Muhammed Salih:'Kerimov halk düşmanı ve bir diktatördür'
18 yıldır sürgünde olan Özbekistan Halk Hareketi lideri ve ayni zamanda ERK Partisinin başkanı olan Muhammed Salih ile Faruk Köse görüştü. İslam Kerimov'un Özbekistan'ı demir yumruk ile yönettiğini ama bunun böyle devam edemeyeceğini çok yakın zamanda bu zalimin devrileceğini dile getirdi. Namazın yasak olduğu Özbekistan'daki hak ihlallerini ibretle gözler önüne seriyor.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-11-30 12:29:47
Faruk KÖSE
Kendinizi tanıtır mısınız? Muhammed Salih kimdir? Sizin gözünüzde kendinizi tanımlamak isterseniz nasıl tanımlardınız?
— Muhammed Salih, sürgündeki bir derviş. 18 yıldır yurt dışında olan bir politikacı. Bunun nedeni de Özbekistan’daki siyasi baskılar. Oradaki siyasi rejimin baskısı altında oradan çıktık. 18 yıldır yurt dışındayım, sürgündeyim.
TÜRK DÜNYASI ENTEGRASYONU VE ORTAK TÜRK DİLİ
Sizi tanıma babından, makalelerinizde yer alan “Türk Dünyasi Entegrasyonu ve Ortak Türk Dili” hakkında ilginç önerilerinizi bir de sizden duymak istiyoruz. Gazetemiz okurları ile bu konuyu paylaşır mısınız?
— Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türk Dünyası Entegrasyonu’nu başlatmak için büyük bir fırsat doğmuştu, fakat bunu değerlendiremedik. Her yıl düzenlenen Türk Dünyası Kurultayları kültürel ve toplumsal açılardan iyi başlangıçtı, ama bunun ötesine geçmemek, “ABD ne diyecek, Rusya ne diyecek?” gibi endişelerle somut projelerin ortaya konulmaması ve siyasi kararların alınmaması neticesinde, 90’lı yılların başlarında moda olan “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk dünyası” şiarı (sloganı), bugün neredeyse Türk Entegrasyonu karşıtları tarafından alay edilme noktasına gelmiştir. Biz, Türk Entegrasyonu taraftarları, 90’lı yılların başından beri hep aynı şeyin üzerinde durduk: Bu büyük projenin hayata geçirilmesi şart olan ilk maddesi “Ortak Dil” olmalıdır. Bu dilin en azından şu özellikleri taşıması lazım: 200 milyondan fazla nüfusa sahip Türk Dünyasının tümü konuşabilecek ve birbirini kolay anlayabilecek bir Dil.
Yaşamımızın bütün sahalarında, ilimde, fende, siyasette, ictimaiyâtta, kültürde, dinde ve kalan bütün cephelerde bireysel ve toplumsal seviyede kendimizi ifade etme kudretine sahip, lugavî açıdan zengin, lingvistik açıdan zarif bir Dil. Tabiî ki, bizim bütün lehçelerimiz kendine göre zengin ve zariftir. Azeri lehçesinde yazan Nesimi ve Fuzuli şiirlerini, Kazak lehçesinde yazan Abay ve ozanların dilini, Türkmen’in büyük şairi Mahtumkulu’nun lehçesini, Çağatay (Özbek) lehçesinde yazan Nevaî veya Manas destanının yazıldığı Kırgız lehçesinin zengin ve zarif olmadığını kim söyleyebilir? Fakat “Ortak Dil”in, yukarıda saydığımız faziletlerin dışında da bir özelliğe sahip olması gerekir. Bu dilin, dünyada ve Türk boyları (halkları) tarafından en çok kullanılan, yaygın ve pratik bir dil olması şart.
Böyle bir dil bizde mevcuttur. Bu dil Türkiye Türklerinin konuştuğu Oğuz lehçesidir, modern deyimle “İstanbul Türkçesi”dir. 250 milyon Türk nüfusunun büyük çoğunluğunu Oğuz lehçesinde konuşanlar teşkil etmektedir. Bu nüfus 72 milyonluk Türkiye başta olmak üzere, Azeriler (İran Azerileri dahil) Türkmenler, Harezimli’ler (Özbekistan) ve diğer kavimlerle takriben 125 milyona ulaşmaktadır. Türkiye Türkçesi dünyada yaygın kollanılan diller arasında yedinci sırada gelmektedir. Türkiye Türkçesi bugün Amerika, Asya ve Afrika kıtalarında okutulmakta ve öğrenilmektedir. Türk Dünyası için Türk Esperanto’su uydurmamıza hiç lüzum yok. Türk Dünyasının Ortak Dili Türkiye Türkçesi olmalıdır. Bu Dilin tüm verileri buna uygundur, müsaittir.
Özbekistan’daki baskılardan söz ettiniz, o zaman şöyle devam edelim. Özbekistan’da neler oluyor? Sizden, bir Özbekistan resmi çizmenizi rica etsek, nasıl bir Özbekistan resmi çizersiniz? Orada neler oluyor?
— Özbekistan, Sovyet dönemindeki onbeş cumhuriyetten biri ve o zamanın kriterlerine göre hem nüfus bakımından, hem demografik bakımdan, hem iktisadi ve altyapı kuruluşları bakımından üçüncü cumhuriyetti. Çok gelişmiş bir ülkeydi. Stratejik açıdan da Ortaasya’nın merkezi, yani yüreği denilebilir. Ortaasya’da anahtar bir ülke.
Sovyetler döneminde de önemli cumhuriyetlerden biriydi. Ancak, bugün hâlâ devam eden yanlış siyaset akabinde Özbekistan, o başlangıçtaki bağımsızlık yıllarındaki süreci saymazsak, bugün 20 yılını doldurdu bağımsız olalı, bugün çok kötü bir noktada. Oysa, Sovyetler’den bağımsızlığını elde ettiği günlerde, iyi bir başlangıç için Özbekistan’da her şey mevcuttu. Altyapı, nüfus, ekonomik potansiyel, tabii kaynak, yer altı zenginlikleri, Özbekistan’ın kalkınması için en gerekli şeyler mevcuttu. Bunu mevcut yönetim kullanamadı ve bugün Özbekistan, bölgedeki en yoksul ülkelerden biri maalesef.
Bunca zenginliklerine rağmen, bir avuç yönetici elitin dışında bütün halk yoksulluk içinde. Bugün 5 milyondan fazla insanımız yurt dışında iş arıyor ve iktisadi bakımdan yoksul bir ülkeden kaçan kaçaklar olarak dünyaya dağılmış durumda. Nedenlerini de sadece siyasi değil, önemli ölçüde iktisadi olarak değerlendirmek lazım. Siyasi kaçaklar da çok tabiî ki. Binlerce siyasi kaçak var. Ama çoğu, zengin bir ülkenin fakir insanları olarak ülkelerini terketmek zorunda kalmışlar. Ayrıca, binlercesi hapislerde çürüyor siyasi nedenlerle. Yani Özbekistan’ın bugünkü manzarası iyi bir manzara değil. Özbekistan, olması gereken yerden çok uzakta bugün.
Nasıl şu anda Özbekistan? Nasıl olması gerekiyordu, nasıl şu anda? Bunu siyasi olarak, iktisadi olarak, hukuki olarak, insan hakları olarak, çeşitli açılardan değerlendirebilirsiniz. Çok önemli bir şey söylediniz. “Sovyetler Birliği döneminden bağımsızlığını elde ettiğinde iyi bir başlangıç yapmak için bütün altyapı hazırdı” dediniz. Buna rağmen farklı bir manzara çiziyorsunuz bize. Özbekistan nasıl olabilirdi? Bugün nasıl?
— Her şeyden önce, Özbekler çok çalışkan bir millettir. Komşularından farklı olarak, çok çalışkan, çok girişimci, teşebbüs becerisi olan bir millettir. Özbeklerin böyle bir özelliği vardır. Mesela, bugün Pazar ekonomisi, serbest ekonomi –ki ben buna kapitalizm demiyorum; ben buna “adil rekabet” diyorum-, bu terminolojiyi çok kullanıyorlar. Bu terminolojiyi hayata geçirebilecek Orta Asyada bir etnik grup varsa, bu Özbeklerdi. Özbekler potansiyel olarak bunu yapabilirlerdi. Ama Bu imkânı vermedi Kerimov Özbek halkına. Kerimov’un serbest ekonomisi, çetelerin ve mafyanın serbestliği oldu.
KAPİTALİZM DEĞİL, “ADİL REKABET”
Sizin anladığınız serbest piyasa, “kapitalizm” değil yani. “Adil rekabet” diye ayrı bir tanımlama mı yapıyorsunuz?
— Tanımlama değil de, kapitalizm ibaresi çok eskidi ve çok dar bir manada kullanılıyor. Kapitalizm denilince göz önüne yalan, dolan, sömürge aracı olarak kullanılan bir sistem geliyor. Bir insan kendi ürettiği malı normal satabilmesi lazım. Buna devletin destek olması lazım, köstek değil. Kerimov’da böyle bir şey yok. Bugün çiftçi ürettiği malı satamıyor ve çiftçinin ürünleri, mesela pamuk diyelim, orada kendisi yetiştiriyor, kendisi ürerttiği malın kölesi. Bu malın sahibi de devlet, üretici değil. Çiftçi üretiyor, ama devlet onun elinden malını alıyor. Tıpkı Lenin dönemindeki gibi. Sovyet komünizmi döneminde, her şey çiftçinin elinden alınıyor ve ona sadece yemek için para veriliyordu. Aynı politika Özbekistan’da bugün de devam ediyor.
ÇETELER DEVLETİ ELE GEÇİRMİŞ
Yani Komünizm fiilen yaşatalıyor mu?
— Evet, aynen öyle. Kısacası üretici, bu şekilde üretmekten menfaattar değil. Hatta, Sovyet döneminde bile biraz olsun serbestlik vardı. Bugün o dönemdeki serbestlik de yok. Özbekistan’da ekonomideki durum bu. Serbest ekonomi yok. Çeteler var. Onlar istediği şeyi özelleştiriyor, kendilerine hususileştiriyor. Kendi aralarında, devletin varlıklarını kendilerine satıyorlar.
Bu çeteler mafya mı?
— Hayır, hükümetin adamları. Mesela Kerimov’un kızı ve ona yakın haramhor kimseler. Oradaki rüşvetçi, çıkarcı devlet yetkilileri. Bu yolsuzluk çeteleri, özelleştirmenin tepesindeki yetkililerdir her şeyi kendi aralarında özelleştiriyorlar ve istedikleri paraya birbirlerine satıyorlar. Böylece, bir avuç, “oligarhlar” dediğimiz zümre ortaya çıkıyor. Rusya’da bunu sadece 1990’lı yılların başlarında yaptılar, ama Özbekistan’da 20 yıldır bu devamlı yapılıyor.
Özbekistan’daki yapılanmaya da devlet demek doğru değil. Kerimov’un başçışığında, başkanlığında bir çete var ve o çete devleti ele geçirmiş, devletin tüm imkânlarını kendi adlarına kullanıyorlar. Bu çete üyelerinin bazılarını Bakan diye adlandırıyorlar, bazılarını Müdür diye. Ama sonuçta bunlar çete üyleridir. Diğer çetelerle aralarındaki fark, bunlar devlet adına karar alma yetkisine sahip.
NİSBİ KÖLELİK TOTAL KÖLELİĞE DÖNÜŞTÜ
Sizin Özbekistan Halk Hareketi’ne geçmeden önce, Özbekistan’ın bugünkü ahvalini iyice resmetmek istiyorum. Bize bir Kerimov tipolojisi çizer misiniz? Nasıl bir siyasi, ideolojik, ruhi, psikolojik yapıya sahip? Nasıl bir ruh hali var bu insanın, nasıl bir ideolojik ve siyasi anlayışa sahip?
— Kerimov, klasik tipte bir diktatör. Saddam gibi, Kaddafi gibi, ama onlardan farklı yanları da var tabiî ki. Kerimov 1989 da komünistlerin Özbekistan Komünist Partisi’nin baş katibiydi. O zamanlarına bakarsak, normal bir komünistti. Fazla bir özelliğini, özel bir yeteneğini ya da karakter özelliğini ben size gösteremem. Ancak, bağımsızlık, bu sıradan komünisti diktatöre çevirdi.
Yani “Kerimov, bağımsızlığı kaldıramadı” diyorsunuz.
— Yok, bağımsızlığı kaldırdı, halkın bağımsızlığını yürürlükten kaldırdı. Özbekistan’da devletin bağımsızlığı, halkın bağımsızlığı değil, tek kişinin bağımsızlığı, yani Kerimov’un bağımsızlığı oldu. Kerimov, devletin bağımsızlığını kendi bağımsızlığına çevirdi. Sovyet dönemindeki nisbi kölelik, Kerimov döneminde total bir köleliğe dönüştü. Hatta bütün alanlarda kölelik bir devlet sistemi halini aldı. İnsanlar, Sovyet döneminde kısmen de olsa konuşabiliyorlardı, tenkit de edebiliyorlardı, şikayet de edebiliyorlardı. Ancak bugün tenkit ve şikayet hapisle sonuçlanıyor, ya da başka bir ceza ile karşılanıyor. Bu yüzden hiç kimse ağzını açamıyor, yapılan baskılara karşı, devlete, yani Kerimov’a karşı kimse sesini çıkaramıyor. Anlayacağınız üzere, Kerimov, kendine göre bir devlettir. Zaten Özbekistan’da “devlet” dendiğinde herkesin aklına gelen tek şey Kerimov’dur. Kerimov’un dışında bir şey yoktur.
ÖZBEKİSTAN’DA TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI
Son yıllarda Özbekistan’a giden Türk işadamlarının çoğu geri döndü. Bunun nedeni nedir?
— Kerimov Türk işadamlarını ikinci sınıf insanlar olarak görüyor ve davranışları da ona göredir. Kerimov bizzat kendisi TV’ye çıkıp, Türk işadamlarnın ürettiği deterjanı göstererek, ürünün ne kadar kalitesiz olduğunu nümayiş edebiliyor ve bununla polis ve kurumlara, Türk iş adamlarını teftiş gerekçesiyle talan etmeye sinyal verebiliyor. Özbekistan Gizli servisi MHH (Milli Havfsizlik Hizmeti)’nin yayın organı olan ünlü “Uzmetronom” internet sitesinde şunlar yazılıyor: ”Geçen yıl Kasım’da Taşkent’te Türkler tarafindan inşa edilen “Mir Star” adındaki merkezi süpermarketlerden biri kapatıldı.” Bu merkezi süpermarketin, orada çalışan elemanların odasının birinde seccade ve Kur’an-ı Kerim bulunduğu için kapatildiğini söylerseniz size kimse inanmaz. Ama aynen öyledir. Bu olayda ve başka bahanelerle tutuklanan Türkler mali ve iktisadi suçlardan fazla, dini ekstremizm paranoyası kurbanlarıdırlar.
Türk okulları vardı orada. Bunların durumu nasıl?
— Sadece Türk işadamları değil, hatta Türk liselerinde okuyan Özbek gençler, özellikle Fethullah Gülen’in mekteplerinden mezun olan gençler de Kerimov’un despotizminden nasibini almıştır, almaya devam ediyor. Bugün 100’den fazla Özbek genci “nurcu” damgasıyla Kerimov’un zindanlarında işkence görmektedir. Onların suçu, iddia ettikleri gibi radikal İslamcı olmaları değil, Gülen mekteplerinde okumuş olmalarıdır. Çünkü Kerimov‘un Türk sendromu yeni değildir. Kerimov bağımsızlığına kavuşan Özbekistan’ın başına geldiğinden beri Türkiye ile yıldızı barışmadı. O, 1994 yılında ani bir kararla Türkiye’de okuyan 2 bin 300 Özbek talabesini geri çekmişti. Gözlemciler bu çılgın kararın nedeninin, talabelerın Türkiye’de bulunan Özbek muhalefeti liderlerine destek vermesinden kaynaklandığını yazmışlardı.
Bunun üzerine Türk hükümeti, Özbekistan’la ilişkilerini iyileştirmek maksadıyla Özbek muhalif liderlerini Türkiye’den Avrupa’ya gönderdi. Bu liderlerden biri de bendim. Ocak ayında Özbekistan Gizli servisi MHH (Milli Havfsizlik Hizmeti)’nin yayın organı olan ünlü “Uzmetronom” internet sitesi, (18.01.2001 ) şöyle yaziyor: “18 Ocak’ta Taşkent’te Ulugbek namındaki uluslararası okul kapatıldı. Bu okul, 1995 yılında Türkiye devleti tarafından, Özbek gençlerine en yüksek seviyede, Batı standartlarına uygun talim vermek bahanasiyle tesis edilmişti.” Ama bu okulu tamamlayan gençlerin birçoğunun bugün Avrupa’nın en iyi üniversitelerinde doktora yapıp, yuskek maaşlı iş yerlerinde çalıştığını Uzmetronom yazmıyor.
Kerimov Türkiye’nin bu jestini nasıl karşıladı?
— Kerimov bu jesti kaale almadı ve Türkiye düşmanlığına devam etti. Hatta 1995’te Alman parlamentosunda konuşurken, “Benim ceddim Timurlenk, Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezit’i yenerek Almanyayı işgaldan kurtarmıştır” diye Almanlara dalkavukluk yapmaktan geri durmadı. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs politikasını bir Türk devleti olarak hiçbir zaman benimsemedi. Ulusararası platformlarda Türkiye ile hiç yan yana oturmadı. 2005 yılında Kerimov’un Andıcan’da kendi halkına karşı yaptığı katlıamı kınayan AGİT kararına imza atan Türkiye’ye karşı kin kustu.
Kerimov’daki bu Türkiye ve Türk düşmanlığının sebebi nedir?
— Kerimov’un Türkiye’ye ve Türk’e karşı kin ve nefretinin sebebini tam olarak tesbit etmek tabiî ki imkânsız. Ama şunu diyebiliriz: Kerimov’un Türkiye sendromunun altında demokrasi korkusu yatıyor. Türkiye’yi birazcık tanıyan Özbek gençleri, Kerimov rejiminin oluşturduğu boyunduruğa girmek istemiyorlar. Tüm yasaklara, sınırlandırmalara, kötülemelere rağmen, Türkiye’nin imajı internet ve TV kanalları vasıtasıyla halk içinde müsbet yönde gelişmeye devam ediyor. Kerimov’u 18 yıldır sürekli rahatsız eden diğer bir faktör de “Türkiye muhalif lider Muhammed Salihi destekliyor” paranoyasıdır.
ÖZBEKİSTAN HALK HAREKETİ: TEK AMAÇ MEVCUT REJİMİ DEĞİŞTİRMEK
Özbekistan Halk Hareketi’nin amaçları nelerdir? Şu anda hareket ne durumda? Başarı şansınız nedir?
— Amacımız bugünkü mevcut rejimi değiştirmektir. Özbekistan Halk Hareketi’nin nihai amacı; Özbekistan’daki mevcut İslam Kerimov diktasını değiştirmek ve yerine adalet temeline dayalı özgür, hukuka uygun yeni bir sivil devlet düzeni kurmaktır. Bu mücadelemizde izleyeceğimiz yolun tıpkı Tunus ve Mısır’da olduğu gibi itaatsizlik eylemi olacağını ilan ettik. Özbek halkının zülüm düzenine direnmesini ve onu devirmesini sağlamak şeklinde bir yol izleyeceğiz. Bunun ilk dört ayı propaganda, teşvikat ve hareketi tanıtma dönemi idi. Bu süre geçti. Şimdi yavaş yavaş eylemlerimizi oraya, Öbekistan içerisine taşımak istiyoruz. Bu, programlanmış bir eylem sürecidir. Eylemler, planlı bir şekilde devam edecektir.
Şu anda hareketin durumu nedir? Ne durumdasınız?
— Durumu, normal. Zaten Özbekistan Halk Hareketi kurulalı sadece dört ay geçti. Şu anda hareketin 10’a yakın devlette şubeleri bulunmaktadır. İslam Kerimov Özbekistan Halk Hareketi oluşumundan çok korkmakta ve onun Özbekistan’daki vekillerine faaliyet izni vermemektedir. Hareketin Rusya temsilcisi Fuat Şakiriy yakın zamanda bir suikasta kurban gitmişti. Özbekistan Halk Hareketi’nin web sitesi: www.uzxalqharakati.com
Özbekistan Halk Hareketi dört aylık bir hareket mi? Bunun öncesinde ne vardı?
— Özbekistan Halk Hareketi 2011 yılının Mayıs ayında kuruldu. Öncesinde bizim partilerimiz vardı, çeşitli teşkilatlar vardı. Şimdi bu partiler ve diğer siyasi muhalefet hareketleri Özbekistan Halk Hareketi adı altında birleşti. Bu birleşim, 7 teşkilatın birleşmesinden oluşmuştur. Bu hareket, bugüne kadar dağınık olan Özbek muhalefetini bir araya getirmeyi başarmıştır. Muhalefet, 20 yıllık süre içinde ilk defa böyle bir çatı altında birleşmiş oldu.
YEDİ TEŞKİLAT, “REJİMİ DEĞİŞTİRMEK” İLKESİNDE BİRLEŞTİ
Yedi ayrı teşkilatı hangi ilke etrafında birleştirdiniz?
— İlkemiz basit ve tek bir ilke: Bu rejimi değiştirmek.
Yani rejim değişsin de, gerisini sonra düşünürüz mü diyorsunuz?
— Önce mevcut rejim değişecek. Tabiî ki sonradan kuracağımız devlet bugünkü zorba devlet gibi olmayacaktır. Bugünkü zorba devletin yerine, adalet temeline oturtulmuş, halka bütün hürriyetlerinin verildiği bir devlet kurmak istiyoruz. Anayasal haklar verilecek. Bir demokratik sistem kurulacak.
Başarı şansınız ne?
— Başarı şansımızın ne olduğunu göreceğiz. Bugünden başarı şansımız olarak bir ölçü veremem tabiî ki. Bize düşen, gerekli çalışmayı yapmaktır. Sonuç, çalışmamıza bağlı. İnşallah başaracağız. Başarmak zorundayız.
Özbekistan Halk Hareketi’nin esas gücü sadece sürgünde olan, kaçak olan Özbeklerden mi müteşekkil, yoksa Özbekistan’ın içinde de temelleriniz, destekleyenleriniz var mı?
— Tabiî, Özbekistan Halk Hareketi’ni oluşturmak için bir araya gelmiş bütün bu teşkilatların hepsinin tabanı Özbekistan’ın içerisinde. Hususen bizim parti Öbekistan’ın içerisinde. Özbekistan Erk Partisi. Erk demek, özgürlük, kuvvet demektir.
Parti Özbekistan’da faaliyet gösteriyor mu şu anda? Yasak mı?
— Yasak değil, ama resmi de değil. Kayıt edilmemiş bir parti. Özbekistan’da her yıl partileri kaydediyorlar. Bizi kayıttan geçirmediler, çünkü biz onlara üyelerimizin listesini vermedik.
Parti kaydı için üyeleri mi istiyorlar?
— Evet, üyelerin listesini istiyorlar.
Üye derken, bütün üyeler mi, yoksa yönetici kadro mu?
— En az üçbin kişilik bir üye listesi olmadan partileri kaydetmiyorlar. Ama biz üyelerimizin listesini vermedik. Çünkü verseydik, onların hepsini hapse atacaklardı. Bizim parti, 1994’e kadar her yıl resmi kayıttan geçiyordu, ama bize karşı uygulanan hukuksuzluktan ve baskılardan dolayı, o tarihten sonra üye listemizi vermediğimiz için bizi resmi kayıttan geçirmediler. Bu yüzden de partimizi seçime sokmuyor. Ama bütün dünyadan gelen heyetler, siyasetçiler, ana muhalefet partisi olarak bizim parti ile görüşüyor. Benim adıma, partiyi orada partinin genel sekreteri Prof. Atanazar Arif yönetiyor.
Yani aranızdaki hiyerarşik ilişki devam ediyor mu?
— Tabii ki. Ben hâlâ partinin reisiyim.
“DEMOKRASİ” TABİRİ YIPRANDI
Özbekistan Halk Hareketi’ne tekrar dönmek istiyorum. Siz Özbekistan’da mevcut sistemi değiştirip adil bir sistem kurmak istiyorsunuz. Bunu biraz daha açmak, müşahhaslaştırmak istiyorum. Nasıl bir Özbekistan hayal ediyorsunuz? Bir politikacı olarak, yeni bir sistem kurmaya çalışan bir siyasetçi olarak, mutlaka bir ülke hayaliniz vardır kafanızda. Bir Özbekistan hayaliniz vardır. Nasıl bir Özbekistan hayal ediyorsunuz ve bu hayallerinizin gerçekleşmesi neye ve nelere bağlı?
— Biliyorsunuz, biz 135 yıl Sovyet müstemlekesi olarak yaşadık. Böyle bir müstemlekeden çıkan halkın devlet hayalinin nasıl olacağını siz tasavvur edebilirsiniz. Bu devletin, adalet temeline kurulan devlet olması lazım. Ben “demokrasi” demiyorum, “hukuk devleti” diyorum. “Kanun devleti” de demiyorum. İlla “hukuk devleti” olacak.
Biz, bütün insan haklarına dayalı ve bütün beynelmilel hukuk ilkelerine dayalı, azad bir ülke görmek istiyoruz. Bu ülkede herkes kendi fikrini açıkça söyleyebilsin, fikir için, düşünce için ceza almasın, aynı zamanda milli ve dini değerler bu ülke tarafından korunsun, inançları için bugünkü gibi hapislerde yatmasın, işkence görmesin insanlar; dinini, mili değerlerini, bu konulardaki ihtiyaçlarını açıkça ve engellenmeden, cezalandırılma korkusu olmadan serbestçe yaşayabilsin. Bu haklar, anayasal düzeyde korunsun; ancak bunlar sadece kağıt üzerinde kalmasın, hayatta reel olarak kullanılabilsin.
Bugün böyle bir hak yok Özbekistan’da. Bizim şu anda uygulanan kanunlarımız da var, ama hukuka uygun değiller. Anayasa var ama haklar yok. Bugün Özbekistan anayasasında bir madde özgürlüğü tanımlarken, diğer madde onu yok ediyor.
Ne kadar da bize benziyor. Bizde de, bir hak tanımlanır, ancak ikinci fıkrada tanımlanan hakka öyle sınırlamalar getiriliyor ki o hakkı yaşamak mümkün olmuyor.
— Biz, böyle bir kâğıttaki anayasa değil de emelde anayasa olması lazım geldiğini düşünüyoruz. Kuracağımız devlet halkın bütün arzularını kendinde gösteren bir Anayasa temelinde çalışması lazım.
DEMOKRASİ, HUKUK DEVLETİ ŞARTINI SAĞLAYAMAYABİLİYOR
“Demokratik devlet değil de hukuk devleti diyorum” diye bir cümle kullandınız. Demokratik devlet ile hukuk devleti arasındaki ayrım sizce nasıl bir şey?
— Demokrasi kelimesi, demokrasi düşüncesi çok yıpranmış bir düşünce haline geldi bugün. Herkes kullanıyor. Katiller, Kerimov gibi diktatörler bile demokrasi kelimesini kullanıyor, bu kelimenin arkasında saklanıyor bugün ve bu kelime, herkes için bir örtü, bir kılıf oldu. Onun için bu kelimeden uzak durmaya çalışıyorum, onun için hukuk diyorum. Çünkü hukukta böyle oynama mümkün değildir. Hukuk hukuktur ve kendini gösterir; hukuksuzluk olduğunda, yasaya dayalı da olsa hukuksuz olduğu net olarak anlaşılabilir. Hiçbir diktatör, hiçbir baskıcı yönetim hukuk adını kullanarak baskılarını ve diktatörlüğünü örtemez. Hukuk hukuktur, insan hakları insan haklarıdır, adalet adalettir. Bu her zaman ve her yerde böyledir. Herhangi bir devletin adalet üzere kurulması lazım. Önce adalet, hukuk, sonra diğerleri geliyor.
Anladığım kadarıyla şunu diyorsunuz: Hukuk ve adalet yoksa, o ülkenin demokrasi adı altında olmasının bir önemi yoktur.
— Evet, önemi yoktur.
“Öncelikli olan, hukuk ve adalettir, hukuk ve adalet olduktan sonra da adına isterse demokrasi denmesin, bunun da bir önemi yoktur, sakıncası yoktur” diyorsunuz.
— Evet.
Çok ilginç bir yaklaşım bu. Şimdi, hayal ettiğiniz Özbekistan’ı çizdiniz bize; peki, bu hayallerinizin gerçekleşmesi neye, nelere bağlı? Neler olursa bu hayalleriniz gerçekleşebilir?
— Bunun için, tabiî ki evvel Allah... Halk ve halkın sözcüsü olan insanlar, siyasi hareketler, bu şeylerin gerçekleşmesi için fedakârlığa hazır olmaları lazım.
“ÖZGÜRLÜK İÇİN ÖLÜME HAZIR OLMAYAN HALK ÖZGÜRLÜĞE LÂYIK DEĞİLDİR”
Fedakârlık derken, nasıl bir fedakârlık bekliyorsunuz?
— Benim kanaatim şu: 25 yıl oldu siyasetin içerisindeyim. Özgürlük için ölüme hazır olmayan halk özgürlüğe lâyık değildir. Eğer ölümü göze alamıyorsa, özgürlük talebiyle meydana çıkmasın. Eğer biz bugün, “bize özgürlük vermiyorlar” diye ağlıyorsak, demek biz kendimiz suçluyuz, çünkü kimse bize özgürlüğü vermez. Özgürlüğünü isteyen, onu kendisi alması lazımdır ve almak için de ne gerekiyorsa yapmalıdır. Bazen, “bizim halkımız bundan daha iyisine lâyık” diyorlar. Ben bu demagojiye katılmıyorum. Hayır, bizim halkımız bugünkü durumuna lâyıktır; değilse lâyık olduğu düzeni kurmak için ölümü göze alıp mücadele etmelidir. Eğer bu düzene lâyık olmasaydık, kimse bizi böyle yapamazdı; Kerimov orada oturamazdı, Allah Teala bunu bize reva görmezdi.
Yani, lâyık olduğumuz gibi idare olunuyoruz diyorsunuz.
— Mutlaka öyledir. Ben bu hadis-i şerifi çok seviyorum. Gerçekten durum çok net ve çok kat’i bir şekilde söylenmiş Peygamberimiz tarafından. Gerçi bazıları diyor ki, bu çok sahih bir hadis değil. Ama, benim için en sahih hadislerden biri bu. Çünkü kalbinize hemen oturuyor, yerleşiyor ve bu hadis bizim durumumuzu gösteriyor. Çok gerçekçi bir hadis. Evet, siz, lâyık olduğunuz hükümdarlar tarafından yönetileceksiniz. İşte biz öyle yönetiliyoruz. Eğer biz lâyık olmasaydık Kerimov orada oturamazdı. Kerimov orada oturuyorsa, demek ki biz buna lâyığız. Demek ki biz, kendimizi değiştirmeliyiz. Biz kendimizi değiştirmedikçe Allah bizi değiştirmeyecektir. Allah bu konuda söz vermiş zaten.
Kendinizi nasıl ve ne yönde değiştireceksiniz?
— Her şeyden önce ben kendimi değiştirmem lazım, çocuklarımı değiştirmem lazım. Kafayı, kalbi değiştirmeli ve temizlemeliyiz. Önce biz kendimizi temizlememiz lazım. Her şeyden önce insan, bu dünyaya ne için geldiğini anlaması lazım. Ne için buraya geldik? Allah’ı tanımak için geldik, O’na kulluk etmek için geldik. Allah’ı tanıyan kendini tanır. Zaten vatan, millet, bütün bunlar Allah’ı tanımanın ve O’na kulluk etmenin bir vasıtasıdır. Eğer bu olmazsa, vatan da, millet de, hepsi birer literatür olmaktan öteye gidemez. Millet, vatan, bütün bunlar sadece Allah’ın nuruyla aydınlanırsa ancak değerli olur. Yoksa onlar sadece birer felsefe olarak kalır ve vatan, işte görüyoruz, şimdiki Özbekistan gibi bir zindan halini alır. Demek ki kendini tanıyan, Allah’ı tanıyan insanlar bir araya gelmelidir. Ve bugün, geliyorlar.
Hayallerinizin gerçekleşmesi için başka neler gerekli?
— Şimdi tarihi bir konjonktür var. Biz eğer 18 yıldır yurt dışında bu mücadele veriyoruz. Ben her yıl, bu yıl olacak diye bavulu hazırlayıp bekliyorum, ama Allah böyle yazmış. Ama bizim saatimiz yaklaşıyor şimdi. Ona göre de bütün olaylar gelişiyor. Bizim geçen yıllarda beklediğimiz ama elde edemediğimiz imkânlar bugün kendiliğinden peydah olmaya başladı ve tedrici bir şekilde bir istikamette gitmeye başladı. Demek az kaldı diye düşünüyorum. Çıkış saati yaklaşıyor ve biz inşallah son sefere çıkacağız yakında.
ULUSLARARASI DESTEKTEN YOKSUNUZ
Size ben kritik bir soru sormak istiyorum. Bir ülkenin sistemini değiştirmek basit bir şey değil. Üstelik de bunu sürgünde yapmaya çalışmak siyaseten ve iktisaden büyük bir desteği gerektiren külfetli bir meşgale. Size siyaseten ve iktisaden destek olan ülkeler var mı? Varsa, bu nasıl bir destek? Karşılığında neler isteniyor sizden?
—Bugün bizi destekleyen bir devlet yok. Ama geçen yıllarda bazı destekçiler çıkmıştı. Mesela Batı’dan bazı gruplar, büyük işadamları destek olmak istemişti. Ama bu destek gerçekleşmedi, çünkü bizim amaçlarımızla, bizim düşüncelerimizle onların bizden bekledikleri birbirine uyumlu olmadı. Onların beklentilerini bir karşılamadık ve karşılamayacağımızı da söyledik. Eğer biz iktidara gelirsek onlara, destekleme şartıyla beklentilerini gerçekleştiremeyeceğimizi açıkça söyledik. Çünkü onların istedikleri benim elimdeki şeyler değildi.
Neler istediler?
— Halkımıza, milletimize verilmiş şeylerdi bunlar. Tabiî zenginliklerin, yer altı kaynaklarının, doğalgaz ve benzeri madenlerin kendileri tarafından işletilmesi gibi isteklerde bulunuyorlardı destek karşılığında. Tabiî ki milletimize ait olan bu kaynakları onlara vermemiz sözkonusu olamazdı.
Şu anda herhangi bir devletten siyasi ya da iktisadi bir destek almıyorsunuz, öyle mi anlayalım?
— Hayır, yok.
YOKSUL HALKIMIZIN DESTEĞİ YETER
Peki, nasıl çıkacaksanız bu işin içinden? Çünkü karşınızda bir devlet var ve tarif ettiğiniz yönetici de, Kerimov tiplemesi de her şeye hakim olmuş. Bütün kaynakları ve gücü eline almış. Etrafındaki kişiler de bütün gelir getiren yerleri özelleştirme adı altında kendilerine mal ediyor dediniz. Şimdi böyle bir kadroyu hangi maddi imkânla ya da güçle devirmeyi düşünüyorsunuz?
— Her şeyden önce, Özbekistan’ın içinde ve dışında, Rusya’da, eski Sovyetler Birliği’nin diğer ülkelerinde çalışan çok Özbek var. Bizi seven işadamları var. Onların az çok desteğini alıyoruz. Tabiî onlar yeterli değil. Özbekistan içinden de maddi açıdan destek verenler var. Genel olarak, yoksul halkımız var arkamızda, başka bir şeyimiz yok.
Tabiî ki devletler desteklese çok iyi olurdu, ama ben bunu mutlaka bir devlet desteğinin gölgesinde yapılabilir olarak görmüyorum. Çünkü diktatörlüğün yıkılması için ön şart olarak dıştan bir desteğin olması şart değil. Esas iş halkımızda bitiyor. Mesela, Arap ülkelerindeki olaylarda olduğu gibi, konjonktür uygun hale geldiğinde bizde de diktatörün devrilmesi an meselesi olur. İnandığım bir şey var. Artık dünyada bir değişim süreci başladı. Bizim Ortaasya’daki bazı devletlerde de halk hareketleri oldu. Gürcistan’da, Ukrayna’da, Arap ülkelerinde bu tür inkılaplar oldu.
Bütün bunlar, bir süreci gösteriyor. Bu süreç devam edecek. Er ya da geç bizim bölgede de bu başlayacak. Bu bir. İkinci olarak, bu süreci hızlandıracak objektif ve subjektif faktörler de mühim rol oynuyor aslında. Yani bu faktörleri, bizim elimizle mesela içerideki hareketimizi biraz canlandırabilsek, o diktatörlük ve baskı zırhında bazı delikler açabiliriz. O delik bir kez açılırsa, zaman içinde genişler.
Hareketinizi içeride nasıl canlandırabilirsiniz?
— Örgütleniyoruz içeride. Bizim bu yeni kurduğumuz Özbekistan Halk Hareketi içeride örgütleniyor. Orada halkı harekete geçireceğiz.
NAMAZ KILMANIN SUÇ SAYILDIĞI BİR ÜLKE
Tarihinde din, medeniyet ve siyaset dehalarının yetiştiği ve yaşadığı bir ülke olan Özbekistan’da bugün bu alanlarda nasıl bir manzara hakim? Bildiğim kadarıyla, altı büyük hadis aliminin beşi Özbekistanlı. Tarihi böyle olan bir Özbekistan’da bugün nasıl bir durum var, nasıl bir manzara hakim? Bugünkü Özbekistan, tarihi temellerini taşımayı hak ediyor mu? Ya da, tarihi temellerine dayanma gibi bir iddiası, bir derdi var mı bugünkü yönetimin?
— Bugünkü yönetimin öyle bir derdi yok, hatta engellemeleri, baskıları var. Bugünkü yönetimin tek derdi, iktidarda daha uzun kalmak. Başkaca da bir derdi yok. Ama halk, tabiî ki eski Özbek halkı. Onlar her geçen gün, bütün baskılara rağmen inançlarına daha bir sıkı sarılıyorlar. Bütün eski değerler halkımız arasında yaşıyor. Özbekistan bugün de bölgede kendi değerlerini savunan ve hem milli, hem dini kendi değerlerine sahip çıkan tek ülke.
Bütün baskılara rağmen Özbekistan’da İslam yaygınlaşıyor mu diyorsunuz? İnsanların İslami bilgi ve bilinç düzeylerinde artış oluyor mu?
— Ortaasya ülkeleri içinde İslam’ın, müslümanlığın en yaygın olduğu ülke Özbekistan’dır.
Yönetimin halkın İslam’a yönelişine karşı bir engellemesi var mı?
— Olmaz olur mu? Bugün 18 bin kişi hapiste. Bunların çoğunluğu da sadece namaz kıldıkları için hapse atılmış kişiler. Erken sakal bırakan, dinine sahip çıkan gençler hapse atılıyorlar. Namaz kılan genç olunca, mesela 20-25 yaşlarında bir genç namaz kıldığında onu hemen hapse atıyorlar. Yaşlı olsanız olabilir, 60’tan sonra namaz kılanlara bir şey demiyorlar.
Yani namaz kılan gençler hapse mi atılıyor?
— Tabi tabi. Sadece namaz kılması gerekçe gösterilerek hapse atılıyor gençler.
Bunu açık açık böyle mi söylüyorlar? Sadece namaz kıldıkları gerekçesiyle mi hahpse atılıyor gençler?
— Evet, tek gerekçe namaz kılmak olabiliyor. Çünkü rejimin gözünde namaz kılmak, terörist olmak anlamına geliyor. Namaz kılan bir genç, Kerimov yönetimine göre terörist bir genç olarak telakki ediliyor. Şimdi yasaklıyor hatta. Taşkent’te 20 yaşın altındaki gençlerin camiye gitmesini yasaklıyor. 20-30 yaşlarda olanları da listeye yazıyorlar, isimlerini kaydediyorlar. Sonra sorguya çekiyorlar neden sen namaz kılıyorsun diye. 20 yaşa kadar camiye de bırakmıyorlar, namaz kılmasını da yasaklıyorlar.
HALK DİNİNE DAHA SIKI SARILIYOR
Bölgeyi işgal eden Sovyetler, aydınları yok etmek ve İslam dinini öğrenmede esas olan Arap harflerini Slavlar için umumi olan Kiril harflerine değiştirmekle işe başlamışlardı. Sovyetler Birliği çöktü, ama aslında Özbekistan’da değişen bir şey olmadı gibi bir manzara çıkıyor.
— Evet, ama bütün baskılara rağmen, hapislere, öldürmelere rağmen su mecrasında akıyor ve halk dinine her geçen gün daha da sıkı sarılıyor. Hatta halk, çocuklarına gizli gizli dini ilimleri okutuyorlar. Hücrede öğretiyorlar çocuklarına dinlerini. Benim çocuklarım da böyle öğrendiler.
Çocuklarınız hapiste mi?
— Kardeşlerim hapiste.
Gerekçe nedir? Yaptıkları bir şey mi var?
— Tek gerekçe benim kardeşim olmaları. Biz altı kardeşiz, üçünü hapse attılar. Diğerleri Özbekistan dışında. Tek suçları, benim kardeşim olmaları. İkisi 12’şer yıl ceza almışlardı, cezalarını doldurup çıktılar. Biri de 14 yıl ceza almıştı. Onu bırakmadılar, hâlâ cezaevinde tutuyorlar.
ÖZBEKİSTAN’DA “İNSAN” OLMA’NIN DEĞERİ
O zaman buradan şöyle bir noktaya geliyoruz ve burada söyleyeceğiniz şey biçim için çok önemli. Özbekistan’da “insan” olmak nasıl bir değer ifade ediyor rejimin gözünde? İnsan hakları kavramı orada nasıl bir anlam taşıyor?
— Herhangi bir insanın değeri yok, ama rejim için çok tehlikeli olanı düşünceli insandır. Bir de namaz kılan insan tehlikeli. Namaz kılmasa da zengin olsa, o insan da rejimin gözünde tehlikeli biri olarak yer buluyor. Çünkü zengin olan, müstakil düşünmeye başlayacak, kendi işlerini kendi yapacak ve devlete bağlı olmayacak. Böyle biri de tehlikeli olarak görülüyor. Zengin tehlikeli, müslüman tehlikeli, düşünen aydın tehlikeli, kendine has bir özelliği, yeteneği olan, devlete bağımlılığı ve muhtaciyeti zayıf olan herhangi bir insan, tehlikeli olarak algılanıyor.
Yani rejimin gözünde insan çok değersiz bir varlık olarak mı algılanıyor? İnsan olmanın bir önemi yok... Peki, “zengin olsa, devlete bağımlı olmayacağı için tehlikeli olarak görülüyor” dediniz. O zaman buradan şu mu çıkıyor? Devlet insanları yüzde yüz kendine bağlı, bağımlı ve muhtaç hale getirmeye mi çalışıyor? Bu bir devlet politikası mı?
— Evet, devletin politikası bu. Halk mutlaka devlete bağımlı ve muhtaç olması lazım. Sürekli devlete el açıp bakması lazım; devlet ona biraz yemek versin de karnını doyursun diye. O yüzden yoksulluk sınırını çok iyi koruyorlar; insanları yoksulluk sınırının altında tutuyorlar; kimsenin bu sınırı aşmasına müsaade etmiyorlar. Halk yoksulluk sınırının altında tutulurken, Kerimov’un etrafındaki bir avuç insan ise çok zengin. Ama onlar da Kerimov’un denetimi altında, bir yandan da birbirlerini denetliyorlar. Canı istediği zaman onları da hapsedebilir; onların durumu da garanti değil. Garantide olan sadece Kerimov’un kendisi.
“İNSAN HAKLARI”NDAN SÖZ ETMEK GÜLÜNÇ BİR ŞEY
İnsan hakları diye bir şey yok orada o zaman.
— Yok tabiî ki. Hatta gülünç bir şey bu. İnsan hakkı da ne demek? İnsanı insan olarak görmüyor ki hakkını tanısa.
Bize Özbekistan’ın zenginliklerinden söz eder misiniz? Bugün bu zenginlikler nasıl kullanılıyor?
— Özbekistan çok da zengin bir ülke değil ama yoksul bir ülke de denemez. Doğal zenginlikleri var. Çok kaliteli altın madenleri var. Sovyetler döneminde ayda 300 ton altın üretiliyordu. Bağımsızlıktan sonra ayda 90 ton üretmeye başlandı. Pamuk, doğalgaz, diğer metal madenler, uranyum yatakları var. Kendine yetecek kadar petrol de mevcut. Özbekistan, bu zenginliklerini Sovyetlerden ayrıldığındaki altyapı ve imkânlarıyla buluştursaydı, bugün çok müreffeh bir ülke olabilirdi. Ama maalesef halk yoksulluk sınırının altında tutuluyor.
KERİMOV SONRASI...
Özbekistan Halk Hareketi olarak siz, Kerimov sonrasına nasıl hazırlanıyorsunuz? Diyelim ki Kerimov’u deviremeden başka bir şekilde Kerimov gitti. Mesela öldü. Siz bundan sonrasına hazır mısınız? Bir devleti idare edecek kadroya, entellektüel birikime ve diğer gerekli şeylere sahip misiniz? Kerimov sonrasında Özbekistan’ın, Kerimov’un varisi olan Kerimov benzeri birinin idaresine geçmesi tehlikesi de var mı?
— O tehlike de var tabiî ki.
Yerine hazırladığı biri var mı şu anda?
— Yok, yerine hazırladığı biri yok da... Kerimov zaten kimseye güvenmiyor. Kendi kızlarına bile güvenmiyor. Bazıları düşündü, kızlarını hazırlıyor dedi ama, o yanlış çıktı. Kerimov ölünceye kadar Devletin başında kendisi oturacak ve kimseyi de yerine hazırlamıyor. Ama onun etrafında 3-4 tane klan var. Taşkent Klanı, Ferğane Klanı, Samarkant Klanı. Bunlar, iktisadi ve siyasi maksatları bir arada toplanmış gruplardır. Mafya değil de, menfaat grupları.
Bu klanlar da Kerimov sonrasında ne olacak diye kendi aralarında rekabet içindeler. Kerimov aniden ölürse yerine hangi klan geçecek diye aralarında rekabet var. Kerimov sonrasında büyük bir kavga da çıkabilir. Kerimov sonrasında kendisi gibi birinin yerine geçmesi gibi bir tehlike de var. Özbekistan bugün bir inkılab arefesindedir.
Ortadoğu’daki son gelişmeleri rejim ne kadar gizlemeye çalışsa da Özbek halkı olayları çanak antenler vasıtasıyla yakından takip ediyor. Özbekistanin başkenti Taşkent’in nabzını tutmak için taksi şöförlari ile konuşursanız, onların, Kerimov’a ve onun rejiminin uyguladığı “reformları”na nasıl küfrettiğine şahit olursunuz. Kerimov’un büyük kızı Gulnara’nın İsviçre’de aldığı 50 milyon avro değerindeki malikhaneden başlayarak, küçük kızı Lale’nin Özbekistan’ın tonlarca altınlarını nasıl Fransa’da gizlediğine kadar, hepsinden haberdar millet. Kerimov ailesine olan halk nefreti günbegün artmaktadır. Derinden bir dalga yükselmekte, zelzele gibi bir homurdanma var. Bu homurdanma 22 yıldır Kerimov’un boyunduruğu altında yoksulluk ve sefalaet içinde kıvranan ve “artık yeter!” demeye hazırlanan öfkeli bir toplumun sesidir.
Peki o zaman, sorunun ilk bölümüne dönelim. Özbekistan Halk Hareketi olarak siz, Kerimov sonrasına nasıl hazırlanıyorsunuz? Entelektüel birikim, sistem, mevzuat ve özellikle de kadro... Bbir devleti idare edecek kadronuz var mı? Sürgünde bir hareketsiniz nihayetinde.
— Bizde mevzuat da, kadro da var. Bizim hazırlıklarımız sürüyor. Bugünkü Kerimov’un Hükümetinde çalışan ve işleyişten, Kerimov’dan hoşnut olmayan kadrolar var. Bunları da dahil edeceğiz, ama bizim kendi kadrolarımız da var tabiî ki. Bu klanlar iktidar için aralarında çekişiyorlar, ama bir de biz varız. Şu anda 3 klan ve bizim Özbekistan Halk Hareketi iktidar için Kerimov sonrasına hazırlanıyor. Zamanı en iyi değerlendiren ve en iyi hazırlanan grup bu mücadelede galip gelecektir. İnşallah biz galip geleceğiz. Çünkü bizde, onlarda olmayan bir şey var; bizde halk desteği var. Halkla çalışan tek örgüt biziz. Onlar halkla çalışmıyor?
Halk desteği yeterli mi iktidara gelmek için? Nitekim Kerimov’un halk desteği yok ama bütün Özbekistan’a tam olarak hakim durumda?
— Kerimov’un gizli sevris MHH’den başka dayanağı yok. Halk onu desteklemiyor. İyi planlanmış bir dabe ile yıkılablir Kerimov. Bu darbeyi Kerimov’un yakınları da yapabilir. Ama bu darbeden sonra iktidarda kalabilmek için halk desteği lazım. Bu destek bizim dışımızda hiçbir grupta yoktur. Çünkü onların hepsi halk nezdinde çoktan yıpranmış gruplardır.
BAĞIMSIZLIĞIN, ÖZGÜRLÜĞÜN KRİTERLERİ
Şimdi biraz felsefi bir boyuta taşımak istiyorum sohbetimizi. Siz, siyasetçi olmanızın yanında, şair ve düşünür kimliğiniz de var. Sizce bağımsızlığın, özgürlüğün kriterleri nelerdir? Gerçi “Özbekistan gerçekten bağımsız mı?” diye de soracaktım, ama az önce “Özbekistan değil, sadece Kerimov bağımsızdır” demiştiniz.
— Her şeyden önce, ekonomisini kendi güçleriyle, kendi potansiyeli ile, kendi işgücü, bütün bu başka atributlarla, bütün bu iç dinamiklerle ayakta tutabilen devlet bağımsız bir devlettir. Yani her şeyden önce ekonomisinin bağımsız olması lazımdır. Tabiî siyaseti de ona göre bağımsız olacak. Bugün ekonomi ordudan daha önemli bir faktör.
Ekonominiz güçlü olursa, güçlü ordusu olan bir ülkeyle de konuşabilirsiniz, onlara kendi şartlarınızı söyleyebilirsiniz. Ekonomik bağımsızlık her şeyden önce gelir. Siyasi bağımsızlık zaten ekonomik bağımsızlıkla birlikte geliyor. Sovyetler döneminde bizim için siyasi bağımsızlık her şeyden önce geliyordu, çünkü biz o zaman müstemlekeydik. Ama bugünkü durumda bizim ekonomik açıdan güçlü olmamız lazım. Maalesef, bugün en zayıf noktamız ekonomidir.
Kerimov bizi çok zayıf duruma düşürdü. Kerimov, bir ay Amerikancı oluyor, bir ay Rusyacı oluyor, bir ay da Çinci oluyor. Üç büyük devletin ortasında dans ediyor. Normal bir ekonomik siyaset, normal bir iç ve dış siyasetten yoksun. İçeride istikrarı yerleştirmek gerekiyor, çünkü ülke istikrara muhtaç, ama istikrarsızlık Kerimov’un bir politikasıdır. Kerimov’un kurduğu istikrar süngüler üzerine inşa edilmiş yalancı bir istikrardır. Allah buyurup da biz iktidara geldiğimizde, o bölgeye gerçek bir istikrar yerleşmiş olacak.
Ekonomi düzelecek ve gerçek bağımsızlığımıza kavuşacağız. Bugün Özbekistan bağımsız bir ülke değil. Bugün Özbekistan herkese bağımlı. Sadece Rusya’ya değil, Amerika’ya da bağımlı, Çin’e de bağımlı, Herkese bağımlı. Bir tek halkına bağımlı değil. Bir tek halkından bağımsız.
TÜRKİYE’DEN BEKLENTİLER
Türkiye’den ve Türkiye halkından beklentileriniz nedir?
— Türkiye halkından, her şeyden önce Özbekistan’daki durumu anlamasını istiyoruz. Ama maalesef Türkiye halkı bizim problemlerimize pek aşina değil, bizim ahvalimizden haberdar değil.
Türk halkı bilmiyor bizim içinde bulunduğumuz zor şartları. Hem Hükümetin siyaseti böyle, daha çok içe dönük ve dış siyaseti de bizim bölgeye yönelik olmayan bir siyaset. Bizim bölge, Türkiye’nin dış siyasetinde merkezi Asya, Türkistan, Özbekistan, oraları ön planda değil. Halbuki eğer Türk Hükümeti Ortadoğu’ya gösterdiği hassasiyetin yüzde birini bizim ülkelere, hususen Özbekistan’a gösterseydi, oradaki durum çok daha başka olurdu. Hatta, belki bugünkü rejim orada olmazdı.
Değişim çoktan olurdu. Ama Türk devleti, Türk siyasetçileri hep oradaki kardeşlerimize fazla müdahale etmeyelim, içişlerine karışmayalım, yeni bir ağabey diye bizden ürkmesinler diye oralardan uzak durdu. Aslında bu endişeler doğal, ancak öyle olmaması lazımdı. Türkiye daha müdahil olması lazımdı olaylara. Hassasiyetini onda da göstermesi lazımdı. “Halkının yanında olmayanla olmam” diyor Sayın Tayip Erdoğan, Esad’a nisbeten. Aynı sözü Kerimov’a da söylemesini istiyoruz biz. Halkının yanında olmayan Kerimov’a karşı da aynı sloganını duymak istiyoruz. Sadece Ortadoğu diktatörlerine karşı değil.
Kerimov’un, hükümet taraftarlarının bir internet sayfası var. Adı Uzmetrom. Bunu Ruslar yayımlıyor. Rusça bir site. Uzmetronom’da yayımlanan makalenin bir paragrafında şu satırlara rastlıyoruz: “Geçen yılın sonunda Özbekistan’da Batı devletleri tarafından da desteklenen ERK partisi lideri Muhammed Salih’in Özbek halkına DVD müracaatü dağıtıldı. Alınan bilgilere göre, yasal olmayan yollarla dağıtılan DVD sayısı 30 binin üstündedir.
Tahminlere göre DVD diskler, Türkiye’de hazırlanmıştır. Muhammed Salih’in Ankara’da MİT elemanları tarafından sıkı bir şekilde korunan büyük ofisi mevcut. Burada Özbekistan’ın yeni sahipleri makamında dönmeyi arzulayan Özbek muhacirleri ERK gazetesini neşir ediyorlar. Bu gazetenin nüshalarna Özbekistan’da sık sık rastlamak mümkün.” Ben bu iddaya BBC ve Liberty radyolarından şu cevabı vermiştim: “Özbek gizli servisinin aldığı bilgi yanlıştır. Partimiz bu müracaattan 30 bin değil, birkaç yüz bin nüsha dağıtmıştır ve hâlâ dağıtmaktadır.
Özbek gizli servisi elemanları o kadar aptallaştılar mı ki DVD nüshaları illa Türkiye’de hazırlansın? Bir minicik flash bellek ile dünyanın görüntüsünü dünyanın istenilen köşesine ulaştırmak ve orada çoğaltmak mümkün oldugunu bimiyorlar mı bunlar?” Eğer Kerimov’un zannettiği gibi Türkiye Özbek muhalefetini destekleseydi, Kerimov bugüne kadar iktidarda kalamazdı, bunu iddia ediyorum. Kerimov hâlâ iktidarda ise, bunu sadece ABD ve Rusya ile yaptığı flört sanatına değil, Türkiye ve onun son 20 yılda gelmiş geçmiş tüm lidelerinin “kardeş Özbekistan”a olan cevapsız aşkına da borçludur. Bu liderlerin hiç biri Türkiye ile Özbekistan’ın ilişkileri bozulmasın diye muhalefete destek vermemiştir. Tam tersine, geçmişteki başbakanlardan bazıları Kerimov’un her gelişinde ona jest olsun diye bizi sınırdışı ediyorlardı. Ama Türkiye yinede yaranamadı Özbek diktatörüne.
O zaman ben buradan şunu çıkarıyorum.
Aslında bu bahsedilen şey çok da büyük bir destek değil. Bir ofisin olması, 18-19 kişi tarafından korunuyor olmak, birkaç CD’nin hazırlanması çok büyük bir destek değil. Aslında, bu kadar bir destek bile Kerimov zor durumda kalabilirdi diyorsunuz.
— Evet, öyledir.
Türkiye’ye girişinizde bir sıkıntı yaşıyor musunuz?
— Bugün Türkiye’ye girebiliyorum. Çünkü Türkiye’nin Özbekistan’la ilişkilarini zedelemiyorum. Çünkü zedelenecek ilişki yok. Devletlerimiz arasında yıllardır ne ticari, ne de iktisadi alanda bir gelişme oldu. Kerimov Türk işadamlarının son kafilesini de yerle bir etmiş durumda.
“BİLGE ŞAİR”İN ÖĞÜDÜ
Peki, bize, 18 yıl sürgünde yaşayan bir siyasi lider olarak ve halkı bir diktatörün zulmü altında inleyen bir vatansever olarak, aynı zamanda da aynı soydan gelen bir kişi olarak, Türkiye halkına ne öğüt verirsiniz? Sizden bir öğüt istesek, bize ne öğüt vermek istersiniz?
— Öğüt vermem zor, çünkü ben kendim muhtacım öğüte. Ama şunu söyleyebilirim. Türk Milleti, 250 milyonluk Türk dünyasını kastediyorum, çok büyük bir millet aslında.
Türk milletinin artık kendi büyüklüğünün, çapının farkına varması lazım. Hep Batıya, Doğuya bakmasın, kendine dönsün ve kendine bir baksın ve düşünsün de, “ben artık kendimi de düşüneyim” desin yani, o noktaya geldik. Bu büyük Türk milletine büyük liderler lazım ve inşallah büyük liderler çıkmaya başladı.
Bugün Türkiye’nin itibarı dünyada yükseldi. Ben bundan çok sevinçliyim. Lider faktörü çok önemlidir bizde. Eğer küçük bir devletin başına büyük bir lider gelse, o küçük devlet de dünyanın gözünde büyük görünür. Ya da tam tersine, büyük devletin başındaki lider çapsız ve küçük olursa, o devlet te küçük görünmeye başlar.
Bugün bence Türk milleti kendi büyüklüğüne has liderlerine kavuşmaya başladı. Biz zaten büyük millettik, ama küçük liderler elinde küçülmüştük. Kurtuluş günü yaklaşmaktadır, sadece Özbekistan için değil, bütün Türk dünyası için bunu söylüyorum.
Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.
— Ben teşekkür ederim.
MUHAMMED SALİH KİMDİR?
Muhammed Salih, 1949’da Harezm eyaletinde doğdu. 1968-1970’de Sovyet Ordusundaki askerlik görevini Çekoslovakya’da yaptı. Burada, meşhur “Prag Baharı”na şahid oldu. 1970’de askerlikten terhis olunca Taşkent Devlet Üniversitesi’ne kabul edildi. 1975’de mezun oldu.
Öğrencilik yıllarında şiir ve tercüme denemeleri yapıyor, o donemin genç kuşaklarını etkileyen eksiztansiyalizmi inceliyor, J. P. Sartre, A. Camus, F. Kafka gibi ünlü yazarların eserleriyle yoğun olarak ilgileniyordu. Mezuniyet tezini de ‘’Çağdaş Fransız Şiiri’’ olarak seçmiş, hocaları tezini çok başarılı bulmuşlardı. O yıllarda F. Kafka eserlerini ve XX. yüzyıl Fransız şiirini Özbek Türkçe’sine tercüme etti. 1975-85 yıllarında 7 şiir kitabı yayımlandı. 1982’de “Dede Korkut Kitabı”nı, 86’da Ziya Gokalp’in “Türkçülük’ün Esasları”nı, daha sonra Türkçe’den “Yunus Emre Divanı”nı Özbek Turkçesi’ne çevirdi ve yayınlattı. Özbek şiirinde “Metoforistik Akım’’ denilen yeni bir ekolun mimarı olan Muhammed Salih, kısa sürede Sovyet aydınlarının tanıdığı bir isim oldu. 1985 Ocak ayında kaleme aldığı, Özbek Milliyetçilerin baş eseri olan “Politbüroya Mektup”u yazdı ve eser bütün SSCB’de büyük etki oluşturdu. Bu sosyal depresyon, onu politikaya iten bir etken oldu.
Özbek gençleri üzerindeki etkisi ona bazı tavizler verilmesini sağladı. 1985’den başlayarak o kendi makalelerinde her cepheden Özbek halkının dertlerini gündeme getirmeye başladı. Mayıs 1988’de Özbekistan Yazarlar Birliği Genel Sekreterliğine seçildi. Aynı yılın Haziran’ında Moskova’da SSCB Yazarlar Birliği Kurultayında, yüksek minberden ilk olarak Sovyetler Birliğine sert eleştiriler getirdi. Arkasından Moskova’nın arzusuyla Komunist Partisi üyeliğine davet edildi. Bu daveti reddetti.
1988 yılının Kasım ayında üç arkadaşıyla birlikte o dönemin ilk muhalefet teşkilatı olan “Birlik Halk Hareketi”ni, 1990 Nisan’ında ise “ERK Demokratik Partisi”ni kurdu ve başına geçti. Aynı yıl Özbekistan Parlamentosu’na girdi. Partisi tarafından hazırlanan “Özbekistan’ın Müstakillik Deklarasyonu”nu parlamentoya sundu ve orada aynen kabul edildi. Bu büyük başarıydı. 1991’in Aralık ayında yapılan Cumhurbaşkanlık Seçimlerinde karşı adaydı. Resmi açıklamalara göre seçimden %12.7 oyla çıktı. Seçimlerden hemen sonra Partisine baskılar başladı. Parti gazeteleri yasaklandı. Bir süre gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldı. 1993 yılın ilkbaharında, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın davetiyle Türkiye’ye geldi.
Belli bir süre Türkiye’de kaldıktan sonra, Norveç’e gitmek zorunda kaldı. 2002 yılının başlarında Çek Cumhuriyeti’ne yaptığı ziyaret sırasında tutuklandı ve daha sonra serbest bırakıldı. Şu anda, Sürgünde yaşamakta ve Özbekistan’ının Kerimov diktatöründen kurtulması için Özbekistan Halk Hareketi adıyla birleşen muhalefet hareketinin başkanlığını yapmaktadır.
Haber Ara