Özlem Apaçe'nın söyleşisi
Nihat Hatipoğlu son yılların en çok izlenen televizyon yüzlerinden biri, hatta en çok izlenen ilahiyat hocası desek yeridir. Yaptığı programları her kesimden insan beğeniyle izliyor. Zaten reytingler de Hatipoğlu'nun çok sevildiğini söylüyor. Biz bu sevgiye bizzat şahit olduk ve nedenini araştırdık.
Röportajı yapacağımız Sultanahmet Meydanı'nda onunla yürümek bir pop star'la yürümek gibiydi. Bir kere herkes istinasız hocaya bir merhaba demek ve hemen ardından fotoğraf çektirmek istedi, hatta çantasından Hatipoğlu'nun son kitabını çıkarıp imzalatmak isteyenler oldu… Ama en şaşırtıcı olanı küçücük çocuklarını Nihat Hatipoğlu'nun kucağına bırakarak çocukları ve kendileri için dua isteyenlerdi. Bu kadar sevilmeyi başaran bir ilahiyat hocası nasıl biridir merak ettik ve Nihat Hatipoğlu'na her şeyi sorduk.
Nerelisiniz hocam?
Diyarbakırlıyım ama bizim uzak kökenimiz Medine. Büyük dedemizin Hz. Ömer olduğunu biliyoruz. Yani köklerimiz ikinci halife Hz Ömer'e dayanıyor. Zaten Diyarbakır'da bizim aileye, ya imam ailesi ya da Ömer ailesi derlerdi. Rahmetli dedem Halil Efendi, eski tabirle Molla Halil, Diyarbakır ve Malatya'nın il müftülüğünü yaptı. Onun babası da Osmanlı müftülerindendi. Anne tarafım da baba tarafım da hep bu işi yapıyormuş yani. Hatta ailemin Medine'den Suriye'ye, Suriye'den Türkiye'ye Osmanlı tarafından İslam'ı tebliğ etme amacıyla getirildiği söyleniyor. Tabii bunlar bizim duyumlarımız.
Dedeleriniz müftü, peki babanız da müftü müydü?
Babam da müftüydü, İzmir il müftüsüydü. Daha önce de Uşak, Afyon ve Siirt'te müftülük yapmıştı. En son Diyanet'te Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi ve Fıkıh Komisyonu başkanıydı. 1995 yılında Medine'de vefat etti. Hacca görevli gitmişti, hatta o sene Arafat Duası'nı o yaptırmıştı. Mezarı Hz. Osman'ın ayakucunda, Hz. Peygambere yakın bir yerde.
Siz de babanızı örnek aldınız herhalde?
Benim modelim babamdı tabii. Babam çok mütevazı ama çok donanımlıydı. Arapçası Mısırlılara Arapça öğretebilecek kadar iyiydi, ilmî Arapçası da çok iyiydi. Ben çok etkilendim babamdan, dedem öyle babam öyle, çevrem hep öyle. İki taraftan da hoca hepsi…
İçine doğduğunuz kültürü devam ettirdiniz siz de…
Evet, ben de İmam Hatip'te okumak istedim. İmam Hatip'i bitirdikten sonra İlahiyat'a girdim. Tabii hep isteyerek, tasarlayarak, arzu ederek oldu bunlar.
O zamanlar ne olmak isterdiniz, "ben bir ilahiyat profesörü olacağım" mı derdiniz?
Yoo hayır. İyi bir Müslüman olmak isterdim her şeyden önce. İkincisi de büyüklerimin yolundan gitmek isterdim. Ne radyoculuk, ne televizyonculuk ne yazarlık, bunların hiçbiri aklımda yoktu. Ben imam hatip okulunda öğrenciyken babamın maaşı azdı, memur maaşıyla beş kardeş okuyorduk. Babam bizi geçindirmekte zorlanıyordu. O dönemde 18 yaşında cami imamı olarak göreve başladım. Hem okudum hem de görev yaptım. Hatta çok ilginç bir hatıram var. Babam müftü, ben de hocayım. Babamın emrinde çalışıyorum yani. Bir gün biraz rahatsızlandığım için sabah namazına gidemedim. Babam sabah anneme "Nihat niye gitmedi" diye sormuş, annem de "biraz hasta" diye yanıtlamış. Öğleden sonra okula gittim, bana bir yazı geldi; "bugün camiye gitmediğiniz tespit edilmiştir, müftülüğe gelip savunmanızı vermeniz gerekiyor" diye. Savunmamı da babam almıştı o zaman. Ben hasta olduğumu ifade ettim. Uyarı cezasıyla kurtuldum. Çok hassastı babam…
Topluluk önünde konuşma, kendini dinletme anlamında ilk tecrübelerinizi de o günlerde camilerde vaaz vererek kazandınız belki de?
Evet, tabii, cami imamlığından ve kürsüden geldim ben. 18 yaşından itibaren büyük cemaatler önünde vaaz etmeye başladım. 20 yaşındayken dört, beş bin kişilik cemaate cuma namazlarında vaaz ediyordum. Uşak, Afyon, İzmir, Ankara birçok yerde… Bir ara İzmir'de Kuran kursları müdürlüğü yaptım. Sonra imtihana girdim ve devlet tarafından Mısır'a gönderildim. Orada bir sene El-Ezher Üniversitesi'ne devam ettim, bir sene de pratik Arapça öğrenmek için Mısır'ın köylerinde kaldım. Bugün bir Arap kadar rahat konuşurum Arapça'yı. Türkiye'ye döndüğümde Diyanet'te fetva komisyonuna girdim, uzman oldum orada. Diyanet'te başka hiçbir idari görev istemedim, komisyonda hep üreteyim istedim, babamın talebi de öyleydi. O dönemlerde bir gün sanırım Ramazan ayıydı, Kanal A diye bir televizyon vardı Ankara'da, yerel bir kanal, oraya konuk olarak çağrıldım ve bir programa katıldım. O program çok beğenilmiş. Sonra bana "Program yapar mısınız" dediler. Ama tabii daha önce de Ankara'daki yerel radyolarda program yapıyordum.
Program mı yapıyordunuz, konuk olarak mı katılıyordunuz?
Program yapıyordum, yayıncılığa ilk radyoda başladım. Bir nevi yayıncılık tecrübem vardı yani. Kanal A'nın teklifine olur, deneyelim dedim. Öyle başladık. "
HAFİF BİR FON MÜZİĞİ GİRSENİZ..."
Stüdyoda ses tonunuzla, bakışınızla sanki o olayı anlatmıyor da yaşıyor gibisiniz…
Televizyon için bir üslup çalışması yaptınız mı? Hayır, tamamen doğaçlama. Bir konferans için Fransa'ya gitmiştim. Bir spor salonunda peygamberimiz anılacaktı. Benim de konuşma yapmamı istediler, olur dedim. Nasıl yapalım dediler. Ben de onlara, hafif bir fon müziği girseniz, ışıkları azaltsanız dedim… Ben rahat olayım, dinleyici rahat olsun istedim. 15, 20 dakika peygamberimizi anlatalım diye başladık, bir buçuk saat oldu. Salonda çıt yok, ışıklar açıldığında gördük ki, herkes ağlamış. Ankara'ya geldiğimde bunu eşimle ve çevremle paylaştım. Onlar da bana Ankara'da böyle programlar yapmamı önerdiler. Hadi deneyelim dedik, başladık, arkası da geldi.
Üslubunuz Fransa'da bir konferansta oluştu yani?
Benim program rejimin işi çok zordur. Bana bugün ne anlatacaksınız, ana başlıkları alalım derler. Ben "ana başlık yok, stüdyoya gireyim, Bismillah diyeyim, yayın başlasın" derim.
Sizin sırrınız bu mu, tamamen doğaçlama anlatmanız mı?
Tevazu, alçak gönüllülük, samimiyet; sanırım gönüle giden yol budur. Ben şöyle düşünüyorum geceleyin saat 3'te 4'te herkes uykudayken, namazımı kıldığımda, Kur'an-ı Kerim okuduğumda veya peygamberimizin hayatını düşündüğümde eğer gözlerim yaşarmıyorsa ekranda da yaşarmaması gerekir. Bunu iç âleminizde yaşamanız gerekir, bu bir iç muhasebedir. Ben o muhasebeyi yapıyorum.
Üç çocuğunuz var. Onlar ne yapıyor, onlarında ilahiyatçı olmasını ister misiniz?
Çocuklarımın üçü de hiçbir baskı, hiçbir dayatma olmamasına rağmen beş vakit namazını kılıyor. Üçü de her türlü yanlış şeyden uzaklar. En büyüğü bu sene doktor oluyor inşallah. Ortanca üniversitede okuyor ama aynı zamanda radyo programı yapıyor. Ben de öyle başlamıştım. Sesi de bana çok benziyor. Benim bir kopyam aslında. İleride belki onu da görürsünüz ekranlarda… Bayrak FM'de "İslamın Güzellikleri" adlı bir program yapıyor. En küçük oğlumu da bu sene imam hatip lisesine göndereceğim. O da ilahiyatçı olmak istiyor. Dedesini, rahmetli babamı çok seviyor… Allah izin verirse iyi bir ilahiyatçı olsun istiyorum. "
Çocuklarınızdan biri dinsiz biri ile evlenmek istese ne yaparsınız? Müsaade eder misiniz?
Çocuklarım bunu tercih etmez.
Ya ederse?
Ederse onu Müslüman edin derim. Âşık olmuşsa müdahale etmem, sevmeye âşık olmaya son derece saygım var. Peygamberimiz Hz. Ayşe'ye, Hz Ali Fatıma'ya, Hz Yusuf Züleyha'sına aşıktı. Ama torunlarımı yetiştirecek annenin dindar olmasını isterim. Çocuğuma "Evet sevebilirsin ama aşkın da ötesinde bir şey var, Allah'la irtibatın iyi olması gerekir" derim. Çünkü ölümle aşk da sona eriyor ama Allah'la irtibat devam ediyor. "Evleneceğin kızın Allah'a, peygambere Kur'an'a inanması lazım" derim. Bir ateistle evliliğini onaylamam. Ateistle bir Müslüman evlenemez. Ama mesela bir Hıristiyan veya Yahudi kızla, bir Müslüman erkek evlenebilir. "Beni dinlemiyorsan senin bileceğin iş, ama dinliyorsan böyle" derim…
Genç kızların yeni örtünme biçimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genç kızlarımızın modayı ön plana çıkararak tesettüre girmesini sert karşılayanlardan değilim. Hangimizin İslam'ı mükemmel ki, hangimiz dört dörtlüğüz? Genç kızımız neticede örtünme ihtiyacı hissetmiş ama o kadarını yapabilmiş. Olaya böyle bakmak gerekir. Zaten İslam'da tek bir forma yok, kimi çarşaf giyer, kimi manto giyer, bu iş zevke bırakılmış. Standartları vardır, standartları söylersiniz. Genç kızımız o kadarını yapabiliyorsa onu dışlamak, yok saymak, son derece yanlış bana göre.
Hayattaki en büyük hayaliniz nedir?
Dünyalıkla ilgili bir hayalim yok. Çocuklarımın İslam'ın ve toplumun hizmetkârı olması belki dünyalık talebim olabilir. Benim isteğim ise kenara çekildiğim zaman Medine'ye gitmek. Peygamber efendimize, sahabelere ve babama yakın olmak. Kâbe'nin oradaki sütunların birinin dibinde sürekli kitap okumak, bütün hayatımı böyle geçirmek. İhtiyarlığımın böyle geçmesini isterim. En sevdiklerimin yanında…
"MODEL BEN DEĞİLİM, HZ. MUHAMMED"
Artık çok popülersiniz, ünlü bir hoca olmak sağlam inançlarınıza rağmen sizi ve hayatınızı etkiledi mi?
Sokakta ilgi çok fazla… Mesela konferanslarım oluyor, aykırı şeyler söylemediğim için basına yansımıyor ama 10, 15 bin kişi civarında katılım oluyor. Geçenlerde Kayseri'deydik, 20 bin kişi vardı salonda. Çorum'da 15 bin kişi, Ergani'de 10 bin, Osmaniye'de 15 bin kişi… Günde bine yakın mail alıyorum. Ramazan'da bu sayı daha da artıyor. Hepsi dua istiyor. Mesela siz gelmeden 10 dakika önce bir hanım buradaydı, hani sosyete diye tabir ederler ya, o çevreden bir hanım geldi. Diyor ki şöyle sıkıntılarım var ne dersiniz… Bana gelen kitle çok farklı, hacı teyzem de geliyor, dinden soğumuş bir delikanlı da, sosyete diye tabir edilen kesimden hanımlar da… Beni son senelerde en çok mutlu eden şeylerden biri de şu oldu. Her sene Umre'ye gidiyorum, tavafta genç yaşlı her kesimden Türkler de var. Hiç tanımadığım insanlar tavaf sarasında yanıma geliyor, "hocam bugün buradaysam senin sayende" diye kulağıma fısıldıyor. Bunları kaldırmak çok zor, belki de hak etmiyoruz. Hissettiğim sorumluluk arttı diyebilirim. Çünkü insanlar sizi model olarak görmeye başlıyorlar. Ama model ben değilim, model Hz. Muhammed'dir. Benim hayatımda da odur, insanların hayatında da o olmalıdır.
Hz Muhammed bugün aramızda olsaydı sizce televizyona çıkar İslam'ı anlatır mıydı?
Bütün imkânları kullanırdı. Hz. Peygamber hiçbirimizin hayal edemeyeceği kadar ufku geniş bir insandır. Tabii ki çıkar anlatırdı, sahabeye diyor ki, git şu dili öğren, dil öğretiyor ona. Hz. Peygamber teraziye konmaz.
"MISIR'A EŞİMİ GÖTÜRMEDİM, ÇÜNKÜ…"
Bir de bunca yoğun tempo içinde bir aileniz var. Evlisiniz, eşiniz ve çocuklarınız Ankara'da. Siz de Ankara İstanbul arası mekik dokuyorsunuz… İftar programı, sahur programı, konferanslar toplantılar... Bu yoğun temponuza onlar ne diyor?
Eşim benim teyze kızım, aileden biri. Ben iki aylık evliyken eşimi bırakıp, iki sene Mısır'da kaldım. Onu götürmedim. Çünkü hanımla gidince her yere gidemezsiniz, ilim yapamazsınız. Artık alıştı o, ne yapsın, netice itibariyle nasıl birisiyle evli olduğunu biliyor, sorumluluklarını biliyor. Çok yardımcı oluyor sağ olsun. Çocukların bütün yükünü o almak zorunda kalıyor.
Sizinki aşk evliliği miydi?
Teyzemin kızıydı, birbirimizi tanıyorduk neticede. Saygı ve sevgi hep vardı aramızda ve ilk günden beri de hiçbir şey değişmedi.
Sabah