Bazı konular var ki, cümle kurmaya utanıyorum. Zihnim utanıyor, elim utanıyor, parmak izlerim utanıyor, kalem utanıyor. Srebrenica işte o konulardan biri... Daha onlarcasının ismini koyamadığımız binlerce şehidin aziz hatırasını Fatihalarla yâdetmek dışında kendimize yakıştırabileceğimiz bir şey yok. Ama günün adını koymamak, zalimlerin zulmünü canlı tutmamak da olmaz. En iyisi söylenecek olanı söylemeye hakkı olana bırakmak... Gelin bugün, aziz komutanımız, 'Bilge Kral'ımız Aliya İzzetbegoviç'in (Allah ona rahmet etsin) ifadelerinden Srebrenica'da olan bitene bir kere daha tanıklık edelim:
"Uydu görüntüleri sayesinde büyük güçlerin karargahları esirlere ve sivillere yönelik bir katliamın sürmekte olduğundan haberdar oldular. Bizse yalnızca tahminde bulunabiliyor ve işler kötüye gittikçe, haberleri inanmadan dinliyorduk. Srebrenica'nın düşüşünden iki ya da üç gün sonra iki Çetnik arasındaki bir telefon konuşmasını dinlediğimizi hatırlıyorum. Biri: 'Dün onları temizledik' dedi. 'Kaç kişiydiler, 30 kadar var mıydılar?' diye sordu ikincisi. 'İki sıfır ekle" diye cevapladı birincisi.
Bu kaydın Başbakanlık arşivlerinde bulunduğunu sanıyorum. Ancak gerçekte olmuş olanlar, bizim en kötümser tahminlerimizin bile ötesindeydi. Uluslararası Kızıl Haç Komitesi yalnızca katliamın ilk dört gününde sivil ve asker 7.079 kişinin öldürüldüğü sonucuna ulaştı. Bu nihai rakam değil.
Kimi suçlamalı?
Bu boyutta bir trajedi gerçekleştiğinde kimse masum değildir. İçinde Srebrenica'nın gerçekleştirilebilir olduğu bir dünyanın varolmasından dolayı hepimiz suçlanmayı hak ediyoruz. Her birimiz daha fazlasını yapabilecek olduğuna inanmak zorunda. Kritik anlarda ordunun gösterdiği etkinlikten tam anlamıyla hoşnut değilim, bana öyle geliyor ki, onlar Çetnik mevzilerinin etrafında 'dolanıp durdular'. Askerler o koşullarda güçleri dahilinde her şeyi yaptıklarına inanıyorlar. Srebrenica içinde de sivil ve asker yetkililer arasında durmaksızın kaynayan bir ihtilaf mevcuttu. Hiçbir hadisede mutabakat, koşulların gerektirdiği düzeyde değildi. Bu, kısmen, dışarıyla ilişkisi kesilmiş ve hayat koşulları alabildiğine zor olan bir kasabadaki psikolojik durumun sonucuydu.
11 Temmuz 1997'de, Srebrenica trajedisinin ikinci yıldönümünde Srebrenicalı kadınlara bir mesaj gönderdim:
Doğru dürüst bir cevap verilinceye kadar, 'Bu çapta bir trajedi önlenebilir miydi?' sorusu her birimizin ve dünya üzerindeki her sorumluluk sahibi insanın zihnini meşgul etmeye devam edecektir. Onlar, Bosna için gerçekten çok acı ve korkunç günlerdi. Srebrenica'ya yönelik Çetnik saldırısından 20 gün önce Saraybosna kuşatmasının kaldırılması için yapılan başarısız girişim, Sırbistan'dan doğrudan yardım almakta olan düşmanın, güç bakımından sahip olduğu muazzam avantaj, dünyanın kayıtsızlığı, UNPROFOR askerlerinin o tarihteki korkakça davranışları, sizin uzun süreli tecridiniz ve bunun kuşatılmış olan kasabada yol açtığı iç sorunlar –bütün bunlar, o korkunç Temmuz günlerinde bizim aleyhimizeydi.
Size yardım etmek için yapabileceğimiz her şeyi yapmakta olduğumuza ve yapmaya devam edeceğimize inanmanızı istiyorum. Bunun asla yeterli olmadığını biliyorum, ama bu dört yıllık tahrip edece savaşın ardından Bosna, iyileştirilmesi gereken yaralarla doludur. Srebrenica bunların kesinlikle en büyük ve en derin olanıdır."
* Yeni Şafak