Avrupa'nın en iyi bütçesini Türkiye yapıyor
Bilgi Üniversitesi AB Direktörü Emre Gönen, Yunanistan ve İtalya'daki krizi değerlendirdi.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-11-21 08:52:36
Kapitalizmin önemli teorisyenlerinden Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman’ın, Avrupa Birliği'nin ortak para birimi Euro'ya geçmesiyle AB ülkelerinde kaosa varan büyük karışıklıkların yaşanacağını söylemesinin üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Dediği halihazırda gerçekleşmekte. Yunanistan tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşıyor. İtalya öyle. Diğer birlik ülkelerinin müdahalelerine rağmen kriz sakinleşmedi ve her iki ülkede de seçimle gelen başbakanlar –Yunanistan’da Papandreu, İtalya’da Berlusconi- istifa etti, yerlerine teknokratlar geldi, demokrasiye mugayir şekilde.
Ekonomik kriz dışında başka alanlarda da sorunlar yaşanması, Avrupa Birliği yola çıktığı niyet ve temel hedefinden uzak noktalara mı savruluyor sorusunun sorulmasına neden oluyor.
Almanya’da ortaya çıkan Türklere yönelik ırkçı cinayetler, İsveç’te temmuz ayında yaşanan katliam, aşırı sağın Avrupa’da genel olarak yükselişi gibi kötü emareler ırkçı-ayrımcı dip dalgayı üst ilkelere galebe çalacak noktaya ulaştırır mı?
Yunanistan ve İtalya’da yaşanan ekonomik kriz, AB’nin geleceğini riske atacak bir durumu tetikler mi?
2012 Temmuz’un da AB dönem başkanlığının Türkiye’nin tanımadığı AB üyesi ülke Kıbrıs’a geçecek olması, zaten durma noktasına gelmiş, hiçbir heyecan duyurmayan Türkiye-AB ilişkileri için son mu demektir?
İstanbul Bilgi Üniversitesi AB Direktörü Emre Gönen cevapladı.
Önce ekonomik sonra ABD gibi siyasi bir birleşik devlet olma yolundaki AB’de işler çok mu kötü gidiyor?
Avrupa Birliği’nin ulus devletler üstünde bir süper devlet olma hedefi hiç olmadı aslında. Olsaydı bugünlere gelemezdi. Bugün yaşadığımız, eninde sonunda yine ulus devletlerin bir araya gelerek oluşturduğu bir sistem. AB’nin elbette uluslar üstü bir sistemi var. AB Komisyonu, ortak pazarı, ciddi bir hukuku, o hukukun ulusal hukuka üstünlüğü var. Ama bu üst yapının siyasi bir tercümesi yok. AB’de devleti hatırlatacak terimler kullanılmaz mesela. Bakan denmez komiser denir. Avrupa hukuku denmez topluluk müktesebatı denir. Başından biri, bir sonraki aşamasının devlet olmak olduğu imajını vermek istemedi AB.
1 Ocak 1999’da 11 Avrupa ülkesi ortak para birimine geçti. Euro bölgesi, üye ülkeler için gayet cazip, kar-gelir paylaşılan bir bölge idi. Şimdi ise herkesin soluğunu kesen bir bölge oldu. Son olarak Yunanistan ve İtalya’da başbakanlar istifa etti. Bu ekonomik krizler neden oldu?
Ulus devletler AB’de biraraya gelerek egemenlik haklarının bir kısmını ortak kullanmaya karar verdiler. Para basmak da egemenlik haklarının en önde gelenidir, Euro ile bu haklarından vazgeçtiler. AB’de ekonomik plan başarılı biçimde de yürüdü aslında. Ama bu, bir master plan var da adım adım o uygulanıyor gibi değil. Bilakis son derece oportünist, esnek, günün koşullarına uyabilen, uymuyorsa pek bir şey yapmayan bir sistem olarak yürüdü. Konjonktürel gücü oydu. 17 üye ülkenin kullandığı ortak para birimi federal bir enstrümandır. Aynı parayı kullanıyorsunuz fakat 17 tane de değişik ekonomi politikanız var. Dolayısıyla olmuyor.
EURO BİR, EKONOMİ FARKLI
Olmayacağını, sorun olacağını neden kestiremediler?
Olmayacağını daha teori aşamasındayken, özellikle Amerikalı akademisyenler söylemişti. Yakın dönemde Paul Krugman’ın euronun optimal bir para alanı oluşturmadığı yönünde ciddi çalışmaları vardır. Milton Friedman ise “siyasi birlik olmadan ekonomik birlik olmaz. Ciddi bir krize girecek” diye ta 1998’te söylemişti.
Kriz bundan mı çıktı?
Hayır. Kriz teorik anlamdaki görülebilir eksiklerden ziyade, büyük ölçüde üst yapının çalışmamasından çıktı. Ortak para var ama onu kontrol edecek mekanizmalar ortak değil. Ortak olmadığı için de etkin değil. Yani Yunanistan’ın ulusal muhasebe hesaplarıyla bu kadar oynayarak bütçesini, bizim 2000 yılı önceki bütçelerimiz haline getirmesiyle mümkün değil. Bunun böyle olmadığını AB de biliyordu. Komisyona bağlı Eurostat vardır, AB’deki tüm istatistikler orada toplanır. Büyük ölçüde de uyumlaştırılmış istatistiklerdir bunlar. Ama bunları üye devletler toplar. Yunanistan’dan gelen rakamlar neyse Brüksel onu alır, işler. Eurostat, Yunanistan konusunda daha ciddi sorumluluk istedi AB Komisyonundan. “Yunanistan sadece rakamları yollamasın, yerine gidelim ve lütfen kontrol ettirin bize” dedi. Komisyon da bunu konuştu ama Almanya istemedi.
KALİFİYE DOLANDIRICILIK
Çünkü kendisi için de emsal teşkil edecekti?
Tabi, istemediler. Kontrol olmayınca da Yunanistan, gayri safi milli hasıladaki yüzde 17’ler düzeyindeki bütçe açığını yüzde 3 gösterdi. Kalifiye dolandırıcılığa girer bu. Böylesi durumlarda krize girersiniz. Krize girince normal koşullarda paranızın değeri düşer. -Bizde öyle olmuştu, bir gecede dolar 670 liradan bin 300 bilmem kaça fırlayıvermişti- Bir gecede paranız yüzde elliye inerse kalanını alıp gidemezsiniz. Biraz bekler, toparlasın zararın neresinden dönsem kardır dersiniz. Sistem kendi korunma mekanizmasını da yaratır bir anlamda.
Yunanistan’da oldu mu bu?
Yunanistan’da ilk defa bu kadar kötü bir ekonomi, çok ciddi bir parasal kriz fakat çok kuvvetli bir para var. Ciddi bir kriz oldu ama euro’nun değerinde azalma olmadı. Parasını çıkarabilen çantayla çıkardı ve Yunanistan da tek başına baş edemeyeceği bir krizle başbaşa kaldı. Yunanistan’ın durumunu görüp hemen bir takım önlemler almak mümkündü ama kimse o önlemleri almak istemedi. Yunanistan şimdi kendi başına piyasaya çıksa yüzde 25 faizle falan borçlanıyor ki bunlar komik rakamlar. Bizde faizlerin 7 bine çıkması gibi bir şey. Dolayısıyla Yunanistan’ın kendi başına borçlanıp bunu sürdürecek hali yok. O yüzden AB’de piyasa notu 3A, yani en yüksek olan altı ülke Yunanistan için borçlanmayı kabullendi. Onlar yüzde 2 buçuk faizle borçlanacak, Yunanistan’a bunu çok daha düşük bir faizle kullandıracak. Aynen Avrupa yatırım bankasının yaptığı gibi.
‘YİYEN YUNANLI, ÖDEYEN ALMAN’
Bu kurtuluş mudur?
Tabi bunlar çok büyük para. Ama Yunanistan’ı kurtarmaya yetmiyor. Lehman Brothers’da da öyle oldu ABD’de, Yunanistan’da da öyle oldu, İtalya’da da benzer bir şey olabilir. Az parayla krizden çıkmak istediler. Kimse çok büyük rakamlara finansman garantisi vermek istemiyor, özellikle de federal Almanya. Her ne kadar AB’de bir sistem içi dayanışma var idiyse de bunun algılanması ve istismar edilmesi çok kolay. İşte oluşan bu “çalışmayan Yunanlılar, çalışıp Yunanlılar yerine ödeyen Almanlar” imgesi son derece çarpıcı.
EKONOMİDE PARADİGMA DEĞİŞTİ
Buradan çok büyük huzursuzluklar da çıkar.
Çıktı da. Her şeyden evvel toplumlar bu gibi durumlarda kendileriyle yüzleşmekte zorlanırlar. Yunanistan da zorlanıyor. Hal böyle olunca Yunanistan’daki iktidarı sürdürmek imkânsızlaştı. Burada aslında başka bir durum var. AB’nin çok ötesine giden, uluslar arası ya da küresel bir yönetimsel sistem var. Ve bu sistem, ülke yönetimlerinin, siyasilerin yetersiz kaldığını gördüğünde pek de demokratik olmayan girişimlerle geliyor, o iktidarı oradan indiriyor ve o programı uygulayacağına inandığı vasıflı bir insanı o ekonominin başına getiriyor.
İtalya ve Yunanistan’da olduğu gibi…
Bizde de olduğu gibi. Rahmetli Bülent Ecevit hiçbir zaman ekonomiden anlamadı, Kemal Derviş öyle geldi ve uyguladığı politikayla Türkiye’nin 2000 sonrasında toparlanmasını sağladı. Aynı şey şimdi Yunanistan’da oldu. Açık farkla seçim kazanmış bir lider gitmek zorunda kaldı. Aynı şey İtalya’da da oldu. Finans kapital geliyor ve size bir bölge valisi atıyor. Dünya artık öyle bir dünya.
BERLUSCONİ’YE: HADİ CANIM HADİ
Bunun alternatifi var mı var mı?
Kendi içinize de dönebilirsiniz ama iyi şeyler olmaz. Uluslararası ticaretin, değişimin parçası olacaksanız oyunun kurallarına uymak zorundasınız. Yoksa gelip alıyorlar başbakanınızı ve yerine başka birini atıyorlar.
İtalya'nın yeni başbakanı Mario Monti son derece yetenekli biridir, AB’de rekabetten sorumlu komiserken rekabet hukukunun gerçek anlamda değişmesini sağlayan bir beyindir ama İtalya’da kaç kişi Monti’nin adını duymuştur? Berlusconi niye gitmek zorunda kaldı, niye “hadi canım, hadi hadi” dendi? Çünkü İtalya da Yunanistan’daki gibi kötü bir noktaya gelebilir. Memur maaşlarını ödeyemezseniz, iktidarınızın ne anlamı kalır? Para basarım mı diyeceksiniz, basamazsınız! Tek para var!
Yani?
Yani paradigmalar değişti. Bunun ne kadar önemli olduğunu iyi anlamak lazım. En başta da siyasi kesimin anlaması lazım. Eskiden bir takım bütçe kalemleriyle ittirip kaydırırdın, matbaayı da çok çalıştırıp para bastırırdın. Paranın değeri düşse, enflasyon olsa da halkın refahından ve geleceğinden çalar ama günü kurtarırım, diyebilirsin. Bunu yıllarca yaptı Türkiye. Bu dün mümkündü. Bugün değil.
SİYASETÇİ GİTTİ TEKNOKRAT GELDİ
AB’de siyasetçilerin yerini teknokratların alması krizden çıkışın garantisi mi?
Siyasetçiler bunu beceremez ama sen beceremedin git, yapan gelsin demek demokrasiye aykırı. Ama bir şekilde de terbiyevi bir işlevi var bunun. Halkın duymak istediğini söyleyen popülist politikacıların uzun süre iktidarda kalmaları muhasebe açısından mümkün değildir. Maaş ödeyemeyecek hale getirirseniz ülkeyi, sizi görevden alıyorlar.
Kim onlar, iktidardan başbakan alanlar?
Borçları aldığınız, çok da belirgin olmayan bir finans kapital. O herkes için var, Çin Halk Cumhuriyeti için de var. Dünya tamamen tersine döndü. Bu yeni bir paradigma ama aslında AB küreselleşmeye karşı etkin olabilecek bir konumda. Kendisi küresel bir siyasi yaratık. Hiçbir uluslararası kurumda veya sistemde olmayan şeyler var AB’de. Bir Avrupa Komisyonu var, bir Avrupa Adalet Divanı var, kendi kendine kararlar alıyor ve o kararlar uygulanmak zorunda. Sadece Avrupa Adalet Divanı’nın yarattığı içtihatlar inanılmaz bir istikrar yaratıyor. Şeffaflık, halk tarafından kontrol edilebilirlik, hesap verebilirlik gibi çok önemli bir denetim mekanizması var. Ama AB, bugünkü yapısıyla, 27 üyeyle artık bu değişimi siyasi düzeyde çevirebilecek yeteneğini kaybetmiş bulunuyor. Lizbon anlaşması vizyona girdi ama hiçbir işe yaramıyor. Şu an tartışılan şey, ciddi bir yeni kurucu altlaşma tadilatı. Bu hep bahsedilen ama bir türlü gerçekleştirilemeyen merkez Avrupa, çeper Avrupa, uzak çeper Avrupa olarak bir tasnifi gerektiriyor.
AB HÂLÂ BİR KIZARTMA MIDIR?
Üye ülkelerin ekonomik durumlarına göre bir kategorizasyon mu öngörülüyor? AB içinde farklı ekonomik sistemler mi olacak?
Yok, ekonomik sistem tam olacak da bu sistemle bütünleşme modellerinizde farklılıklar olacak. Bazı ekonomi politikaları almayabileceksiniz. Bu çok konuşuldu, hatta teorik alt yapısı hazırlandı. General de Gaulle’ün dediğine döndü Avrupa. De Gaulle “AB güzel bir kızartmadır. Almanya ve Fransa’yı bir araya getirirsiniz, Avrupa ekonomik topluluğu olur. İtalya garnitür olur, Benelux de sosudur” der. Tabi hayat o zaman daha basitti. 2000’lerde öyle değil. Nerede sos, kim kızardı, kim ne olacak, İngiltere’yi nereye koyacaksınız, İtalya acaba garnitür mü, bak ne hale getirdi birliği? Bakın, Yunanistan AB ekonomisinin yüzde 3’ü bile değil ama herkes itfaiyeci kıyafetini giydi yangına gidiyor. Dünya artık De Gaulle dünyası değil. İyi bir ekonomik yönetişim sağlayamayan hükümetlere artık hayat yok, ne AB’de ne başka yerlerde.
Bu yeni ekonomik sistemi, insanoğlu kendi eliyle yaratıklandırdı ama şimdi kontrol edemiyor…
Zaten asıl onlarla başa çıkamıyoruz. O devasa finansal kapital, şurada karar alan 15 kişi değil, insansız. Yani kişilerle tanımlayabileceğiniz bir sistem değil. Zorluğu da orada. İnsan gibi düşünen bir sistem değil çünkü. Rakamlar, öngörüler, teknokratlar, bilgisayarlar vs. Bununla Barak Obama da başa çıkamadı.
EURODAN DRAHMİYE GEÇİLEMEZ
AB’nin geleceği bakımından bu kriz Avrupa’nın baş edebileceği bir kriz midir?
AB çok ciddi krizler yaşadı. 1965’te yok olabilirdi, olmadı. 1970’lerde petrol şokundan sonra AB ne işe yarar deniyordu, adı bile konmuştu Avrupa şüpheciliği diye. Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra genişleyemeyecek deniyordu, bir şekilde bir yol bulup işleri yoluna koydular. Sokaktaki adamların hiç biri AB’yi sevmez, hangi programı yürürlüğe koyarsanız koyun. Fakat kimse AB’nin yarattığı o barış, zenginlik ve refahtan vazgeçmeyi de istemez. AB “aman olmuyor canım” deyip vazgeçebileceğiniz bir şey değil. Ortak para birimine geçtikten sonra çıkıyorum demek de mümkün değil.
Neden değil?
Yunanistan şimdi euro’dan çıkacak olsa milli varlığının yarısını kaybeder. Artık euro değil drahmi kullanacaksınız dediğiniz an kim gider drahmi alır? Bir gün yapmak zorunda olunan bir şey olacak belki bu ama çok ıstıraplı olacak.
AVRUPA’NIN EN İYİ BÜTÇESİNİ ERDOĞAN YAPIYOR
AB’de vizyon sahibi bir liderlik sorunu var mı?
Var. ama belki bu şartlardan bir büyük lider çıkacak. Geçmişte olanlar da dönemlerin yarattığı liderlerdi. İkinci dünya savaşı çıkmasaydı General De Gaulle albaylıktan emekli olup köyünde oturacaktı. En fazla eksantrik bir adam olarak bilinecekti. William Churchill de öyle. Almanya silahlanıyor, uyumayalım diye beş sene boyunca bağırdığı için önce denizcilik bakanı sonra başbakan ve İngilizlerin milli kahramanı oldu. Olaylar yaratır liderleri. Birinci dünya savaşı bu kadar kötü sonuçlanmasaydı milli mücadelenin başına Mustafa Kemal gelir miydi bilmiyorum, o ana kadar onu hep ikinci planda tutmayı başarmış bir siyasi yapı vardı çünkü. Anafartalar kahramanı olmasına rağmen düşmanın denize döküldüğünü görmedi Çanakkale’de. Onu başka yere gönderdi İttihat ve Terakki hemen bir katakulliyle. Belki Avrupa’da da bu olaylardan bir büyük lider çıkacak, bilmiyoruz. Ekonomi konusunda çok da büyük bir birikimi olmayan, yola İstanbul büyükşehir belediye başkanı bir genç olarak çıkan Recep Tayyip Erdoğan Avrupa’nın en iyi bütçesini hazırlıyor. Türkiye’nin bütçesi bugün Avrupa’nın en iyi bütçesidir. Ekonomi hocaları eskiden iyi bir bütçe nasıl yapılırı anlatırken Avrupa’yı örnek gösterirdi. Ama şu anda Türkiye’nin bütçesi, Avrupa’nın en iyi bütçesi. Şeffaflık, açıklık ve eğitimin ve sağlığın bütçedeki yüzdelerinin sürekli artması bakımından Avrupa’nın en iyi bütçesidir Türkiye bütçesi. Ama Avrupa’da en iyi bütçeyi yapan siyasetçinin Recep Tayyip Erdoğan olacağına 1995 yılında kim inanırdı?
AB ARAP BAHARINA FRANSIZ MI KALDI?
Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde halk, büyük değişim gerçekleştiriyor bir yıldır. Avrupa ülkeleri tek tek kendi ulusal çıkarlarını gözeten siyasi pozisyonlar almalarına rağmen AB’nin neredeyse sesi hiç duyulmadı. AB’nin dış politikada bir siyaseti, stratejisi mi yok, niye ortak bir politik tutum almadı?
AB’nin dış politikası çok tanımlanabilir değildir. 12 üyeyle kalsaydı belki daha homojen, kendi içinde tutarlı, alıştığımız türden bir dış politikası olabilirdi. Olmadı, genişlemek zorunda kaldı. Ayrıca Irak savaşı Avrupa ülkelerini, ABD’nin ne olursa olsun yanında duralım diyenlerle, yapma etme demek taraftarı olanlar olarak ortadan ikiye ayırdı. Ama AB’nin bir dış politikası yok demek mümkün değil, soft power olarak var. Eninde sonunda ülkeler AB’ye üye olmak için kendilerine çeki düzen vermek zorunda kalıyorlar. Bakınız: Türkiye. Şimdi unutmuş olsak da Türkiye’nin yaşadığı değişimde AB’nin pozitif etkisi son derece büyüktür, demokratik bir düzene gidişte yol haritası olarak. Fakat evet, kuzey Afrika ve orta doğu konusunda ne AB’nin, ne Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin hiçbir öngörüsü yoktu. Değişim konusunda üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi duran Arap ülkelerinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Suriye halkı demokrasi için inanılmaz saygıdeğer bir mücadele veriyor.
IRKÇILIK BÜYÜK TEHLİKE
Almanya’da ortaya çıkan ırkçı saldırılar AB’nin temel fikriyatına da saldırı demek. Diller, dinler, mezhepler ve etnikler üstü bir hukuk ve siyasi yapılanma hedeflenirken ırkçı, ayrımcı bir dip dalga da hızla yayılıyor Avrupa’da. Bu AB’nin geleceğini nasıl etkiler?
AB’deki en iğrenç şeylerden birisi de bu tür faşist yabancı düşmanı hareketlerin kendilerine yaşam alanı bulmaları. Bu tür insanlar her toplumda olur. Eğiterek onları değiştiremezsiniz. Önemli olan onların zehirlerini kusabilecekleri bir ortamı yaratmamaktır. O ortam oluştuğunda tehlikeyi durdurmak zor olabilir. Alman istihbaratının o örgütü desteklemiş olabileceğini zannetmiyorum ama muhakkak ki içine bir şekilde sızmışlar. Alman istihbarat teşkilatı, temel olarak komünist casusları yakalamak üzere kurulmuş, bunun dışında bir işlevi olmayan bir teşkilattı. Komünist tehlike kayboldu. Demek ki onun yerine bu oluşmuş ve aşırı sağın nelere mal olduğuna hiç dikkat etmemişler.
AVRUPA FAŞİZMİ UNUTMAK İSTEDİ AMA
Bu, ihmal edilebilir bir şey midir?
İkinci dünya savaşı o kadar kötü etkiledi ki Avrupa’yı, kimse bunu konuşmak bile istemez. Dolayısıyla Avrupa ülkelerinin unuttuğu bir düşman ırkçılık, faşist partiler.
Aşırı sağ da yükseliyor öte yandan…
Şu aşamada onların iktidar mücadelesi verebilecekleri bir düzlem yok. Ama bunun ne olduğunu iyi bilmek lazım. Mesela Fransa’da yüzde 17 oy alabilen aşırı sağ parti bir takım ayıp söylemleri konuşulur hale getirdi. Bu çok ayıptır. Türkiye’de muhalefet yaptı bunu bir miktar. Ayıp kabul edilen ve söylenmemesi gereken söylemi, sırf iktidarı beğenmediğin için kabul edilebilir algılayamazsın, demokrasi bu değildir. Bizde yükselen ciddi bir Kürt faşizmi ve buna karşı yükselen ciddi bir Türk faşizmi var. Avrupa da, biz de demokratlığımızla yüzleşmeliyiz. Faşizm hafife alınacak bir şey değildir.
TÜRKİYE AB’NİN, AB TÜRKİYE’NİN GÜNDEMİNDE YOK
AB Türkiye gündeminin çok gerilerinde fakat Türkiye AB gündeminin neresinde?
Hiç yok ya da belki son sayfasında. AB şu ana dek gerçekleştirdiği genişlemeyle nasıl başa çıkacağını bilemiyor. Bir de AB’nin şu anki sorunu genişlemeden kaynaklanan bir sorun da değil. Yunanistan 30 yıldır AB üyesi. Temel sorun aşağıda işleyen pazarla yukarıdaki sistem arasındaki bükülme. Ne yardan vazgeçebiliyorsunuz ne serden. AB her şeyden evvel bununla ilgilenmek zorunda, çünkü ekonomik olarak büyümüyor.
Türkiye AB’ye girerse büyür mü?
Hayır, Türkiye çok ufak bir ekonomi AB ile karşılaştırıldığında. Ama Türkiye’nin yaratacağı çok farklı ve önemli perspektifler olduğu ve bunlar giderek daha fazla görünür olduğu için Türkiye enteresanlaşıyor. Yoksa Türkiye tek başına AB’nin büyüme sorunlarını halledebilecek konumda değil.
TÜRKİYE AB’YE UMUT VERİYOR AMA…
AB’den zaman zaman böyle sesler yükseliyor ama “Yunanistan’ı atalım, Türkiye’yi alalım” gibi.
Türkiye umut veriyor tabi. Genç toplumlar genç ormanlar gibidir, çok karbondioksit alıp çok oksijen verirler. Yaşlı bir toplumun tüketim alışkanlığı da yavaştır. Ben yaşlandığımdan beri bir gömleği atmadan evvel beş kere düşünüyorum.
BİZİ AB’DEN SOĞUTMAK İSTEDİLER
Türkiye’de AB ile ilgili bir ilgisizlik, yılgınlık oluştu, bir de şimdi krizden sonra “girsek ne olacak, zaten kendilerine hayırları yok” beğenmezliği çıktı ortaya…
Türkiye toplumundaki AB ilgisinin kaybedilmesi için Avrupa’da hakikaten bir takım insanlar özellikle çaba harcadılar. Ama gene de Türkiye’nin varmış olduğu bugünkü nokta, borç alırkenki prestijinin dahi Avrupa ile iyi entegrasyonunun sonucu olması gibi birçok nokta var. Bunları hazmettik, unuttuk ama hep böyle değildik. Başbakan da hep söylüyor ya, biz kaç paraya borç bulurduk diye, boşuna değil.
AB’nin Türkiye ile kafa karışıklığı niye azalmadı, asıl sorun ne?
Bütün problem AB’nin başarısını başka yerlerde aramaya başlamış olması. AB’nin temel başarısı laik ve seküler bir sistem olmasıdır. Hiçbir dini referansı yoktur AB’nin. AB ortak kültürü demokrasi, her türlü ayrımcılıkla mücadele, idam cezasının olmaması, şiddeti adalet diye kullanmamak, hukukun üstünlüğü, katılım, hesap verilebilirlik... ve bunların hiçbirinin dini referansı yoktur.
ERDOĞAN’IN İKİ TARİHİ KONUŞMASI
Türkiye’nin hukukunda da yoktur dini referans?
Üstelik Türkiye’nin Başbakanı gitti Mısır’da “laikliği içselleştirin “ dedi. Bu tarihi bir konuşmadır ve biz kendi münasebetsiz gündemimizle o kadar meşgulüz ki bu konuşmanın tarihi öneminin farkında değiliz. Ama bunu tarih yazacak ilerde. İki çok önemli konuşması oldu Başbakanın. İlki, Avrupa Konseyi’nde haçlı seferlerinden bahseden konuşmasıdır, ikincisi Mısır’da laiklik tanımı yaptığı, İslam’ın laiklikle birlikte demokrasiye nasıl katkı sağlayabileceğini, bunun toplumun mutluluğu için önemini anlattığı konuşması. Bunu ben söylesem kimse dinlemez, Mitterrand söylese pek o kadar önemi olmaz, bunu söylemek Sarkozy’nin aklına bile gelmez. Ama Recep Tayyip Erdoğan söylediğinde, bunu yapmış başarmış kişi olarak söylüyor. O yüzden tarihi bir konuşmadır bu.
TÜRKİYE AB’NİN MOTOR GÜCÜ OLABİLİR
Peki AB niye hala bu kadar isteksiz Türkiye’nin üyeliğine?
Avrupa ölçülerine göre çok büyük bir ülke Türkiye. 70 küsur milyonluk. Biz bir buçuk Fransa kadarız. İngiltere Avrupa’nın batı ucunda hiçbir zaman AB üyeliğini tam benimsemedi, aynı şeyi bir de doğu ucunda Türkiye ile yaşamak istemiyorlar. Bu kadar kalabalık bir Müslüman nüfus AB’ye girerse –bir şey olacağından değil ama- ne olur diye düşünüyorlar. Kavrama sorunu yaşıyorlar.
Türkiye toplumdaki AB umursamazlığı, heyecansızlığı AB’yi ne kadar ilgilendiriyor?
İlgilendirecektir. Bunu ABD çok iyi anladı. Çünkü o Amerika Birleşik Devletleri. O yüzden de Türkiye’yi AB dahil her konuda inanılmaz destekliyorlar. AB’de böyle bir yapı yoktur, anlamaları zaman alacak. AB dış pazara giremez, iç pazarını genişletir, yeni bir ülke alır onun pazarına girer. Ama öte yandan çeperlerini Romanya ve Bulgaristan’ı adam edemiyor. Sınırlarına da çoktan ulaştı. AB’nin artık yeni bir motora ihtiyacı var, o da Türkiye.
DURUM NAHOŞ AMA 2012’DE İLİŞKİLER KOPMAZ
Malum Temmuz ayında AB dönem başkanlığı Kıbrıslı Rumlara geçecek. Bakan Atalay, bunu kabul etmemizi kimse beklemesin dedi. 2012 AB ile AB ile ilişkilerin koptuğu yıl mı olacak?
Zannetmiyorum. Nahoş bir durum evet ama çok daha nahoş durumlardan da geçtik. 1997’de Türkiye AB ile siyasi ilişkilerini askıya aldı, iki yıl da askıda kaldı. Bugün, garantör devlet Yunanistan’ın durumu ortada. Güney Kıbrıs’ın geleceği belirsiz. Ekonomik olarak ne kadar yaşayacağı belli değil, bütün umutları denizin dibinden petrol çıkacak, gaz çıkacak. Ama madem Kıbrıs, komisyon başkanı olarak karşımıza çıkarılıyor o zaman biz de can sıkarız, diyoruz, sıkıyoruz da.
Fadime Özkan/Star
Haber Ara