Ortadoğu'nun yeni haritası
Ortadoğu'da Arap Baharı'ndan başka devrimler de oluyor. Bölgenin nüfuzlu ülkeleri, ABD ve İsrail hegemonyasına karşı mücadele yarışında... El Hayat'tan Patrick Seale'nin analizi:
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-10-03 11:52:48
Arap baharı, bölgede patlak veren tek devrim değil. Tunus, Mısır ve Libya’daki diktatör yöneticilerin devrilmesi, henüz akıbetleri belirsiz Suriye ve Yemen’de ölü sayısının artması, iktidardan pay isteyen bastırılmış İslamcı hareketlerin yeniden canlanması ve genç devrimcilerin Arap devletinin oluşumu için mücadele etmesi gibi sürpriz gelişmeler, aynı önemde bir başka devrimden dikkatlerin çevrilmesine katkıda bulundu.
Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır ve İran gibi bölgede nüfuzlu ülkeler, ABD ve İsrail’in yarım asırdan fazladır dayatmaya çalıştığı hegemonyaya yönelik meydan okuyor.
ABD’nin büyük hatası
David Ben Gurion İsrail’in bağımsızlığını ilan ettiğinde, ülkenin askeri olarak muhtemel Arap koalisyonundan daha güçlü olması durumunda, milli güvenliğini garanti altına alınabileceğini düşündü. Bu düşünce, İsrail’in güvenlik doktrini oldu. İsrail silahlı güçlerinin yiğitliği ve yanı sıra Fransa ve ABD ile kurduğu dış koalisyonlar sayesinde, istenen hegemonya kurma seviyesine varıldı.
İlk yıllarda İslam hegemonyası, ‘ortaklık’ paktı doktriniyle güçlendi. Bu da Türkiye ve Şah dönemindeki İran gibi Arap olmayan komşu ülkelerle stratejik koalisyonlar kurarak, Arapları nötr hale getirme girişimiydi. Mısır’la imzalanan barış anlaşması, son otuz yılda aktif güç kaynağı olmuş en güçlü Arap ülkesini uzaklaştırdı.
Sovyetler’in çöküşü, Arap saflarında kaosun yayılmasına destek oldu. İsrail destekçisi Amerikalılar, ABD hükümetindeki her kuruma ve özellikle de kongreye girme yönünde büyük başarı elde etti; ABD ve İsrail çıkarlarının uyumlu olduğu ve koalisyonlarının sarsılamayacağı yönünde mesaj gönderdi. Geçen 40 yıl boyunca ABD, İsrail’e mali ve askeri desteğin yanı sıra diplomatik ve siyasi destek de verdi.
Hatta 11 Eylül saldırıları bile Amerikan kamuoyunun, Filistin direnişinin ABD’nin yaşadığından farklı olmayan bir terör oluşturduğuna ikna edilmesi sayesinde İsrail’e yaradı. Sonrasında oğul Bush, yeni muhafazakârların yönetiminde Irak’ın uydurma gerekçelerle işgal edilmesiyle Amerikan dış politikasını askerileştirdi.
Başkan yardımcısının ofisinde, Saddam Irakı’nın İsrail için oluşturacağı tehlikeyi uzaklaştırmaya çalıştılar. Ayrıca ABD, nükleer faaliyetleri sebebiyle İran’a karşı sert yaptırımların yanı sıra Staksnt virüsünün İran bilgisayarlarına sokulması gibi Amerikan-İsrail ortak yıkım operasyonlarıyla, İsrail’in bölgesel nükleer tekelini korumaya çalıştı. Washington, İsrail’in İranlı bilim adamlarına yönelik suikastlarını görmezden geldi.
ABD’nin Ortadoğu’daki barış ve istikrara zarar veren en büyük hatası, İsrail’in Filistin topraklarını işgalini sürdürmesine göz yumması oldu. Bu politikalar, Arap ve İslam dünyasında İsrail’e karşı büyük nefret ve onu koruyan süper güç ABD’ye karşı büyük öfke oluşturdu.
Bölgenin nüfuzlu ülkelerinde bugün, bu politikalara karşı bir devrime tanıklık ediyoruz. Fiili olarak Amerikan ve İsrail hegemonyasına karşı bir devrime hazırlayan bu durum, Arap baharıyla paralel önem taşıyor. Bu bölgesel güçler, “Bundan sonra Filistin sorunu ihmal edilemez” demeye getiren bir mesaj gönderiyor.
Zira artık Batı Şeria toprakları üzerindeki İsrail istilasına ve Gazze’deki ablukaya nihai son vermek gerek. Ayrıca Filistinlilere kendi özel devletlerini kurma fırsatı verilmeli. Zira bu sorun, artık dünyanın vicdanına ağır geliyor.
Türkiye, uzun dönem stratejik ortaklığından sonra İsrail’le ilişkilerini kesti. Başbakan Erdoğan, ‘Batı’nın şımarık çocuğu’ diyerek İsrail’i kınadı ve Kahire’deki konuşmasında, İsrail’i ‘yaptığı saldırıların ve suçlarının bedelini ödeyeceği’ yönünde uyardı.
Filistinlilere BM’de desteğini ifade ederek bunun bir tercih değil, görev olduğunu ifade etti. Keza Suudi kraliyet ailesinin ferdi ve eski istihbarat başkanı olan Prens Turki Faysal da Filistinlilerin devlet olarak tanınma girişimini veto etmesi halinde, ABD’nin müttefikini kaybedeceği uyarısında bulundu.
Suudiler zincirlerini kırıyor
Son günlerde 1979’da ABD arabuluculuğuyla imzalanan ve İsrail’in bölgesel hegemonyasını derinleştiren İsrail-Mısır anlaşması, Mısır’da açık eleştirilere maruz kaldı.
Mısır Başbakanı İsam Şeref, anlaşmanın ‘kutsal bir kitap’ olmadığını ve gözden geçirilmesi gerektiğini açıkladı.
Mısır cumhurbaşkanlığının önemli adayı Amr Musa da Mısır güçlerinin Sina’ya konuşlanması için anlaşmada yer alan askeri eklerin gözden geçirilmesi çağrısında bulundu.
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad ise ABD ve İsrail’i sürekli olarak kınıyor. İran’la diyalog kurmaktaki başarısızlık ve Körfez bölgesindeki güvenlik yapısına alınması için çalışmak yerine bütün dünya için tehlike olarak görülmesi, ABD Başkanı Barack Obama’nın skandal politikalarından birini oluşturdu.
Görünen o ki eski uygarlıklara sahip Türkiye, İran ve Mısır, İsrail’in ortaya çıkışına karşı kendi haklarını savunuyor. Ayrıca bölgenin petrol ve mali devi sayılan Suudi Arabistan da ABD koalisyonu zincirlerinden kurtuluyor.
İsrail, sanık sandalyesinde oturuyor. Mesajları dikkate mi alacak, yoksa bu mesajları taşıyanları öldürecek mi? Ülkenin geçmişine baktığımızda, içinde bulunduğu yalnızlıktan çıkmak ve bölge istikrarını bozmak için tüm çabasını harcayacağını söyleyebiliriz.
ABD ise tamamen İsrail çıkarlarına bağlanmış durumda. Ayrıca Arap-İsrail barış girişiminde uzun dönem hatırı sayılır bir sonuç elde edilmemesine yol açan öncü rolünü de bıraktı. Obama’nın hayal kırıklığı büyük, fakat başka şahıslar da sorumluluğu üstlenmeli.
Birçok kişi, zorlama diplomasiyi kullanarak krizin tehlikeli duvarını yıkma zamanı geldiğini düşünüyor. Acaba Avrupa, bu meydan okumayı omuzlarına alır mı?
* Londra’da Arapça yayımlanan el Hayat gazetesi, Tercüme: Radikal
SON VİDEO HABER
Haber Ara