Afganistan'da tek çıkış yolu müzakere
Afganistan savaşı çıkmaza girmiş durumda. ABD, ülkeden geri çekilmede Taliban’ın öneminin farkında. Bu gerilla savaşı -destekçilerinin ideolojileri bir tarafa bırakılırsa- şekil olarak; İkinci Dünya Savaşı’ndaki direniş hareketlerine, Vietnam, Çin ve Küba deneyimlerine benzemiyor değil.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-02-03 10:16:44
Bu Molla Ömer dedikleri, 11 Eylül saldırılarından bu yana en çok arananlar listesinde yer alan kişi değil miydi? Taliban’ın Ömer’e bağlı kanadının birkaç yıldır kesintili olarak ABD ile müzakereler yürüttüğünü sağır sultan bile duydu; üstelik bu görüşmelerden bugüne kadar bir sonuç alınamadı.
Kandahar saldırısı, işgalci ile görüşmeye bile sıcak bakmayan Taliban’ın bir başka kanadınca düzenlenmiş olabilir. Ama yorgun bir imparatorluğa acele ettirmeyi hedefleyen bir atış da olabilir. Afganistan’da medya şişirmelerinde aktarılan bütün ilerlemeler birer yanılsamaydı. Bu yüzden ABD isyancılarla müzakere etmeli ve Karzai rejimini daha da yalıtmalı.
Neo-Taliban’ın birbirinden farklı kanatları geride bıraktığımız iki yıldan bu yana iktidarı ele geçirme hazırlıkları yapıyorlar. Güvenlik üslerine, istihbarat karakollarına, NATO’nun yüksek rütbeli subaylarını taşıyan helikopterlere düzenlenen saldırılar, ISAF’ın “sadık Afgan” ağlarının içlerine sızıldığına işaret etmekte. Bu gerilla savaşı -destekçilerinin ideolojileri bir tarafa bırakılırsa- şekil olarak; İkinci Dünya Savaşı’ndaki direniş hareketlerine, Vietnam, Çin ve Küba deneyimlerine benzemiyor değil.
Obama seçilmesinden birkaç ay sonra –AB’nin kokuşmuş devletlerinin de desteklediği- Afganistan savaşını körükledi; ama aralarında Kabil’in büyükelçisi Karl Eikenberry’nin de bulunduğu kimi generaller buna karşı çıktılar. Obama’nın buna cevabı şöyle olmuştu: “Eğer Afgan hükümeti Taliban’ın eline geçer ya da El-Kaide’ye yenik düşerse, bu ülke eskisi gibi yine –el verdiği müddetçe halkımıza kıymak için can atan- teröristler için bir üs hâline gelecektir. Afgan halkı için de Taliban yönetimine geri dönmek; ülkelerinin zalimce yönetilecek bir hükümete teslim olması, uluslararası izolasyon, felç olmuş bir ekonomi ve Afgan halkının, özellikle de kadın ve çocukların, en temel insanî haklarının inkârı olacaktır. Taliban’ın merkezi yönetimiyle birlikte hareket edecek El Kaide’ye teslim olmaksa Afganistan’ı sürekli bir şiddet çemberinin içine atacaktır.”
Ama tüm bu şeyler –özellikle de kadınlar ve çocuklar konusunda- bugün de var. Dahası köyler ve “hedef alınan” düşmanlar üzerine hiç çekinmeden yapılan saldırılar sivil ölü ve yaralı sayılarını tırmandırmakta; insanları isyancıların tarafına itmekte.
Bununla birlikte, Molla Ömer rejiminin devrilmesine yardım eden –Pakistan istihbarat servisi ISI bu konuda biraz gönülsüz davranmış olsa da- bölgedeki müttefik devletler de artık taraf değiller. İran; yaptırımlar, ABD ve AB’nin -buna İsrail’in bitmek bilmeyen baskılarını da ekleyin- düşmanca tavırları ile yalnızlaştırılmış hâlde. Kuzey İttifakı’ndan beklenen randıman alınamadı çünkü liderleri, aynı Karzai ailesi gibi, para kazanmakla meşguller. Ve son olarak Pakistan ordusu da Taliban’la ilişkilerini tam olarak koparmış değil.
Lityum rezervleri konusu bir tarafa bırakılacak olursa, NATO’nun ülkedeki varlığını sürdürmesi her geçen gün daha da zorlaşıyor. İşgale katılan 42 ülke Kabil’deki kuklaya (Karzai kastediliyor –ç.n.) seyircileri eğlendirecek keyifli oyunlar sergilemesinde artık yardımcı olamıyor. Batılı PR şirketlerince, özellikle de Batı kamuoyunun çıkarları için finanse edilen hazırlop seçimler artık işe yaramıyor.
Özetle, her iki taraf da bir çıkmaza girmiş durumda. İsyancıların bu savaşı askerî yollarla kazanmaları pek olası görünmüyor, ama onlar NATO’nun zaferini imkânsız kıldılar. ABD, ülkeyi yerle bir etmek, bir bilemediniz iki milyon Afganistanlıyı ülkenin dışına sürüklemekle –ama bu siyaseten yapılmaması gerek bir şey- kendi kamuoyunca desteklenen “savaşı” (just war) kazandı sadece. Anlaşma sağlanması ve ABD’nin ülkeden geri çekilmesinin yolu müzakerelerden geçiyor.
Bugün tanık olduğumuz şey –1980’ler boyunca Rusya’nın yol açtığından daha düşük düzeyde de olsa- felaketi andıran bu işgalin sona erişidir. ABD’nin içinde bu emperyal maceraların eleştirmenleri zaman zaman aşırı gurura karşı uyarılarda bulunuyorlar. Her türlü süslü sözden kaçınan John J. Mearsheimer The Tragedy of Great Power Politics adlı kitabında ülkesinin dış politikasının; iyi yönetişim, liberal değerler ya da barış değil, ama ABD çıkarlarının diğer devletlere karşı olan savunusuna hasredildiğine değiniyor. 21. yüzyılın siyasetini belirleyen de işte bu şey.
Partisinin (Cumhuriyetçi Parti kastediliyor –ç.n.) başına buyruk özgürlük taraftarı Ron Paul’dan gelmekte olan bu tarz mesajlar Cumhuriyetçi Parti’ye yakın televizyon kanallarında şu sıralar sıkça tekrarlanmakta. Paul, ulusal siyasette Amerikan imparatorluğunun dağılmasını isteyen tek sima ve ilginçtir, Paul, diğer tüm rakiplerinden çok asker ailelerinden destek görüyor.
20 Ocak 2012
[Guardian’daki İngilizce orijinalinden Gencer Çakır tarafından 5deniz (Sendika.Org) için çevrilmiştir]
SON VİDEO HABER
Haber Ara