Ömer Madra
Sevgili Dostlar,
Bu ay gezegenimizden insan manzaraları şöyle görünüyordu:
Ekonomi
Tarihçi, sosyal yorumcu ve aktivist Mike Davis, şu günlerde kendi ilk gençliğinin araba çarpıştıran liseli genç asiler üzerine yazılmış macera ve kahramanlık romanlarını hatırlamakla meşgul. Davis, gazetelerin “iş âlemi” sayfalarına şöyle bir göz gezdirdiğinde, dünyanın halihazırdaki ekonomik durumunu gençlik çetelerinin son büyük araba çarpışmasının hemen öncesindeki o müthiş heyecanlı âna benzetiyor: ABD, AB ve Çin, üç ayrı yönden gözleri kör edici bir hızla aynı kavşağa doğru ilerlemekteler. Soru şu: Hayatta kalıp mezuniyet balosuna katılacak kimse kalacak mı ortalıkta?
Önce ABD’den başlayalım. Kendilerine Çay Partisi adını veren azgın sağcı, hatta faşist Cumhuriyetçiler “çetesi”, gaz pedalını topuklamış, çılgınlar gibi sırıtarak “Ölüm Dönemeci”ne yaklaşıyor. Davis’e göre borç tavanı krizi son anda aşılsa bile, durum kurtulmuyor: Başkan Obama çoktan “çiftliği rehin bırakmış, çoluk çocuğu da satmış” zaten. Küreselleşmiş ekonomide başvurulacak son çare tüketiciler, gezegende istiflenmiş artı değerin son güvenli sığınağı da hâlâ dolar iken, Cumhuriyetçilerin inanılmaz bir cüret ve pervasızlıkla tezgâhladığı yeni ekonomik kriz (resesyon), “McDünya’nın üstünde durduğu sacayağının üç temel payandasını, yani Amerika’da tüketimi, Avrupa’da istikrarı, Çin’de de büyümeyi ossaat “şüpheli alacaklar” listesine sokuverecek.
Sonra Avrupa’nın durumu. AB’nin sırf büyük bankalar ve mega alacaklıların bir özel birliği olduğunu ispatlamakta olduğunu belirtiyor Davis: “Yunanlılara Partenon tapınağını sattırmakta, İrlandalıları da Avustralya’ya göç ettirmeye kararlı görünüyor.” Ama bunun devamında durumun büsbütün berbatlaşacağını görmek için de illa Keynes gibi büyük bir ekonomist olmak gerekmediğini de ekliyor.
Nihayet, Çin’e gelince: Öngörülen tüketici patlamasının hızla tehlikeli bir emlak balonuna dönüştüğü, ülkenin her bir yanında sınırsız sayıda gökdelenler ve dev AVM’ler yükselirken, bu “inşaat sefahat âlemi”nin yanı başında 1,5 trilyon dolarlık “şüpheli alacak” sorununun başgösterdiği, sorunlu ya da batık kredilerin banka portföylerinin yaklaşık üçte birine ulaşmakta olduğu tespit edilmiş durumda. Çin’in böyle “sert iniş” yapması halinde, Brezilya, Endonezya, Avustralya gibi başlıca tedarikçi ülkelerin de altta kalıp “kemiklerinin kırılacağını”, Japonya’nın ise deprem-tsunami-radyasyon üçlü mega felaketinden sonra ana pazarlarından gelecek yeni şoklara zaten fazlasıyla hassas olduğunu, öte yandan, gıda fiyatlarında yükselmeyi durduramayan veya yeni iş alanları açmayı başaramayan Ortadoğu hükümetleri için de “Arap Baharı’nın kışa dönüşebileceği”ni yazıyor. (Crash Club: What Happens When Three Sputtering Economies Collide?)
İklim
Araştırmacı gazeteci ve yazar Christian Parenti, yerkürenin “sınırboylarında”, yani büyük bir hızla yükselen yiyecek ve petrol fiyatlarının iklim kaosu ve diğer kaos biçimleriyle, kaynak kavgalarıyla birbirine girdiği yerlerde yaptığı uzun yolculuktan döndükten sonra yayınladığı yeni kitabında, son büyük çarpışma öncesinden manzaraya bir başka açıdan bakıyor. Bu sefer mahşerin üç atlısı, yani aşırı hava olayları, militarizm ve serbest piyasa güçleri, gaz pedalını topuklamış, üç ayrı yönden baş döndürücü bir hızla geliyorlar: artlarında sayısız devlet leşi yaratarak, “Gezegen leşi” kavşağına doğru hızla yaklaşmaktalar.
Önce aşırı havalar. Rusya’da korkunç yangınlar, ekmek sepetinde yok olan buğday hasadı, Avustralya’da ekmek sepetini mahveden seller, ABD ortabatısında, Kanada’da mısır ürününü tahrip eden seller, Avrupa’yı vuran bahar kuraklığı... Televizyon ekranları bile eğlence programlarından, dizilerden arta kalan zamanda gösteriyor bazı bazı: Somali’de 60 yılın en korkunç kuraklığı ve 12 milyona yakın insanın açlıktan gözümüzün önünde kırılması hadisesini an be an yaşamaktayız. Zengin ülkelerden yardım ise sadece damlıyor. Dünya Bankası Başkanının geçen yıl küresel yiyecek sisteminin tüm boyutlarıyla gerçek bir krize dönüşmesi için artık son bir şok kaldığını söylediğine işaret eden Parenti, bu krizin kökünde iklim değişikliğinin, yani gezegenin dört bir yanında kol gezen, gittikçe şiddetini arttıran aşırı –ve kahredici– hava olaylarının yattığını belirtiyor. Küresel yiyecek sisteminin, eğer hâlâ kopmadıysa, kopacak gibi gerildiğinin açıkça görüldüğü ortada. Yükselen talepten, enerji fiyatlarının artmasından, artan su kıtlığından ve hepsinden önemlisi, iklim kaosunun artık almış başını gitmekte oluşundan kaynaklanan müthiş basınç yaratıyor bu gerilmeyi.
Üstelik, uzmanlara göre daha bu işin başı. Önümüzdeki 20 yıl ekmeğin fiyatının yüzde 90 oranında artacağı tahmin ediliyor. Bu da bizi militarizm konusuna getiriyor işte: “Yeni ayaklanmalar, protestolar, umutsuzluğa kapılmış kitleler, keskinleşen su kavgaları, artan göç dalgaları, yayılan etnik ve dinî şiddet olayları, haydutluk, çeteleşme, iç savaşlar ve (eğer tarihî olaylardan bir ders çıkartmak mümkünse) hem emperyal, hem de muhtemelen bölgesel güçlerden gelecek muhtemel bir dizi yeni müdahale.”
Bu bölümde son olarak, sacayağının üçüncü “atlısı” serbest piyasaya bakacak olursak, orada durum şöyle görünüyor. Uğursuz bir uğultuyla büyüyerek üstümüze üstümüze gelen kriz karşısında nasıl bir karşılık üretiyoruz uluslararası insanlık camiası olarak? Milyonlarca, hatta milyarlarca dünya yoksulunu korkunç tehdit karşısında gıda güvenliğine kavuşturmak, yani bir somun ekmeği istikrarlı makûl bir fiyata satabilmek için, kapsamlı bir uluslararası girişimde bulunabildi mi insanlık, camia olarak? Parenti, kendi sorusuna yine kendisi – biraz hüzün verici ve anlamlı– bir cevap getiriyor:
“Onun yerine dünyanın en büyük emtia ticareti şirketi Glencore ve tarım mallarında dünyanın en büyük ticaret şirketi olan Cargill, dünya hububat piyasalarındaki denetimlerini büsbütün sağlama almak için küresel arz zincirlerini düşey olarak entegre etmeye giriştiler ve böylelikle, küresel sefaletten kâr sağlayacak şekilde tasarlanmış yeni bir gıda emperyalizmine giriştiler. Ortadoğu’da ekmek, savaş ve devrimleri tetiklerken, Glencore [spekülasyon da yaparak] tahıl fiyatlarının yükselmesinden yararlanıp umulmadık yüksek kârlar elde etti. Ekmek somunumuz ne kadar fiyatlanırsa, Glencore ve Cargill gibi şirketler de o kadar çok para kazanmaya hazır hale gelecekler.”
(Soaring Food Prices, Wild Weather, Upheaval, and a Planetful of Trouble)
Memleket
Yazar ve gazeteci Ahmet Altan, geçenlerde kaleme aldığı Tehlike başlıklı yazısında birbirine hızla yaklaşan trenlerin çarpışma öncesindeki durumdan bahsediyordu.Yazar, bu analoji ile, Hükümet ile PKK arasında ülkede bundan öncekilere benzemeyen, çok şiddetli bir savaşın eşiğinde olduğumuz yolunda uyarıda bulunuyor ve ekliyordu: “Öyle bir çarpışma olacak ki memleket sallanacak.” Kürt sorununun siyaset alanının dışına çıkartılmakta olduğu, PKK’nın kendine “yönetim hakkı” talebi ile hükümetin asker yerine profesyonel polis kadroları eliyle ama yine “askerî” yani silahlı, militarist “çözüm” niyeti, iki zıt yönden kalkmış olan ve makinistlerinin kimseyi dinlemeden hızla birbirinin üstüne doğru sürdüğü trenlere benzetiliyordu. “Bundan böyle askeriyenin yapacağı “şikelerin” ya da beceriksizliklerin önleneceği, komutanların sürekli denetleneceği, profesyonel polis kadrolarının savaşa sürüleceği ve savaşın hiç olmadığı kadar şiddetleneceği belli.”
Aynı günlerde aynı gazetede yazar ve gazeteci Orhan Miroğlu ise benzer kaygılarla, savaşın alabileceği yeni boyut üzerinde düşünmemiz konusunda hepimizi uyarıyor, Altan’ın da sözünü ettiği “şike” metaforunu devreye sokuyor ve şöyle diyordu: “Savaşta şike yapmaktan sorumlu olanlar, toplumu savaş içinde tutup, siyaset kurumunu devre dışı bırakarak, merkezinde ordunun olduğu bir çeşit patrimonial iktidar biçimi yaratmayı başardıkları, ve bu iktidar biçimini korumak için iç infazlar dahil her şeyi göze aldıkları için, son derece tehlikelidirler... Türkiye savaşın hakikatlerini konuşmaya başladıkça, ordunun PKK’yle savaşırken en kritik zamanlarda ‘savaş şikesi’ yaptığı anlaşılıyor.” Miroğlu, gözlerini öbür yönden gelen “tren”e çevirdiğinde de farklı bir tehlike boyutunu farkediyordu: “PKK cephesinden bakıldığında ise, Karayılan’ın metropolde yaşayan Kürtlere ‘öz savunma’ önermesi, bunu yapamayacak olanlara, geri dönme çağrısında bulunması’ yeni ama ölümcül ve herkesi düşündürmesi gereken bir safhaya işaret ediyor.”
Özet
Yeni, ölümcül ve düşündürücü bir safha, evet. Ama yalnız Türklerle Kürtleri ilgilendiren bir evreye girmiş olduğumuzu düşünmek, gerçekten ölümcül bir hata olur. Christian Parenti, yeni yayımlanan kitabının son bölümünde şöyle yazıyor: “Medeniyet tam bir krizde – bunun etkileri henüz tam anlamıyla hissediliyor olmasa da. Dünya ekonomisinin metabolizması, doğanın bünyesiyle temelden uyumsuz hale gelmiş durumda. Ve bu “kan uyuşmazlığı” her ikisi için de ölümcül bir tehdit.[...] Ya insani ve adil uyum yolları bulacağız, ya da bizi barbarlık manzaraları bekliyor olacak.” (Tropic of Chaos: Climate Change and the New Geography of Violence, Nation Books, 2011, s. 225-26.) Yani, şairin dediği gibi, “Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır/Haram sevaboldu, sevap haramdır.”
Bu dizelere, Pulitzer ödüllü yazar, gazeteci ve aktivist Chris Hedges’in Oyun Sonu başlıklı yazısından şu satırları da eklemeliyiz ki, gezegenimizden insan manzaraları tamamlansın: “Çevre felaketiyle ekonomik felaketin ölümcül karşılaşması rastlantısal değildir. Şirketler, insanlardan doğal dünyaya kadar herşeyi birer mala dönüştürür ve bunları ya tükenene ya da ölene kadar amansızca sömürür. Şu anda kıyamet yarışı çevrenin çöküşü ile küresel ekonomik çöküş arasında cereyan ediyor. Acaba önce hangisi bizi götürecek? Yoksa, ikisi birden aynı anda mı götürecek?”
Evet, çarpışma rotası böyle çizilmiş görünüyor. Bu yazı çok iyimser olmadı galiba. Ama, bizim işimiz de insanlara duymak istemedikleri şeyleri söylemek. Yoksa öyle değil miydi?
Kaynak: Açık Radyo