Serdar Turgut *
Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet rejimi fena halde tıkanmıştı. Düzen inançlı insanlara nasıl yaklaşması gerektiğini bilemiyordu ve bilemediği için de inançlı insanları düşman olarak görebiliyordu.
Cumhuriyet rejiminin laikliği yeniden tanımlamasına ve inançlı insanlarla uyumlu yaşamaya başlamasına ihtiyacı vardı.
Dünyanın da böyle bir dönüşümü görmesi zamanı gelmişti ve eğer Türkiye bunu kendi içinde başarabilirse dünyada lider ülke olabilirdi.
Türkiye'nin çok ihtiyacı olduğu bu dönüşüm yapılmadığı takdirde artık tıkanmış olan cumhuriyet rejimi kesin çökecekti. Bir "Türk baharı" da yaşanabilirdi.
Rejimin savunucusu olduklarını sanan bazı Ergenekon zihniyetliler ve CHP bu sistemin artık kendilerini de sürükleyerek çökmekte olduğunu göremiyorlardı. Tehlikenin farkında değildiler.
Sistemin kendisini inançlı insanlara acilen açmak ihtiyacı vardı ama buna rağmen sistem hâlâ daha inançlı insanları düşman olarak görüp başı örtülü kadınlarla mücadele ediyordu. Sistemi koruduğunu sananlar yüzünden sistemin çöküşü hızlanıyordu. Sistem bir anlamda intihar etmekteydi.
AKP, CUMHURİYETİ KURTARDI
Eğer AKP iktidara gelmeseydi Türkiye'de büyük bir çöküş yaşanacaktı. Düşmanları tarafından cumhuriyet düşmanı olarak damgalanan AKP aslında cumhuriyetin tek kurtarıcısıydı çünkü AKP sayesinde sistem kesin çöküşten kurtulmuş yeniden hayatiyet kazanmıştı. Sistemi inançlı insanlarla barıştıran AKP büyük bir devrim gerçekleştirmişti.
Laikliğin de yeniden tanımlanması gerekiyordu. Aslında o tanımın cumhuriyetin ilk yıllarında yapılması lazımdı ama bu başarılamadı. İnsanların inançlarını nasıl yaşayacaklarını emreden laik sistemden çıkılıp bireyin inancı ile devlet işini kesin ayıran ve her inancın yaşanış biçimini serbest bırakan ve her türlü ibadeti koruyup kollayan laik devlet anlayışına geçilecekti. Bu Atatürk'ün kurduğu ve artık tıkanmış olan sistemin de restore edilmesi anlamına geliyordu.
Bütün bunları başaran ve kendi sistemini düzelten bir Türkiye, dünyada lider ülke olabilirdi. Çünkü bütün dünya bu dönüşümü başaracak bir ülkeyi model olarak beklemekteydi.
RUHEN ÖZGÜRLEŞTİĞİMİ HİSSEDİYORUM
Eğer sıkılmadan yazımı bu aşamaya kadar okuduysanız bütün bunların benim geçmiş yazılarımdan bazı alıntılar olduğunu sanabilirdiniz.
Haklı da olurdunuz çünkü ben gerçekten yıllardır böyle şeyler yazıp duruyorum.
Ama bunlar sadece AKP'nin yapmayı başardığı şeylerin kısmi bir dökümünden ibaret.
Bu yüzden yazımın başlığını "Erdoğan sayesinde kendimi çok iyi hissediyorum" diye attım. AKP'nin yaptıkları ve şu anda yapmakta oldukları bir yazarın teorik düşüncelerinin gerçekleştiğini görmesi gibi fantastik bir şey oldu.
ERDOĞAN'I DİNLERKEN DÜŞMANLARIMI HATIRLADIM
Erdoğan'ın laiklik tanımını yaptığı konuşmayı dinlerken bana yıllardır aldığım tavırlar nedeniyle küfreden beni damgalamaya çalışan beni cumhuriyet düşmanı olarak nitelendiren gerçek cumhuriyet düşmanı hasta ruhlar aklıma geldi. Acaba onlar şimdi bu konuşmayı dinlerken kendileri ve boşa harcadıkları hayatları hakkında ne düşünüyorlardır diye sordum kendi kendime.
Ben Başbakan sayesinde kendimi çok iyi hissediyorum ve almış olduğum teorik tavırlar da doğrulandı, alnım temiz, kalbim rahat.
Bu yüzden artık bundan böyle oylarımı atacağım AKP'nin cumhuriyetin 100'üncü yılını kutlamaya en çok yakışan parti olduğunu ve dünyanın liderliğine soyunan bir Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetmenin de en çok onlara yakıştığını da söylemeliyim.
***
En zor yazı
AÇIKÇA söyleyeyim ilk yazıyı çok zor yazdım. Genelde yazıyı önceden kafamda kurarım sonra yazmaya başlayınca cümleler genelde akar gider. Bu sefer bu olamadı. Çünkü coşkuluyum ve AKP'yi ve Başbakan Erdoğan'ı çok takdir ediyorum ve yaptıklarını gönülden destekliyorum ama bu coşkumu, desteğimi kâğıda dökünce biraz abartılı mı kaçar, yanlış mı anlaşılır acaba diye kuşkularım oluştu.
Bu yüzden yazıyı birkaç kez yazıp sildim tekrardan başladım ama sonunda coşkumdan ve kalbimin söylediklerinden korkmamam, utanmamam gerektiğine karar verdim ve eleştiri yapmak kadar yeri geldiğinde, hak edildiğinde övgü getirmenin de bir yazarın görevi olduğunu düşünerek bu coşkulu yazıyı yazdım. Dediğim gibi kendimi iyi hissediyorum.
***
Laiklik değil sekülarizm bu
UZUN zamandır Habermas okuyalım diye yazıyorum onun modern toplumlarda inancın yeri ve laiklik konusundaki düşüncelerine Türkiye'nin çok ihtiyacı var diyorum. Laiklik yerine seküler bir yaklaşım getirilmeli de dedim.
Bu yüzden Başbakan'ın laikliği tanımlayan konuşmasını dinlerken iyi ki de yazmışım onları diye heyecanlandım. Başbakan bireyin inancını nasıl yaşayacağına karışarak kurallar koyan laik devlet anlayışından çıkılıp her insanın inancını nasıl yaşayacağını özgürce kendisinin belirlediği bir laik düzeni tarif ediyor ama henüz adını koymadı aslında o da Habermas'ı okumuş gibi seküler bir düzeni anlatıyor. Bu bazılarının dediği gibi neolaisizm filan değil bu modern bir seküler sistem.
***
Rana'nın düşünceleri
AÇIKÇA söyleyeyim Rana bugünkü yazımın benim tedavisi imkânsız bir ruh hastası olduğumu gösterdiğini düşünüyor.
Benim kendi fikirlerimin çok önemli olduğunu düşünmek gibi vahim bir akıl hastalığımın olduğunu söyledikten sonra "Utanmasan Başbakan'ın bile senden etkilendiğini söyleyecektin galiba, eğer bu gidişat sürerse galiba baban için rezerve ettiğin akıl hastanesindeki geleneksel aile odanıza babandan önce sen gireceksin kendine dikkat et ve aslında önemli olmayan fikirleri bulunan bir yazardan başka bir şey olmadığını her zaman hatırla, bu sana denge verir" dedi.
Bu laflar beni hadım eder gibi etkiledi biraz sarsıldım tabii ki ama yine de kendimi iyi hissediyorum ne yapayım. Bunu Rana'ya da söyledim o da kendimi iyi hissetmemin çok normal olduğunu çünkü her delinin kendisini daima iyi hissettiğini söyledi.
Daha önce de söyledim, bizim evliliğimiz yolunda gidiyor. Rana'nın bu sözleri de sonuç itibarıyla içimi sıcaklıkla doldurdu. Bir problem yok her şey kontrol altında altında. Mutlu bir evliliğimiz var bizim.
* Gazete Habertürk