Başbakan Erdoğan’ın Ortadoğu-Kuzey Afrika (ODKA) ziyareti büyük bir kitlesel başarı. Son üç yılda imajı çok değişti, farklı sebeplerle popülaritesi artıyor ve saygı görüyor. Rakipleri bile eleştirilerine rağmen yetkinliklerini ve hükümetinin etkililiğini tanıdı.
Türkiye iç ve dış politikalarını geliştiriyor: Daha az rüşvet ve çatışma, daha iyi yönetim ve dünyada 17. sırada olan güçlü ekonomi. AB’ye girmek için yoğun çaba verdikten sonra, Başbakan vakit harcamadı ve Güney’e (Afrika, Latin Amerika) ve Doğu’ya (Çin, Hindistan, Malezya) yönelik çokboyutlu bir dış politikanın startını verdi.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun desteklediği “sıfır çatışma” stratejisi gerçekten işliyor ve etkisi görülebilir. İçte ise orduya verilen yeni rol, hükümetin demokratik süreçleri iyileştirmesine yardımcı oldu.
Ancak imajının ODKA’da (Ortadoğu-Kuzey Afrika ziyareti) değişmesinin sebepleri bunlar değil. 29 Ocak 2009’da Davos’ta, Erdoğan İsrail Devlet Başkanı Perez ile tartışırken salonu terketti. Gazze katliamına tepki veriyor, böyle bir politikaya duyduğu tiksintiyi ifade ediyordu.
Çoğu Arap hükümeti sessizdi ve Erdoğan Arap ve Müslümanların ortak duygusunu sembolik bir medya hareketine çeviren neredeyse tek kişiydi: İsrail’in masum sivilleri öldürme politikası korkunçtu ve bunu kibarca fakat güçlü biçimde söylemeye cesaret etti.
***
Bu bir dönüm noktasıydı: İsrail ve Türkiye arasındaki ayrıcalıklı ekonomik ve diplomatik ilişkiler kimse için sır değilse de, Başbakan hem Türk hem Arap sokaklarını dinleyen gerçek bir bağımsız lider olduğu izlenimini verdi. Bir buçuk yıl sonra İsrail kuvvetleri dokuz barışçı Türk aktivisti öldürdüğünde, Başbakan bir kez daha hızla tepki verdi: Resmi bir özür istedi.
İsrail büyükelçisini ve diplomatları uzaklaştıracak ve İsrail ile muazzam askeri bağlarını askıya alacak kadar ileriye giderek, artık bir semboller politikası sergilemediğini, ciddi olduğunu ve diplomatik bir münakaşaya hazır olduğunu gösterdi. Araplar ve Müslümanlar bu adımlara şaşkınlık ve hayranlıkla şahit oluyordu.
Eylül’deki BM toplantısında, Erdoğan’a göre “bir seçenek değil bir mecburiyet olan” Filistin Devleti’nin tanınması ile ilgili son eylem Türk liderinin yeni sembolik ve psikolojik gücüne katkıda bulundu. Sadece ülkesini politik şeffaflık ve ekonomik otonomiye götüren başarılı bir Başbakan değil, uluslararası Filistin davasının da şampiyonu. “İsrail Akdeniz’de istediğini yapamaz” uyarısında bulunuyor çünkü Türk Donanması “doğu Akdeniz’deki gözetimi artırır.” Mesaj açık.
Bugünlerde inanılmaz olumlu arkaplanı ve duruşu ile Mısır ve Tunus’ta. Türkiye Başbakanı diktatörlere karşı gösteri yapan insanları ilk takdir edenlerdendi. Bin Ali ve Mübarek’e istifa etmeleri ve halklarının iradelerini kabullenmeleri için çağrıda bulundu. Başından beri, hukukun ve demokrasinin egemenliğini savundu. Tunuslu ve Mısırlı protestocular onun sesini duydu.
Şimdi ODKA’yı güvenle ziyaret ediyor: Tarihin doğru tarafındaydı ve farklı krizler süresince tutarlı kaldı. Filistinliler bağımsız ve demokratik bir ülkeyi, Tunus, Mısır, Libya ve tüm Arap ve Müslüman çoğunluğun olduğu ülkelerdekileri kadar hakediyorlar.
Hem laik hem İslamcı akımlara yaptığı, onlara engel olan mevcut faydasız tartışmaların ötesine geçme ve demokratik sivil bir devlet üzerinde anlaşmaları çağrısı, çok güçlü ve yerinde. Erdoğan İslami gelenekten geldiği ve Türkiye’deki laik direnişle mücadele ettiği için mevcut tartışmaların özünü çok iyi biliyor ve bunların ideolojik tuzaklar olduğunun farkında. Bugün mesele, demokratik ilkeler üzerine anlaşıp, şeffaflık ve halk iradesinin saygısını kazanmak için çalışırken, ayaklanmaların dini dogmatik eğilimler, yeni laik despotlar veya hala güçlü olan ordular tarafından ele geçirilmesinden sakınmaktır.1
Faydasız ideolojik tartışmalardan, etkili politika ve uygulamalara geçmenin vaktidir: Müslüman olmak bizi demokrat olmaktan ve çoğulcu biçimde politikaya etik katmaktan alıkoymaz.
***
Başbakan ekonomik istikrar olmadan demokrasinin güvence altına alınamayacağını biliyor. ABD, Avrupa ülkeleri (Cameron ve Sarkozy’nin Libya ziyaretleriyle), Dünya Bankası ve IMF, pazarları ele geçirmek ve gelecekte bölgedeki değişimde kontrol sahibi olmak için rekabet ediyorlar.
Başbakan ise etkileyici bir heyetle ziyarette: 200 iş adamı ekonomik bağları geliştirmek ve petrol, telekomünikasyon, ulaşım, hizmet, eğitim gibi konularda anlaşmalar yapmak için onunla beraber. Türkiye’nin hırsı ve yeni bir uluslararası rol oynamak istediği açık.
Yeni çokkutuplu bir dünyada bu olumlu karşılanmalı. Küresel ekonomik düzene baktığımızda, Doğu’ya doğru bir kaymaya şahit oluyoruz. Bu hala daha fazla demokrasinin ve uluslararası adaletin teminatı değil fakat daha dengeli bir dünya için umut var.
Eğer Başbakan Türkiye içinde ve dışında ilkelerine sadık kalırsa, Türkiye önemli bir rol oynayabilir ve oynamalıdır. Umarım Tunus, Mısır, Libya ve Arap ve Müslüman çoğunluğun bulunduğu diğer ülkeler bu örneği, başarıları ve yenilgileri ile inceler ve dinamiğe katılırlar.
Bu Müslümanları; güven, otonomi, çoğulculuk ve başarı ile uzlaştırmaya yardım edecek, yeni demokratik ülkelerden oluşan yeni bir kutubun ortaya çıkması anlamına gelir.
* Star