Murat Aksoy'un röportajı
Gazeteci olarak gündemi takip etmek ve ona müdahil olmak her zaman o kadar zevkli olmuyor. Bu hafta olduğu gibi. Önce Bitlis'in Güroymak ilçesindeki mayının patlaması ile 5'i polis 2'si çocuk 8 şehit, sonra Hakkari'nin Çukurca ilçesinde 8 ayrı noktadan eş zamanlı baskında 24 genç askerin şehit olması 18'inin de yaralanması. Böyle bir gündem üzerine yazmak konuşmak zor hem de çok zor.
Bu saldırıların olduğu gün Türkiye için tarihi bir fırsat olan yeni Anayasa yolunda oluşturulan uzlaşma komisyonunun ilk toplantısı ertelenmedi. Ve Meclis Başkanı Cemil Çiçek, "Bu yoldan dönüş yok," diyerek çok önemli bir çıkış yaptı. Başbakan Erdoğan bu saldırılardan sonra çok önemli bir açıklama yaptı ve "itidal" dedi.
Erdoğan, siyaset zeminini terk etmeyeceği mesajını verdi. Sonra Kürtlere, Kürt seçmenlere, Kürt annelere, Kürt yazarlara, Kürt aydınlara seslendi. Onlardan daha çok ses duymak istedi. Aslına bakarsanız Kürt yazarları ve aydınları konuşuyor, yazıyor, çiziyor. Bunun için PKK tarafından tehdit bile ediliyorlar. Şiddettin haksızlığını, şiddetle sonuç alınmayacağını söylüyorlar. Bunlardan birisi yazar ve çevirmen Muhsin Kızılkaya. Kızılkaya ile son gelişmeleri konuştuk.
Nasıl başlayacağımı bilmiyorum çünkü zor zamanlardayız.
Evet, konuşmanın zor olduğu günlerdeyiz ve belki de en fazla bugünlerde konuşmalıyız. Gencecik çocuklarımız ölüyor ve buna ihtiyarlar karar veriyor. Yıllar önce yazdığım bir yazının başlığı hala aklımda; bu ülkeyi "genç ölüler mezarlığına" çevirdik.
Bu ülke bunu hak etmiyor. PKK'nin şu andaki taleplerinin hiç birisi silahlı mücadeleyi haklı kılmayan taleplerdir. Bu talepler için neden hala karakolları basıyorsun, yollara mayın döşüyorsun; masum insanları, eğlenmeye giden kızları, hamile kadınları "yanlışlıkla" öldürüyorsun?
14 Temmuz'dan sonra ciddi bir değişim var PKK stratejisinde...
PKK'nın yıllar içinde oluşturduğu bir strateji bu. Bu stratejinin adı da devrimci halk savaşı. Bu stalinist jargondan oluşturulmuş bir kavram. Ama uygulama alanı bulmamış. Bunun teorisini Öcalan geliştirmiş. Öcalan yakalandığında bu teorinin adı "demokratik cumhuriyete" evrildi. Sonra "demokratik konfederalizm" oldu, daha sonra da "demokratik özerkliğe" dönüştü.
Aslında bu üç teori birçok açıdan Kandil'in, tabanın kendisine bağlı tutmanın önemli aracı oldu. Öcalan kendince teoriler geliştirirken Kandil'de pratik alana kafa yordu ve tekrar devrimci halk savaşına dönüldü. Eğer Kürt sorununun çözümümde bazı adımlar daha hızlı atılabilseydi bu strateji gündeme gelmeyebilirdi.
Ama ben özellikle 14 Temmuz'dan itibaren hayata geçirilmiş bu stratejinin Öcalan'a rağmen uygulamaya konulduğunu ve bunu yapanların da Kandil'de 1970'lerin sol kültürü ile yetişmiş kadrolar olduğunu düşünüyorum. Onlar içlerinden uhde kalmış "devrim" hayalini hayata geçirmeye çalışıyorlar.
Öcalan'a rağmen mi?
Öcalan'a rağmen. Bana kalırsa Kandil'dekilerin bir kısmı kendi "rüştlerini" ispatlamak için Öcalan'a rağmen bu şiddeti tırmandırdılar.
Karayılan Kandil'de bir fikir ayrılığının olmadığını söyledi ama...
Öyle yazdı ama ben yine de öyle olduğunu düşünmüyorum. Bence Murat Karayılan ve ekibi bu stratejinin çok içinde değil.
Kimdir bu şiddetin mimarları...
Cemil Bayık, Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan, Mustafa Karasu ve Bahoz Erdal. Bu şiddeti tırmandıranlar, Türk solunun geleneği içerisinden gelmiş; Cemil Bayık dışında ikisi Kürtçe bile bilmiyor, biri Suriyeli Kürt.
1970'li yıllarda devrimci halk savaşı ile Türkiye'de devrim yapma düşünü bir biçimde gerçekleştirme yoluna gittikleri görülüyor. Ve 14 Temmuz'dan yaşadığımız bir "son kalkışma". Ama sonuçları kendileri için çok vahim olmaya gebe bir kalkışma.
Biz 27-28 yıllık savaş tarihine baktığımız zaman, aydınların hep devlete söylemeye çalıştığı şey şuydu "bu iş silahla olmuyor". Devlet silahla olmayacağına ikna oldu. Fakat bu sefer PKK bu işin silahla olabileceğine inandı.
PKK o zaman eski devlete mi özendi?
Öyle. 1990'lı yılların başından itibaren herkesin, PKK'nin de dahil olmak üzere şikayet ettiği en büyük şeylerden bir tanesi fail-i meçhul cinayetlerdi, sivillere yönelik alçakça saldırılardı. Bu cinayetlerin işe yarayabileceğini düşündü devlet. O yıllarda derin devlet ve JİTEM bunları gerçekleştiriyordu. Bugün biz bunların aslında Ergenekon denilen yapının parçaları olduğunu artık biliyoruz.
O cinayetlerin, faili meçhullerin işe yaramadığını, zamanla gördüler ve hepsi içeri tıkıldı. Gariptir şimdi aynı cinayet yöntemlerinin benzerini bu sefer PKK uyguluyor.
Yüksekova'da sadece ve sadece kirli sakallı olduğu için polise benziyor diyerek öldürülen mühendis cinayeti mesela. Bu, 1990'lı yıllarda JİTEM'in, yoldan geçerken PKK'li zannettiği adamı vurması, "pekaka" yerine "pekeke" dedi diye kafasına kurşun sıkarak adamları öldürmesine benziyor.
Savaş o yüzden gayri meşru bir araçtır, zamanla düşmanına benzetir seni. Bugün temel görevimiz neredeyse PKK'yi Kürt sorununun silahlı yöntemlerle çözülmeyeceğine ikna etmek oldu.
Bu görevi kim yerine getirebilir?
Bakın Türkiye'de devletin kabuk değişmesine yol açan şey, devletin muhalif saydığı bir kadronun devleti yönetmesi oldu. AK Parti ve Erdoğan bunu başardı. Buradan bakınca PKK'yi değiştirebilecek olan şey sivil alanda siyaset yapan güçler, yani BDP'dir ama BDP bunu yapamaz.
Neden?
Çünkü Türkiye'de modernleşmeden itibaren her şey tersinden olduğu gibi Kürt sorununda da böyle oldu. Siyasi muhalif bir hareketten silahlı mücadele hareketi çıkmadı, silahlı mücadeleden siyasi parti çıktı. Yani bugün BDP, PKK'nin var ettiği bir şeydir. O yüzden PKK'nin dediklerinin dışına çıkamaz.
Bakın 1990'ların başından bugüne yani HEP'den BDP'ye kadar bir çok parti kuruldu. Bugün HEP'ten ya da DEP'ten kaç kişi BDP'de siyaset yapıyor? BDP'nin başındaki Demirtaş kaç yaşında? Oysa PKK'yi kuranlar, Merkez Komite üyelerinin, hayatta olanların neredeyse hepsi yerinde duruyor. Ayrılanlar ve öldürülenler hariç.
Neden?
Kendini dönüştüremiyor, içlerinden aydınların çıkmasına izin vermiyor, hala dünyayı ve hayatı 1970'lerin sol jargonu ile okuyorlar. Öcalan'ı bunlardan ayıran özellik hapishanede entelektüel olarak kendini geliştirmesi olmuştur.
Özellikle neo-marksistlerin eserleri ile. Geliştirdiği tezler de o eserlerden devşirilmiştir. Dağdakiler bu tarz gelişmelerin dışında kaldı. Onlar bir de ortodoks-marksist gelenekten geldikleri için değişmemeyi de erdem saydılar.
BDP'liler siyaseti güçlendirmek için adım atmıyorlar?
Atamazlar. Eğer PKK, BDP'den doğmuş olsaydı işin sahibi BDP olurdu ve bunları konuşurduk. Ama BDP'nin kaynağı PKK olduğu için onun dediği oluyor. BDP ya da diğer örgütler günün birinde PKK yasal alana çekilirse, yasal alanda kullanılmak üzere kurulmuş yapılar. Onun dışında bir anlamı yok.
Bağımsız siyasi parti değil mi?
Yasal olarak böyle ama her durumda muhatabın kendileri değil, İmralı, Kandil olduğunu söylüyorlar. Aslında devlet de bunun farkında.
Nasıl yani?
Bakın sızan MİT-PKK görüşmelerine. Orada PKK'den, KCK'den, Kongra-Gel'den birer temsilci var; BDP'den kimse var mı, yok. Çünkü silahsızlandırma sürecinde işlevi yok BDP'nin o yüzden.
BDP'den çok şey bekliyoruz; acz içine düştüğümüzde de BDP'ye vuruyoruz, kendimizi kandırmayalım. BDP'li arkadaşların hangisi gerçekten PKK kadrolarına yakın insanlar? Hasip Kaplan mı Apocu? Sırrı Sakık mı, Ahmet Türk mü Apocu? Altan Tan mı, Sırrı Süreyya Önder mi Apocu? Ertuğrul Kürkçü mü.. kim?
Son olarak Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir çıkış yaptı. Daha önce her çıkışında geri adım atmıştı, bu kez de öyle olur mu?
PKK şiddet eylemlerini biraz daha tırmandırırsa, insanların vicdanı biraz daha rahatsız olur. Bu eylemleri hiç kimsenin tasvip ettiğini sanmıyorum. Ama ne yazık ki bu coğrafyada politika böyle yapılıyor, sürü psikolojisi egemen her şeye.
Ama biliyorum, birçok Kürt rahatsız, konuşmak istiyor; ben konuştuğum için bana karşı olan tavırlarından biliyorum. Şimdiye kadar tek bir Kürt'ten tek bir kem söz işitmedim. Biraz daha cesaret olsa herkes içindekileri boşaltacak. Hepsi şu soruyu soruyor: Ne
PKK'nın arkasında İran ve Suriye var mı?
Bu soruyu ben de soruyorum kendime. Mesela Murat Karayılan dedi ki, İran'la ateşkes ilan ettik. PJAK İran'da siyasi alana çekildi.
Ben soruyorum; PJAK İran'da niye siyasi alana çekildi? İran'da PJAK'lı 36 milletvekili, 100 belediye başkanı mı var? PJAK'ın dilinde yayımlanan Kürtçe gazetesi mi var? Radyoları, yerel televizyonları mı var? Kürtçe politika yapmak mı serbest?
Bunların hiçbiri yok. Türkiye'de bütün bunlar var. PKK Türkiye'de niye siyasi alana çekilmiyor?
Sanırım Suriye'yle ilgili de sorularınız var...
PKK'nın içinde 1000'e yakın ya da 1000'den fazla Suriyeli militan var. Suriye'de Kürtlerin kimlikleri yok, vatandaş kabul edilmiyorlar, mülk edinme hakları yok, Kürtler Kürtçe bir kitap yayımlarlarsa cezası 12 yıl. Kürtler bir araya gelip hiçbir salon toplantısı yapamıyorlar, hiçbir hakları yok.
Üstelik bu son olaylardan dolayı da Esat yönetimi her gün birçok Kürdü vuruyor, öldürüyor. Peki bu PKK içindeki Suriyeliler oradaki Kürtler için herhangi bir eylem yapmıyor mu? Elbette şiddet eylemi yapsın demiyorum ama PKK'nın Suriye'de Kürtler Baas rejiminden bu kadar baskı altındayken sessiz kalıp, demokratikleşme yolundaki Türkiye'ye karşı devrimci halk savaşı başlatmaları bana manidar geliyor.
Başbakan sizin gibi aydınlara, yazarlara çağrı yaptı. Ama siz zaten konuşuyor ve eleştiriyorsunuz. Hatta tehdit edildiniz bu yüzden...
Ben inandığım şeyi yapıyorum. Zaten insan olmak bunu gerektirir. Sözünüzün kıymeti olduğu zaman, sadece vicdanınız için yaşarsınız. Onun için yalnızsınızdır, marjinalsinizdir. Zaten bizim de sayımız çok az ve dediğiniz gibi konuştuğumuzda da zılgıtı yiyoruz.
Burada bir sorun da şudur; PKK ne yazık ki kendi aydınlarını yaratamadı. Kendi aydınlarını yaratmadığı için, Kürt olup belli bir noktaya gelmiş herkesin otomatik olarak kendisine hizmet etmesini istiyor.
Kendisini Kürtlerin varlık sebebi varsaydığı için diyetinizi ödeyin gibi bir bakışla bakılıyor meseleye. Aydının militan olmasını istiyor. Bugün Kürt aydınlarının yaşadığı şey Türk aydının 1980'lerden 2000'lere kadar yaşadığı şeydir.
Yani...
Onların da devlet demokratikleşmesini istedikleri için başlarına gelmedik kalmadı. Hain ilan edildiler, andıçlandılar, işlerinden oldular, sürgüne gittiler, vuruldular, akla hayale gelmeyecek bir sürü şeyle karşılaştılar. Ama bugün geldiğimiz noktada tarih Türk aydınlarını haklı çıkardı. Ben bizim de haklı çıkacağımızı düşünüyorum.
Siz dahil olmak üzere, Orhan Miroğlu, Şivan Perwer tahdit edildiniz, ROJ TV'de afişe edildiniz...
Burada açık bir haksızlığı ifade etmem gerekiyor. Geçenlerde Baki Gül'ün yaptığı bir programda resimlerimizi Roj TV yayınladılar, bizi "Kürt düşmanı" ilan ettiler.
Yahu öyle şey olur mu? İnsan anasına, babasına, ailesine, akrabasına halkına nasıl düşman olur? Ben kimsenin düşmanı değilim, beni anama, kardeşime, akrabalarıma düşman ilan etmeyin, gerçekten insani olarak da, vicdani olarak da bu haksızlıktır.
Ben silahlı mücadelenin Kürtlere özgürlük getirmeyeceğine inanıyorum, bunu söylüyorum. Bu uğurda yaptığınız bazı eylemlerden utandığımı söylüyorum, tıpkı vakti zamanında devletin size yakın kadroları ensesinden kurşunlayarak öldürdüğü zaman sizin yanınızda durmam gibi...
Siirt, Batman, Ankara, Yüksekova cinayetlerinden "utanmak", onları kınamak, onları "terör eylemi" olarak nitelendirmek, nasıl Kürt halkına düşmanlık oluyor? Tam tersine bunları söylemek insan olmanın gereğidir. Ama ben kendi adıma, bu savaşın haksız bir savaş olduğunu söylemeye devam edeceğim.
PKK vurdukça devletin KCK operasyonlarını yoğunlaştırmasını da doğru bulmuyorum. Hapishaneye tıktığınız her Kürt'ün yerine dağa iki çocuk gidiyor, bunu da görüyor, bunu da söylüyorum.
Onun için çözümün demokrasiden, siyasi müzakereden, demokratik katılımdan, demokratik bir Anayasa'dan geçtiğini söylemeye devam edeceğim. Eğer sözümün bir değeri varsa, söyleyeceklerim sadece bunlar olacak.
Hata nerede peki?
Kürt silahlı hareketi, haklı bir davayı yanlış yöntemle sürdürüyor. Baştan itibaren ne yaptılar? Vakti zamanında köy basıp bir sürü çocuk öldürdüler. Korucu aileleri yok edildi sonra da Abdullah Öcalan çıktı, Murat Karayılan çıktı dedi ki bunlar bizim içimizdeki çetecilerin yaptığı eylemlerdir.
O zaman çeteci olarak nitelendirilen insanların büyük bir kısmı partinin merkez komitesinde yer alıyordu. Ama gün gelecek Bitlis'te, Siirt'te, Ankara'da sivillerin öldürülmesi emrini verenler da yargılanacak, onlar da zaman içinde çeteci ilan edilecek. Çünkü devrimci halk savaşı, halka karşı verilmez.
Şimdi sen eğer ölmüş çocukların kanı üzerine bir özgürlük getireceksen o özgürlüğün kime ne faydası olabilir Allah aşkına? Bütün amaç o çocukları biraz daha mutlu yaşatmak değil midir? O kadınların biraz daha müreffeh bir ortamda çocuklarını doğurmasına yardımcı olmak değil midir?
Onların gelir düzeyini yükseltmek, onları zulümden kurtarmak değil midir? Şimdi ben burada kişisel olarak bir çağrıda bulunuyorum...
Nedir?
PKK, Bağımsız Kürdistan fikrine hemen geri dönsün. Yarından itibaren PKK çıkıp da açıklama yapsın; "Ben Bağımsız Kürdistan istiyorum, onun için savaşıyorum" desin.
Eğer bunu derse ben neden şiddeti arttırdığını anlarım. Silahlı mücadeleyi kazanırsan, devletini kurarsın. Ama sen şu anda Bağımsız Kürdistan gibi bir hedefin yoksa ne diye hala şiddete sarılıyorsun? Sen niye bu insanları öldürüyorsun, ya da neden sana bağlı insanların öldürülmesine sebep oluyorsun?
Demokratik özerklik için değil mi?
Onun içinse demokratik özerkliği ilan etmişsin zaten. O halde ne diye hala silaha başvuruyorsun?
Öcalan'ın serbest bırakılması için mi?
Eğer öyleyse de komik. Yani siz 3 ya da 20 asker fazla öldürdüğünüz zaman Türkiye Cumhuriyeti devleti Abdullah Öcalan'ı serbest bırakalım mı diyecek? Böyle bir şey olabilir mi?
Abdullah Öcalan'ın serbest kalmasının koşulu, Öcalan'ın bu ülkenin barışına yaptığı katkıdan geçtiğini niçin kavramıyorsunuz? Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılması, senin dağdan inmen, demokratik özerkliğin hayata geçirilmesi, Kürtlerin anadilde eğitim hakkına sahip olmasının tümünün yolunun demokratik mücadeleden geçtiğini niye kavramıyorsunuz?
Beş gariban Anadolu çocuğunu öldürdüğünüz zaman Kürtler kendi anadilleri ile eğitim hakkına kavuşmayacaklar. Kaybedeni baştan belli olan bir savaşı niye sürdürüyorsunuz?
Yakın geçmişte oturup konuşabiliyorsan, birbirinize "sayın" diye hitap edebiliyorsanız bize niye savaştığınızı anlatın. Belki PKK farkında olmayabilir ama BDP her şeye rağmen önemli bir şansa sahip.
Nedir o şans?
Yeni Anayasa için oluşturulan Uzlaşma Komisyonu. Bakın 300'ün üzerinde milletvekili olanının da 30 milletvekili olanın da 3'er kişi ile eşit temsil edildiği bir komisyon oluştu.
Aslında bu nedir biliyor musunuz? AK Parti'nin BDP'yi muhatap almasıdır, onunla konuşmasıdır. Bu demokrasi için çok büyük bir şans. O gün BDP'nin de içinde bulunduğu uzlaşma komisyonu toplanacak ve bu memleketin makus talihini yenmek üzere bir adım atılacak.
Sen kalkıyorsun Hakkari'de 24 asker öldürüyorsun. Şimdi sen 24 asker öldürdüğün zaman Anayasa daha mı demokratik olacak?
Olmayacak...
Evet olmayacak. Ama şu var, Kürtlerin Kürt olmaktan dolayı mahrum oldukları hakları var. Kürt meselesi, bir eşitsizlik meselesi ve temel bir insan hakları meselesidir.
İşte yeni Anayasa bu eşitsizliği gidermek için bir şans ve komisyonda 3'er kişi var. Git hakkını, eşitliğini o komisyonda savun.
Neden insanları öldürüyorsun hala? Başta dedim ya birileri gençlik döneminden kalma arzularını hayata geçirmek istiyor. Onlar ihtiyarladı, şimdi olan gençlere oluyor.
Yeni Şafak