Pakistanlı yazardan '10 yıl sonra 11 eylül'
Pakistan asıllı İngiliz yazar Tarık Ali, 11 Eylül olaylarının 10. yılına ilişkin değerlendirmesinde ABD’nin ‘terörizme karşı savaş’ politikasının geldiği yere işaret ediyor.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-09-11 13:29:41
‘Egemen kişi olağandışı durumlarında kendi kararlarını alandır’. Yaklaşık bir yüzyıl önce Avrupalı hükümdarlar ve ordular çoğu kıtalarda hüküm sürerlerken ve Amerika Birleşik Devletleri soyutlayıcı güneşin altında güneşlenirken, Carl Schmitt farklı zamanlarda bu cümleyi kaydediyordu. Muhafazakar teorisyen Schmitt’in ‘olağandışı durumlardan’ kastettiği ciddi ekonomik veya politik felaketlerin yol açtığı, anayasanın askıya alınmasını, iç baskıyı ve başka ülkelerle savaşı gerektiren acil durumlardı.
11 Eylül’den on yıl sonra, ABD ve Avrupalı müttefikleri bataklığa saplanmış durumda. O yıl gerçekleşen olaylar dünyayı yeniden düzenlemek ve bu düzene uyum göstermeyenleri cezalandırmak için kullanılan bir bahaneydi. Ve bugün Avrupa-Amerika vatandaşları ahlaki bir çölde debeleniyor, savaşlardan hoşnutsuz, teslim olmuş, neyin ne olduğuna dair değişen propagandalara maruz bırakılmış ve nihayetinde iyi/kötü savaşların kapsayıcı emperyalist stratejileriyle baş başa bırakılmış durumdalar. ABD’nin [Afganistan] Generali Petraeus (şu anda CIA’nin yöneticisi) bize şunları söylüyor:
“Şunu da kabul etmelisiniz ki sizin bu savaşı kazanacağınızı düşünmüyorum. Bence savaşmaya devam etmelisiniz. Burası biraz Irak gibi. Aslında evet Irak’ta büyük bir ilerleme vardı. Ama burada halen korkunç saldırılar var ve siz tedbiri elden bırakmamalısınız. Bu türden bir savaş geriye kalanlarımızın ve muhtemelen çocuklarımızın yaşamları için verdiğimiz bir savaş”. Bu ses egemen gücün sesi. Bu mesele için olağandışılığın kural olduğuna karar veriyor.
Verdiği yanıta katılmasam da, Alman felsefeci Jürgen Habermas önemli bir soru öne çıkarıyor: “İnsan haklarıyla bağdaştırdığımız evrensellik iddiası batı egemenliğini gizleyen, özelde kurnaz ve aldatıcı bir araç mıdır?” 'Kurnaz' ifadesi silinebilir.
İşgal edilmiş topraklardaki deneyimler gün gibi ortada. Afganistan’daki on yıllık savaş sürüyor. Başkanı ve ailesi haksız kazançlarla ceplerini dolduran çürümüş kukla bir rejim ve isyancılar karşısında yenik düşen ABD/NATO ordusuyla, kanlı ve vahşi bir çıkmaz.
İsyancılar şimdi istedikleri gibi vuruyor, Hamid Karzai’nin yolsuzluklarla bilinen kardeşini öldürüyor, önde gelen işbirlikçilerini düşürüyor ve intihar saldırıları terörizmi ve helikopter düşürebilen füzelerle temel NATO istihbarat personelini hedef alıyor.
Bu esnada ABD ve neo-Taliban arasında sürüncemeli perde arkası anlaşmalar yıllardır devam ediyor. Amaç umutsuzluğu ortaya koyuyor. NATO ve Karzai Taliban’ı yeni bir ulusal hükümete dahil etme noktasında umutsuzlar.
Egemen elitlerin bel kemiğini oluşturan ve arabuluculuğa ve toleransa inandıklarını iddia eden ve aynı değerleri yeniden sömürgeleştirilmiş devletlere kabul ettirmek için savaşan Avro-Amerikan liberal ve muhafazakar siyasetçiler halen durumlarının farkında değiller ve tehlike belirtilerini görmeyi beceremiyorlar.
Terörist şiddetten sahte vazgeçişlerine rağmen, işkenceyi, icraatlarını, sivillerin hedeflenmesi ve öldürülmesi, olağandışı post-legal devletleri savunmada ve böylece istediklerini istedikleri gibi süresiz yargılama olmaksızın hapse atmakta bir sıkıntı görmüyorlar. Eş zamanlı olarak savaşlara karşı çıkan Avro-Amerika’nın iyi vatandaşlarına Irak ve Afganistan’ın, Libya’nın ve Pakistan’ın… -liste uzayarak sürüyor- ölü, yaralı ve yetim bırakılan vatandaşlarını görmezden gelmeleri için para ödeniyor.
Savaş -jus belli- şimdi ABD onayıyla yapıldığı, yahut tercih edildiği sürece meşru bir araç. Şu günlerde savaş ‘insani’ bir zorunluluk olarak sunuluyor: Bir taraf suçlar işlemekle, kendince daha etik olan daha iyi taraf ise basitçe zorunlu cezalandırmaları gerçekleştiriyor ve [işgal edilen] devlet kendi egemenliğini reddediyor.
Bu yer değiştirme askeri üsler ve paranın her ikisinin dikkatlice sevk edilmesiyle gerçekleştiriliyor. Bu 21. yüzyıl sömürgeleştirmesi veya hükümranlığı siyasal ve askeri operasyonlar için zorunlu bir kolona dönüşen küresel medya şebekelerince destekleniyor.
Öncelikle ABD’deki vatan güvenliğiyle başlayalım. 2008’de çoğu liberalin hayal ettiğinin aksine Amerikan siyasal kültürünün yozlaşması tam gaz devam ediyor. Genel eğilimi tersine çevirmenin aksine, avukat-başkan (Obama) ve ekibi kasten süreci tırmandırdı.
George Bush döneminden daha fazla göçmen sürgünü yaşandı; Guantanamo hapishanesinde yargılanmadan tutulan tutuklulardan daha azı salıverildi ki, Obama bu hapishaneyi kapatma sözü vermişti; dost ve düşman varsayımlarını belirleyen Vatanseverlik Kanunu (Patriot Act) yenilendi, Kongre’nin onayı olmadan, bağımsız bir ülkenin bombalanmasının düşmanca bir hareket olarak görülmemesi gerektiğini belirten uydurma bir temellendirme ile Libya’da bir savaş başladı, ifşahatçılara (Wikileakers) acımasızca davalar açılıyor ve bu liste günden güne uzuyor.
Siyaset ve iktidar hiçbir şeyi umursamıyor. Demokratlar’ın örnek yaklaşım sergilediğine inanırken Bush yönetiminin yasaları çiğnediğine inanan liberaller siyasal bir kabilecilik içindeler. Obama’nın lafazan retoriğinin uzağında, çok az insan bu yönetimi selefinden ayırıyor. Bir anlığına siyasetçilerin ve propagandacıların tabularını ve önyargılarını tamamıyla Amerikan toplumuna empoze edebilme gücünü -ki bu güç her kesimden muhalifleri acımasızca ve kindarca bastırırken, şu günlerde suçlular ve halk düşmanları gibi davranılan Bradley Manning, Thomas Julian Assange, Stephen Kim tarafından daha iyi bilinir- göz ardı edin.
Usame Bin Ladin’in Abbotabad’da öldürülmesinden başka hiçbir şey bu alçalmayı anlatamaz. Yakalanabilir ve yargılanabilirdi, ama buna hiçbir zaman niyetlenilmedi. New York’da o gün duyulan çığlıklar liberal modu yansıtıyordu: “A-B-D. A-B-D. Obama Usame’yi yakaladı.
Obama Usame’yi yakaladı. Bizi yenemezsin. (Alkışlar) Bizi yenemezsin.” Bunlar emperyalist devletler ailesinin kendi kaderlerini tayin edebilme yeteneğinden yoksun, kıdemsiz üyeleri, Avrupalı liderlerin diplomatik ifadelerinde de yankılandı. İkiyüzlülük ve boş laf siyasi kültürün basma kalıbı oldu.
Örneğin Libya’yı, ‘insani yardım müdahalesinin’ son örneğini ele alalım. Libya’ya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kılıflı ABD-NATO müdahalesi özelde bir diktatöre karşı kitle hareketine verilen organize destek yanıtının bir parçası. Bu müdahaleyle Arap isyanlarının Batı kontrolüne odaklanarak, enerjisini ve spontanlığını ele geçirerek kontrol altına alma ve statükoyu yeniden inşa etme amaçlandı.
Şu anda gün yüzüne çıktığı gibi, İngiliz ve Fransızlar başarılarıyla böbürleniyorlar ve altı aylık bombalama operasyonunun karşılığı olarak Libya’nın petrol rezervlerini kontrol edecekler.
Batının yaratacağı iğrenç koruyuculuğun savunucularına Washington’da karar veriliyor. Umutsuzluk içinde, NATO’nun savaş uçaklarını destekleyen Libyalılar bile seçimlerinden dolayı pişman oluyorlar.
Tüm bunlar bir düzeyde üçüncü bir eşiği, Suudi Arabistan’a yayılan ulusalcı bir öfkeyi tetikleyebilir. Ve burada hiç şüphe yok ki, Washington Suudi kraliyet ailesini iktidarda tutmak için ne gerekiyorsa yapacaktır. Suudi Arabistan’ı kaybetmeleri durumunda Körfez ülkelerini kaybetmiş olacaklar.
Hayli önemli düzeyde Kaddafi’nin ahmaklığının da yol açtığı, Libya saldırısı insan haklarının savunucuları gibi pazarlanan NATO/ABD tarafından inisiyatifi sokaklardan almak üzere dizayn edildi. Bahreynliler, Mısırlılar, Tunuslular, Suudi Arabistan ve Yemenliler ikna olmayacaklar ve hatta Avro-Amerika’da da birçokları bu macerayı desteklemek yerine karşı çıktı. Mücadeleler hiçbir surette bitmiş değil.
19. yüzyıl Alman Şairi Theodor Däubler şunları yazıyordu:
Düşman taşıdığımız kendi sorumuz
Bir av köpeği gibi bizi izleyecek
Biz de onu izleyeceğiz
Hem de sonuna kadar
Bugün bu bakış açısının sorunu ABD politika çıkarlarınca belirlenen ve çok hızlı değişen düşman kategorileri. Dün Saddam ve Kaddafi ile dostlardı ve Batı'nın istihbarat birimlerinden düşmanlara karşı yardım alıyorlardı. Öncekiler düşman olurken, eski düşmanlar dosta dönüştü. Gezegendeki düzensizlik sürüyor. Bin Ladin’in öldürülmesi sanki dünyayı daha güvenli bir yer yapacakmış gibi Avrupalı liderlerce kutlandı. Gidin bunu perilere anlatın.
*Tarık Ali’nin 6 Eylül’de Guardian’da yayınlanan yazısını Zeynel Gül İngilizce orijinalinden ETHA için çevirdi. Yazının kısaltılmış halidir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara