Batı, İslam ve güç dengesizliği
Tarık Ramazan bugünkü yazısında Batı ve Doğu'nun değişen algılarını değerlendirdi...
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-01-16 07:17:30
Tarihsel ve ideolojik olarak Batı ve İslam ayrımı, gergin ve karmaşık bir süreç sonunda inşa edilmiştir ve bugüne dek denklemin iki zıt ucunda bulunan Batı ve Doğu’nun algılarını şekillendirmiştir.
Açıksözlülüğün yerini hiçbir şey tutamaz: bu ilişkinin içkin ve kapalı (genelde ise açık) bir özelliği varsa o da, Malezyalı filozof Chandra Muzaffer’in de söylediği gibi, iki taraf arasındaki güç dengesizliğidir. Medeniyetler ve ideolojiler arasındaki adalet ve barış, güç ve iktidar sorularıyla direk olarak yüzleşmenin yerini hiçbir şey tutamaz. Arap ayaklanmaları en azından bir şeyi göstermiş oldular: ABD ve Avrupa hükümetleri ve onların entelektüelleri, Arap Dünyası’nı ve Müslüman çoğunluğa sahip toplumları hala eski kolonileri, tarihsel ve finansal olarak borçlu görüyorlar. Ve onları, Kuzey’in çıkarlarını korumak için ideolojik ve ekonomik açıdan bağımlı durumda tutmak gerektiğine inanıyorlar. Çok kutuplu bir dünyadan, medeniyetlerin çoğulculuğundan, kültürlerden ve dinlerden bahsetmek, eşitlik ve barışı kutlamak güzel ancak ilişkilerin şartlarının sadece ekonomik düzlemde değil, ideolojik ve sembolik olarak da eşit ve adil olmadıklarını, Güney’i ve Doğu’nun Müslüman devletlerini bağımlı dominyonlar* halinde tuttuklarını da itiraf etmek gerek. Bugün tanık olduğumuz isyanlarda, bu gerçeğe anlamlı biçimde meydan okuyan bir şey var gibi görünmüyor.
***
ABD ve Avrupa’nın varlıkları, Arap dünyasında yürütülen politik ve ekonomik tartışmaların üzerine gölge düşürüyor. Ekonomik tartışmaların sonuçları ise, diktatörlük olsun veya olmasın, Arap dünyasındaki ülkeleri ve birçok Müslüman ülkenin geleceğini etkileyecek. Devletin ve ordunun rolünden, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi uluslararası kuruluşlara kadar birçok konuda tartışmalar yürütülüyor ve bunlar o veya bu şekilde Batı ile ilişkilere, bağımsızlık sorusuna ve ulusların zenginliğinin nasıl yönetileceğine gelip dayanıyor. Gerçek, otonom demokrasilerin ortaya çıkmasına izin vermenin Batılı ülkeler açısından riskleri oldukça fazla ve yüksek. Doğu’nun ideolojik öncelikleri belirleyen maden kaynaklarını ve ekonomi politikalarını kontrol eden onlar. Batı’nın gücüne kolaylıkla veya talihe güvenerek meydan okunamaz. Batı’yı, Arap ve İslam dünyasıyla ilişkilerini gözden geçirmeye zorlayacak şey öncelikle ve sadece dünyadaki ekonomik düzenin ağırlık merkezinin değişmesi. Bunun olması içinse zamana ihtiyaç var.
***
Arap isyanlarının Tunus, Libya ve Bahreyn’de aldıkları şekle bakılırsa o günlere daha çok var. Ancak başka alternatif de yok. İlişkiler değişmeli ve orta ve uzun vadede değişecek. Sahneye yeni politik ve ekonomik güçlerin çıkması değişimi kaçınılmaz hale getiriyor, sadece artık söz konusu olan farklı çıkarlardan dolayı değil aynı zamanda doğaları gereği. Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika veya Türkiye’nin Arap dünyası ve İslam ile ilişkileri Batı’nınkinden oldukça farklı. 2009 yılında Çin’in Sincan bölgesindeki Uygurlara yaptığı baskıların, Rusya’nın on yıllardır sürdürdüğü acımasız baskı politikası ile birlikte Çeçenya’da olanların veya Hint milliyetçilerin 2002 yılında Gujarat Müslümanlarına yaptıkları katliamların (Rusya’nın süren iç problemlerinden bahsetmiyorum bile) gösterdiği gibi, bu ülkelerle ilişkilerinde sorunsuz olduğunu söylemek pek mümkün değil. Ancak idealleştirilmemeli: yükselen güçlerin bazıları (Çin) hiç demokratik değilken, bazıları (Rusya ve Hindistan) Müslümanlar’ın tek kurban olmadığı, baskıcı ve ayrımcı iç politikalara vesile olan ciddi demokrasi kusurları ile karşı karşıyalar. Ancak tüm bunlar, bu ülkelerin Ortadoğu’ya yaklaşımları üzerinde fazla etkili değil. Önümüzdeki on yıllar içerisinde İslam’ın Doğu ve Uzak Doğu ile kuracağı yakın ilişkilerin Batı ile olan ilişkileri üzerinde de büyük etkisi olacak. Diğer yandan, Japonya’nın İslam ve Doğu sorunu üzerine son zamanlarda ortaya çıkan ve giderek derinleşen ilgisi de gözardı edilemez.
İşte gerçekler herkesin apaçık görmesi için ortada: Artık sadece Amerikan-Avrupa bakış açısı geçerli değil. Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya’daki (ve hatta Batı yarımküre ve Latin Amerika’daki) aydınlar ve medya da Ortadoğu’yu, kendini algılayışını ve Batı’nınkinden çok farklı olan isteklerini anlıyorlar. Ufukta kargaşa bulutları toplanıyor.
Batı’nın şu andaki temel endişesi, petrol ve hammadde kaynaklarına ulaşıp bunları çokuluslu şirketler ve kamu ve özel sektör aracılığıyla istismar ederek, ekonomik ve jeostratejik çıkarlarını korumak. Kısa vadede temel çıkarları güvende. Batı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki eşitlik ve adalet sorunlarıyla ancak mecbur kaldığı zaman ilgilenecek. Kendi ideolojik, sosyal ve ekonomik krizlerinin yanı sıra Küresel Güney ve Doğu’nun yükselen ülkeleri de Batı’nın hegemonyasını tehdit ediyor. Bu sorunları uzun süre göz ardı etmek mümkün değil.
Ancak ABD ve Avrupa’daki belirleyici etkilere sahip olacak iç sorunlar da göz ardı edilemez. Kimlik, ulusal aidiyet ve göçmenlerin durumu gibi konular Batı’yı içten sarsıyorlar. İslam’la ilişkilerin nasıl olacağı açık bir sorun olarak ortada ve korku, inkar ve hepsinden de öte yaygın bir şüphe olarak ortaya çıkıyor.
* Dominyon: Yarı sömürge.
SON VİDEO HABER
Haber Ara