Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

11 Eylül de 12 Eylül de ABD’nin işi!

Eski istihbaratçı Prof. Mahir Kaynak 12 Eylül darbesi ve 11 Eylül sadırılarına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu. İşte o açıklamalar:

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-09-12 10:14:32

11 Eylül de 12 Eylül de ABD’nin işi!
Mine Şenocaklı'nın röportajı

Türkiye’de 12 Eylül darbesinin neden yapıldığını hemen herkes biliyordu, Kenan Evren hariç! Amerikalılar, Türkiye’de Demirel’i devirdiler, darbe gerçekleşti ve böylece Özal’la küresel sermayenin kapıları sonuna kadar açılmış oldu...

11 Eylül ise tam tersine tüm dünyada küresel sermayenin tasfiyesi için yapıldı! Her ikisini de yapan ABD’ydi!

11 Eylül saldırısından birkaç gün sonra, dünya adeta şoktayken, bütün gözler El Kaide'ye, Usame bin Ladin’e çevrilmişken ve neredeyse tüm Batı 11 Eylül’ü İslam dünyasından ve Müslümanlardan gelen bir saldırı olarak değerlendirirken, siz sıcağı sıcağına katıldığınız bir televizyon programında, olayın bir terörist grubun işi olmadığını, ABD içindeki bir çatışmanın başlangıcı olduğunu söylemiştiniz. Belki de bu sözler dünyada bir ilkti. Sizin de belirttiğiniz gibi, daha sonra teknik analizlerle de desteklenerek benzer iddialar sıkça dile getirildi. Ama o zamanlar sizin bu sözleriniz komplo teorisi olarak nitelendirilmişti. Aradan 10 yıl geçti... 11 Eylül’den sonra dünya nasıl değişti? Ve tabii siz aynı şekilde mi düşünüyorsunuz?

Suç teşkil eden bir olayda maddi delillere dayanmadan kimse itham edilemez. Bu nedenle sözlerim komplo teorisi olarak algılanmıştı o zaman. Ben kriminal bir soruşturma yapmıyordum, olayı siyasi sebep ve sonuçları açısından iki aşamada inceliyordum.

Evvela şu sorulara cevap aradım: Terör yapmayı amaçlayan ve bunu gerçekleştiren bir grup, dünyanın en güçlü ülkesi sayılan ABD’nin güvenlik ve istihbarat engellerini nasıl aşmış ve çok karmaşık bir eylemi gerçekleştirebilmişti? Çünkü amatör kişiler böylesine sofistike, karmaşık bir eylemi planlayamazlar. Mutlaka içeriden birilerinden yardım görmeleri lazım.

Dört ayrı uçak kaçırılmıştı. Dört ayrı uçakla yapılan bu eylemlerin hepsinin başarılı olması da ihtimaller hesabına pek uygun değildi. Sonra uçaklardaki yolcuların hepsi de kaderlerine razı mı olmuşlardı? Niye teröristlerle mücadele etmemişlerdi? Bir boğuşma olabilirdi. En azından uçaklardan birinde... Ama hiçbirinde olmadı.

Eğer yolcular ya da mürettebat mücadele etseydi, uçak yolunu şaşırabilirdi, düşebilirdi... Aslında bütün bunların dışında olayı önce siyasi olarak analiz ettim. Onun dışında elimde hiçbir somut bilgi yoktu. Ve dedim ki, “Bu eylemin böyle olması mümkün değil!” Daha sonra bu fikrimin haklılığını ortaya koyan bir sürü belge çıktı ortaya.

-Mesela Pentagon’daki hasarın bir uçak çarpmasının izine benzemediği söylendi...

Evet. Doğrudan doğruya bir füze saldırısı olduğu düşünüldü. O bakımdan ben bunun El Kaide’nin yaptığı bir terör eylemi olduğunu hiç düşünmedim. Sebebi de aklımda olduğu için böyle bir senaryo yazdım. Böyle bir operasyonun sebebi olmalıydı. Aksi halde tüm iddialar havada kalırdı.

-11 Eylül’ün sebebi neydi peki?

Ben bu olay olmadan evvel, sürekli olarak Amerika’nın bütçe açığını takip ediyordum ve bu sorunun nasıl çözüleceğini bir türlü bulamıyordum. Ama bir yerde duracağını hesap ediyordum ve diyordum ki, bir havuz ne kadar büyük olursa olsun, tek taraflı gelen su bir süre sonra havuzu doldurur ve taşar orası.

Bunun üzerine şu sorulara cevap aradım; ABD İkinci Dünya Savaşı’nda savaştığı Japonya’yı neden kalkındırdı? Ondan sonra yıllarca ideolojisiyle savaştığı, insan haklarını ihlal ettiği için sürekli kınadığı Çin’in rekorlar kırarak kalkınmasını neden sağladı?

Asıl mesleğim de iktisat olduğu için oradaki mekanizmayı takip ettim. Şöyleydi; Japonya’nın da, Çin’in de ekonomileri ihracata dayalıydı ve dış ticaret fazlası veriyordu. Bu ülkeler tasarruflarını güvenli ve kazançlı buldukları Amerika’da değerlendiriyorlardı. Ellerindeki parayı ABD’nin finans kesimine aktarıyorlar, borsaya giriyorlar, ABD hazine bonolarını satın alıyorlar ve böylece Amerika da bütçe açığını tamamlamış oluyordu.

Bu devam etmeyecekti, devam etmemesi lazımdı. İşte bu durum bir süre sonra ABD ekonomisinin iki başlı olmasına sebep oldu.

Bir yanda yabancı para akımıyla beslenen ve giderek dünya üzerinde etkisini siyaset alanına da yönelten küresel sermaye vardı, diğer yanda ülke içinde iç tüketim için üretim yapan, petrol, uçak, silah ve elektronik sanayii...

Ülke içinde üretim yapan sanayiciler bu gidişten memnun değildi. Amerika’nın günün birinde bu borcun altında kalacağını düşünüyor ve “Bu paraları kontrol eden kişiler başka yerlere çekip gidebilir” diyorlardı.

-Küresel sermaye de ABD’li değil miydi?

ABD’de oluşmasına rağmen küresel sermayenin herhangi bir coğrafyası yoktu. Para ve coğrafya birbirine bağlı değildir. O yüzden bu şirketlere “Amerikalı” diyemeyiz. Zaten onlar da giderek Avrupa’ya yöneldiler ve Londra merkezli hale geldiler. Ve sonunda bir siyasi proje hazırladılar.

Dünyadaki dengeleri değiştirmek ve yeni bir model oluşturmak istediler. Dediler ki, “Bugüne kadar dünyadaki denge Sovyetler Birliği ve Amerika arasında silahlı güce dayanarak sağlandı. Halbuki biz silahlı güce dayalı denge yerine, tek bir merkezden yönetilen ve ekonomiyi bir araç olarak kullanan bir güç odağı oluşturabiliriz. Bütün dünyayı ekonomik araçlarla yönetebiliriz. Böylece silah üretimine de gerek kalmaz. Bu kaynakları insanların refahı için kullanırız.”

-Bu söyledikleri kulağa çok hoş geliyor...

Evet. “Öyleyse önce Sovyetler Birliği’ni tasfiye etmemiz lazım” dediler. Burada başarılı oldular. Yeltsin döneminde çok etkiliydiler. Komünizmi ortadan kaldırdılar ve Rus ekonomisini bazı oligarklar yönetmeye başladı.

Ama Putin gelince bu oligarkların birini bile bırakmadı, hepsini tasfiye etti. Onların yerine daha milli olan sermayedarları seçti ve işletmelerin yönetimini onlara verdi.

-Oligarklar kimlerdi?

Biri İngiliz futbol takımı Chelsea’nin sahibi Roman Abramoviç’ti.

-Şu anda İngiltere’de yaşayan en zengin kişi kabul ediliyor...

Evet. 20 küsur oligark vardı böyle. Şimdi biri hapishanede. Ama Abromoviç bunların en iyi temsilcisi.

-Neyi temsil ediyorlardı? Diğer zenginlerden farkları neydi?

Bunların özelliği şuydu; Sovyetler Birliği komünist rejimdeyken insanlar ya işçiydi ya memur. Bu insanların çok büyük servetler biriktirmesi mümkün değildi. Fakat çok kısa bir süre içinde oligark dediğimiz bu kimseler dolar milyarderleri haline geldiler.

Hatta en üst sıralarda yer aldılar. Çünkü; dışarıdan onlara bir destek geldi. Bu destekle Rusya’daki çok büyük işletmeleri küçücük paralarla satın aldılar ve onların sahibi oldular.

-Sizce Usame bin Ladin öldürüldü mü?

Cesedi bulunmadı. Aslında şunu sormak lazım, ABD gibi bir güç Usame bin Ladin’i nasıl bulamaz? Senelerce bulamadılar. Üstelik Usame bin Ladin ihtiyaç olduğu zaman bir kaset dolduruyor onu da televizyon kanallarına veriyordu. İnsan gidip o kaseti verene bir sorardı. “Nerede bu adam?” diye... Yani CIA’in onu bulamaması mümkün değildi.

-Öldürüldü mü peki sizce?

Fiziken ölüp ölmediğini bilmiyorum, ama siyasi olarak ölmesi lazımdı, öldü.

-Neden hocam?

Artık terör bitti. O konuyu kapattılar, 11 Eylül’den sonra gidecekleri yerlere gittiler, Irak’a, Afganistan’a... Artık 11 Eylül’ü kullanarak yapacakları bir şey yok.

-Rusya’daki oligarklar bizdeki KİT’ler gibi kuruluşları küresel sermayecilerin desteğiyle aldılar, öyle mi?

Evet. Ve çok düşük paralarla satın aldılar. Ama daha sonra Putin bunu engelledi. O zaman ben şöyle düşündüm; dünyada ABD ve SSCB ile dengeyi savunan güçler, küresel sermayenin siyasi hedeflerinden rahatsız oldular ve bana göre ortak rakibe karşı tedbir aldılar. Önce Rusya içindeki oligarklar tasfiye edilerek küresel sermaye etkisiz hale getirildi ve sonra 11 Eylül eylemi ile ABD bu sürece katıldı. Bugün dünyada yaşanan ekonomik krizin de bu açıdan değerlendirilmesinin ve kaybedenin hangi taraf olduğunun belirlenmesinin faydalı olacağını düşünüyorum. İşte, 11 Eylül bunların arasındaki çatışmanın başlangıcıydı. 11 Eylül küresel sermaye ile ulus devletin çatışmasının başlangıcıdır. Bu mücadeleyi ulus devletler kazanacak ve küresel sermaye tasfiye edilecektir.

-Özetle 11 Eylül ABD’nin işi diyorsunuz...

Evet. Bu eylemin arkasında ulus devlet olduğunu ve küresel sermayeyi temsil eden İkiz Kulelere hücum edildiğini düşündüm ve bunu da söyledim daha önce... Amerika’daki finans şirketlerinin iflas etmesiyle küresel bazda bir ekonomik kriz ortaya çıktı. Peki bunların iflası kimin kaybettiği anlamına gelirdi? Yani bir petrol şirketi, bir uçak şirketi kaybeder mi? Hayır! Oraya para yatıran insanların parası gitti, yok oldu. Bu, küresel sermayenin kaybıydı. Buna karşılık Amerika yeni bir fon oluşturdu. Petrolden gelen gelirlerle küresel sermayeye bir alternatif yarattı. “Para ihtiyacı olursa sarf ederim” diye... Çünkü hem içeride hem dışarıda petrol gelirlerini kendisi kontrol ediyordu. Bakın, Sovyetler Birliği sıkıntıya düştükten sonra petrol fiyatlarında ani bir artış yaşandı. Fiyatlar çok yükseldi. Ve bu yükseliş Rusya’nın ekonomik problemlerini çözmesinde çok yardımcı oldu. Onun dışında Arap ülkelerinde bir para birikti ve bu para ABD’nin kontrolü altına girdi. O sırada da küresel sermayenin yönetim merkezi Londra’ya taşındı. Ve buradan yönetmeye başladılar ekonomiyi. Biliyorsunuz daha önce küresel sermaye sadece Rusya’yı ele geçirmekle kalmadı, birçok yerde de renkli devrimler yaptı. Turuncu devrim ve benzeri gibi... Ama şu anda onların da tasfiye edildiğini görüyoruz. Onlar da geriye döndü. Bu son ekonomik krizle, küresel sermaye büyük ölçüde kaybetti. Sonunda tamamen tasfiye edileceklerini zannediyorum.

-Ulusal sermaye öne geçecek diyorsunuz... O zaman ulus devletler ve tabii Türkiye de daha öne çıkacak diyebilir miyiz?

Tabii... Türkiye, AK Parti iktidara geldikten sonra küresel sermayeye kapılarını açtı. Özelleştirmeler de yapıldı. Dışarıdan yabancı sermaye geldi. Ama onun dışında bizim de dış borçlarımız büyük ölçüde arttı. Sıkıntı yaratan cari açık da bunun sonucuydu. Şimdi Türkiye’de de bu cari açık problemi için uğraşılıyor. İşte burada Amerika ve Rusya Türkiye’ye yardım edecek. Rusya enerji açısından bağlı olduğumuz bir ülke, bizi sıkıştırmayacak ve Arap sermayesi giden küresel sermayenin yerini dolduracak. Bakın, şimdi Körfez ülkeleriyle ekonomik ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Küresel sermaye Türkiye’yi terk ederse ani bir krizle karşılaşmamak için o sermaye kullanılacak ve yavaş yavaş da cari açık kapatılacak.

-Peki ama Rusya ve Amerika bizi niye destekleyecek?

Dediğim gibi dünya üzerinde Amerika ve Rusya arasında kurulmuş denge bozulmuş durumda. Soğuk savaş bitti, Sovyetler Birliği dağıldı, ondan sonra küresel bir dünyadan söz edilmeye başlandı. Amerika ve Rusya anlaştılar, dediler ki, “Bizim karşılıklı kurduğumuz denge dünyanın savaşsız bir dönem geçirmesine neden oldu. Oysa dünyaya Avrupa egemenken, 25 sene içinde iki büyük savaş çıktı. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı... Halbuki soğuk savaş döneminde hiçbir ciddi savaşla karşılaşılmadı. Bu dengeyi yeniden kurmamız lazım!” Yoksa ABD’nin ekonomik olarak Rusya’ya yardım etmesi için bir sebep yok. Ama ABD hem doğrudan yardım etti hem de petrol fiyatlarını yukarı çekerek Rusya’nın gelirlerini artırdı. Petrol fiyatlarındaki artış piyasa şartlarının bir gereği değildi. Ansızın birkaç misline çıktı. İşte o zaman dedim ki, “Amerika ile Rusya arasında denge kurulduğu zaman bunların hasımları kim olacak?”

Rusya ile ABD, AB’yi dağıtacak Nasıl yanıtladınız bu soruyu?

Bunların hasımları yeni oluşmakta olan Avrupa gücü ve bir de Çin’di. Bunlar dünyada yeni güç odakları olmaya namzetler. Öyleyse Rusya ve ABD, AB’yi dağıtacaklar, Çin’i de sınırlandıracaklar. Şimdiki gidiş de o istikâmette zaten. Bu iki güç Ortadoğu ve Afrika’nın kaynaklarının Çin ve Avrupa tarafından sömürülmesine izin vermezler.

Bu bölgelerdeki ülkeleri savunacaklardır. Ama kendileri bu ülkeleri askeri güçle savunurlarsa bir reaksiyon doğuyor onlara karşı. “İşgalci” diye... İkincisi; ABD’nin bunu finanse edecek gücü kalmadı. Öyleyse bu tahterevallinin iki ucunda Rusya ve ABD varken, ortada istinat noktası Türkiye olacaktır. Türkiye bu bölgeyi yeni taliplerine karşı koruyacaktır.

-Türkiye’nin ABD ile ilişkileri nasıl olacak peki? Bozulmadan devam edecek mi?

Tabii... Biz de geçmişte bir sürü çelişkiyi yaşadık. Dedik ki, “Demirel Amerika tarafından getirilmiştir. Morrison Süleyman’dır!” Biliyorsunuz, Morrison Knudsen mühendislik firmasında çalıştığı için, Demirel’i eleştiren çevreler 60’lı yıllarda kendisinden bu sıfatla bahsediyordu...

Ama sonra ne oldu? 1970’li yıllarda CIA’in Türkiye şefi Paul Henze, 12 Eylül darbesini Başkan Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar başardı!” diye haber verdi. Kastettiği çocuklar darbeyi yapan generallerdi. Yani Amerikalılar Demirel’i devirdiler! Amerika, Amerika’yı mı devirdi diyeceğiz şimdi? Aslında bunlar çok tutarlı politikalardır. Ne oldu? Demirel’in yerine Özal geldi. Çünkü 12 Eylül darbesinin asıl amacı Özal gibi birini getirmekti. Özal, Türkiye’yi dünyaya açtı. Dünyayla ekonomik olarak bütünleştik, değil mi? Yani küresel sermaye Türkiye’ye ilk adımını o zaman attı.

-Bu planlar 31 yıl önce mi yapılmıştı?

Tabii... Daha da öncesinden hatta!

-İyi ama Demirel de bunu yapamaz mıydı?

Demirel’in ekonomi politikası farklıydı. O ithal ikâmeciydi. Yani dışarıdan ithalat yerine, içeride üretim politikası güdüyordu. Türkiye’nin dış borcu hemen hemen hiç yoktu. Çok düşüktü. Bu anlamda dünyanın en bağımsız ülkelerinden biriydi Türkiye. Ama solcular dediler ki, “Demirel’den kurtaracağız Türkiye’yi ve bağımsız yapacağız.” Ve ne oldu? Özal’ı getirdiler! Küresel sermayenin önünü açtılar.

-Türkiye, Demirel zamanında bağımsızdı dediniz... Peki ama solcular bu olanı biteni göremediler mi, analiz edemediler mi?

Hayır. Farkında değillerdi. Olayı analiz edemiyorlardı. Genç solcular alet olarak kullanıldı, diğerleri de öyle. Bilgisizdiler.

-Peki Demirel bu analizi yapabiliyor muydu?

Onu bilmiyorum. Ama Avrupa ve ABD ortak olarak bu operasyonları yürütüyordu. Amaçları Türkiye’yi ekonomik açıdan dünyaya açmaktı. Genelkurmay Başkanı Evren eğer çıkıp da, “Çocuklar hiç uğraşmayın biz darbe yapmayız” deseydi, biter giderdi.

Ama amaç darbeydi. Bakın, o günlerde solcular Türkiye’den kaçınca Avrupa’ya gidiyordu, hiç Sovyetler Birliği’ne gitmiyordu. Ayrıca o dönemde Sovyetler Birliği ile çok yakın ilişkilerimiz vardı. Dünyada Sovyet yardımı alan ikinci ülkeydik. Öyleyse darbecilerin söylediği gibi niye Türkiye’yi devirmek istesinlerdi? Ama bunlar görülemedi. Solcular kalktılar, “Kahrolsun Demirel!” dediler. Bağımsızlık için yaptılar bunu. Ama 12 Eylül’ün niçin yapıldığını birçok kişi biliyordu, Evren hariç!

-Niye öyle düşünüyorsunuz?

Bu amaçların hiçbirinin farkında değildi ki! Getirdiler Evren’i, anarşiyi ortadan kaldırdı. Ama o da anarşi yaptı. Memleketi kurtarmak için...

-Kurtarmak için yaptı ama PKK’yı büyüten de 12 Eylül darbesi oldu?

Evet. PKK’yı daha sonra da vatanını çok sevenler bu hale getirdiler.

-Kimler vatanını çok sevenler?

Askerler, MHP’liler... “Vurun” dediler. Kürt halkını vurdular. Şunu söyleyeyim, koruculuk çok büyük kötülüktü. Ben rahmetli Turgut Özal’la konuştum bu konuda. Bir gün Kürt meselesini tartışmak için beni çağırdı.

“Turgut Bey, halkın güvenliğini sağlamak devletin işidir. Oraya ekonomik yardım yapmak istiyorsanız parayı sokakta dağıtın daha iyi” dedim. O sırada telefon çaldı, dedi ki, “Adnan Kahveci arıyor, o da senin gibi düşünüyor. 80 bin kadro hazırlamış Güneydoğu’ya, buradan para akıtacağız diyor...” Yani 80 bin Kürt çalıştırılacakmış kamuda. Güzel bir program değil mi?

-O zaman Adnan Kahveci’nin ölümü de Kürt meselesine bağlanabilir mi? Zira o kaza da hâlâ sır?

Evet, hâlâ sır... Özal, Doğu ve Güneydoğu’nun ekonomik olarak yapısını değiştirmek istiyordu. O zaman Turgut Bey, “Fakat buna güvenlik güçleri karşı çıkıyorlar, kabul ettiremiyorum bir türlü” dedi.

-Nitekim Ecevit de aynı şeyi söylüyordu. “Güneydoğu’da asıl mesele aşiretler, orayı önce ekonomik olarak kalkındırmak gerekir” diyordu...

Evet. Hatta ben son zamanlarda şunu söyledim. Devlet oraya gidip, “Kürtler için hürriyet istiyorum. Bu ağalık sistemi sizi insan olmaktan çıkardı. Biz sizin için insanlık istiyoruz” diyebilirdi...

-Amerika’da, 11 Eylül’ü yapanlar arasında kimler var o zaman?

Amerika’yı tek bir birim olarak düşünmüyorum ben, “İçinde iki yapı oluştu” diyorum. Birisi ulusalcılar, diğeri de küresel sermayeciler. Küreselciler yavaş yavaş Amerika’yı terk ediyor. Komployu yapanlar ulusalcılar. Küreselcilere saldırdılar.

-Ulusalcıların içinde kimler var?

O zamanki iktidar var. Onlar daha ziyade iç ekonomik güce yönelikler. Şöyle bir ayrım yapabiliriz; Demokratlar küresel sermayeye yakındır, Cumhuriyetçiler ise ulusalcıdır. Ben size bir de hikâye anlatayım... ABD Başkanı John Kennedy niye öldürüldü diye... Kimse “Kennedy niçin öldürüldü?” diye sormaz. “Kim öldürdü?” diye sorar. Kennedy niçin öldürüldü?

Kennedy bugün söylediğimiz olayların, fikirlerin oluşturulduğu ilk günler iktidardaydı. Diyordu ki, “Dengenin bir tarafında neden Sovyetler Birliği olsun, onu tasfiye edelim, Avrupa’yı güçlü hale getirelim. Böylece denge Avrupa ile ABD arasında kurulsun!” Hatta Avrupa’ya geldi, Berlin’e gitti, “Ich bin ein Berliner!” Yani “Ben bir Berlinli’yim” dedi.

O zaman Sovyet devlet adamı Kruşçev ABD’deki muhataplarına, “Bu değişim ancak savaşla olur. Biz böyle bir değişime, tasfiyeye karşı çıkarız. Savaşı göze alıyorsanız, böyle devam edin” dedi. Niye o günlerde nükleer savaştan dönüldü? Çünkü ABD’liler hem Rusya’nın talebi olduğu için hem de Demokratların bu politikasını beğenmedikleri için “Biz başkanımızı feda ederiz” dediler ve ettiler.

-Bu da 11 Eylül gibi ABD’nin işi yani?

Evet. Zaten bunun Amerika’nın içinde bir komplo olduğunu söylüyor herkes. Ama nedenini söylemiyor. Nedeni Kennedy’nin Avrupa’yı öne çıkarmak ve Sovyetleri tasfiye etmek istemesiydi.

-Şimdi Amerika için öngörünüz nedir?

Önümüzdeki dönemde cumhuriyetçiler göreve gelecekler. Obama zaten görevini yaptı. Cumhuriyetçiler de ulusalcı bir politika izleyecekler!

Vatan
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara