Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Tek aşk, iki divan

Eğer riyakâr değilse şair, nehrin iki yanına “tek kişilik iki divan” armağan etmelidir. Ve riyakâr değilse şiir okuyan adam, iki nehrin iki divanına ihanet etmeden okumalı şiirini.

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-07-10 14:27:38

Tek aşk, iki divan

Hasan Maç / TİMETURK

Türkiye seksen yıllık demokrasi sancıları eşliğinde yeni bir sürece girerken, sarhoşluk belirtilerine eşlik eden bir kibri de karnında taşıyor. Bu kibir, utanılası bir iyimserlik ile seksen yıllık siyasal ritüeli bu sarhoşluk halin lehine devam ettirtiyor.   Sarhoşluk ritüeline kapılanlar sadece siyasiler değil kuşkusuz. Aşkın ve insanlığın sarhoşları şairler, ayık bir halle bu siyasal sarhoşluğa eşlik ediyorlar. Şairlerin şiirlerini söyleyemediği bir otuz yıl var bu seksen senenin içinde. İstisnaları mutlaka var.   Bu süreçte şiir okumaya hevesli bir adam fırsat bulduğu her ortamda kimin olduğu bilinmeyen bir savaşa göndermeler yaparak şiir okuyor. Kâh Ziya Gökalp’ ten, kâh Ahmet Arif’ten, kâh Mevlâna’dan, Molla Cizirî’den… Bu adam şiire olan sevdasından, müesses nizamın sahipleri tarafından cari olan Kudretli hukuk maharetiyle, hapisle ödüllendirilmiş ve kitleler hep bir ağızdan onun için bir şiir tutturmuşlardı: “Bu sevda bitmez, şiir okuyan adam”.   O adam bugün kendisini mahkûm eden müesses nizamın ve kudretli cari hukukun başbakanı, ülkenin tartışmasız tek lideri. Ve şimdi bize şiirine kanı bulayan, yeni kelimelere sarılı bir yürekle sesleniyor. “Ben olsaydım asardım” diyen bu adam: Kanayan bir halkın haklı ya da haksızlığını tartışmaya gerek bırakmayacak bir şekilde yükselen barış sesini, barış şiirlerini bu mısra ile selamlıyor…   Şairlerin dirilten dilini kullanan bir siyasetçi şimdi o barış müjdeleyen dili kanla susturmak hevesiyle karnından marşlar eşliğinde şairlere armağanlar sunuyor. Tıpkı bir zamanlar kendisine sunulan mısra gibi: “asmayıp da beslese miydik?!” Savaşın olduğu bir ülke düşünün ve öyle bir ülke ki şairleriyle ölüme ve zulme galebe çalarak gururlansın. O ülke şairleri, savaş varken savaş şiirleri yazamıyorsa barış olduğunda da barış şiirlerini yazamayacaklardır. Kendi savaşının hakikatine gönlünü kapayan şaire barış, kendi ruhunu armağan etmeyecektir.   Aşka heves eden şairlerin sustuğu bir ülkede muktedir olmaya heves eden adamlar, şiiri bir silah olarak kullanmaya başladığında kan kokusu, algılayacağımız tek gerçeklik olmaya başlayacaktır. Bu hakikatten yüzümüzü dönmeden, aşkı bırakmadan, sınırlara ve hukuka bel bağlamadan “en hakiki ” halimizle konuşmanın zamanındayız. Ve siz şairler de…   Bu zamanda, bu mekânda, dağın iki yakasında, iki nehirden aynı renkte kanlar akıyorsa ve aşk bu nehirde var etmişse kendisini, şair de şiir yazmıyorsa bu nehirden akan kanlara, o zaman ya şairde aşk yoktur, ya şair, şair değildir ya da şimdi nehir kendi şiirini kedince söyleyecektir. Çünkü nehir kendi gerekçeleriyle beraber akıyor. Ancak şaire gerekçesiz konuşmak yakışır. Cellâdına gülümseme yürekliliği göstermiş şair, şair suretinde cellâdın diliyle esenlik yurduna kavuşmayı umuyorsa o şair, kendi amentüsünü yazmamış şairdir. İşte tam da bu noktada şair gerekçeleriyle konuştuğunda, şairden cellâda dönüşüverir.   Sizi bilmiyorum, ama ben, aşka ve zamana şahitlik edip şiirini söylemeyen hiçbir şair bilmiyorum. Kendi evi yanarken başkasının gülistanında mest olan şair, şair değildir. Âşıkları ayıran kanlı nehirlerin “deryasına” küfretmeyen şair, aşka ihanet etmiştir. Ve şiirle hesaplaşmayı bırakmalı, tenezzül ile dönüp kendi akıntısına bakma yürekliliğini göstermelidir.   Büyük barış şiirleri, büyük aşk şiirleri yazan şairlerden alıntı kelimeleri kalbinde taşımaya cüret eden bir yazı değildir bu. Nehirlerin içinde kan taşıyan suların rengini ve kaynağını da zikretmeyecektir bu yazı. Garipsiyorum. Bu nasıl bir ülkedir ki; şairler ölüme, özgürlüğe, barışa, savaşa karşı şiirlerini kuşanmakta saray ehli kadıları gibi davranıyorlar.   Eğer bu ülkede güzel şiirler yazılacaksa yaralarımızdan kanların aktığı, acılarımızın bizi sarhoş ettiği, aşkın bizden hayâ ettiği bu zamanlarda yazılmalı/ydı. Dağların iki yakasından uzakta kalarak, dağların ardına gidip oraya bakamayan şair, muhakkak siyasetin dilini kullanacaktır. Bu bakış muktedirin murâd ettiğini, şiirin diliyle ifade etmekten uzak değildir.

  Kahredici tüm kutsalların arkasında eğer benim ve sizin iradenizi zulümle bezeli bir inkârın evinde aşkla tutsaklığa ram kılmak arzusu taşıyan bir irade var olmak istiyorsa, o zaman nehir, kanın esaretinde kendisini var edecektir. Nehir akıyorsa vardır ve akan kan ise o bir nehirdir. Şair, bu nehre gözlerini açamıyorsa, kanda ölüme giden aşk ve şiir olacaktır.   Şairler kendi dünyalarında dilin zindanını inşa ediyorlar bu savaşta. Dağın iki yüzündeki nehirlerden akan kan, kimin kanıdır bizim şair bilmiyor. Çünkü onun adını zikretmekten ürküyor. Ürkek şair aşkla helâlleşemeyen şairdir. Evet, nehrin öte yüzündeki dağdan akan kanın kimin kanı olduğunu ben söylemeyeceğim ki; şair dirilsin. Söz onun sözüdür…   Yabancı nehrin bizim kalbimizdeki ritmini yakalayan şair, şimdi dönüp kendi nehrinin ritmini bir çocuk tebessümüyle terennüm etmelidir. Kan akan iki nehrin bulunduğu bu toprak bizi karanlığına alacaksa bir gün, şair o karanlığa ihanet etmemelidir. Ve seslenmelidir o toprağın en “kara” yerine. Kelime neyse “o” kelimeyle yazmalı, o esmayla seslenmelidir kara bahtımızın yazıldığı topraklara. Toprağın adını da ben anmayacağım. Bu adı anmak, karaya tutkun şairin hakkıdır. En kötü sözü en güzel şair söyler, taşı da en güzel çocuk atar…   Dağın iki yüzünden akan bu iki nehre iki divan yazan şairler “kara” bir sessizlikle susacaklar şairliğinize. İki divanda tek aşkı yaşayan iki şair, bu kara toprağa ihanet etmeden söyleyebildilerse sizin kötü kelimelerinizi ve ancak “barış savaşanlar arasında mümkündür” diyebildilerse, dağın iki yakasına bakan nehirlere seslenen o iki şairi bu defa şair tavrıyla anmanın vakti gelmiş demektir:   Biri; iki kişilik tek bir aşk yazdı: Mevlâna Rumî Diğeri; iki kişilik tek bir aşk yazdı: Molla Cezirî Kurdî   Eğer riyakâr değilse şair, nehrin iki yanına “tek kişilik iki divan” armağan etmelidir. Ve riyakâr değilse şiir okuyan adam, iki nehrin iki divanına ihanet etmeden okumalı şiirini.   Şairleri ve yazıcıları barışa ikna olmamış bir ülkeyi ve halkı varın siz düşünün!
SON VİDEO HABER

İstanbul2da 4 katlı otelde yangın

Haber Ara