Ali Bulaç*
Sivas ve Başbağlar katliamıyla ilgili yazdığım yazıya (4 Temmuz) epey tepki geldi.
Hak verenlerin içinde hem Aleviler hem Alevi olmayanlar vardı. "Alevi olmayanlar" için "Sünni" diyebilirdim. Ama yanlış olurdu. Çünkü hem Sünnilik bir mezhep değildir; itikadî ve fıkhî birden fazla mezhebi altında toplayan bir şemsiyedir, hem de kimse kendini "Sünni" olarak tanımlamaz, "Müslüman" görür. Esasında Alevilerin içinde de hatırı sayılır bir kesim var ki, "Alevi" olduğunun farkında olarak kendini Müslüman olarak görür, bununla yetinir. Son yıllarda Alevilik, vurgulanan bir mezhep kimliği olarak öne çıktı. Kim kendini nasıl tanımlıyorsa, biz onu kendi tanımında ve beyanına göre kabul eder; dinini, mezhebini, inancını, ideolojisini veya felsefî kanaatini değiştirmeye kalkışmadan onunla iradi anlaşmaların şekil vereceği hukukî zeminde nasıl bir arada ve barış içinde yaşayabileceğimizin yollarını araştırırız.
Gelen tepkilerden biri Genelkurmay Başkanlığı'ndan idi. Bağlı olduğu birimi, ismini ve rütbesini açıklayan bir görevli zat, söz konusu yazıda bir paragrafını iktibas ettiğim "Özgür Gündem'in yer verdiği bir haber"in doğru olmadığını belirtti. Gayet kibar bir üslup ve ses tonuyla haberdeki maddi hataları -tarihler, şahıslar, rütbeler ve görev tanımları üzerinden- bir bir gösterdi. Ben yazılı bir açıklama gönderirlerse yayınlayabileceğimi söyledim. Lüzum hissetmediklerini, bu haberi referans gösteren yazarları sadece 'bilgilendirmek' amacıyla aradıklarını belirtmekle yetindi.
Genelkurmay'dan arayan zatın verdiği bilgiler doğru olabilir. Haberin, haberde anlatılan olayların sıhhati ve Sivas katliamında 'devlet içindeki derin yapılar'ın oynadıkları rolün kritiğini yapmak önemlidir. Yakın tarihte toplumu derinden sarsan olayların tek tek, yetkili merciler ve dikkatli bir biçimde araştırılması gerekir. Darbeler, suikastlar, faili meçhuller, siyasete müdahaleler vs. PKK eylemleri de bu çerçevede aydınlatılmalıdır. Bu yüzden Abdullah Öcalan'ın ikide bir "Ergenekon davasında beni de dinleyin, 'Hakikatleri araştırma komisyonu' kurulsun" demesini ciddiye almalıdır. Yakın tarihimiz aydınlatılmadan, geçmişimizle yüzleşmeden ne doğru dürüst bir siyaset yapılır ne toplumun güvenliği sağlanır.
Ergenekon ve Balyoz davaları hayati derecede önemlidir. Hiçbir şekilde tavsamamalı, yargı süreci kesintiye uğramamalıdır. CHP'nin Ergenekon davasını akamete uğratmak amacıyla başlattığı 'yemin krizi' eğer mahkemeler baskı altına alınarak çözülecek olursa bunun vebalini AK Parti kıyamete kadar sırtından atamaz. Ergenekon yargı süreci sona ermeden demokrasi olmaz.
Özgür Gündem'den alıntıladığım haberin tashihe ve tahkike muhtaç olduğunu kabul etmekle beraber, Sivas katliamında iki noktanın bizi mezhep temelinde kan davasına götürebileceği fikrinde ısrarlıyım:
1) Katliamda derin yapıların oynadığı rol yeterince belirginleşmiş değil. Türkiye'nin sayılı iyi avukatlarından Muhammed Emin Özkan, Sivas davasında 'suçluların oradan buradan toplanmış gariban çocuklar' olduğunu söylüyor. Rıza Zelyut da "Ergenekon'u Sivas'ta arayın" diyor. Bir ezber replik olarak olayı "Sünnilerin Alevileri yakması" olarak takdim edenler Aksiyon Dergisi'nin yer verdiği şahitliklere baksınlar (Sayı: 865.) Dava yeniden ele alınmalıdır.
2) Dinle, Müslümanlıkla ve dindarlarla hiç arası iyi olmayan bir kesim -kökenleri Alevi/Sünni fark etmez- Alevilerin haklı sorunlarını, taleplerini ve mağduriyetlerini araçsallaştırıp başka bir davanın peşindedirler. Toplumsal felaketleri kan davasına çevirmek isteyenleri haklı talepleri olan Alevilerden ayırma mecburiyeti vardır.
Bu arada söz konusu yazıda geçmişteki dostluğumuza dayanarak kendisine sadece 'teessüf' ettiğim Taraf yazarının beni eleştireyim derken kullandığı asabi, mütecaviz ve elbette kibar olmayan üslup, bana yılların olgunlaştırdığı Murat Belge'nin S. Süreyya Önder için kullandığı cümleyi hatırlattı: "Meğer arkadaşım değilmiş." Bazı aydınlar çoktan postkemalist döneme girmiş bulunan yeni Türkiye'ye bir türlü intibak edemiyorlar, dünyaya "Kemalist dönemin muhalif aydınları" gözüyle bakmaya devam ediyorlar.
* * *
İşte Ali Bulaç'ın epey tepki geldiği dediği 4 Temmuz tarihli "Sivas ve Başbağlar: Kan davası" başlıklı yazısı:
18 yıl önce Sivas'ta yaşanan büyük fecaat hepimizin yüreğini yaktı.
Sünni-Alevi, 34 canın bir otele sıkıştırılarak dumandan boğulması, yakılarak öldürülmesi vicdan sahibi herkesi sarsar. "Her insanı sarsar" diyemem, çünkü insan "kan dökücü"dür, zulmeder. Vicdan sahibi insan farklıdır. Müslüman olmak vicdan sahibi olmaktır; vicdan sahibi hiç kimse bu katliamı onaylayamaz. 2 Temmuz'da 34 can öldürüldü; "amasız, fakatsız" bu cinayeti tel'in ediyoruz; 5 Temmuz günü de intikam saikiyle Erzincan Başbağlar köyünde bir o kadar masum köylü katledildi. Ben Sivas katliamını tel'in ettim, bugün de tel'in ediyorum; aynı şekilde Sivas katliamını tel'in eden Alevilerden de Başbağlar katliamını tel'in etmelerini bekliyorum. Bu hepimizin hakkıdır.
Bu arada bir zeyl düşmem lazım: Taraf gazetesindeki 2 Temmuz tarihli yazısında Ümit Kıvanç şunları yazıyor: "Hayatta en büyük hayal kırıklıklarından birini Sivas katliamı ertesinde yaşadım. O zamana kadar ahlakından şüphe etmediğim İslamcı aydınların çıkıp yüksek sesle ve alenen katliamı şiddetle kınamalarını beklemiştim. Na şu kadarcık vicdanı olan bunu yapardı. Sonuç malum." diyor.
Ümit Kıvanç'a üç sebepten dolayı sadece teessüf ederim: İlki, ben o zaman Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin kurucu üyesiydim. Katliamın hemen ertesinde toplanıp bir bildiri yayımladık. Altında benim de imzam olan bildiriden 1 milyon adedini uçakla İstanbul semalarından şehre attık. Köşemde katliamı şiddetle tel'in ettim. Ve bir daha böyle olayların yaşanmaması için HYD'nin bir toplantısında sol ve laik aydınlarımızın etkili kanaat önderleri, cemaat liderleriyle tanışıp diyalog kurmalarını önerdim, belki A. Rıza Demircan, Emrullah Hatipoğlu gibi değerli hocaları çağırıp onları dinlemenin faydalı olacağını önerdim. Öyle sert tepki aldım ki, sonuçta bana dedikleri şu oldu: "Biz din adamları veya cemaat mensuplarıyla bir araya gelemeyiz, onlar buradan içeri adım atamazlar." Ben de bir daha HYD'den adımımı içeri atmadım. İkincisi belli ki Ümit Kıvanç, İslamcılarla milliyetçi, sağcı, muhafazakârları birbirine karıştırıyor; "Sivas'ın üstünde Sırp tayyareleri mi uçsun?" diye yazanları hâlâ "İslamcı" kategorisinde görüyor. Kimin nerede durduğu ortada. Üçüncüsü Kıvanç, yazısında malum mezhep ayrılığını vurgulayan nefret dilini kullanıyor, Başbağlar katliamını aklına bile getirmiyor.
Alevi vatandaşların kahir ekseriyetinin Başbağlar katliamını onaylamadıklarını düşünüyorum. Yazık ki, aynı hassasiyeti birçok Alevi derneğinde, aydınında, kanaat önderinde göremiyoruz. Her sene Sivas katliamını gündeme getirirlerken hepimizin acısı, Türkiye toplumunun utancı olarak değil, Hz. Osman'ın kanlı gömleğini şehir şehir mızrakların ucunda gezdiren Beni Ümeyye tahrikçileri gibi olayı bir "kan davası" havasına bürüyorlar, kurdukları nefret ve husumet dili üzerinden mezhep ayrılığının altını çiziyorlar.
Katliamı tel'in ederken derin yapılanmanın payını da görmezlikten gelmemeli. Dün Özgür Gündem gazetesi "Özel Harp Dairesi"nden bir üsteğmenin (H.Ç.) ağzından çarpıcı bir habere yer verdi: "Ben Erzincan'dayken Poligon Birliği'ne gelen ordu komutanı, bir birimin Sivas'a gitmesi gerektiğini söyledi. Amacımız insanları Madımak çevresine adapte etmekti... İslamcılar'ın içine girmek çok basit. İki Kulhuvallah bir Bismillah çekersiniz İslamcılar'ın içindesiniz. Bizim Bölge'de yaptığımız en büyük olay insanların Madımak Oteli önünde toplandığı zaman taşı atmamız ve geri çekilmemizdir. Direkt emir aldığım kişi 93'te Teoman Koman, arkasından Osman Önal geldi. İlişkide olduğum isimler Fikret Altıoklar, Hasan, Atilla Uğur, Hurşit Tolon... Toplumu yönetmek istiyorsanız ilk başta bölersiniz. Sivas'taki amaç buydu. Oradaki amaç Aleviler'i ve Sünniler'i birbirine düşürmek, kaos yaratmak. Çünkü Sivas bölgede stratejik bir konum taşıyor. Erzurum, Erzincan ve Sivas bunlar askeriye için stratejik önem taşıyan bölgeler. Bölgede bulunan bazı silahlardan dolayı... Halkı ateşledik, halk olaya girdi ve timler bir anda geriye çekilmeye başladı. Ve geldiğimiz yoldan aynı şekilde geri dönüşümüz yapıldı."
* Zaman