8 Ağustos 2011 tarihi, Makedonya Cumhuriyeti'nin 20. bağımsızlık yıldönümüydü. Bu 20 yıl içerisinde 2001 yılı, bir nevi "Arnavut Baharı" olarak bağımsızlık gelişmelerine damgasını vurmuştu.
Kosova'da başlayan hareket 3 yıl zarfında Makedonya'ya da sıçramıştı. Aslında, bunu Makedonya'da bir çatışma olarak görenler, böyle bir olayın Makedonya toplumunun demokratikleşmesine yol açtığını görememişlerdir.
8 Ağustos 2011 tarihindeki resmî kutlamalara katılmayan Arnavut liderlerin mesajları açıktı: Makedonya günümüze kadar Ohri Çerçeve Anlaşması'nın gerektirdiği hiçbir demokratik adımı atmadığı için katılım olmayacaktı; ancak tebrikler iletilmişti.
Makedonya Cumhuriyeti'ni anayasal isimle ilk olarak tanıyan ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olması hasebiyle, belki de Türkiye'nin bu kutlamalara en üst düzeyde davet edilmesi bir nevi manevî borç olarak tarafımdan telakki edilmekteydi. Ancak, bu olmadı.
Makedonya Devleti yetkilileri böyle bir nezaket davranışında bulunsalardı, yine bu tür davranışın Makedonya'nın lehinde olacağı tahmin edilmeliydi. Oysa, Makedonya Cumhuriyeti Dışişleri yetkililerinin, büyük bir ihtimalle günümüzde Türkiye'nin yıldızının uluslararası düzeyde parladığını göremedikleri veya tahmin edemedikleri bir gerçektir.
Başbakan'ın "Arap Baharı"nın fiili sonuçlar ürettiği üç ülkeyi ziyaret ederek BM toplantılarına katılması, Türkiye gündemini dünya gündemiyle örtüştürdü ve tartışmaların merkezine oturttu. Somali, Mısır, Tunus ve Libya ziyaretlerinin sağladığı mukayeseli üstünlük BM görüşmelerinde, gündeminde ve kulislerinde kendisini epeyce hissettirdi...
Hülâsası, "BM düzeninin" yapısal ve siyasi sorunlarını bir kenara not ederek, eğer BM toplantılarından ciddiye alınabilecek neticeler bekleniyorsa, Türkiye, büyük ölçüde gündemin BM ve uluslararası düzeyde arzuladığı şekilde oluşmasını sağlamış oldu. (Konuyla ilgili SETA.org adresinde Taha Özhan'ın "BM'de farklı bir Türkiye" makalesine bakılabilir.)
Makedonya-Yunanistan arasındaki isim tartışması konusunda özellikle Türkiye'nin bölgede atabileceği ilginç ve dinamik adımlarının olabileceği aşikârdır. Makedonya problemi için bölgesel ve küresel aktörler, Makedonya'nın meşru siyasi talepleri karşısında statüko ve değişim arasında sıkışıp kalmışlardır.
Bunu göremeyen Makedon yetkililer, bölgesel ve küresel bir aktör olarak Türkiye'nin neler yapabileceği konusunu da algılamakta zorluk çekmektedirler. Başbakan'ın Makedonya'ya yapacağı bu ziyaret Makedonya'nın dış siyaseti için bir fırsat olarak telakki edilmeli, ekonomik yönden sıkışıp ortada kalmış olan Yunanistan'ın önüne Makedonya-Türkiye ilişkileri sergilenmelidir.
Reformdan sonra 'hangi Makedonya'?
Makedonya-Türkiye ilişkilerinin siyasî, ilmî ve kültürel parametrelerinin bağımsızlıktan bu yana 20 yıl süresi içerisinde nasıl şekilleneceğini önümüzdeki yıllarda görmemiz mümkündür.
Söz konusu alanlar ve ilişkiler, dinamik ve çok yönlü bir süreç olduğu için, buna geçmeden önce bir adım geri çekilip, "Makedonya nedir?", "Makedonya'da Müslüman toplumun rolü var mı?", "Türkiye için Makedonya neyi ifade ediyor?", "Makedonya'nın İslâm algısı nedir?", "Türkiye bizim için nedir?" gibi sorular üzerinde durmamız gerekiyor.
Makedonya'daki Müslüman akademisyenlerin ve siyasi elitin bu tür sorular etrafında başlatacağı kolektif bir tartışma, bizi Makedonya-Türkiye ilişkileri çerçevesinde memleketimizdeki Müslüman kimliği ile tanınan Arnavutlar, Türkler ve diğer Müslüman milletler konusunda daha derinlikli bir kavrayış biçimine kavuşmamızı sağlayacaktır.
1900'den beri "Makedonya'da reform dönemi" ya da "Makedonya sorunu" şeklinde gündemimizde olan Makedonya, bugün neyi temsil ediyor? Üsküp, fetih yılı olan 1392'den başlayarak 1913 yılına kadar Makedonya'nın tarihi çelişkilerle sürekli evrildiğine göre, günümüzdeki Türkiye bugün hangi Makedonya'yı kendine muhatap olarak kabul etmektedir?
1913 sonrası Makedonya'da büyük bir medeniyetin temsilcisi olan Müslüman toplum hangi Türkiye'ye doğru yöneliyor? 1918'den bu yana Doğu ve Batı Makedonya'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne göçü teşvik eden Makedonya içerisinde 'BİZ' diyebileceğimiz bir şeyden bahsedebilir miyiz?
Başbakan'ın Makedonya ziyareti öncesinde Makedonya'daki realite bu ilişkilerin sağlam bir zemin üzerinde durmasını sağlayabilecek faktörlerin gerçekten oluşup-oluşmadığı konusu tartışılabilir.
İktidardaki Vmro Dpmne, her geçen gün Makedonya toplumunu kendi mahalle baskısı altında tutmaya çalışmaktadır. Günden güne ilerleyen Makedon milliyetçiliği, Makedonya iktidarının uluslararası ilişkilerde gücünü kaybettirmeye yöneliktir.
20 yıl önce Yugoslavya'dan ayrılarak bağımsızlığını ilân eden bu küçücük ülke, etnik oluşumu açısından Yugoslavya'dan hiç farklı değildir. İçinde barındırdığı Makedon, Arnavut, Türk, Sırp, Boşnak, Bulgar, Roman kökenli etnik gruplar arasında sadece Makedon milliyetçilik kavramının destek bulması, Makedonya'nın istikrarına yardımcı olamaz.
Başkent Üsküp'ün merkezindeki yeni düzenlemeler, şehir merkezindeki büst tartışmaları, Vardar Köprüsü'nün Jüstinien köprüsü olarak tanıtılması, Üsküp Türk Kalesi'nin içinde kilise inşa edilmesi ve benzerî olaylara iktidar tarafından yardımcı olunmasıyla, Üsküp'teki mevcut iktidar günümüzdeki Makedonya-Türkiye ilişkilerine yeni bir hız kazandırabilecek seviyede değildir.
Makedonya'da 1392'den bu yana oluşan Osmanlı kültürüne karşı resmî iktidarın ortaya koyduğu yanlış tavırları Türkiye yetkilileri önünde sergilemekten çekineceklerdir.
Üsküp'ün tam ortasında bulunan Vardar'ın ayırdığı iki bölgede yaşayan etnik grupların karşısında, şehrin bir tarafı gül-i gülistan, diğer tarafı da geri kalmışlık sembolü olarak açıkça izlenmektedir.
Geri kalmış şehrin sakinleri, Osmanlı döneminden bu yana bu güzel şehre:
o zaman belki bu tatsız ve pürüzlü üslûp
ile yazdımsa bu şi'ri, irâdem meslûp
size bir hâtıra şayet kalacaksa, ne şeref
ah, eğer bizlere mesken kalacaksa Üsküp
dizeleriyle hitap etmektedirler.
Bağımsız Makedonya Devleti'nin mahalle baskısına maruz kalan bu insanlar, günümüzde burayı ziyaret edecek olan Başbakan Erdoğan ve onun atacağı muhtemel adımlar sayesinde ümit dolu günler yaşamaktadırlar.
Türkiye'den beklentiler
Makedonya ve onun temsil ettiği medeniyet hakkında konuşurken, büyük genellemelere dayanan paket cevapların açıklayıcı olmadığı düşünülmektedir.
Makedonya'nın bugünkü anlamıyla Makedonya Cumhuriyeti haline gelmesi, İslâm'la olan tarihinden bağımsız düşünülemez. Bununla sadece geç dönemlerde ve özellikle demokratik döneme geçişte meydana gelen bir kısım hadiselerin ortaya çıkışındaki belirleyici rolünü kastetmiyorum.
Bu hadiselerin söz konusu sürece etkisi sanıldığından daha dolaylı olmuştur ve büyük bir başarının da elde edildiği söylenemez. Burada neyin kastedildiği şu örnekle açıklanabilir:
Ohri'deki fizik tedavi hastanesinin avlusunda Sv. Erazmo Kilisesi yapıldığı dönemde (Vmro Dpmne iktidarı dönemi), o kilisenin yanında küçük bir mescidin de yapılmasını yazmak veya teklif etmek bile mümkün değildir.
Demokratik bir dönemde Makedonya dağlarının tepeleri muhtelif yerlerde haçlarla donatılırken, sadece bir dağın tepesinde buna benzer bir Müslüman simgesini düşünmek bile suç sayılmaktadır. Üsküp'ün Vodno tepesinde dikilen haç vasıtasıyla "Üsküp bizimdir, sizler Evliya Çelebi'nin kaydettiği o Üsküp'ü unutun" mesajı verilmektedir.
Makedonya'daki mahalle baskısına maruz kalan bu insanların beklentilerinde çok mütevazı noktalar mevcuttur: Mısır, Tunus ve Libya'ya giden Başbakan'ın yanındaki benzer işadamlarının bu ziyarette de bir kısmının bulunması, Üsküp, Kalkandelen, Gostivar, Debre, Ohri, Struga ve benzeri bölgelerdeki insanımıza bu işadamları vasıtasıyla yapılabilecek olan yatırımların var olması, Üsküp'teki Balkan Üniversitesi'nin çalışmalarına hız kazandırarak Türkiye'deki üniversitelerin seviyesine ulaştırılması, Makedonya'daki muhtelif ihalelere Türkiye menşeli şirketlerin büyük ölçüde katılımı, büyük bir ihtimalle 1913'ten bu yana ihmal edilen bu topluma bir nevi ümit sahneleri sergileyecektir.
Sadece bu şekilde Makedonya'dan Türkiye'ye teşvik edilen göçler durdurulacak ve Rumeli'nin en sâdık bölgesi olan Makedonya havzasındaki Osmanlı torunlarına ait Balkanlar'daki ilişkilerin siyasî, ilmî ve kültürel parametrelerini şekillendirmede başarılı olacaklardır.
Önümüzdeki birkaç yıl zarfında AB üyeliğine doğru giden Makedonya Cumhuriyeti'nde Türkiye tarafından atılacak olan ilmî, iktisadî ve kültürel adımlar hem Türkiye açısından hem de Makedonya'daki Müslüman kesim açısından kazançlı bir durum ortaya çıkaracaktır.
Ancak bu şekilde Makedonya'daki Arnavut siyasî elitin statüko tercihlerinin yanlış olduğunu ve bu tür bir atılım sayesinde Türkiye'yi bölgede haklı ve güçlü bir aktör pozisyonuna sevk edeceği aşikârdır.
Arnavut siyasî elitin son yıllarda yürüttüğü politikalarla bir yere gidilemeyeceği anlaşılmış olmasına rağmen, çaresizlik içerisinde kalan bölge halkının meşru talepleri ve ihtiyaçları statüko ve değişim arasında sıkışmaktadır. Bu değişimin bölgesel ve küresel aktör olan Türkiye tarafından yapılması Türkiye'yi hem meşru hem de haklı bir pozisyona sokmaktadır.
* Zaman