Dolar

34,9481

Euro

36,7966

Altın

3.001,51

Bist

10.030,66

Suriye rejimi nerede aldandı?

Halihazırda Suriye’de insani kriz ürkütücü boyutlara ulaştı. Gerçek anlamda bir dram yaşanıyor. Birçok şehirde elektrik ve suyu kestiler. Temel gıda maddelerini bulmak zorlaştı. Yaralananlar hastanelere gidemiyor.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-09-23 23:33:37

Suriye rejimi nerede aldandı?


Sebahattin Arslan / TİMETURK

Suriye rejiminin en başından beri ıslahat yapacağı yerde halkına çok sert müdahale ettiğini gördük. Bu acımasızca saldırılara önce halkı şaşırmış sonra da Suriye dışında vicdanı olan bütün insanlar hayret etmişti. Biz bu yazımızda Suriye rejiminin neden halkına karşı çok sert davrandığı üzerinde duracağız.

Öncelikle Tunus ve Mısır liderlerinin, halk ayaklanmaları başladığı zaman bu boyutta büyük bir ayaklanmayı asla beklemediklerini gördük. Bu kadar büyük çaptaki bir ayaklanma karşısında Zeynelabidin bin Ali ile Hüsnü Mübarek ne tür bir güç kullanacaklarına karar vermede (mazilerine göre)  yavaş davrandılar. Yemen lideri Ali Abdullah Salih de başlangıçta halkı tehdit etmekle birlikte, halka karşı ne yapacağı konusunda ikileme girdi. Libya’da Kaddafi ise halk ayaklanmalarının kendi ülkesine ulaşmayacağını düşünüyordu. Bu düşüncesine gerçekten inanıyordu. Doğrusu birçok analist için de Libya halkının ayaklanması sürpriz oldu. Bu nedenle Kaddafi’nin de ayaklanmalar baş gösterdiğinde buna hazırlıklı olduğunu söylemek zor.

Suriye’de Beşşar Esad’ı da yöneten Baas Partisi Yüksek Konseyi Tunus, Mısır, Yemen ve Libya’dan iyi ders aldığını düşünerek yetmişli seksenli yılların köhne metodunu uygulamaya çalıştı. Suriye yönetimi yukarıda saydığımız ülkelerin yönetimlerinin halk ayaklanmalarında halkı sindirmede kararlı ve hızlı davranmadıklarını düşünerek bu ülkelerin yöneticilerinin ayaklanmaları bastırmada hata yaptıklarına inanıyordu. Suriye rejimi, halk gösterileri kararlılıkla ve şiddetle dağıtılır, gerekirse gösterilere katılan veya katılmayan halkın bir kısmı yok edilirse, halkın sindirilmiş olacağına inanıyordu. Bu nedenle Hama gibi hala hatırası insanların hafızasında canlı olan şehirlere rejimin bütün silahlarıyla saldırır, önüne geleni öldürürse, Suriye’deki geri kalan bütün şehir ve kasabaları susturabilir düşüncesiyle, Hama’ya çok acımasızca saldırdı. Ayaklanan halka merhamet gösterilemeyeceğini, bu saldırılarla iyi anlatmak gerektiğini düşünüyorlardı.

Rejim halk ayaklanmalarının yaşandığı diğer ülkelerin olaylara kararlı ve şiddetle karşılık vermedikleri için, hızla yıkıldıklarını düşünüyordu.
.
Bu nedenle Der’a şehrinde halk, yerel yöneticilerin yanlışlarını protesto etmek ve görevlerinden alınması için sokağa çıkıp talepte bulunmaya başladıkları zaman, hiç ummadıkları bir tepkiyle karşılaştılar.

Der’a’da halkın ayaklanmasına karşı rejimin çok sert karşılık vermesi, Humus’un Der’a halkıyla dayanışma amacıyla gösteri yapmasına neden oldu. Humuslu göstericilere rejimin bütün gücüyle saldırması, Şam’ın bazı bölgelerinin Humus ve Der’a halkı ile dayanışma ismiyle gösteri yapmalarına neden oldu. Yeniden Der’a, Humus ve Şam’a sert müdahalelerde bulunulması üzerine Hamalılar da dayanışmaya katıldılar. Hama’ya ağır silahlarla ve tanklarla saldırılması nedeniyle Suriye’nin birçok şehir ve kasabasında daha sert gösteriler başladı ve yayıldı.

Suriye halkının rejime karşı ayaklanıp diğer Arap ülkelerindeki halkların istediği gibi rejimin gitmesi konusunda bir planı veya programı yoktu. Rejimin gitmesini Suriye halkı her zaman temenni ediyordu. Ancak bu olaylarda halkın önceden bir merkez tarafından hazırlanmış ne bir programı ne de bir çalışması vardı. 

Der’a’da halk ile rejim arasında çıkan olaylardan sonra, halk tekrar sokaklara çıkarak ıslahat istedi. Rejim daha sert müdahalede bulundu. Bunun üzerine başka şehirlerde de köklü ıslahat talepleri geldi. Halk Beşşar’ın çıkıp halka ıslahat yapılacağını, emniyet güçlerinin yaptıklarını tasvip etmediklerini söylemesini bekledi. Bilakis ölülere rağmen Beşşar, televizyonda göstericileri böcekler gibi gördüğünü hissettirircesine gülerek konuşmasına başladı ve olayı çok hafife aldı. İkinci çıkışında göstericilere karşı sert davranacağını söyledi. Üçüncüsünde onları böcekler ve mikroplar olarak vasıflandırdı ve daha  güçlerini kullanmadıklarını söyledi. Ramazandan önce yaptığı açıklamadan hemen sonra Hama’ya ikinci defa girerek çok sayıda gösterici öldürdü.

Bugün Suriye rejiminin ve ona yardım eden iç ve dış güçlerin öldürdüğü insan sayısını artık takip edemez olduk. Gerçekten Suriye rejiminin Suriyelileri böcek gibi gördüğünü ve ona göre muamele ettiğini görüyoruz.  Olayları en başından beri takip ediyorum. İçeriden ve dışarıdan görüştüklerim ve edindiğim bilgiler doğrultusunda şu anda tutuklu bulunan gösterici sayısının 60 bin ile 80 bin arasında olduğundan şüphe etmiyoruz. Her gün televizyonlarda çıkan 25 ile 50 arasında ( bilinen ) ölü sayısı haberleri geliyor.

Suriye rejiminin yöneticilerinin kömürleşmiş olan kalpleri göz önünde tutulursa, önceki yıllarda halka karşı sert ve düşmanca saldırılarını bildiğimiz için, bu tutuklulardan yarısının öldürüldüğünü söyleyebiliriz. Kısacası rejimin alenen öldürdüğü ortalama on binin dışında, en az bir otuz bin ile kırk bin kişinin daha öldürülmüş olabileceğini artık kabul edelim. Bunların bir kısmının toplu mezarlara, bir kısmının da konteynırlarla denize atıldıklarından bahsediliyor. Öldürülenlerin bir kısmının vagonlarla uzak bölgelere nakledildiği haberleri geliyor. Cesetleri yok etmek için daha neler yapıldığı ile ilgili başka haberlere de ulaştık ancak, bu kadarıyla yetinelim.

Suriye rejimi ve ordusu istese bütün Suriye halkını öldürebilir güçtedir. Her hangi bir ülkenin ordusu halkını öldürmek istese, halkının tamamını öldürebilecek silah gücüne sahiptir. Yeter ki, ordunun içinde bölünme olmasın. Bunun için dış güçlere ihtiyaç duymaz. Bildiğimiz gibi, rejimin istihbaratı da çok iyi.

 Suriye ordusunun içinden Yemen’de olduğu gibi bir ordu komutanı bütün kurmayları, askerleri ve ağır silahlarıyla ayrılsa, belki rejime tehlike oluşturabilir. Şu anda Suriye ordusunda böyle bir ayrılma sinyali almıyoruz. Ayrıca ordunun çok sayıda ileri gelen Sünni üst düzey ordu kurmayları tutuklanmış durumda. Birçok yerde Sünni askerlerden silahlar alınarak ordugahta tutuluyorlar. Ayrıca öldürülen Sünni asker sayısı binlerle ifade ediliyor. Otuz, elli veya yetmiş yıl önce bundan daha fazla insan kendi yöneticileri tarafından öldürüldüğü zaman dünyanın ruhu bile duymazdı. Bugün Suriye’nin değil şehirlerinde, köylerinde bile olanlardan anında haberdar oluyoruz.

Halihazırda Suriye’de insani kriz ürkütücü boyutlara ulaştı. Gerçek anlamda bir dram yaşanıyor. Birçok şehirde elektrik ve suyu kestiler. Temel gıda maddelerini bulmak zorlaştı. Yaralananlar hastanelere gidemiyor. Çünkü gidenlerin öldürüldüğü biliniyor. Gösterilerde önde olanlar tespit edildiğinde, evlerine baskın yapıldıktan sonra, evleri yıkılıyor. Evler ve ticari merkezler hala soyuluyor.

Bu kadar insanın öldürülmesinden sonra Suriye halkının eli kanlı rejimle barışması veya tekrar yaşaması mümkün değil. Rejim bir kumar oynadı ve kumarı kaybetti. Ancak, kaybettiğini bir türlü kabul etmiyor. Kabul etmesini de bekleyemeyiz. Çünkü halkına tattırdığı acının aynısını tadacağından endişe ediyor. Suriye rejimi bu nedenle kaybedecek bir şeyi olmayan bir katilin, rast gele insan öldürmesi gibi bir tutum takınmış kendisine.  Başlangıçta rejim, şehirleri karadan, havadan ve denizden bombaladığı zaman, içerideki protestoların hızla azalacağından ve bir müddet sonra da kesileceğinden emindi. Oysa Suriye rejiminin şehirlere ve kasabalara saldırısının şiddeti arttıkça ve ölü sayısı yükseldikçe halk daha bir kararlılıkla sokaklara çıkıyor, daha yüksek sesle protestosuna devam ediyor. Halkın tamamının öldürülmesine kadar gitse bile, halk sokakları terk etmeyecektir.

Rejimin reform yapacağına dair dış ülkelere verdiği sözlerin arkasındaki niyet, halkını sindirmek için zaman kazanmak olduğunu en başından beri yazmıştım.

Bundan sonra Suriye’de ne beklenebilir

Türkiye’nin Suriye’deki kanın durması için Suriye rejimine başlangıçta yaptığı iyi niyet çağrılarına ve yaptığı çalışma ve girişimlere rağmen maalesef bir sonuç elde edilemedi.  Gördüğümüz kadarıyla sonuç elde edilememesinden sonra, Müslüman kamuoyunun beklentileri doğrultusunda Türk Hükümetinin üslubundaki sertlik, başta mazlum Suriye halkı olmak üzere, Müslümanlarda  ciddi bir beklentiye yol açmıştır. Türkiye’nin Suriye rejimine karşı yapabileceği bir müdahalenin Arap dünyasında ters tepeceği ve Türkiye’yi başta Suriye rejimi olmak üzere bazı ülke ve gruplarca işgalci gibi gösterebilecekleri endişesini beraberinde getirmişti.

Türkiye’nin Suriye halkının yanında yer aldığını birçok vesileyle görüyoruz. Türkiye, Suriye rejiminin zulmünden kaçan Suriye halkına sınırda kucak açmıştı. Türkiye’ye sığınanlardan Suriye ordusu mensubu Yarbay Hüseyin Hermuş’un geçtiğimiz hafta Hatay’da Suriye mülteci kamplarından kaçırılarak Suriye’ye teslim edildiği haberi geldi. Haberde kaçıranlardan Türk istihbaratından bazı kimseler ile Suriye ile İran istihbaratının birlikte çalışarak yarbayı kaçırdıkları söyleniyor. Şayet bu doğruysa ve bir Türk istihbaratının yardımıyla kaçırılma olayı olmuşsa, bu durum oldukça vahimdir. Haber birçok Arap haber kanalında çıkmıştı.
Arap kamuoyu Türkiye’nin Suriye siyasetini anlamaya çalıştığı bir zamanda böyle bir olayın olması Türkiye açısında prestij kaybı anlamına gelir. Demek ki, mülteci kamplarının korunmasında zafiyet var. Hatay’da Suriye rejimi yanlısı bazı görevlilerin daha ilk başta, mülteci kamplarındaki mültecilere karşı hoş olmayan bazı davranışları olmuştur. Bir devlete sığınan bir askerin silahı alındıktan sonra, askerlerin koruduğu bir yerde sıkı sıkı korunur. Yetkililerin izni olmadan herkesle görüştürülmez. Buna rağmen başka istihbarat güçleri nasıl oluyor da elini kolunu sallaya sallaya hem de yarbay rütbesindeki birini ülkemizden götürebiliyor?

Bazı laik, baasçı, Arap milliyetçisi veya Lübnan merkezli bazı Şii yazarlar Türkiye’nin gizli emeller peşinde olduğunu yazan çok sayıda makale kaleme aldılar. Türkiye’deki Baasçı rejimi destekleyenler hakkında yazılar yazıldığı için ayrıntıya girmeyi gereksiz buluyorum. Biz onları sadece ibretle izliyoruz. CHP’den Suriye’ye giden bir heyetin izlenimlerini duyduğumda partinin içinden vicdanlı insanların buna isyan etmesini beklerdim.

Öncelikle Suriye’de öldürülenlerin çoğu Arap asıllıdır. Bu yazarlara düşen Suriye Arap halkının rejim tarafından öldürülmesini önleyici yazılar kaleme almak ve zulmü durdurmaya yönelik çalışma ve öneriler ileri sürmek olmalıydı. Bunlardan biriyle Haziran ayında görüştüğümde Suriye’nin halkını öldürmeye devam ettiği halde neden sessiz kaldıkları ile ilgili soruma verdiği cevap hayli düşündürücüydü. Bizzat Beşşar ve generallerine konferanslar veren bu zat, Beşşar’ın zulmünü kabul etmekle beraber, rejiminin gitmemesi gerektiğini ileri sürmüştü. Gerekçesi ise, halkı batılıların kışkırttığı ve batılıların Suriye’yi işgal edeceğiyle ilgili endişeleriydi. Kendisi Arap Kavmiyetçileri arasında oldukça değer verilen bir düşünür olmakla birlikte, kendi halkının yavaş yavaş öldürülmesine gösterdiği sessizlik beni üzdü. Arap gençleri ayaklanıyor. Amerika ve batılılara rağmen ayaklanıyor.

 Bazı Arap aydın ve düşünürler bu ayaklanmaların batı kışkırtması olduğunu söylüyorlar. Hatta bir yazar ( Lübnanlı Muhammed Nureddin ) Osmanlı Devleti’nin Arap topraklarından kovuluşunun yüzüncü yıldönümünün arefesinde Türkiye’nin müdahalesinin Türk Arap ilişkilerinde yeni düşmanlıklara davetiye çıkarmasından bahsediyor. Bir defa Osmanlı Devleti Suriye’den kovulmadı. Şerefiyle batılılara karşı savaştı ve savaşı kaybettikten sonra ordusunu geri çekmek zorunda kaldı. Araplardan çok az bir grup batılılarla işbirliği yaparak, Osmanlı’ya karşı savaştıkları doğru olmakla birlikte Arapların çoğu bu isyana katılmamışlardı. İsyanı başlatanların bizzat kendileri ise hatıratlarında yaptıklarının yanlış olduğunu kabul etmişlerdi. Kudüs ve Filistin’i yüzyıllardır batılılardan korumuş bir İslam devletine böyle hafif kelimeler kullanmasına ancak hafif insanların ucuz bir lakırdısı olarak bakmak lazım. Öncelikle bu sözler Müslümanlara yakışmaz. İşgalcinin yanında yaşayan bir Lübnanlı bunu daha iyi anlamalıydı. Bugünkü Müslümanlar, değil Filistin’i korumak, Lübnan’ın yıkılışına bile ancak seyirci kaldılar. Bugün hiçbir büyük Müslüman devlet, henüz Osmanlı Devleti’nin en zayıf dönemindeki siyasi ve askeri gücüne dahi ulaşmadı. Esas Arapların gerçek dramı diğer Müslümanlar gibi hamisiz kaldıkları için, Osmanlı yıkıldıktan sonra başladı.

Osmanlı’yı hatırlatanlar Suriye olaylarının çözümünde kalem oynatmıyorlar. Türkiye’nin Suriye rejimini sıkıştırmasına da karşı çıkıyorlar. Başta Araplar olmak üzere, Suriye’deki rejimin gitmesi için Müslümanlar teşebbüse geçmeliler. Şayet Suriye halkını bu katiller sürüsünün insafına terk edersek, korkarım Suriye’de ne insan kalır, ne insanlık. Rejim yandaşları ve askerleri işi o boyuta ulaştırdı ki, artık evler tek tek soyulmaya başlandı. Muhaliflerin evleri diye işaretlenen birçok ev yerle bir edildi. Camiler ve özellikle minareleri topa tutuldu.

Lübnanlı ünlü düşünür Şekip Arslan’ın söylediği şu söz bugün de geçerliliğini koruyor: “ Eğer Trablusgarp’ın çöllerini müdafaa edemezsek, Şam’ın bahçelerini de müdafaa edemeyiz.”  Evet, biz Trablusgarb’ın çöllerini batılılara bıraktık. Onlar Kaddafi’ye saldırdı, biz seyrettik. Şam’ın bahçelerine batılı güçlerin girmesini beklemeden, bu zalimleri Müslümanlar defetmelidir. Eğer batılılar Beşşar’ın gideceğine kesin gözüyle bakarsa, müdahale etmek için tereddüt göstermeyeceklerdir. Onlar için hazır bahane çok. Batılı güçler Suriye’nin İhvan ağırlıklı bir yönetimin eline geçmesine seyirci kalmazlar. Halihazırda adamları Beşşar gitmek üzere olduğuna göre, batılı müdahale de kapıda demektir.

Beşşarın cambazlığı nereye kadar?

Bugün Suriye’nin batılıların işgaline uğrayacağını ve bu nedenle Beşşar rejiminin korunmasının elzem olduğunu ileri sürenler, Beşşar’ın kendisinin bizzat Hüsnü Mübarek gibi batılılardan farksız olduğunu unutuyorlar. Ne acıdır ki, Suriye’yi ( hatta İran’ı ) üç beş yıl öncesine kadar batılıların işgaline karşı koruyan ve batılılara fırsat vermeyen Türkiye’yi, batılıları Suriye’ye çekmeye çalışan bir işgalci gibi göstermeye çalışanlar var. Bugün Şam’ın bahçeleri işgalcilerin yerli temsilcileri tarafından işgal ediliyor.
Beşşar Esad’ın bu kadar rahat insan öldürmesinde dış güçlerin desteği büyük. Başta İran olmak üzere Rusya, Çin, İsrail ve Batılı ülkeler Beşşar’ın gitmesini istemiyor.

Bu ülkeler Beşşar Esad rejimine destek olmakla kalmıyorlar, ona askeri, lojistik ve istihbari anlamda da ciddi desteklerini hala sürdürüyorlar. İran, son zamanlarda Suriye’yi basın önünde uyarıyor görünse de, Suriye’ye olan desteğini olduğu gibi sürdürüyor. Hizbullah ise Suriye rejimi ile birlikte ayaklanmayı bastırmak için var gücüyle çalışıyor.  Hizbullah’ı eleştirenleri eleştirenlerin Hizbullah’ı uyarmada geç kaldıklarını söyleyebilirim. İran ve Hizbullah Suriye olayları nedeniyle Müslümanların kendilerine olan güvenlerini tükettiğini artık görmeliler.

Suriye’de halk son zamanlarda artık sadece rejimin gitmesini istemiyor, Beşşar’ın idamını da istiyor. Beşşar’ın idamını isteyen halk, Rami Mahluf, Beşşar’ın yakınları ve bu cinayet şebekesi yöneticileri ile Buseyna Şaban ve onun yardımcılarını af mı edecek?
Görülen o ki, Türkiye ile İran arasında usta bir siyaset izleyen Baas rejimi yönetimi ve başındaki Beşşar, bu iki ülke arasında gerdiği ipte uzun süre cambazlık yapmayı başarmış. Şu ana kadar hep yukarıda kalan cambazın ipinin direklerinden biri çekildi. Önümüzdeki günlerde Beşşar’ın hangi direğin üzerine düşeceğini hep birlikte göreceğiz.
 

Haber Ara