Kenya’nın kuzeyindeki Dadaab kampı, dünyanın en büyük mülteci kampı. Günde bin ila 2 bin mülteci Somali’den buraya sığınıyor.
İnsanlar hem açlıktan, hem de şiddetten kaçıyor. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı’ndan Ralf Südhoff, "Somali’nin güneyinde durum o kadar kötü ve karmaşık ki oraya gitmek bizim için bile çok tehlikeli. İsyancı gruplar etrafa korku saçıyor. Üstüne üstlük bir de aşırı kuraklık var. Bu yüzden Somali’de çok önemli bir besin maddesi olan darı günümüzde kısa bir süre öncesine oranla iki kat pahalandı. İnsanların kaçmaktan başka seçeneği yok." şeklinde konuşuyor.
Demokrasilerde açlıktan ölüm yok
Sadece bitmek bilmeyen kuraklık değil, aynı zamanda devam eden şiddet de dışarıdan yardımı imkânsız kılıyor. İnsanlar kendi başlarının çaresine bakmak zorundalar. Alman Kalkınma Politikası Enstitüsü’nden ziraat uzmanı Michael Brüntrup Somali’de işleyen bir hükümetin olmadığını vurguluyor. Bu da açlık felaketlerinin belirleyici özelliklerinden biri. Brüntrup, "Ünlü Hintli ekonomist Amartya Sen’e Nobel Ödülü verilirken gerekçelerden biri de, demokrasilerde neredeyse kimsenin açlıktan ölmediğini kanıtlamış olmasıydı. Ancak kronik açlık, bu demokrasilerde de mevcut.” diyor.
Kamp yolunda açlıktan ölüm
Ancak şu anda Afrika’nın doğusunu kırıp geçiren açlık, dünyada bir milyardan fazla insanın çektiği açlıktan çok daha farklı boyutlarda. Bölgede çok sayıda insan açlıktan ölmek üzere. İnsanlar, evlerini barklarını arkalarında bırakıp Dadaab mülteci kampına kaçarken yolda açlıktan ölüyorlar, çocuklar haftalar süren yürüyüş sırasında hayatlarını kaybediyorlar ya da iyice zayıf düştükleri için kampa vardıktan kısa bir süre sonra can veriyorlar. Mülteci akınları Somali’den veya dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Etiyopya’dan geliyor.
Çabalar yetmedi
Etiyopya'nın çok yoksul bir ülke olduğunu belirten Brüntrup, ancak son on yılda ziraat alanında geniş yatırımlar yapıldığını ve açlık çekenlerin sayısının her yıl yüzde 1 ila yüzde 1,5 azaltıldığını anlatıyor ve ekliyor: "Tabii Etiyopya nüfusunun yarısının yetersiz beslendiğini de hemen belirtmek lazım. Üstüne bir de nüfus artışı ekleniyor. Çok çaba sarf edildi ama yetmedi.”
Ziraat uzmanı Michael Brüntrup, Afrika Birliği’nin 2003 yılında kararlaştırdığı Maputo Bildirgesi’nin önemli ve olumlu bir adım olduğunu kaydediyor. Bu bildirge ile Afrikalı ülkeler bütçelerinin yüzde 10’unu tarım sektörüne yatırma vaadinde bulunmuştu. Brüntrup, şimdi Afrika’nın doğusunu vuran açlık felaketi gibi krizlerin ancak bu yolla çözülebileceğini savunuyor. Brüntrup, "Akut krizlerde halkı doyurabilmek için para veya gıda stokları hazırlanmalı, ya da şimdi olduğu gibi uluslararası toplumdan ek yardım istenmeli.” şeklinde konuşuyor.
''Paramız yok"
Ancak uluslararası toplum, şu ana kadarki yardım vaatlerinin az bir bölümünü yerine getirdi ve gelen yardımlar da bu boyuttaki bir felaket ile mücadele etmek için yeterli değil. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı’ndan Ralf Südhoff, sorunu şöyle özetliyor:
"Açlıktan ölmek üzere olan bu insanlara ve yüz binlerce çocuğa yardım edebilmek için sadece bu yılın ikinci yarısında 140 milyon Euro’ya daha ihtiyacımız var. Yani devletler tarafından bu insanlara yardım etmek ile görevlendirildik, ama paramız yok.”
Yeni felaket kapıda
Birçok yardım örgütü, bir sonraki açlık felaketinin kapıda olduğu uyarısında bulunuyor ve bu aybaşında bağımsızlığını ilan ederek Birleşmiş Milletler’in en genç üyesi olan Güney Sudan’da da krizin baş göstermek üzere olduğuna dikkat çekiyor.
DW