Arap Devrimi sonrası Türk dış siyaseti!
Türkiye, Batı’dan vazgeçip Rusya ve Orta Doğu’ya mı yaklaşıyor? Henüz bu sorunun cevabı bulunamıyor. Bilinen ise, Türkiye’nin Avrupa’dan azat olup dış politika seçeneklerini çoğaltmaya çalıştığıdır. Gunnar Köhne'nin analizi:
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-11-10 11:46:52
Türkiye, 17 gün önce Van’da yaşanan 7,2 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. Depremde özellikle Erciş büyük zarar gördü. Şu ana kadar altı yüze yakın can kaybı ve bin dolayında yaralı tespit edildi. Felaketin ertesi günü basın karşısına çıkan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “1999’da yaşanan depremle mukayese ettiğinizde Türkiye’nin artık bu gibi felaketlerde dış yardıma ihtiyacı yok.” dedi.
Gerçi depremden birkaç gün sonra hükûmet, yardım önlemlerinin tamamen yetersiz kaldığını itiraf etmek ve daha evvel yurt dışından aldığı sayısız yardım teklifini kabul etmek zorunda kaldı. Ancak Bekir Bozdağ’ın ifadeleri şunu gösterdi: Türkiye, şu sıralar özgüvenle dolup taşıyor.
İstatistikçiler, yüzde dokuza yakın bir ekonomik büyüme kaydediyor. Türkiye kendini, siyasi ve ekonomik açıdan hiç olmadığı kadar güçlü hissediyor. Bu düşünceleri paylaşan AKP Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Suat Kınıklıoğlu, ülkesinin dünya siyasetinde daha büyük bir rol alma zamanının geldiğini şu sözlerle ifade ediyor:
“2002’de Türkiye ağır bir ekonomik krizi geride bıraktığında özgüveni yoktu. Sonra beş yıl üst üste yüzde 7,5 büyüdü. Ülke bugün AB üyeliği için aday, BM Güvenlik Konseyi üyesi ve G-20’de yer alıyor. Artık daha büyük bir rol üstlenmek için gücümüzün olduğuna inanıyoruz.”
Üç yıl önce çiçeği burnunda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ülkesinin yeni dış politikası için bir doktrin açıkladı: Dış politika artık sadece tek taraflı Batı’ya dönük değil, çok yönlü olacaktı. Arap komşulara yönelik bir açılım, tüm bölgenin istikrar ve refahına katkı sağlayacaktı. Bu, sonuçta Avrupa ve ABD çıkarlarına da uygun düşüyordu.
Sonraki süreçte ise Türkiye’nin bu yeni dış siyaseti, özellikle -Kuzey Afrika’dan Balkanlar’a kadar uzanan- eski Osmanlı topraklarında fazla başarılı olmadı. Ortalıkta “yeni Osmanlıcılık” söylentileri dolaşmaya başladı. Ancak hükûmet tarafından bu iddialar her zaman yalanlandı ve amacın bölgede barışı, büyümeyi ve istikrarı teşvik etmek olduğu belirtildi. Slogan olarak komşularla sıfır sorun politikası belirlenmişti.
Aradan geçen üç yılın sonunda bugün, bu yeni politikanın bilançosu belirsizliklerle dolu. Daha geçen haziran ayında oyların yüzde 50’sini alarak yeniden seçilen AKP, Türkiye’nin tüm bölge için örnek olarak gösterilmesinden memnun. Hem parlamenter demokrasiye sahip Müslüman çoğunluğa sahip bir ülke, hem de Batı’ya sıkı bağlarla bağlı ve ekonomik olarak da muazzam başarılı. Fakat Arap dünyasındaki çok hızlı gerçekleşen köklü değişim, Ankara’yı hazırlıksız yakaladı. Şimdi Orta Doğu’nun yeni aktörleriyle de anlaşmak zorunda.
“Komşularla sıfır sorun” politikası da pek işe yaramadı. Ermenistan ile barış girişimleri, iki yıl önce imzalanan protokol dışında askıda bekliyor. Kıbrıs ile yaşanan gerilimler arttı ve Ada'nın birleşme hedefinden uzaklaşıldı. İsrail ile ilişkiler ise berbat durumda.
Eylül ayı ortası Tunus: Tayyip Erdoğan başkentte coşkulu kalabalıklar tarafından karşılanıyor. Arap Baharı ziyaretinin diğer durakları Mısır ve Libya’da da manzara farklı değil. Hüsnü Mübarek, Muammer Kaddafi ve eski Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali ile önceden mükemmel ilişkiler içerisinde olması ve hatta onlarla ilişkileri daha da öteye götürmesi ve vize serbestisi anlaşmaları yapması, Türk Başbakan için sürecin devamını getirmesine yetmedi. Başka hiçbir Müslüman ulusun lideri, başta tereddüt etmesine karşın devrim saflarına bu derece güçlü geçmemişti.
Erdoğan’ın popülaritesinin artmasına, bölgeye ziyaretlerini, eski müttefiki İsrail’e yüklenmek için fırsat bilmesi de katkı sağladı. Erdoğan, Gazze yardım filosu olayından sonra Filistin davasının sözcülüğüne iyice soyundu. Arap Birliğinin Kahire’de düzenlenen bir toplantısında, Filistin devletinin tanınmasının desteklenmesinde, Arapların ve Türklerin eşit sorumluluğu olduğunu dile getirdi.
Arap siyasetçiler karşısında ayrıca özgürlük, demokrasi, insan hakları ve Türkiye modeli bir laiklikten yana olan ifadeler de kullandı. Aynı zamanda kendini Mısır’daki Müslüman Kardeşler veya Tunus’ta son olarak seçimlerden galip çıkan En Nahda gibi bölgedeki İslamcı partilerin büyük ağabeyi olarak görüyor.
Türkiye, Tunus ve Libya'dan oldukça uzakta iken Suriye ile 800 kilometrelik uzun bir sınır paylaşıyor. Suriye’de muhalefetin şiddetle bastırılması Ankara’yı alarma geçirdi. Suriye’deki manzarayı “tiksindirici” ve devletin uyguladığı şiddeti “barbarlık” olarak nitelendiren Ankara, başta tereddüt etmesine karşın Suriye rejiminin açıkça karşısına geçti.
Ancak artık Kürtlerin de Suriye’deki direnişe günden güne dâhil olması Ankara’da endişeyle izleniyor. Türkiye’nin endişesi, Suriye’de rejimin yıkılması hâlinde, Kürtlerin PKK saflarına geçmesi. Ankara’yı ayrıca, Saddam Hüseyin’in 1991’de Irak Kürtlerini katletmesi sonrasında yarım milyon Kürt’ün Türkiye’ye sığınması gibi benzer bir mülteci akınının bu kez Suriye’den gelebilme ihtimalini düşündürüyor.
Türkiye, Orta Doğu’da liderliğe talip. Ancak Akdeniz etrafında başka büyük devletler de -Mübarek’in devrilmesinden sonra siyasi iç istikrarı yakalamaya çalışan Mısır gibi- aynı hedefin peşinde. Ayrıca İran’ı da unutmamak lazım. Ancak Türkler şunu biliyor: Sünni çoğunluktaki Araplar, Şii İranlılar yerine Sünni Türkleri “büyük ağabey” olarak görmeyi tercih edeceklerdir.
Ayrıca Siyaset Bilimcisi Nuray Mert, “Suriye’de rejim değişikliği olduğu takdirde Orta Doğu’da tüm güç dengesi kayacak. İran, Suriye’nin düşmesiyle önemli bir müttefiki kaybetmiş olur.” diyor.
Ankara'ya komşu bir başka büyük güç daha Suriye’ye sadık kalmayı sürdürüyor: Rusya. Türkiye’nin Rusya ile geliştirdiği mükemmel ilişkiler bile bunu değiştiremedi. Erdoğan yönetiminde Rusya ile ilişkiler tüm alanlarda ilerletildi. Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in geçen yıl Türkiye’ye yaptığı bir ziyarette 20 milyar avroyu aşan ticaret anlaşmalarına imza atılması tek başına bir göstergedir.
Rusya, Orta Doğu, Çin: Peki durum böyleyken Avrupa, Türkiye’nin bu yeni dış politikasının ve ekonomi politikasının neresinde? Görünüşe göre artık sadece ikinci sınıf bir yer tutuyor. Oysa Türkiye hâlâ AB için resmî aday ülke statüsünde bulunuyor. Ancak ağır aksak ilerleyebilen üyelik müzakerelerinde bugüne kadar 35 müzakere başlığından sadece 12’si kapatılabilmiştir. Tüm kamuoyu yoklamaları Türklerin Avrupa konusunda -özellikle Merkel ve Sarkozy sayesinde- hayal kırıklığı yaşadığını gösteriyor.
Eylül ortalarında New York’taki BM Genel Kurulu Toplantısında ABD Başkanı Barack Obama’nın Başbakan Erdoğan ile daha önceleri hiçbir başka devlet adamıyla olmadığı kadar -105 dakika- uzun görüşmesi dikkatlerden kaçmamıştı. Türkiye’nin, Kıbrıs açıklarında Rumların anlaştığı bir Amerikan petrol şirketini tehdit etmesi gibi, Amerikan’ın Orta Doğu politikalarına ters düşmesi Obama’yı endişelendiriyordu.
Washington’daki bazı kesimler ise buna karşın şüphelerini açıkça dile getiriyor: Türkiye’nin her daim İran’a uygulanacak yaptırımlara karşı çıkması ve NATO’yu bilgilendirmeden Çin ile ortak tatbikat yapması sorgulanıyor.
Türkiye, Batı’dan vazgeçip Rusya ve Orta Doğu’ya mı yaklaşıyor? Henüz bu sorunun cevabı bulunamıyor. Bilinen ise, Türkiye’nin Avrupa’dan azat olup dış politika seçeneklerini çoğaltmaya çalıştığıdır.
* Deutschlandradio, Çeviri: BYEGM
SON VİDEO HABER
Haber Ara