Berrin Karakaş
Google’a Fransız filozof Jean Luc Nancy’i arattığınızda Jean’ı görür görmez, Fransa’dan bir başka isim ‘artist’ Jean Reno’ya davet ediyor. Bu şartlar altında, felsefe çatısı altında toplanmak cesaretini göstermiş, düzenledikleri konferanslar, yayımladıkları kitaplar ve felsefe dergisi Monokl’la yeni karşılaşmalar, yeni yaşamlar, yeni fikirler ardından giden oluşum MonoKL (Mono Kurgusuz Labirent), önemli Fransız düşünür Alain Badiou’yu konuk etti. Geçen sene de Jean Luc Nancy’yi davet eden MonoKL’un Sarıyer Belediyesi’nin sponsorluğuyla ağırladığı Alain Badiou, oluşumun Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlediği ‘Devrim-Demokrasi-Felsefe’ kongresindeydi.
Badiou ‘Komünist Fikir ve Terör’ başlıklı sunumunda da, ‘Badiou ile Badiou’nun felsefesi üzerine’ açık oturumda da, MonoKL’un küçük salonundaki sohbette de, söyleşimiz sırasında da ‘Yeni’ diyordu. Yeni bir fikir, yeni bir zafer düşüncesi, yeni bir iktidar şüphesi… Marks’ın komünizmi icadı gibi, yeni bir icat gerekliydi içinde bulunduğumuz ‘ara dönem’e. “Pişman değilim” itirafıyla Badiou, Lenin’den ziyade Marx‘ın durumunda olduğunu söylüyordu. Marx nasıl yeni bir fikir yarattıysa, gelecek fikrimizi yeniden yaratmamız gerektiğinin altını çiziyordu sıklıkla. 15 yıl sürmüş Fransız Devrimi örneğiyle acele edilmemesi gerektiğini söylüyor, ‘devingen bir sabır’ tavsiye ediyordu. Badiou’nun ara dönemden kastettiği, devrimlerden sonraki arayış dönemleri. Mesela 1789 Fransız Devrimi’yle başlayıp 1848’de Cumhuriyetin yeniden kurulmasıyla başarısızlıkla sonuçlanmış dönem. Günümüzde 1851’den sonra başlayan kapitalist restorasyon dönemi hâlâ devam ediyor. Ve bu ara dönem içerisinde devrim düşüncesini yeniden hazırlamak gerekiyor.
Öğrencilik yıllarında Cezayir’in bağımsızlık mücadelesine destek veren, Mayıs 68 olaylarının ardından 1969 sonunda kurdukları Maocu organizasyon UCFml’ye dahil olan Badiou, uzundur felsefe ve politik kariyeriyle bu yeni yaratımın içinde. Mücadelesine kitapları, düzenlediği ve katıldığı seminerler, ders verdiği öğrencileri ve dahil olduğu L’organisation Politique içerisinde devam ediyor. 70’lerle birlikte Fransa’da isimlerini duyuran, Sarkozy’le Libya’ya ‘demokrasi’ taşıyan popüler ve de ‘havalı’ filozof Bernard Henry Levy’nin de içinde bulunduğu ‘Yeni Felsefeciler’ arasında, Fransız radikal solundan bir cevap varlığı. Gençlik dönemiyle bugünkü mücadeleyi karşılaştırmasını istediğimde; “Gençliğimizde sahip olduğumuz hayalleri gerçekleştirebileceğimizi düşünürdük. Bugünse yeni hayaller yaratmalıyız” diyerek ekliyor: “Geçmişte takip ettiğimiz genel devrimci programımız vardı. Şimdiki sıkıntı, programı da yeniden yaratmak. Eskileri artık kullanamayız.”
Hakikat bedavadır
Yazıyı yazmaya oturduğumda televizyon ekranında Merkel ile Sarkozy, borç krizini görüşmek için el ele vermiş gülümsüyorlardı. Bir kare sonra İtalyan Refah ve Çalışma Bakanı Monti kriz karşısında halktan fedâkarlık isterken gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Bir kare sonra uzun yıllar sonra İrlanda Başbakanı televizyonda yine halkı fedâkarlığa çağırıyor, zorunlu vergi arttırımından bahsediyordu. Badiou açık oturumundan tuttuğum notlar arasından “Modern ekonomi hakikatlere düşmandır. Hakikat satılacak bir şey değildir. Tanım itibariyle bedavadır” sözlerinin altını çizdim.
Badiou 40 yıldır oy kullanmıyor. Öğrencilerinin de ısrarıyla 2007 seçimlerine dair verdiği seminerleri ‘The Meaning of Sarkozy’ ismiyle kitaplaştırılan düşünür, şimdiye kadar en fazla satmış bu kitabında da anlattığı gibi, pek haz etmiyor Sarkozy’nin korku üzerine kurulu politikasından. Haziranda Fransa’da gerçekleşecek cumhurbaşkanı seçimlerini ve Sarkozy’nin sol partiden rakibi Hollande’ye de düşman olup olmayacağını sorduğumda; “Sağ da kazansa, sol da kazansa aynı şey olacağını düşündüğümden oy vermiyorum” diyor ve uzun süre İspanya’da iktidarda kalan sosyalistleri, Yunanistan’daki sosyalistleri örnek göstererek “Fransa’da da sosyalistler farklı bir sağcı partidir” diyor.
Marx ve Bakunin arasında
Wall Street’ten Tahrir Meydanı’na ayaklanırken dünya, tüm bu başkaldırılar komünist düşünceyi teyit ediyorlar Badiou’ya göre. İçinde bulunduğumuz dönemi komünizmin üçüncü dönemi olarak tanımlayan düşünür, “1917’de Lenin’in, 1946’da Mao’nun zaferleri gerçekleşti ama eserlerinin kalıcı olmadığını itiraf etmeliyiz” diyerek ekliyor: “Demek ki zafer düşüncesini de değiştirmeliyiz. Birilerini düşmanlaştıran ve mağlup eden zafer düşüncesinden kurtulmalıyız. Çelişkiler halkın kendisinde yoğunlaşacak ve çözülecektir, yaşamın olayları devrimci düşünceye yön gösterecektir. Burada bizim tek düşmanımız vardır artık; o da teslim olmaktır.Bu hem politik, hem felsefi bir sorundur”. 1980’le başlayıp ne kadar süreceği şimdilik bilinmeyen bu ‘ara dönem’de tarih yeniden başlıyor Badiou’ya göre. Yapmamız gereken önce bunu onaylamak. Tarihin yeniden başladığına ikna olmak yaratıcılığı sağlayacak. Ve ‘düşman’, burada teslim olacak. Badiou’nun sözünü ettiği üçüncü dönem, iktidara karşı da kuşkucu olunması gereken, olumsuzluk ve yadsımadan ziyade olumluluk ve onaylamanın tercih edilmesi gereken bir dönem. Bugün yeni bir toplumun nasıl inşa edileceğini bilmiyorsak, sebebi, çözüme ulaştırılması her zaman kabaca gerçekleştirilen ‘düşmanlara karşı savaş’ problemi. İktidar için askeri organizasyonlar kurmanın, yeni toplumu hiyerarşik ve şiddete dayanarak oluşturmanın çözüm olmadığı görülmüşken, yeni birtakım organizasyonlar oluşturmak yapılması gereken. Ve onların da inşa etmeye hazır olmaları. Sadece şiddet ve çatışmaya değil, barışa da hazır olmaları.
“Komünizm bir araçsa buradaki en önemli sorun organizasyon sorunu” diyor Badiou. Gösterdiği yol, Marx komünizmi ile Bakunin anarşizmi arasında bir yol. Yani, “Komünist disiplini içine alan anarşist bir özgürlük. Mümkünse ikisi de…” Organizasyon için gerekli disiplini anlatırken aşk örneğini veriyor Badiou: “Aşkın sürüp sürmemesi de tıpkı devrimler gibi problem yaratır. Aşk da bir disiplin gerektirir. Ama arzulanan, kabul edilen bir disiplindir söz konusu olan. Birini öbürüne itaat etmek zorunda bırakan değil, ortaklaşa alınan kararlara dayalı bir disiplin.”
Korkudan iyi bir şey çıkmaz
18 Şubat tarihli Le Monde gazetesinde yazdığı ‘Tunus, Mısır: Bir Doğu rüzgarı Batı’nın küstahlığını süpürdüğünde’ başlıklı metninde “Bu hareketlerin öğrencileri olmalıyız, aptal öğretmenleri değil” diyordu Badiou. “Peki Batı bu isyanlardan ne öğrendi?” soruma cevabı, gayet kısa ve netti: “Şu anda egemenliğinin bitmek üzere olduğunu. Bu yüzden de panik içindeler. Ekonomik krizle başlayan halk hareketlerinden korkuyorlar. Bizim üzerimizde şu anda egemen olan korku. Bunun sonucunda da ülkelerimizde çok gerici bir takım iktidarların ortaya çıkacağından çekiniyorum. Korkudan iyi bir şey çıkmaz. Bu yüzden devrimcilerin ihtiyacı olan şey cesaret, korku değil.” Badiou’ya göre Batı’daki hareketler çağdaş kapitalizme karşı, kapitalizmin mali yapısını ortaya çıkaran ideolojik hareketler ve yakın bir hedefleri yok. Arap hareketleri de despotizmin sona ermesini istiyorlar ama geleceğin temsili onlarda da yok. Sonradan olabilecekler konusunda birleşmiş değiller. İkisi de aynı güçlüklerle karşı karşıya. Mayısta meydanlara çıkan isyancıların ardından İspanya’da seçimlerden sağın galip çıkması da bu problemin sonucu.
İsyanlardan konuşurken 2005’te Paris’i, 2011’de Londra’yı ‘yakan’, Badiou’nun ‘Tarihin Uyanışı’ kitabında ‘Nihilist hareketler’ diye değerlendirdiği gençlerin de büyük potansiyel olduğunu söylediğimde, yeni politikanın bu farklı hareketleri de bir arada toplaması gerektiğini anlatıyor. “Gençliğe sadece olumsuz değil olumlu düşünceler ve bakış açıları da vermeliyiz. Bu da onları oldukları yere terk etmeyerek, onlarla konuşarak yapılabilir ve çok önemli bir siyasi faaliyettir. Öğrencilerle banliyölerdeki gençlerin savaşı birleşmelidir” diyor. Badiou üzerine düşeni, yabancı işçilerle entelektüelleri buluşturarak yapıyor.
Enternasyonal de bir şiirdir
Badiou felsefesinde iki önemli şair Mallarme ve Pessoa’dan hareketle sohbetimizi şiirle noktalıyoruz. Şiirin sanatlar hiyerarşisinde yerine dair üç şey söylüyor filozof: “Birincisi, bütün medeniyetlerde, bütün dinlerde şiir olmuştur. Gerçekten de evrensel bir sanattır. Popüler bir sanat da olabilir gayet tabii. Halkın sanatı. İkincisi, siyasi politik durumlarda bile şiire ihtiyacımız vardır. Birçok slogan aslında bir yerde şiirdir. Devrimci şarkılar da şiirlerdir. Enternasyonal marşı da bir şiirdir aslında. Filozoflar için şiir dilin sanatı olduğu için her zaman en önemli sanat olmuştur. Filozof ve şair aynı enstrümanı kullanır. Platon gibi bir şiir düşmanı bile şiirsel bir dil kullanır. Bu üç sebepten dolayı şiirin kendine has bir önemi var”
Kaynak: Radikal