiz yıl Libya’nın işgalinde yaşandı. Kaddafi sonrası süreçte Libya’ya göz diken küresel güçler, halka özgürlük getirme vaadiyle, BM ve NATO eliyle yüz binlere yaklaşan masum sivilin ölümü, yüz milyar Dolar’ı bulan üstyapı ve altyapı tahribatı ve ülke kaynaklarına el koyan uzun süreli antlaşmalarla sonuçlanan Libya işgalini gerçekleştirdiler.
Suriye’de Mezhep Çatışmasının Zemini Hazırlanıyor!
Uzun yıllardır yaşandığı halde görmezden gelinen ihlallerin nedense bugün gündeme getirilmesi; Suriye’de normalleşme sürecinin baltalandığı ve Suriye’ye Esed yönetiminden çok dış müdahalelerin zarar verdiğini gösteriyor. Böylece yakın vadede bölgeyi kaosa sürükleyecek bir Sünni-Şii çatışmasının zemini hazırlanıyor. Benzer olayların yaşandığı Yemen ise, ABD eliyle Suudi Arabistan’ın himayesi altın-da bulunuyor ve siyaset ve medya organlarının uyguladığı karartmayla gündem dışında tutuluyor.
‘Neo-Nazi cinayetleri’ mi, ‘Almanya’nın Ergenekonu’ mu?
Almanya’da 20 yıldır devam eden ve Neo-Nazi kılıfı ile örtülmeye çalışılan faili meçhul cinayetlerde, çoğunluğu Türkiyeli yüzlerce insan öldürüldü. Dünyaya insan hakları ve özgürlük dersi verme iddiasındaki devletlerden biri olan Almanya’nın, cinayeti işleyen örgütlere destek sağladığı ve eğitim verdiği ortaya çıktı. Ci-nayetlerin Alman derin devletinin işi olduğu anlaşılmış olmasına rağmen, dünya kamuoyunda konuyu örtbas etme ve görmezden gelme çabaları sürüyor. Türkiye’de Kürt sorunu ve Hrant Dink suikastı karşısında oluşan kamuoyunun, Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde Türkiye vatandaşlarına karşı uygulanan ırkçı politikalara ve saldırılara duyarsız kalması hem üzücü hem de düşündürücüydü.
‘Savaş’ algısı değiştiriliyor: ‘İşgal’ler ‘Savaş’ olarak sunuluyor!
Tarih boyunca iki ordu arasında gerçekleşen çarpışmayı ifade eden ‘Savaş’ kav-ramı, bugün artık küresel güçlerin işgallerini ifade etmek için kullanılıyor. İşgalci güçler, sürdürdükleri acımasız işgallerin dünya kamuoyunda ‘Savaş’ olarak algılan-ması için her türlü yolu deniyor. 11 Eylül sonrasında başlatılan Afganistan ve Irak işgalleri bu şekilde meşrulaştırılmaya çalışılmıştı. Bunun son örneği de geçtiğimiz yıl on binlerce masum sivilin katledildiği Libya işgalinde yaşandı.
Hollywood yıldızları marifetlerini işgal bölgelerinde sergiliyor!
11 Eylül sonrasında başlayan işgal dalgasında, Hollywood yıldızları önemli roller üstlenmiş, işgal bölgelerine yaptıkları ziyaretlerde, bölge halkının ABD’nin yardımına muhtaç olduğunu(!) tüm dünyaya göstermişlerdi. Bu ziyaretlerin hemen sonrasında da işgaller gerçekleşmişti. Bunun bir benzeri de geçtiğimiz yıl Türkiye’de yaşandı. Suriye’den kaçarak Türkiye topraklarına sığınan mültecilerin bulunduğu kampı ziyaret eden Angelina Jolie, Hollywood’un dünya siyasetine yön verenlerin emrinde olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
İlaç sektörü daha fazla kazanç için insan sağlığını hiçe sayıyor!
Geçtiğimiz yıllarda uydurma salgın hastalıklarla dünyayı teyakkuza sevk eden ve milyarlarca Dolar’lık vurgun yapan ilaç firmaları, doktorları ve eczacıları da kul-lanarak aşırı ilaç kullanımını teşvik ediyor. İlaç gerektirmeyen en ufak hastalıklarda dahî ağrıkesici ve antibiyotik kullanmaya zorlanan insanlar, hem sağlığını hem de parasını kaybediyor. Türkiye’nin ilaç harcamaları 2000’li yılların başında 2 milyar Dolar iken, bugün 15 milyar Dolar’ı aşmış bulunuyor. Ayrıca yılda 300 milyon kutu antibiyotiğin satıldığı Türkiye, bu konuda da dünya sıralamasının zirvesinde yer alıyor. Söz konusu satışların çok büyük bir kısmıysa, ABD ve Avrupa menşeli ilaç firmalarınca gerçekleştiriliyor.
Festival ve ödüllere sanatsal kaygılar mı yön veriyor, yoksa ideolojik söylemler ve siyasi çıkarlar mı?
Varlık sebebi insanlığı daha güzel olana yaklaştıracak her adımı teşvik etmek olan kültür sanat festivalleri ve ödülleri, dünya üzerinde sürdürülen ihlalleri meşru-laştırıcı bir misyon üstleniyor. Verilen ödüllere bakıldığında, kültürel-sanatsal kriterlerden çok ideolojik yaklaşımların belirleyici rol oynadığı görülüyor. Daha önce İzhak Rabin’e, Şimon Peres’e, Barack Obama’ya verilen Nobel Barış Ödülü, geçtiğimiz yıl, içlerinde ‘Arap Baharı’ sürecinin sembol isimlerinden Yemenli Tevekkül Karman’ın da bulunduğu üç kadın aktivist ve siyasetçiye verildi. Tarih boyunca Ortadoğu toplumlarına sırtını dönen bu zihniyetin ‘Arap Baharı’nı refere etmesi manidardı.
Avrupa’nın finansal krizi: Yoksulluk değil, aşırı tüketim, israf ve açgözlülük!
Avrupa ekonomisi, her yıl biraz daha kötüye gidiyor. Ancak yaşanan bu finansal krizin temel nedenleri olarak aşırı tüketim, israf ve açgözlülük öne çıkıyor. Avrupa devletleri, Afrika ve Asya’daki pek çok ülkenin doğal kaynaklarını haksız yollarla ele geçirmesine karşın, sözkonusu nedenlerle ihtiyacını karşılayamıyor. Bütün bunlara, haksız kazanç, yolsuzluk ve rüşvet gibi nedenler de eklenince kaos kaçınılmaz oluyor. Dünya üzerindeki küresel servetin % 80’den fazlası ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin elinde bulunuyor. 20. yüzyılın başlarında dünya üzerinde en fakir ile en zengin kesim arasındaki fark 1’e 22 iken bu fark bugün 1’e 300’e yaklaşmış bulunuyor.
Bunun en somut örneğini Afrika’da görmek mümkün. Geçtiğimiz yıl Somali’de yaşanan kıtlıkla ilgili gözlemler yapmak üzere bölgeye giden heyetimiz, yaşananla-rın, sömürgeci zihniyetin Afrika’da uyguladığı acımasız politikaların bir sonucu ol-duğunu tespit etti.
‘Arap Baharı’na kucak açan medya organları, Filistin’e neden sırtını dönüyor?
Şiddeti teşvik eden, nefreti körükleyen diliyle işgallerin meşruiyet zeminini ha-zırlayan uluslararası medya organları, kendi ülkelerinin dünya üzerinde sürdürdüğü işgallere karartma uygularken, toprakları işgale uğrayan milyonlarca masum sivili ‘terörist’ olarak göstermekten çekinmiyor. Geçtiğimiz yıl ‘Arap Baharı’ sürecinde etkin rol oynayan medya, sıra Filistin’e geldiği zaman tam tersi bir tavır sergiliyor. Özellikle ‘Arap Baharı’ sürecine büyük destek veren Facebook, yüz binlerce Filistinli takipçisi bulunan sayfayı kapatmaktan çekinmedi.
‘Beyin Göçü’: Hiçbir bedel ödemeden sahip olunan nitelikli insan gücü!
ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Kanada, Rusya, Çin ve Japonya gibi ülkeler, dünyanın dört bir yanında yetişmiş nitelikli insanları, cazip maddi imkanlarla ikna ederek kendi ülkesinin çıkarları doğrultusunda kullanıyor. Türkiye’de dahî, aileler ve sosyal çevre tarafından bir iftihar vesilesi olarak görülen bu süreç, ülkelerin kal-kınmasına ve gelişmesine büyük darbe vuruyor. Yapılan araştırmalar, beyin göçü yaşının giderek düştüğünü ve lise seviyesine kadar indiğini ortaya koyuyor.
Tarihi soykırımlarla dolu olan devletler, dünyaya insan hakları dersi vermeye çalışıyor!
BM Güvenlik Konseyi Daimi Temsilcisi olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin; bir taraftan dünyanın dört bir tarafında sürdürdükleri işgallerde milyonlarca masum sivilin ölümüne sebep olurken, diğer taraftan dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi vermeye çalışıyor. Bunun son örneği Fransa’da yaşandı. 20. yüzyılın ortalarında dünyanın gözü önünde Cezayir’de 2 milyona yakın insanı soykırıma uğratan, 1993’te Ruanda’da yaşanan ve 1 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği sürecin sorumlularından biri olan ve son olarak geçtiğimiz yıl Libya’yı işgal ederek on binlerce masum sivili öldüren ve ülkenin doğal kaynaklarına el koyan Fransa, 1915 olayları hakkında çıkardığı yasayla, düşünce özgürlüğüne dahî tahammülü olmadığını göstermiş oldu.
Kentler mi dönüştürülüyor, zihinler mi?
On yıllardır ‘kentsel dönüşüm’ adı altında yapılanlar, aslında şehirle birlikte, toplumu da değiştiriyor. Ev, çarşı, okul ve ibadethanelerden müteşekkil yerleşim birimlerinin yerini bugün gökdelenler, kapitalizmin mabetleri AVM’ler ve eğlence mekanları alıyor. Gecekonduların yerine inşa edilen apartmanlar, bugün ‘kentsel dönüşüm’ ve ‘deprem yönetmeliği’ bahaneleriyle yıkılıyor ve yerlerini toplumsal yaşamın temel dinamiklerini yok eden devasa yapılara bırakıyor.
SON VİDEO HABER
Haber Ara