İşçi istemiştik, insanlar geldi
Almanya başta olmak üzere Avrupa'ya göçün yarım asırlık tarihini ve yaşanan dramı M. Frisch'in ünlü 'işçi istemiştik, insanlar geldi' sözlerinden daha çarpıcı anlatmak mümkün değil.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-01-18 08:41:11
Alman medyasında çoğunlukla "dönerci cinayetleri" olarak adlandırılan ve arkasında şoke edici skandalları barındıran gelişmelerle bu sözler tekrar hatırlandı.
Almanya'da 2000'den bu yana yaşları 21 ile 50 arasında değişen Enver Şimşek, Abdurrahim Özüdoğru, Süleyman Taşköprü, Habil Kılıç, Yunus Turgut, İsmail Yaşar, Mehmet Kubaşık ve Halit Yozgat isimli 8 Türk ile Türk sanılan Yunanlı Theodoros Boulgarides'in Neonazi bir örgüt tarafından öldürüldüğü, aynı örgütün yabancılara yönelik olarak çok sayıda bombalama ya da benzeri şiddet olaylarına karıştığı, çok sayıda banka soygunu gerçekleştirdiği, örgütün içindeki bir hesaplaşma sonrasında, örgütün önderi konumundaki Beate Zschäpe'nin 12 Kasım 2011'de kendiliğinden polise teslim olması ile ortaya çıktı.
Bu cinayetler ne yazık ki Almanya'da ilk değil. Ama 11 yılı aşkın bir süredir cinayet ve bombalama dahil şiddet faaliyetlerine devam eden örgütün bugüne kadar ortaya çıkarılamaması, eylemlerin uzun süre "faili meçhul" kalması, hatta çoğunlukla "Türklerin arasındaki iç hesaplaşmalar" şeklinde kamuoyuna yansıtılması konunun vahametini daha da artırıyor. Özel olarak Türklere yönelik bir cinayet şebekesi olan ve yaşadıkları kentten dolayı "Zwickau Çetesi" olarak da adlandırılan "Nationalsozialistischer Untergrund" (NSU) (Nasyonal-Sosyalist Yeraltı Örgütü) isimli Neonazi örgütü konusunda, örgüt üyelerinin Thüringen Eyalet Anayasa Koruma Teşkilatı ve Federal Anayasa Koruma Teşkilatı ile var olan bağlantılarının niteliği henüz açıklığa kavuşmadı. Bu örgütü bu kadar süre "görünmez" kılan ve hatta eylemlerine destek veren unsurlar ile Alman devleti ya da Alman devleti içinde bazı "derin" odaklar arasındaki legal-illegal ilişkilerin varlığı kadar, bu eylemlerin hedefi Almanyalı Türklerin yaşadığı hayal kırıklığı ve güvensizlik bir başka önemli konu olarak karşımızda.
Türkiye ile Federal Almanya arasında 31 Ekim 1961'de yapılan İşgücü Anlaşması ile başlayan süreç, 50 yıl sonrasında bambaşka bir yapıya ve görüntüye kavuştu. 1961'de 5 bin kişi Almanya Türk toplumu dev bir kitleye ulaştı. Dahası kendi içinde çeşitlendi, gelişti ve Alman toplumunun her alanında var oldu. Ancak Alman toplumunda üreten, bütün mantalite farklılıklarına rağmen başarılı bir ortak yaşamı gerçekleştiren Türkler, tam da kalıcı olmaya başladıkları dönemde Almanya gündeminin en çok tartışılan konularından birisi oldu. Bu tartışmaların fizikî saldırılara, hatta cinayetlere dönüşmesi ise belirgin bir biçimde iki Almanya'nın birleşmesi sonrasında ortaya çıktı. Muhafazakâr siyasi oluşumların genel tartışmalarda, sıradan Alman vatandaşlarını çekmek için popülist bir biçimde kullandıkları Türkler konusu, kısa zamanda aşırı sağcı-ırkçı, Neonazi örgütler tarafından fiili saldırılara da dönüştürüldü. Solingen ve Köln 90'lı yılların başında yaşanan öncü eylemlerdi ama son olmadı ve Almanya'da 90 sonrasında büyük bölümü Türk olan yüzden fazla yabancı öldürüldü.
Almanya'da yaşanan cinayetler sonrasında bu saldırıların muhatabı olan Türklerin neler düşündükleri, hissettikleri ve geleceğe nasıl baktıkları konusu, Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (HUGO) ve merkezi Berlin'de bulunan SEK-POL/Data4U tarafından gerçekleştirilen "Almanya'da Irkçı Neo-Nazi Cinayetler: Türklerin Görüş ve Duyguları Araştırması" başlıklı çalışma ile tespit edilmeye çalışıldı. Bütün Almanya'daki Türkleri temsil eden 14 yaşından büyük 1.058 kişilik bir örneklem ile 5-15 Aralık 2011 tarihleri arasında bilgisayarlı telefon yöntemi (CATI) ile 36 soru ile gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları oldukça çarpıcıydı. Ama en önemli olan, Türklerin kendilerine yönelik bu sistemli eylemleri özenle Alman toplumuna mal etmemeleriydi. Türklerin çok önemli bir bölümüne göre (yüzde 78) cinayetler çok küçük/radikal grupların işi olarak görülüyor. "Cinayetleri işleyen bütün Alman toplumudur" önermesine katılanların oranı sadece yüzde 2,30. Bu, Almanyalı Türklerin son derece soğukkanlı, "âkil" ve sorumluluk taşıyan bir tavır içinde olayları değerlendirdiklerini ortaya koyuyor. Ama aynı Türkler, Alman devletine yönelik güven sarsılmasını da net biçimde ortaya koyuyorlar. "Size göre bu cinayetleri işleyenler Alman devleti tarafından desteklendi mi ya da hiç korundu mu?" sorusuna "evet" diyenlerin oranı yüzde 55. Böyle bir bağlantı olmadığına inanan ve "hayır" yanıtı verenlerin oranı sadece yüzde 20,66. Bu sorunun yüzde 24,37 oranında yanıtsız bırakılması da ayrıca dikkat çekicidir.
ENDİŞELİ 'TÜRKLER' VE NEONAZİLER
Daha da vahim olanı, Türklerin yüzde 77'den fazlasının, Neonazi cinayetlerin devam edeceğine dair görüşleridir. Türklerin endişeli ve güvensiz oldukları açıktır. Neonazi cinayetlerin devam edeceğine dair yaygın inanca rağmen, olup-bitenlerle ilgili Türklerin hakim duygusunun korku-öfke-üzüntü seçenekleri arasında yüzde 73,88 ile "üzüntü" olması da dikkat çekicidir.
Alman Parlamentosu'ndaki özür açıklamasına rağmen Türklerin Alman politikacılara yönelik güvensizliği, bu konuda sorulan bütün sorularda net biçimde ortaya çıkıyor. Türklerin yüzde 60'a yakın bölümü Alman siyasetçilerin bu özür açıklaması ile konuyu kapatmaya/saptırmaya çalıştıkları, dünyayı ve Türkleri kandırmaya çalıştıkları ya da konuyu örtbas etmek istedikleri görüşündeler. Alman politikacıların bu olaylardan ders çıkardıklarını ve pişman olduklarını düşünenlerin oranı da oldukça düşük bir seviyede kalıyor.
Ancak bütün bu olumsuz tabloya ve güvensizliğe rağmen, araştırmanın belki de en dikkat çeken yönlerinden birisi Türklerin, Almanya'nın ayrılmaz bir parçası haline geldiklerini ve Almanya'da kalıcı olduklarını ortaya koymasıydı. "Bu cinayet serisi sebebiyle Almanya'yı terk etmeyi ve Türkiye'ye geri dönmeyi düşünüyor musunuz?" sorusuna verilen cevaplarda yüzde 9,62'lik kararsız (belki) bölümü dışarıda bırakıldığında Türklerin yüzde 77,38 gibi çok önemli bir bölümünün Almanya'da yaşamaya devam etme iradesi içinde oldukları görülmektedir. "Kesinlikle Türkiye'ye döneceğim" ya da "Türkiye'ye döneceğim" diyenlerin oranı sadece yüzde 9,5 olarak tespit edilmiştir. Yani cinayetleri işleyenlerin önemli hedefleri arasında yer alan Türkleri korkutma, yıldırma ve evlerine dönmeye razı etme stratejisi, Türkler tarafından neredeyse hiçbir şekilde ciddiye alınmamıştır. Dahası en son T. Sarrazin'in de iddia ettiği gibi sürekli olarak "uyumsuzluk" ile eleştirilen Türkler, Almanya'ya ve Alman toplumuna yüzde 75'in üzerinde uyum sağladıkları inancındadırlar. Yani Türkler adeta "daha ne yapalım" dercesine çatışmayı, nefreti ya da korkuyu değil, olanlara rağmen birlikte yaşamayı ön plana çıkarmayı tercih etmektedirler. Ortaya çıkan bu bulgu uyum sorununun, Türklerin yetenekleri, isteklilikleri kadar ve hatta daha çok, Alman toplumundaki ve devletindeki kabulle ilişkili olduğuna dair tezlerin ciddiye alınması gerekmektedir.
"Almanya'da Irkçı Neo-Nazi Cinayetler: Türklerin Görüş ve Duyguları Araştırması" [1] sonuçları, aslında içinde Türklerin de yer aldığı barış, huzur ve uyum içinde bir Almanya için önemli bir kapı da aralamış oluyor. Türklerin en ciddi sorunu, güvenliklerinin sağlanması ve Alman devletine yönelik güvensizliklerinin ortadan kaldırılması gibi görünmektedir. Almanya eğer bu ve benzeri çeteler konusunda hızlı, şeffaf ve sonuca ulaşan bir politikayı ortaya koyabilirse hem Türklere ve diğer yabancılara yönelik saldırılar azalacak hem de Türkler kendilerini yaşadıkları ülkeye ait hissedeceklerdir. Almanya'daki Türklerin iyi niyeti, olgunluğu ve kalıcılığı bu cinayetlerle bir kez sınanmış oldu. Makul politik akıl, artık Türklerin sömürülmesi üzerinden oy kazanma basitliği yerine, Türkleri kazanmayı ve dünyaya daha fazla rezil olmadan huzurlu bir Almanya toplumu yaratmayı gerektirir.
[1] Araştırmanın ayrıntılarına www.hugo.hacettepe.edu.tr'den ulaşılabilir. * Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (HUGO) Müdürü
Zaman
SON VİDEO HABER
Haber Ara