Onlar ne Türkler, ne de Alman!
Nevzat Bayhan, Almanya'ya göçün 50. yılında, Türklerin ne Türkiye'ye ne de Almanya'ya ait olamayan taraflarıyla arafta kalmışlıklarını irdeliyor.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-10-03 08:25:06
Mevlânâ'nın Pergel örneğinden yola çıktığımızda, "araf" kavramının tarifi yerli yerine oturmaktadır. Çünkü ayağını sabit bir noktaya koymuşluk, seyri de bir devri daime ve "ibret" alanına çevirebilmektedir. İki ayağın birden hareket ettiği an, "araf"ın da kesişim kümesi olarak belirdiği vakittir.
Bu çerçevede her kavram için böylesi bir diyalektiği düşünmek mümkündür. Bu tefekkür biçiminin güzergâhında, insanoğlunun yerel ile küresel arasındaki sınırda yaşadığı şok, kültürel bakımdan tartışabileceğimiz oldukça güncel bir kavramdır. Bu güncelliğin bir başka tarafı ise Almanya'ya Türkiye'den giden ilk göç kafilesinin üzerinden 50 yılın geçmiş olmasıdır.
Bugün, 50 yıl öncesinin nostaljisini yaparken, giden insanların yaşadıkları kültürel şoku, her türden yazma gayretinin de kifayetsiz olduğunun farkındayız. Ancak bugün daha çok hayatımıza aldığımız bu "şok"ların bilinçli bir tarifini yapmak için bu "güncel"likler vesile olacaktır.
Çünkü sınırlarını yitirmiş ülkeleriyle, kendini ve okyanusu aşmış insanlarıyla, her gün daha hızlanan ve bereketsizleşen zamanı, gittikçe anlamını yitiren mekânlarıyla "garip" bir süreçte yaşıyoruz. Homojenite yerini heterojeniteye bırakmış, "safkan" düşünce yerini "renkliliğe", millilik ise evrenselliğe evrilerek, çeşitlenen, başkalaşan, çok örnekli bir çığırın takipçisi olmuş, daha önceleri hayalleri köy, belde, şehrin ufkuyla sınırlanmış insanoğlu, bu dönemde aynı gün içinde dört iklimi, birkaç saat dilimini yaşayacak kadar hızlı hareket edebilme kabiliyetine kavuşmuş, çeşitli vesilelerle doğduğu coğrafyanın çok uzağında yaşamak durumunda kalmıştır.
Böylece farklı, köken, kültür ve inançlara sahip insanlar, birlikte yaşama ortamları oluşturarak, farklılıkların uyum(suzluk) içinde dansına şahitlik etmektedirler.
İşte böyle bir dünyada, yemek, örf adet, dil, inanç, iklim gibi etkenler, adeta genetiğine sinmiş veya kodlanmış davranışlardan farklı yaşantılarla karşılaşan, özellikle gelişim çağındaki gençler "kültürel şok"la sarsılabilmektedir. Kültürel değerler, normlar, varsayımlar ve inançlar insanın ruhuna, davranış ve düşüncelerine etki eden doğuştan gelen vazgeçilmez değerlerdir.
Bu değerlerin önemsenmediği, dışlandığı, horlandığı yahut da yaşanmasına fırsat verilmediği ortamlarda kişilerde davranış bozuklukları ortaya çıkacaktır. Bir insanın yeni bir kültürle karşılaştığında sergilediği "gayr-i iradi", gergin, şaşkın, kırgın ve sukut-u hayal ürünü davranış biçimi olarak ifade edeceğimiz kültürel şok, iletişim zorluğunun, yaşanılan toplumla entegre olamamanın, kendisini yeni toplumda değersiz görmenin bir sonucudur.
Başta iklim, konuşulan dil, hayat içinde kullanılan araç-gereçler, ölçü birimleri, farklı insanlar ve farklı davranış biçimleri, kolay alışılacak durumlar değildir. Bünyeden bünyeye, ülkeden ülkeye değişkenlik gösteren uyum, süresi içinde muhakkak bir vaka olarak ele alınmalı ve bireylere gerekli sosyal destek sağlanmalıdır.
Olmadığı takdirde kültürel alanın nasıl biyolojik ve psikolojik sorunlar ortaya çıkardığı da malumdur. Aşırı derecede memleket ve ev hasreti, yeni yere karşı duyarsızlık, konuşulan dile olan isteksizlik, yalnız kalma eğilimi, sürekli ağlama, tedirgin ve endişeli olma, düzensiz uyku, aşırı yemek yeme veya hiç yememe, baş ve karın ağrıları çekme, yorgunluk hissi, konuşmama, düşmanca hareketler sergileme, yeni kültürü suçlama, çevreyi kötüleme, işine odaklanamama, isyan olarak bu psikolojisini ortaya koyma gibi belirtiler hissedilince veya tespit edilince kültürel şok başlamış ve ilerlemiş demektir.
Kültürel şokun seyri
Hareketli bir hayat yaşayan insanoğlu, sık seyahatler yapmakta ve değişik amaç ve sürelerle farklı coğrafyalara misafir olmaktadır. Bu hareketleri sadece ülkeler arasında düşünmek yerine aynı ülkede şehirden şehre yahut da aynı şehirde semtten semte, hatta mahalleden mahalleye olan yer değiştirmelerde kültürel şok yaşanabilmektedir. Bunu tespit etmek mümkündür. Araştırmalar bu konaklamalardaki sürecin dört aşamada geliştiğini ortaya koymaktadır. İlk karşılaşmanın verdiği fırsatlar, yeni simalar ve farklı davranışlar insanlarda yepyeni heyecanlara vesile olur. Merak, keşfetme, yeni bir tecrübe kazanma, meşguliyet, farklı görme ve(ya) görünme duygusu, yöre yabancısı kişide neşeli ruh haletine vesile olur. Çok çabuk geçecek olan bu dönem, yaşanan ilk hayal kırıklığı, zorlanma, çaresizlik ile son bulacaktır.
Yaşanan ilk mutsuzluk, kalınan mekânın cazibesini yitirmesine, heyecanın bitmesine, neşenin kaybolmasına yol açarken kısa bir süre sonra yerini endişeye bırakır. Bu duygu, kişide asap bozukluğuna ve yaptığı işten, gezdiği yerden, aldığı gıdadan, karşılaştığı manzaradan tedirgin olmasına sebep olur.
Vücut dili işaretleri, deyimler, konuşma tonu, dil nüansları gibi iletişim zorluklarına, adaptasyonun yol açtığı uykusuzluk, gün ışığı farkı, uyuşukluk, insanların önünde ciddi engel haline gelebilir, onları ümitsizliğe atabilir. Bu süreçte kişiler yaşama durumunda oldukları yeri yavaş yavaş idrak etmeye, çevreye alışmaya, duygusallıktan tedrici bir şekilde kurtularak gerçekleri, yaşadıkları çevreyi anlamaya başlarlar.
Kabullenme veya hazmetme dönemi
Bu noktaya ulaşmak oldukça zor olmasına rağmen sosyal destek ile yukarıdaki üç basamak hızlandırılabilir ve bu sendrom atlatılabilir. Bu dönem kişinin başta yadırgadığı, sonra kaygı duyduğu, ürperdiği, çekindiği ve ümitsizliğe düştüğü faktörleri kabullenmesi ile başlayarak biyopsikososyal yapısı üzerinde etkili olur ve insanoğlu artık geldiği bu coğrafyanın parçası olduğunu kabul eder. Bu noktadan sonra "aidiyet hissi" sosyal çevre tarafından da hissedilerek olumlu karşılık bulur. Artık fert toplum potasında benliğini bularak güven içinde yaşamaya başlar.
Ana çizgilerde dört safhada seyreden kültürel şok kişiden kişiye, bölgeden bölgeye, yöreden yöreye, toplumdan topluma farklı zaman diliminde gelişebilir. Hatta ara safhalar bile söz konusu olabildiği gibi, bir önceki evreye dönüşler yaşanabilir. Onun için şok dönemlerinin zamanında tespiti ve gerekli tedbirlerin alınması, abartıya da gidilmeden tabii seyri içinde hızlandırılarak, yaşanacak hasar azaltılarak atlatılabilir. Çünkü kültür şokunun şiddeti, kişinin kendi kültürüyle yaşamayı planladığı kültür arasındaki farkın boyutuyla doğru orantılıdır. Dolayısıyla etkisi bu iki kültürü veya beklenti düzeyini birlikte yaşanacak bir düzleme oturtmakla ortadan kaldırılabilir.
Müstakil bir kurumsal yapı
Genç nesilleriyle varlıklarını devam ettirecek olan milletler, geleceklerini teminat altına almak için paha biçilmez hazine olan eğitim, kültür, irade sağlamlığı, ahlâk ve fazilet sermayelerini çok iyi korumak, kollamak ve geliştirmek zorundadırlar. Güçlü devlet vatandaşı nerede ve hangi ve şartlarda olursa olsun, onu önemseyen sıkıntılarını gideren, hayatını kolaylaştıran ve ondan istifade etmeyi bilen devlettir.
Özellikle tahsil için farklı dillerin konuşulduğu, farklı kültürlerin yaşandığı coğrafyalara gidecek olan gençlerin, o toplumla uyumsuzluk yaşamaması için toplum bireyleri ile diyaloğa geçmesi gerekir. Bu iletişimi sağlayacak olan ise kültür ve lisandır. Gitmeden o ülke dilinin asgari düzeyde öğrenilmesi, değer yargılarının okunup insanların rahatsızlık duyacağı tavır davranışlara dikkat edilmesi, sosyokültürel öncelikleri algılaması hayatı ve başarıyı kolaylaştıracaktır. Bu konuda gerek sivil toplum kuruluşları gerekse de devletin ilgili kurumlarının gerekli ve doğru desteği sağlaması gerekir.
Çünkü her sene binlerce gencimiz, eğitim, gezme, görev veya çalışma amacıyla yurtdışına gitmekte, neredeyse ülkede yaşayan nüfusun üçte biri yani milyonlarca vatandaşımız memleketlerinden uzakta hayatlarını idame ve ikame etmektedir. İşi yurtdışındaki vatandaşlarımız ve yurtdışına gidecek olan insanlarımızın eğitim, uyum, sağlık, istihdam, yatırım, entegrasyon gibi maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayacak, Türkiye'deki haklarını koruyacak, onları iyi doğru-güzel hedeflere yönlendirip destekleyecek olan bir kurumsal yapının (Bakanlık veya müsteşarlık gibi) oluşturulması geleceğimiz ve son zamanlarda yüklenen misyon adına çok faydalı bir hizmet olacaktı diye düşünüyorum.
Böylesi yüksek bir merci hem nerede olursa olsun insanımıza verdiğimiz önemi ortaya koyacak hem de kültürel şok, asimilasyon, yozlaşma gibi arzu edilmeyen durumları uzmanlıkla bertaraf edecek özenilir, özenilir ve birlikte yaşanılır bir toplumun bireyleri dünyanın her tarafında özgüvenle arz-ı endam edecektir.
"Altın Kafes"in bile unutulmasına engel olamadığı ülkesinden ayrılarak yeni bir kültürde yaşamaya başlamak, sağlam bir irade ve sabır gerektiren zorlu bir vetire olmasının yanı sıra yer değiştirenin maddi ve manevi gelişmesini ve öğrenmesini ve kişiliğini daha yakından tanımasını sağlayan önemli bir fırsattır.
Bu şok dönemine hazırlıklı olmak, süreçlerini ve dönemlerini iyi bilerek gerekli iyileştirmeleri yapmak, endişe verici bu durumu kültürel birikim için bir şansa dönüştürebilir. Uluslararası tecrübe, gelecekte aşılması gereken engellerin geçilmesini kolaylaştıracak, paha biçilmez becerileri kazandırabilir.
Dünyayı sevdalarıyla çemenzara, barış-kardeşlik seyyaresine dönüştürmeye ant içmiş ve hayatları büyük ölçüde yurtdışında zorluklarla geçmiş ışık süvarilerine Hocamızın dediği gibi;
Bizler dünyamıza, îman, insan ve hürriyet sevgisinden örülmüş yepyeni bir ruh kazandırma ve bu esaslar üzerinde neşv ü nemâ bulmuş, gelişmiş mübarek bir ağacın mânâ köklerinin safveti ölçüsünde ve o köklerle irtibatlı olarak yeni sürgünlere zemin hazırlama mes'uliyeti altındayız... herkeste, nefsini toplumun hizmetine adama duygusu öne çıkacak.. vazife taksimi ve karşılıklı yardımlaşma düşüncesi yeniden canlanacak.. İşveren-işçi, ağa-köylü, memur-sokaktaki insan, ev sahibi-kiracı, sanatkâr-sanatsever, müvekkil-vekil, muallim-talebe bir vâhidin değişik yüzleri olma hususiyetiyle bir kere daha ortaya çıkacak ve birkaç asırlık beklentilerimiz bir bir gerçekleşecektir.
İnsanımızın değerlerini koruyup, itibar görerek yaşadığı yabancı ortama uyum sağlaması, insan onuru ve gururu için vazgeçilmez bir durumdur. Kendi sosyokültürel değerlerini kaybetmeden, diğer kültürü de öğrenerek, ona değer vererek yük olma yerine ona katkı sağlayarak gerçekleştirilecek olan entegrasyon, hem o ülke insanını rahatlatacak hem de orada yaşamayı kolaylaştıracaktır. Her insana düşen, farklı kültürlere saygı duymak ve o kültür mensuplarıyla empati yapmak, onları anlamaya çalışmaktır.
50 yıl önce yaşanan "göç"ün laboratuvarında karşılaşacağımız ve çoğunu birebir bildiğimiz "kültürel şok"lar, bugün bu alana nasıl bir perspektif ve derinlik getireceğimizin de rotasını belirleyecektir.
Bu güzergâh, şoklanmış kültür ile kültürel şokları da ayıklamamızı gerektirecektir.
Hangi (t)araftayız?..
Zaman
SON VİDEO HABER
Haber Ara