Ortadoğu'da dengeler ne kadar da farklıymış!
Kaybedenler karşıt cephelerde olsa da kazananlar hep birlikte haykırıyor: “Eş-Şa’b yürîd iskat en-nizam” (Halk rejimin yıkılmasını istiyor).
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-07-23 15:32:21
Yusuf Korkmaz / TİMETURK
Adı hep batının kirli emelleri ve emperyalist güçlerin saldırılarıyla anılan Ortadoğu’dan son zamanlarda çok başka şeylerle de bahsedilir oldu. Düne kadar süper güç Amerika’nın ve kıdemli sömürgeci Avrupa’nın emperyalist politikalarını konuşup yazarken; bugün İran-Suud soğuk savaşını, Şii-Sünni dengelerini, Şii Hilali’ni ve İran-Şii yayılmacılığını konuşup yazar olduk. Aslında bu tezler hiç de yeni şeyler değil. Tarih boyunca Şii-Sünni dengeleri açık konuşulup yazılmasa da, arka planda hep bir derece gerginlikle bugünlere gelmiştir.
2004 yılında Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın Şii Hilali terimini literatüre kazandırmasıyla kavramsallaşan ve uluslar arası ilişkilercilerin daha çok dikkatini çekmeye başlayan olgu; 2003 Irak işgali, 2006 Lübnan-İsrail savaşı, Suriye ve İran’a uluslar arası müdahale blöfleri ile hep ikinci planda kalmış ve bölgenin birincil gündeminde yerini alamamıştı. Meseleyi ayyuka çıkaran şey, Bahreyn ve Suriye’nin de Tunus’ta başlayıp Mısır’la devam eden devrim dalgasına kapılması ve pamuk ipliğine bağlı hassas dengelerinin şiddetle sarsılması oldu. 2006 yılında patlak veren Lübnan-İsrail savaşında Şii-Sünni dayanışması sergileyen ümmet, Bahreyn ve Suriye’de mezhebi dengeler üzerinden ikiye bölündü.
Bahreyn gerek yüzölçümü, gerek nüfusu itibariyle çok küçük sayılabilecek bir ada ülkesi. Yaklaşık 400 yıl boyunca, I. Dünya Savaşı'na kadar Osmanlı hâkimiyetinde kaldıktan sonra, 1971'de Birleşik Krallık hâkimiyetinden çıkarak bağımsızlığına kavuşan ve körfez devletçikleri listesine adını yazdıran bir petrol ülkesi. Bahreyn bundan yaklaşık altı ay önce, nüfusun yüzde altmışının Şii olmasına karşılık başta Kral olmak üzere ülke yöneticilerinin çoğunluğunun Sünnilerden müteşekkil olmasına tepki gösteren Şii halkın eylemleriyle sarsıldı. Bölgeye yönelik batı kaynaklı müdahalelerde askerini göremediğimiz Suudi Arabistan yönetimi, Bahreyn’e askerlerini yığmakta gecikmedi. Buna karşılık İran yönetimi her fırsatta tepkisini göstermekten çekinmedi ve Bahreyn’in “ağabey”liğinin kendisine ait olduğu iddiasından geri adım atacağa benzemiyor.
Ada üzerinde bu çekişmeler yaşanırken Suriye’de baş gösteren halk hareketi Şii-Sünni dengelerinde adeta bam telini koparan gelişme oldu. Tunus ve Mısır’da diktatörler devrilirken İran Devrimi’nin yıldönümü kutlamalarına denk gelmesinin de etkisiyle İranlı yöneticiler tarafından devrik İran Şahı Rıza Pehlevi ile özdeşleştirilen Zeynel Abidin Bin Ali ve Hüsnü Mübarek’in aksine; aralarında fark görmekte hayli zorlandığımız Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’e sınırsız destek veren İran’ın bu tutumunu açıklayabilmek için, bir zamanlar üzerinde pek durulmayan Şii Hilali teorisine başvurmakta yarar var. İran’dan başlayıp batıya doğru Irak’la devam eden ve Suriye’nin batı sınırlarıyla son bulan, güneyde ise Bahreyn ve Yemen’e kadar inen kuşak “Şii Hilali” terimi ile kavramsallaştırılırken, İran politbürosunun da bu tanımlamayı hayli benimsediğini son tutumlarından anlayabiliyoruz. Devlet Başkanı Beşşar Esed’in de üyesi olduğu Suriyeli yönetici elitin Şii tandanslı Nusayrilik mezhebine mensup olması, Esed hanedanlığının İran’ın Şii Hilali’ni tamamlayan Suriye ayağının kalecisi olarak görülmesine neden olmuşa benziyor.
79 İslam Devrimi ideolojisini tüm İslam âlemine ihraç etmeye çalışan İran, nasıl oluyor da kendisiyle çelişmeyi göze alarak Suriye “Şah”ı Beşşar Esed’e arka çıkabiliyor. İslam dünyasında tüm inandırıcılığını kaybetmek pahasına Suriye halkının meşru hak ve hürriyet taleplerini Amerikan işbirlikçisi oldukları iddialarıyla örtmeye çalışabiliyor. Bu soru işaretlerinin cevabı olarak İran’ın İslam dünyasında Şii hegemonyası kurmak suretiyle dünya siyasetinde daha etkin bir konuma yükselmeyi hedeflediği iddia ediliyor ve bu iddialar gün geçtikçe daha inandırıcı hale geliyor. Ama meseleye tersinden bakan uzmanlar İran’ın bu tür manevralarla aslında şu ana kadar İslam dünyasında oluşturmuş olduğu devrimci, halkçı ve “İslami” duruşunu büyük ölçüde zedelediğini ve kuruş hesabı yaparken lira kaybettiğini düşünüyorlar. Gerçekten gerek İran yönetimi gerekse Lübnan’daki izdüşümü olan Hizbullah, yaptıkları açıklamalarla Şii Hilali’ni kaybetmeyelim derken tüm inandırıcılıklarını ve güvenlerini kaybetmeyi göze almışa benziyorlar.
Ruhani lider Hamaney’in şu ana kadar yaptığı açıklamaların tam aksine Arap devrimlerinin Allah’ın vaadi olduğu yönündeki son açıklaması bu zemin kaybını nihayet gören İran yönetiminin söylem düzeyinde de olsa aklını başına alma emareleri göstermekte olduğuna işaret ediyor. Ama bu saatten sonra yapılacak tüm manevraların taktiksel olacağı çoktan anlaşıldığı için İran-Şii hegemonik güçlerinin gerçek niyetlerinin tüm dikkatli gözlemciler tarafından anlaşıldığı apaçık bir vakıa.
Öyleyse artık İslam dünyası yepyeni bir döneme giriyor. Bu dönemde Amerikalı-Avrupalı emperyalist güçlerin bölge üzerindeki biraz da komplo teorileriyle süslenmiş kirli oyunlarından çok; bölge üzerinde iç hesaplaşmalara dayalı olan, bir yanını İran-Şii hegemonyası doktrinerlerinin çektiği, diğer yanını ise Suud liderliğinde Sünni-Arap hegemonik güçlerinin temsil ettiği daha bölgesel ve daha gerçekçi oluşumların bölge siyasetine doğrudan etkilerini ve bölgeyi şekillendirme politikalarını konuşup yazacak ve aslında sorunu da daha doğru teşhis etmiş olacağız.
Ezber bellediğimiz emperyalist güçler edebiyatı kolayımıza gelse de artık bölgeyi sadece bunlar üzerinden anlamak ve anlatmak mümkün görünmüyor. Gerçeklerimizle daha fazla yüzleşerek, meseleyi doğru mecralarda ve realist yaklaşımlarla tahlil ederek, komploculuk mesleğini iş belleyenlerin kaybedeceği; bölgeyi masa başından değil arazisinden tanıyan, emperyalist güçler edebiyatının kolaycılığına kaçmayan, adamakıllı analistlerin prim yapacağı bir sürece evriliyoruz. Bunu sağlayan en büyük etken şüphesiz Arap devrimleri ve Arap baharıdır. Ne tesadüf ki Amerikan komploları ve emperyalist ezbercilikle meseleyi anlatmaya / çarpıtmaya çalışanlar bu baharı kışa çevirmek isteyenlerle kol koladır. Bu bile başlı başına manidardır.
Bölge kendini buluyor, kendi aslını tanımaya başlıyor. Denizaşırı güçlerin o kadar da büyük olmadığını anlamaya başlıyor. Aslında bu emperyal güçlerin bugüne kadar kendi zaaflarından azami ölçüde istifade ederek taktik manevralarla üstte kalmayı başardıklarını görüyor. Kısacası komplocu emperyalist güçler ezbercisi kalem erbabı akıntıya kürek çekiyor. Bölgenin gerçek sahipleri olan halklar gözünü açtı, bölgenin iç dengelerini sarsıyorlar.
İran-Şii hegemonyası sevdalılarıyla, Suud-Arap propagandistleri aynı anda avuçlarını yalayacak gibi görünüyorlar. Çünkü devrimciler her ikisinin de zeminlerini boşaltıyor. Bu yüzden İran düne kadar Tunus ve Mısır’da devrim yanlısı görünürken Suriye’de statükocu oluveriyor. Bu yüzden Suudi Arabistan bir yandan İran yanlısı Suriye yönetiminin bir an önce iş başından gitmesini iştahla istediği halde, Arap devrimleri kapsamında bir domino taşının daha devrilmemesi adına açıktan Suriye yönetimine tavır koyamıyor.
Kaybedenler karşıt cephelerde olsa da kazananlar hep birlikte haykırıyor: “Eş-Şa’b yürîd iskat en-nizam” (Halk rejimin yıkılmasını istiyor).
SON VİDEO HABER
Haber Ara