S&P'den sonra sıra Moody's ve Fitch'te
Uluslararası kredi kuruluşu Standard and Poor's Türkiye'nin kredi notunu yatırım yapılabilir konumuna getirdi. Gazeteci İhsan Toy ise S&P'den sonra not yükseltme sırasının Moodys ve Fitch Ratings'e geldiğini yazdı.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-09-23 10:50:46
Öncelikle şunu belirtip vurgu yapmak için altını kalınca çizmek lâzım; Ekonomi hayâller değil gerçekler üzerinden yol alır.
8 Ağustos 2011 günü “Kapitalizmin Sistemik Krizi” başlıklı yazımın sonunda iddialı bir söz etmiş “...Türkiye yüksek derecede belirsizliğin hüküm süreceği önümüzdeki süreçte yatırımcılar için güvenli liman olarak görülecektir. Bir-iki ay içerisinde de Türkiye’nin uzun vadeli kredi notunun “spekülatif ve yatırım yapılamaz”dan “yatırım yapılır” düzeyine yükseltilmesi sürpriz olmayacaktır” demiştim.
Haklarını teslim etmek gerek; Habertürk’ten Yiğit Bulut 9 Eylül’de ve Haber7’den Hakan Göksel 13 Ağustos'ta benzer öngörülerini yazmışlardı.
20 Eylül 2011 tarihinde, sözümün üzerinden iki ay geçmeden uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor's (S&P), Türkiye’nin BB olan yerel para cinsinden kredi notunu BBB-‘ye yükseltti, kredi not görünümünü ise “pozitif” olarak belirledi.
Tam da burada şu tespiti ekleyelim; Düşüş kar topu gibi hızlı yükseliş ise yavaş olur. Diğer bir deyişle ekonomide yıkım hızlı, inşa/restorasyon ise tabiatı gereği ağır yol alır. Hızlı yükselişler mutlaka sakat bir yön ve ileride yükselişi inkıtaya uğratacak problemleri terkisinde taşırlar. Bu sosyolojik olduğu kadar fizik kuralıdır da.
Biraz daha geçmişe götüreceğim sizi. İki ay kadar geriye. Yani Temmuz 2011’e.
Hani şu, Dünyanın ABD’nin borç limiti ile yatıp kalktığı günlere. Gazetelerde “Kriz kapıda”, “Borçlanma limiti limitsiz kâbus yaşatıyor”, “ABD krizden çıkamıyor”, “ABD'nin derin krizi”, “Obama’dan kriz uyarısı”, “Barack Obama halktan yardım istedi”, “ABD’nin başı dertte”... panikatak manşetlerinden geçilmiyordu.
28 Temmuz 2011'de ise “Kimin eli kimin cebinde?” başlığı altında “ABD’nin iktisadi krizi sadece borçlanma limitinin Temsilciler Meclisi’nde sağlanacak bir uzlaşma ile yükseltilmesine indirgeniyor. Borçlanma limitinin yükseltilmesi ABD’nin borcunu ortadan kaldırır mı? Göreceksiniz bir kaç güne kadar borçlanma limiti yükseltilecektir.” demiştim.
Nitekim 3 Ağustos günü tüm dünyada gazeteler “ABD ekonomisi ipten döndü”, “ABD ekonomisinin borçlanma limiti sorunu çözüldü”, “ABD'yi batmaktan kurtardılar”, “Amerika krizin eşiğinden döndü”, “Amerika’dan rahatlatan adım”, “Temerrüt krizi aşıldı”, “Nihayet anlaşma sağlandı” “Dünya rahat bir nefes aldı” gibi rahatlama manşetleri ile doluydu.
Bu manşetleri atmakta bütün gazeteler sonuna kadar haklıydı. Zira sermaye hastalık derecesinde ve kendi gölgesinden korkacak kadar ürkektir.
Gelin benimle. Birlikte biraz daha geriye gidelim. Bir buçuk yıl öncesine. 05 Mart 2010 tarihine.
“Gözler Avrupa'da, krizin ekseni kayıyor mu?” başlıklı makalemde;
“... YUNANİSTAN’I KURTARMAK KOLAY AMA YA DİĞERLERİ?
Aslına bakılırsa ülke borçlarının ağırlığının AB ülkelerine olduğu Yunanistan’ı kurtarmak –ahlakî değerler bir yana bırakılırsa- Avrupa Birliği için hiç de zor değil. Üstelik neredeyse ciddi hiç bir sorun yaşamadan 16 ülkenin parasını birleştirebilen AB’ne, Euronun rezerv para olarak sağlamlığının denenmesi bakımından Yunanistan krizi bulunmaz bir fırsat bile sunabilirdi. Ne var ki benzer makroekonomik göstergeleri taşıyan EUROSİTEM’e dahil bazı AB üyesi ülkeler var.
Bu ülkelerin oluşturduğu grup, ülke isimlerinin baş harfleri yanyana getirilerek artık Avrupa’da PIGS (domuzlar) olarak anılmaya başlandı. Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan (Greece) ve İspanya (Spain)’dan oluşan bu ülkelerin mali durumları da pek iç açıcı değil. Üstelik bazıları “batmasına izin verilemeyecek kadar büyük”. Bunun anlamı; eğer batmaları diğer AB ülkelerince kenardan seyredilirse, seyircilerini de kendisiyle birlikte batırır.
Etik kaygılar ve AB değerleri öne sürülerek bazı gazetelerde yer bulan, Yunanistan’ı Euro bölgesinden çıkarmak gibi bir seçeneği ise benzer şartları taşıyan diğer ülkelerin varlığı imkansız kılıyor.
Eğer Euro bölgesi 16 ülke (16 maliye bakanı, 16 merkez bankası, 16 Ulusal İstatistik Kurumu v.s.) değil de tek ülke olmuş olsa idi, adları artık finans kesimlerinde PIGS olarak anılan Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İspanya’nın açıkları kolaylıkla absorbe edilebilirdi.
AB’nin onayladığı ve Yunanistan Başbakanı Papandreu’nun açıkladığı Ekonomi ve İstikrar Programı’nda, bütçe açığının GSYH’ya oranının 2010 yılında yüzde 4’e düşürülmesi çok iyimser bir yaklaşım olarak önümüzde duruyor. Ancak sonuç olarak bu bir “hedef”. Görünen o ki Yunanistan AB ülkelerinin -örtülü ya da açık- finansal kredi desteği ile çok çetin bir 5 yıl geçirerek Maastricht Kriterleri’ni tekrar ama bu kez “dürüstçe” yakalamaya çalışacak.
Ekim 2008’de başlayan küresel mali kriz ile batık bankaların “batmayacak ya da batırılmayacak kadar büyük” olanlarını kurtarmak için trilyonlarca dolarlık yardım paketleri açıklayıp uygulayan devletler özel sektörün risklerini kendi üzerlerine almışlardı. Şimdi bu fatura önlerinde.
Asıl küresel korku ise; bir şirket (banka) olan Lehman Brothers’ın Eylül 2008’de batmasıyla işaret fişeği atılan küresel mali krizin bu kez Yunanistan’ın işaret fişeği ile devletler bazında yeni bir aşamaya geçme ihtimali. Bu kez iki fark var; biri krizin ekseninin Avrupa’ya kayacağı, ikincisi şirketler değil devletler bazında yaşanacağı” demiştim.
Gelinen durum ortada, Yunanistan’ın iktisadi fişi çekilmek üzere, İtalya da yavaş yavaş potaya giriyor. Diğerlerinin durumu ise birbirlerini takip eden katarı andırıyor.
Şimdi de diyorum ki;
Not artırımında sıra diğer iki büyük derecelendirme kuruluşu Mody’s ve Fitch’te. İkisinden biri (veya ikisi birden) Standard and Poor's’un bir adım önüne geçerek Türkiye’nin notunu döviz bazında da yatırım yapılabilir seviyeye çekecek. 2012’nin ilk çeyreği bitmeden göreceğiz bunu.
Hayır, yaptığım birileri gibi kâhinlik yapmak değil. En başta da dediğim gibi; Ekonomi hayâller değil gerçekler üzerinden yol alır. Bunu söylerken daha önceki öngörülerimde olduğu gibi somut ekonomi-politik verilerden yola çıkıyorum.
Siyahın daha da kararması beyazda bir değişiklik olmasa bile onun daha ak görünmesini sağlar. Herkes aşağı doğru kayıyorsa yerinde kalanın yükseldiğini söylemek mümkün olur. Kaldı ki Türkiye dinamizmiyle yerinde sayacak gibi de görünmüyor.
Yatırım fonlarının gözleri kapalı değil. Onlar da dünyayı takip ediyorlar. Kredi derecelendirme kuruluşları istemeseler de not artıracaklar.
Çünkü kapitalist akıl pragmatiktir. Din-iman, dost-düşman, Yahudi ya da İsrail tanımaz. Güvenli liman neredeyse gidip orada yerini tutar.
Sermaye kendi gölgesinden korkacak kadar ürkek, gerçeklerden uzaklaşmayacak kadar pragmatiktir.
Haber Ara